Sinan Erensü: Köye duyulan özlem zaman zaman kabaran bir toplumsal eğilim. Peki günümüz Türkiyesi’nde köy deyince ne anlamalıyız? Geleneksel köyden, tekil bir köy tipinden bahsetmek mümkün mü?
Sorunuzu cevaplamaya sondan başlarsak; cevap, hayır. Tüm yönleri bir arada düşünüldüğünde köyün, kırsallığın tek bir tanımı olmadığı gibi belirli bir tarihte yapılan bir köy tanımının da geçici bir durumu tarif etmesi kaçınılmazdır. Devinim hâlindeki ekonomik, toplumsal, kültürel ilişkilerin ürettiği, bir insan topluluğu ve mekanı olarak köyün mevcut konjonktürdeki özelliklerinden bahsetmek daha gerçekçi olur. Mesela köyler artık kapalı ekonomi içinde yaşayan, “basit yeniden üretimin” esas olduğu, aldıkları kararlarda nispeten özerk olan çiftçilerin yaşadıkları mekanlar ya da bunun tersine modernleşmenin “fethettiği” alanlar değildir. Köyler bu iki kutup arasında devinmekte olan, o nedenle de tek bir boyutta ele alınabilecek ve tanımlanabilecek toplumsal ve coğrafi birimler de değildir. Köylüler için köy tek dünya değildir; kent, kentsel hayat, eğitim, yeni sosyallikler eşliğinde köylü birden çok dünyaya değmektedir. Aynı anda birden çok mekanda ve zamanda yaşamaktadır. Bu hâliyle, köy ve köylülük sadece pratik bir sosyallikler alanı değil; aynı zamanda klasik ikili kalıpların ötesinde düşünmeyi teşvik eden devinimi ile, değişimi ile alternatif düşüncelere kaynaklık etmektedir.
Mesela tarım faaliyetleri söz konusu olduğunda köylüler atalarından ve birbirlerinden gördüklerine ziraat odalarından, televizyon kanallarından, internetten edindikleri bilgileri ve düşünceleri eklemekte, sentezler yapmaktadır. Köylüler, modernist ideolojik söylem altında yaşadıkları “ikinci sınıf bir kategori” ya da “ikinci sınıf bir aktivite” şeklinde psikolojik ezikliği aşmıştır ve bunu tam da “güçlünün silahıyla”, modernizmin güçlü söylemlerinin içine ilişerek yapmıştır. Köylülük bu bilgi kanalları ve türleriyle alternatifler geliştirebilmiştir ancak bu şekilde değişen köylülükler nedeniyle bütün köylülüklerin “yeni ve güçlü aktörler” ürettiği anlamı çıkarılmamalıdır. Diğer yandan, bir kısım köylülük tam da modernist paradigmaya uygun bir şekilde “kaybolmaktadır” ve köylerin boşalması, toprakların büyük tarım işletmelerinin eline geçmesi de söz konusudur.
Köylülük artık sadece tarım ve hayvancılıkla tanımlanabilen bir aktivite alanı da değildir. Çok daha farklı ve çeşitli insan gruplarını bağrında toplayan, farklı yaşam tarzlarını ve üretimleri barındıran toplumsal yapılardır. Bu hâliyle “köylülük” sadece fonksiyonları dönüşen, uyum sağlayan, gerektiğinde fonksiyonel olmayan parçaların devredışı kaldığı bir “sistem” de değildir. Söz konusu olan durum çatışmalardan uyuma, uyumdan çatışmaya farklı insan ve şartların kendi aralarında girdikleri bir ilişkiler bütünüdür. Bu hâliyle köylülük(ler), yeni “oyunların” kurulumunu yapan, dünkü köyden farklı, uzak yarınını da tümüyle öngöremeyeceğimiz pratikler bütünüdür.
Kaba bir okumayla köyden kente göçen bireylerin kendi kendine yetebilme imkânlarından uzaklaştığını, piyasa koşullarında yaşamlarını idame ettirmek zorunda kaldıklarını kabul ederiz. Peki bugünün köylerinin, özellikle temel ihtiyaç maddelerine erişim söz konusu olduğunda, kendi kendilerine yetebildiğini söylemek mümkün mü?
Her halükârda kendi kendine yetme göreli bir durumu tanımlar. Mutlak kendi kendine yetme durumu ancak arızi olabilir. Dolayısıyla bugünün şartlarında sadece bireyler, köyler ya da ülkeler söz konusu olduğunda “kendi kendine yetebilme” içi boş bir söylemdir. Bir defa, ister üretim için olsun ister tüketim, gerekli “şeyler” köyün dışında tanımlanıp, köyde de karşılığını bulan ihtiyaçlar, zorunluluklar, istekler hâlini aldıkça “ihtiyaç” ya da “talep” edilen şeyler genişlemekte ve değişmekte. Haliyle artan, değişen istekler ve beklentiler karşısında kendi kendine yetme durumu zayıflar. Bu talepleri, istekleri karşılamak için gereken gelirin azalması da kendine yetememe durumunu ortaya çıkarır. Tersinden talep, istek yanı veri iken bunları karşılayacak gelirlerdeki azalış da kendine yetememe ile sonuçlanır. Günümüzde her iki yandan da oldukça şiddetli etkiler söz konusudur. Kendi kendine yetme durumu, maddi olan ve olmayan şeylerin tüketiminin, kullanımının kendi ürettikleriyle sınırlı bir tüketimi, kullanım durumu ise oldukça kısıtlayıcı, mahrumiyet doğurucu ve pek çok yaşamsal riski de (tedavi amaçlı laboratuvar ürünü ilaçlara erişememe gibi) içinde barındırır. Gelirin gideri karşıladığı durum olarak ele alınınca da aslında teknik ve yine de geçici bir dengeyi anlatır. Öyleyse asıl sorun, dışarıdan gelen makinelerin, aletlerin ya da tek tip, sentetik, şık ambalajlı, moda şeylerin meta ilişkileri içinde gelerek insan ile insan ve insan ile doğa arasındaki pek çok ilişkinin taşıyıcısı, sembolü olan, onların kendi emeklerinden, kültürlerinden ürünlerin yerini alması ve kendi emeğine ve topluma, dolayısıyla insanların birbirine yabancılaşmasıdır. Kibrit kullandığınızda komşunuzun külüne muhtaç olmazsınız, cenaze yemeğini lokantaya sipariş ederseniz bu yemeği yapmak için bir araya gelmezsiniz. İlişkileriniz, dolayısıyla insanlarınız azalır. Dahası bu şeylerle taşınan duygular da vardır. Mesela annenizin köyden gönderdiği tarhana sadece bir yemek değildir. Anne ile çocukları arasında bir sevgi ve paylaşım bağıdır da aynı zamanda.
Köylülük artık sadece tarım ve hayvancılıkla tanımlanabilen bir aktivite alanı da değildir. Çok daha farklı ve çeşitli insan gruplarını bağrında toplayan, farklı yaşam tarzlarını ve üretimleri barındıran toplumsal yapılardır.
Tersine göç, diğer bir deyişle köye dönüş mümkün mü? Nüfusu artma eğiliminde olan köyler var mı? Geri dönenler hangi saiklerle geri dönüyor?
Tersine göçten önce, göçe ilişkin tersine göçü de kapsayan genel bir bakıştan yola çıkmak daha açıklayıcı olabilir. Geleneksel göç kavramı insanların kalıcı olarak bir yerden bir yere hareket etmesini anlatır. Göçün en yaygın ve güçlü nedenleri arasında da ekonomik nedenler yer alır. Ekonomik nedenle göç deyince esas olarak bulunduğu yerde geçim sıkıntısı yaşayan insanların başka bir yere gidip orada iş bulup, kurup çalışmak amacıyla göç etmesi anlaşılır. Günümüzde ekonomik nedenler kırdan göç etmenin hâlâ en önemli nedenini oluşturmakla birlikte artık göçü bir yerden bir yere tek yönlü bir hareket olarak görmek gerçekçi değildir. Zira insanlar bir yerde doğmakta, başka yerde eğitim almakta, başka bir yerde çalışmakta ve nihayetinde emekli olunca da başka bir yerde yaşayabilmektedir. Dolayısıyla göçün vücuda geldiği birden çok, kimi zaman da tersine dönen hareketlerden bahsetmek daha gerçekçi. Bu çerçevede evet pek çok köyde tersine göç söz konusudur. Daha önce köyde yaşamış, köyden göç etmiş ve köye geri gelenler ağırlıkla yaşlı, emekli insanlardır. Bunun yanında evlilik, eğitimin sona ermesi, aile ve akrabalara yakın olmak gibi nedenlerle de köye göç vardır. Belki bunlardan daha önemlisi şehirde geçinemediği için, köyde iş imkânları olduğu için de kentten köye göçe rastlanmaktadır. İş, çalışma ve kentte geçinememe nedeniyle köye göçe özellikle 2001 ve 2008 ekonomik krizi sırasında tanıklık ettik ve kuvvetle muhtemel ekonomik krizin yaşanmaya başladığı 2018 yılı ve sonrasında da bu gelişmeye tekrar tanık olacağız. Önceki ekonomik kriz yıllarında kırdaki istihdamda önemli bir artış olduğu resmi istatistiklere de yansımış durumda. Bizim saha gözlemlerimiz de aynı yönde. Bir de özellikle yaz aylarını köyde geçiren, esasen kentlerde yaşayan bir nüfus da var.
Köylerin tümünün nüfusundaki değişim dikkate alındığında, köylerin %10’unun nüfusunun arttığını, %20’sinin çok az değiştiğini ve %70’inin nüfusunun azaldığını görüyoruz. Nüfusu artan köylerde bu artışın nedenlerinden biri doğal nüfus artışıdır. Doğal nüfus artışı daha çok fakir köylerde dikkati çekmektedir. Köy yakınlarında bir fabrika, maden gibi istihdam doğurucu yatırım yapılması da nüfus artışına neden olmaktadır. Nüfusu artan diğer köylerin de şehre yakın, belki de bir süre sonra şehirle bütünleşecek köyler ve yazlık evlerin yapılıp, tatil imkânlarının geliştiği köyler olduğunu söyleyebiliriz.
Sorudaki ilk cümleye dönecek olursak; evet, köye dönüş mümkün. Az önce söylediklerimiz bunun örneklerini oluşturuyor. Ancak ağırlığını yaşlı, emekliler ve şehirde tutunamayanların oluşturduğu bu kesim, kalıcı ve güçlü bir eğilimi mi işaret ediyor? Bunlar kendi şartları doğrultusunda köyü yeniden şenlendirebilecekler mi ya da yeniden şekillendirebilecekler mi, bunu zaman gösterecek. Yine de bugün dünden daha fazla köye dönen olduğunu, yaşanmakta olan ekonomik sıkıntıların bu dönüşleri artıracağını söylemek mümkün.
Türkiye’de köy-kent arası gıda dayanışma ağları ne derece kuvvetli? Köyden yollanan mevsimlik gıda yardımları gurbetçiler için hâlâ bir anlam ifade ediyor mu? Köyün kente uyum ve destek imkânları nedir?
Yandaki tablo sorunuzun birinci kısmına açıklık getiriyor. Köyden göç edenlerle halen köyde yaşayanlar arasında köyden kente doğru ve tersi yönde belli bir oranda farklı biçimlerde dayanışma olduğu açık. Bu dayanışmanın köyden kente doğru daha yüksek oranda olması da dikkat çekici.
Köyden kente gıda gönderimi iki nedene dayalı olarak gerçekleşmektedir diyebiliriz. Birincisi, kente göç etmiş ama halen düşük/orta gelirli ya da yoksul hane bireyleri için daha çok beslenme ihtiyacını karşılama amaçlı bir dayanışma ya da düşük maliyetli gıda tedariki anlamını taşımakta. İkinci olarak geleneksel tat, doğal, özgün, sağlıklı gıda gibi özellikleri nedeni ile şehirli orta ve yüksek gelirli grupların talebi doğrultusunda yerel gıdalar şehirlere ulaşmaktadır. Her iki durumda da dayanışma yoluyla ve köyden satın alarak, köye sipariş ederek gıda temini yapılmaktadır. Hanelerin geliri arttıkça gıda harcamalarının toplam harcamalar içindeki payının azalması, tüketim sepetinin giderek genişlemesi durumunda köyden gelen gıdanın kenttekiler açısından göreli öneminin azalacağı açıktır. Diğer yandan kentlerde de önemli miktarda yoksul insan yaşadığı ve bunların bir kısmının da kırla bağlarının sürdüğü göz önüne alınırsa, bu yoksullar için köyden gelen gıdanın öneminin daha fazla olduğu söylenebilir. Köydeki nüfusun yaşlanması ve evde gıda yapımının azalması, kenttekilerin köyle bağlarının giderek kopması da köyden kente gıda akışını zayıflatan faktörlerdir denebilir. Diğer yandan köy ile kent arasındaki dayanışma gıdayla sınırlı değildir; köyden kente önemli oranda para aktarımı sağlayarak da dayanışma gösterilmektedir. Saha çalışmasında köylerde pek çok emekli kişinin emekli maaşlarını şehirdeki çocuklarına gönderdikleri gözlenmiştir. Elbette şehirde geçinmenin ötesinde yüksek kazanç elde eden bireyler de köyde yaşayan aile ve akrabalarına parasal destek sunmaktadır.
Köydekiler ile göç edenler arasındaki ilişkiye geleneksel düşünce biçimleri perspektifinden bakılırsa bir canlı varlık olarak insanın temel bir tutumunun göçle yeni bir biçim aldığı da ileri sürülebilir. Şöyle ki, tarım faaliyetiyle geçimini sağlayan bir köy hanesi elde ettiği tarım geliriyle sadece bugünkü ihtiyaçlarını karşılamaz, aynı zamanda bir sonraki kuşağın geçimini ve refahını da planlar. Kimi zaman da bu yüzden kır hanesi göç verir; topraklar çocuklar arasında bölünüp geçimlerini sağlamaya yeterli ürünü veremeyecek ise göç, o gün gelmeden başlamalıdır. Ancak göç eden hane bireyi halen o hanenin bir parçasıdır, anne-babalar da çocuklarının geçimini düşünmeye devam eder. Ayrıca söz konusu olan anne-baba ve çocuk ilişkisidir; sevgi, saygı, aile bağları, değerleri, gıda paylaşımı olmak üzere göç eden bireylerle aile içindeki dayanışmayı olağan davranış biçimi yapar. Böylece dayanışma nesneleri sadece bilâbedel birilerinden başkalarına verilmiş olmaz; aynı zamanda aile içindeki duyguların ve değerlerin de taşıyıcısı, paylaşımı anlamına gelir. Hatta kentten bakıldığında, neredeyse artık kentlileşmiş denebilecek, yıllar öncesinden göç etmiş bireyler için köyden gelen gıda, köyün ortamından arta kalan, kentte yaşayan insanın yabancılaşmaya, yapaylığa ve endüstriyel gıdanın sevimsizliğine karşı bir tepkisi, alternatif arayışı olarak da görülebilir. Evet, köy hanelerinin kahvaltısında da endüstri ürünü gıdalar evde yapılanların yerini almakta ama kentlilerin, üstelik daha fazla ödeyerek, köy ürünü kahvaltı tüketme eğilimi de artmakta.
Ciddi bir ekonomik krizin ilk aşamasını yaşıyoruz. Kriz zamanlarında köyle bağlantısı olan kentli orta/alt sınıfların avantajlı olduğu, ekonomik sıkıntı söz konusu olduğunda köyün krizden olumsuz etkilenen vatandaşlar için bir güvenlik ve dayanışma ağı sağlayabildiği söylenegelir. Böylesi bir ihtimal bugün ne derece var?
Ekonomik krizle birlikte işini kaybetmiş bir ücretli ya da iflas etmiş bir girişimci şehirde hayatını devam ettirecek durumda değilse ve köyünde evi, tarlası, bağı bahçesi, dayanışma gösterecek ailesi, akrabaları varsa köyüne sığınabilir. Köyde tarım-hayvancılık faaliyetlerine girişebilir, satın aldığı gıdaların bir kısmını kendi yapmaya başlayabilir. Hatta tarım faaliyetleri dışında da çalışacak işler bulabilir. Köydeki aile bireyleri diyelim ki emekli maaşı olan bir anne ya da baba ise bu sığınma daha da mümkün olabilir. Kaldı ki çok kısa vadede olmasa da, uzun vadede köyün sadece köyle bağlantılı olan insanlar için değil, çok daha geniş insan grupları için de her zaman bir sığınak olma potansiyeli taşıdığı/taşıyacağı söylenebilir. Bugünkü somut kriz durumları dışında, ileride küresel iklim krizlerinin çok daha yakıcı hâle geleceği zamanlarda, köy ve kırsal alanlar, hayatta kalmak için can simidi olabilir. Ancak bugün, her halükârda, köyün taşıdığı bu alternatif ya da potansiyel bizzat farklı kentli gruplar tarafından sadece alternatif tarım üretimi yapmak için değil; aynı zamanda alternatif bir hayat tarzının, az tüketmenin, dayanışmanın, tevazunun, farklı bir insan-doğa ilişkisinin de tecrübe edildiği mekanlar olarak belirginleşiyor. Kuşkusuz bu tecrübe, ileride köyün güçlü bir alternatif hâline gelmesi söz konusu olduğunda önemli bir birikim sağlamış olacak.
2012 yılında çıkan 5216 sayılı Büyükşehir Yasası ile büyükşehir sayısı 29’a yükseldi. Yüzlerce köy, köy statüsünü kaybetti ve ülkenin kır nüfusu resmi olarak %25’ten %9’a gerilemiş oldu. Daha çok yerel seçimler bağlamında konuşulan bu yasa Türkiye kırını nasıl etkiledi?
Saha çalışması sırasındaki gözlemlerimize göre pek çok belediye, muhtarlık kendi imkânlarıyla bir makine parkı oluşturmuştu ve bunları hem yerleşim yerlerinin kolektif ihtiyaçlarını hem de ahalinin ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıyordu. Bunlar yeni kanunla şehirdeki belediyelerin kontrolüne geçti ve yerel kullanım esnekliği kayboldu. İmarla ilgili düzenlemeler de köylerde ev, ahır gibi inşaat işlerini yapmayı zorlaştırmış durumda. Söz konusu düzenlemelerin siyasal süreçlere ve özellikle seçimlere de yansıması olasıdır. Yasal düzenlemeyle 16 bin kadar köyün statüsü mahalle olsa da gerçekte buralar dün nasıl yerlerse bugün de aynı özellikte yerlerdir. Dolayısıyla sosyo-ekonomik olarak bir değişiklik olmadığı, ancak psikolojik olarak iki belirgin eğilimin ortaya çıktığı söylenebilir. Bunlardan birincisi köylerin “şehir” statüsüne geçmesiyle birlikte, bazı köylerde rant beklentisinin yükselmiş olmasıdır. İnşaat ve emlak piyasasının beklentilerine paralel olarak bazı köylerde köylüler de geleceklerini inşaat sektörüne bağlamış görünüyorlar. Öte yandan birçok köyde, köylülerin ortak alanlarına, şimdiye kadar ürettikleri zenginlik ve eserlere başka bir otorite tarafından el konulmuş olması, çok daha kolay halledilen bazı ortak iş ve hizmetlerin, uzaktaki bir bürokratik mekanizmaya bağlanmış olması bazen çok derin hoşnutsuzluklar yaratabiliyor.
Yaşanan tüm bu değişimlerin ışığında kır-kent ikiliğinin sonlandığı, şehir ve kır olmak üzere tüm mekansal birimlerin kentleştiği iddialarına katılıyor musunuz?
Köylerin topyekûn kentlileşmesinden ziyade aralarındaki farkların azalması ve köylerin eskiden sahip olmadıkları altyapı, iletişim imkânlarına kavuşması, yaşam tarzlarının kentlere benzemesi açık bir durumdur. Başka bir ifadeyle köy ve kent arasında bir sarkaç hareketinin oluşmakta olduğunu söyleyebiliriz. Köyden kente doğru bir hareket söz konusuyken, kentten köye doğru da bir hareketten bahsedebiliriz.
Bizce buradaki önemli ve radikal değişiklik 200-300 yıldır var olan “gelişmiş-yeni-kent” ile “gelişmemiş-eski-köy” şeklindeki ikili kurgunun erozyona uğramasıdır. Artık bize medeniyet öğreten modern ve ileri bir dünyaya tekabül eden “kent-kavramı” söz konusu değildir. Artık köy, “kaybolmak zorunda olan gayri meşru” yerleşim, yaşam ve üretim birimi olmaktan çıkmıştır. Bu durum, köy tam olarak kaybolmadan gerçekleşmiştir. Bugün köy ve etrafındaki anlam halkaları bize yeni bir kavramsal çerçeve sunuyor; tevazu, doğallık, insan-insan, insan-doğa arasındaki ilişkileri yeniden tahayyül edebileceğimiz bir çerçeve…
Kırsal yapıların çözüldüğü, köy nüfuslarının azaldığı bu iklimde toplumsal adaleti önemseyenler için kırsal siyasal strateji nasıl olmalıdır?
Toplumsal adaletin inşasında birçok etmen devreye girmektedir. Adil hukuk düzeni, toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitimde fırsat eşitliği, üretimde ve bölüşümde adalet, yaşam kalitesinin geliştirilmesi, çalışma olanaklarının çeşitlendirilmesi gibi. Ancak bu saydığımız unsurların çoğuna kırsalda erişim gittikçe zorlaşmaktadır. Kırdaki çözülmeyi iyi okuyabilmek siyasal stratejinin temelini oluşturmak için önemlidir. Kır üretimini makro politikalarla destekleyecek, kırsalı güçlendirecek ve cazip doğal üretim alanları olarak pazarlayacak bir politikanın yerel paydaşlarıyla bütüncül bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Özellikle üretimdeki emeği görmezden gelinen kadınların gelişiminin desteklenmesi ve teşvik edilmesi devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından titizlikle takip edilmelidir.