Cape Town'dan Konut Aktivizmi İzlenimleri
Mekanda Adalet Derneği'nden bir grup Cape Town'daki konut aktivistleriyle bir araya geldi. Ekin Çuhadar izlenimlerini yazdı.
Mekanda Adalet Derneği'nden bir grup Cape Town'daki konut aktivistleriyle bir araya geldi. Ekin Çuhadar izlenimlerini yazdı.
Evet, kentimizi kaybettik. Evet, yasını tutmaya ve yeniden inşa etmeye mecburuz. Ama nasıl yapacağız? Bu sorunun cevabını arıyorum günlerdir. Sarıldığım, değdiğim herkesin gözünde aynı soru: Ne olacak? Nasıl yapacağız? Bu sorulara bir katkısı olur mu bilmiyorum. Ancak sokaklarda konuşurken acısına eşlik ettiğim, dokunmaya çalıştığım, fotoğrafını çektiğim herkese, her şeye borçlu hissederek Antakya'da gördüklerimi yazmaya karar verdim.
Hem geçmişte vuku bulan hem de gelecekte gerçekleşmesi beklenen depremlerin büyüklük hesaplamalarındaki farklılıkların ve belirsizliklerin, bilimsel araştırmaların yetersizliğinden ya da başarısızlığından kaynaklandığını söylemek haksızlık olur.
Yaşlanma, hem farklılaşma hem de uyum süreçlerini birlikte kapsamaktadır. Bu da bizden, yaşlılığı ve adaleti bu noktada birbirine bağlayabilen yeteneklerimizin geliştirilmesini talep etmektedir.
Türkiye’de göç çalışmaları alanında iki değerli isim, Didem Danış ve Sema Erder’in sohbetinde göçün toplumsal mekânsal bağlamı masaya yatırılıyor.
MAD’ın saha gezilerinde Bekir Dindar ve M. Cevahir Akbaş'ın çektiği fotoğraflar mahallelerdeki güçlü sosyal altyapıyı ve bakım merkezli ilişkileri düşünmemize vesile oluyor.
Kozmopolit Pera araştırmacılar, amatör tarihçiler, edebiyatçılar, seyyahlar, mimarlar ve karar vericilerin ortaya attığı bir fikir, bir kavram, Edward Said’den alıntılayarak söylersek, bir “arşiv”.
Bir tepeden bakmak, sokaklarında tesadüfleri kovalamak... Bir kadınla özdeşleştirmek, bir kadınla çözmek... Doğu ile Batı'yı, merkezi ve taşrayı, dünü ve bugünü mekânlardan okumak... Fethetmek, sığınmak, kaybolmak... Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı B.lümü'nde öğretim üyesi Prof. Seval Şahin ile on dokuzuncu yüzyıldan bugüne edebiyatta kentin temsillerini, bunun kurguya ve dile yansımalarını konuştuk.
Eminim bu aralar siz de etrafınızda sık sık duyuyorsunuzdur: “Şu okul/iş/tedavi süreci bir bitse de, biz de gidip yerleşsek bir köye…” Daha önceden sadece emeklilerin olan kendi bahçesinde domates yetiştirmek, taşa, toprağa, ağaca daha yakın bir yerde yaşamak hayali, dünyada iklim, ekonomi ve güvenlik krizlerinin derecesi arttıkça genciyle yaşlısıyla, fakiriyle zenginiyle daha fazla kentlinin hayali olmaya başladı.
2009 yılında kimi öğrenci, kimi işsiz, kimi çalışan bir grup kadın bir araya gelerek yaşamlarını paylaşmaya başladılar. Onlara göre hepsinin ortak bir noktası vardı: Engelli olmak.
Mühendisin “yasak değil ama yasak” totolojisine dair gerekçelerinden bir tanesi oldukça ilginçti: Tohum üretmek için kendisi yedi yıl uğraşıyordu ve onun emeğinin korunması gerekiyordu.
Mekanda Adalet Derneği'nden bir grup Cape Town'daki konut aktivistleriyle bir araya geldi. Ekin Çuhadar izlenimlerini yazdı.
Evet, kentimizi kaybettik. Evet, yasını tutmaya ve yeniden inşa etmeye mecburuz. Ama nasıl yapacağız? Bu sorunun cevabını arıyorum günlerdir. Sarıldığım, değdiğim herkesin gözünde aynı soru: Ne olacak? Nasıl yapacağız? Bu sorulara bir katkısı olur mu bilmiyorum. Ancak sokaklarda konuşurken acısına eşlik ettiğim, dokunmaya çalıştığım, fotoğrafını çektiğim herkese, her şeye borçlu hissederek Antakya'da gördüklerimi yazmaya karar verdim.
Hem geçmişte vuku bulan hem de gelecekte gerçekleşmesi beklenen depremlerin büyüklük hesaplamalarındaki farklılıkların ve belirsizliklerin, bilimsel araştırmaların yetersizliğinden ya da başarısızlığından kaynaklandığını söylemek haksızlık olur.
Türkiye’de göç çalışmaları alanında iki değerli isim, Didem Danış ve Sema Erder’in sohbetinde göçün toplumsal mekânsal bağlamı masaya yatırılıyor.
MAD’ın saha gezilerinde Bekir Dindar ve M. Cevahir Akbaş'ın çektiği fotoğraflar mahallelerdeki güçlü sosyal altyapıyı ve bakım merkezli ilişkileri düşünmemize vesile oluyor.
Kozmopolit Pera araştırmacılar, amatör tarihçiler, edebiyatçılar, seyyahlar, mimarlar ve karar vericilerin ortaya attığı bir fikir, bir kavram, Edward Said’den alıntılayarak söylersek, bir “arşiv”.
Bir tepeden bakmak, sokaklarında tesadüfleri kovalamak... Bir kadınla özdeşleştirmek, bir kadınla çözmek... Doğu ile Batı'yı, merkezi ve taşrayı, dünü ve bugünü mekânlardan okumak... Fethetmek, sığınmak, kaybolmak... Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı B.lümü'nde öğretim üyesi Prof. Seval Şahin ile on dokuzuncu yüzyıldan bugüne edebiyatta kentin temsillerini, bunun kurguya ve dile yansımalarını konuştuk.
Eminim bu aralar siz de etrafınızda sık sık duyuyorsunuzdur: “Şu okul/iş/tedavi süreci bir bitse de, biz de gidip yerleşsek bir köye…” Daha önceden sadece emeklilerin olan kendi bahçesinde domates yetiştirmek, taşa, toprağa, ağaca daha yakın bir yerde yaşamak hayali, dünyada iklim, ekonomi ve güvenlik krizlerinin derecesi arttıkça genciyle yaşlısıyla, fakiriyle zenginiyle daha fazla kentlinin hayali olmaya başladı.
2009 yılında kimi öğrenci, kimi işsiz, kimi çalışan bir grup kadın bir araya gelerek yaşamlarını paylaşmaya başladılar. Onlara göre hepsinin ortak bir noktası vardı: Engelli olmak.
Bir tepeden bakmak, sokaklarında tesadüfleri kovalamak... Bir kadınla özdeşleştirmek, bir kadınla çözmek... Doğu ile Batı'yı, merkezi ve taşrayı, dünü ve bugünü mekânlardan okumak... Fethetmek, sığınmak, kaybolmak... Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı B.lümü'nde öğretim üyesi Prof. Seval Şahin ile on dokuzuncu yüzyıldan bugüne edebiyatta kentin temsillerini, bunun kurguya ve dile yansımalarını konuştuk.
Eminim bu aralar siz de etrafınızda sık sık duyuyorsunuzdur: “Şu okul/iş/tedavi süreci bir bitse de, biz de gidip yerleşsek bir köye…” Daha önceden sadece emeklilerin olan kendi bahçesinde domates yetiştirmek, taşa, toprağa, ağaca daha yakın bir yerde yaşamak hayali, dünyada iklim, ekonomi ve güvenlik krizlerinin derecesi arttıkça genciyle yaşlısıyla, fakiriyle zenginiyle daha fazla kentlinin hayali olmaya başladı.
2009 yılında kimi öğrenci, kimi işsiz, kimi çalışan bir grup kadın bir araya gelerek yaşamlarını paylaşmaya başladılar. Onlara göre hepsinin ortak bir noktası vardı: Engelli olmak.
Mühendisin “yasak değil ama yasak” totolojisine dair gerekçelerinden bir tanesi oldukça ilginçti: Tohum üretmek için kendisi yedi yıl uğraşıyordu ve onun emeğinin korunması gerekiyordu.