Bu yazıda, doktora araştırmam süresince İzmir’in köylerinde yaptığım saha çalışmalarına dayanarak, biyoçeşitlilik ve ekolojik sürdürülebilirlik için hayati derecede önem taşıyan mera alanlarını kırsal-ekolojik müştereklerimize dair temel tartışmalar kapsamında değerlendiriyorum. Mera alanları üzerindeki temel arazi kullanım çatışmalarına, Türkiye kırsalındaki problemlerin müşterekleri ne boyutta etkilediğine ve planlamanın bu süreçte nasıl bir araç olabileceğine dair yanıtlar bulabilmeyi amaçlıyorum.
Müşterekler ve Kırsal Alanlar
Planlamanın “kamu yararı” ilkesiyle paralel olduğunu düşündüğüm müşterekler kavramı ile tanışmam, Bolivya’da suyun çitlenmesine karşı yerel halkın direnişini anlatan Yağmuru Bile filmi (2010), Wall Street’i İşgal Et hareketi (2011), işgal evi pratikleri ve Gezi Parkı protestolarının (2013) ardından okuduğum Müştereklerimiz: Paylaştığımız Her Şey1 kitabı ile oldu. Müşterekleri, kamu kullanımına ve erişimine açık, kullanım hakkı mülkiyet hakkından üstün olan, herkese ait olan ortak zenginliklerimiz olarak tarifleyebiliyoruz. Planlama ve müşterekler yazınında “kamu nedir?” tartışmaları devam ederken, yeni bir kamu inşası ihtiyacı olduğundan bahsediyoruz. Yerel gıda toplulukları, bütüncül ekolojinin bir parçası olan insan ilişkileri, farklı ölçeklerdeki habitatlar, ekonomik ve ekolojik krizler ise müşterekleşme sorunları ve pratiklerinden bazıları.2
Artık kent ve kır arasında kesin sınırlardan söz etmenin mümkün olmadığını da planlama yazınında sıklıkla dile getiriyoruz. Lefebvre’in “kent hakkı” kavramını, kentte ve “kentin ötesi” diyerek göz kırptığı kırsalda yaşanan sosyal, politik ve ekonomik ilişkilerin radikal bir yeniden yapılanması olarak tariflerken; karar verme süreçlerinde güç ilişkilerinin yeniden yapılanması gerekliliğini ve karar verici öznenin sermayeden, yerel yönetimlere ve kent/kır sakinlerine kayması aracılığıyla mekânın müşterek üretiminin gerekliliğini savunabiliyoruz. Lefebvre’in kent hakkı vizyonu, bu anlamda hem liberal-demokratik hemşehrilik ilişkilerini hem de kapitalist sosyal ilişkileri dönüştürmeyi vadediyor.3 Peki, bugün Türkiye köylerindeki sosyo-ekonomik ilişkilerde nasıl bir dönüşüm gözlüyoruz? Köy nüfuslarında azalma, yaşlanma, kırdan kente göç ve buna paralel olarak tarımsal işgücünde azalma, kırsal müştereklerin tarımsal amaçlar dışında başka kullanımlarla çitlenmesi eğilimi ve kentten kıra tersine göç ile tetiklenen “kırsal soylulaştırma”, Türkiye kırsalında son yıllarda daha fazla göze çarpan temel problemler.
Türkiye kırsalına yönelik güncel araştırmalar ise genel olarak yerelde üretimin ve tüketimin teşvik edilmesi, ekolojik koruma bölgeleri oluşturulması, havza bazlı planlar yapılması, yeraltı ve yerüstü sularının korunması, tarımsal sanayinin geliştirilmesi, sanayi ve tarım ilaçlarıyla ortaya çıkan kirliliğin denetlenmesi, agroturizm ve ekoturizm gibi çevreye/doğaya görece saygılı turizm türlerinin teşvik edilmesi ve sürdürülebilir kırsal kalkınma ile kırdan kente göçün (ya da kırın kentleşmesinin) engellenmesi gerekliliği de savunuluyor.4
Peki, kırsalın bu neoliberal çitleme süreçlerine karşı uyum ve savunu kapasitesi “müşterekleşme pratikleri” ile artırılabilir mi? Kent hakkı kavramsallaştırmaları içinde müşterekleşme pratikleri bir kır/kent planlaması modeli sunabilir mi? Bugün, müşterek alanlara erişim hakkımızı elimizden alma girişimlerine karşı kentsel ve kırsal alanlarda örgütlenen direniş ve mücadelelerin çoğunlukla küçük ölçekli, reaktif ve yerele odaklı olduğunu görüyoruz (Kültürpark’a Dokunma, Kuzey Ormanları Savunması gibi). Müşterekler sözkonusu olduğunda, çokboyutlu ve ölçekli “hak talepli mücadele örgütlenmelerine” ihtiyaç olması ve bu mücadelelerin belli grupların eline geçerek, kutuplaşma/dışlama yoluyla bir kısıtlılık yaratmaması adına, özyönetim, özgüçlenme ve müşterekleştirme pratiklerinin nasıl daha iyi olabileceğini tartışıyoruz (mahalle toplantıları, birlikler, kooperatifler gibi). Bu bağlamda, kırsal alanlardaki çitleme hareketlerine karşı müşterekleşme pratiklerinin, farklı ve çok çeşitli grupları ortak bir amaçla bir araya getirebilecek bir “kır/kent hakkı” fikrinin desteklenmesinin, kırsaldaki genç nüfus göçünün azalması ve kırsaldaki yaşam kalitesinin ve aidiyetin artırılması için gerekli olduğunu düşünüyorum.
Mera Alanları
Müşterekler, hava, su, orman ve mera alanları gibi “doğal (ekolojik) müşterekler” ve yollar, kamusal alanlar ve toplu taşıma sistemleri gibi kamu malı olarak tanımlanabilecek “yapay (kentsel) müşterekler” olarak ikiye ayrılıyor; ayrıca, gelenek, dil, kolektif bilgi gibi soyut varlıkları da kapsıyor.5 Müşterekler üzerinde süregelen çitleme baskısı ise 17. yüzyılda İngiltere kırsalında başlayan ve ilkel birikimi oluşturan “çitleme hareketlerine”6 dayanıyor ve özellikle 1980’li yıllardan itibaren ikinci çitleme hareketleri olarak da ifade edilen, neoliberal politikaların tarım alanlarını, ormanları, meraları ve kıyıları inşaat, turizm, maden ve enerji sektörleri önceliğinde gözden çıkarması ve özelleştirmesi üzerinden devam ediyor.7
Bir yanda kâr ençoklaması (maximization) gözeten kapitalist sistem ve hızla artan nüfus karşısında, sınırlı doğal kaynakların kısa sürede tükeneceğine dair “kaynak kötümserci” görüşler, müştereklere sınırlı erişim hakkı olan optimum bir nüfus ihtiyacından bahsederek, müşterek kaynakları özelleştirmeyi ve devlet kontrolünü savunurken; diğer yanda, müşterek kullanıcıların kolektif eylemliliği ve güven ilişkileri üzerinden oluşturulmuş alternatif sistemler ile müştereklerin idaresinin ve sürdürülebilir kullanımının mümkün olduğu çeşitli vaka çalışmalarıyla ispatlanıyor.8 Kullanıcıların özörgütlenmesi ile oluşan sistemleri ülkemizde kadimden beri var olan hayvancılık, çiftçilik ve balıkçılık uygulamalarında, yani yereldeki müşterek geleneklerde ve örtük bilgide gözlemlemek mümkün (Alanya Balıkçı Kooperatifi, Kars çobanları, Datça Taşlıca Köyü periyodik ve anıza otlatma uygulamaları gibi). Bugün, Savory Enstitüsü’nün Türkiye gözesi olan Anadolu Meraları’nın “Bütüncül Otlatma Yönetimi”9 ve benzeri onarıcı tarım uygulamalarının teşvik edilmesi, çoğu unutulmuş ya da unutulmakta olan, kadim ve örgütlü kırsal müşterekleri canlandırmak için bir araç olabilir diye düşünüyorum.
Mera alanları ise 4342 sayılı Mera Kanunu’na göre “Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yer” olarak ifade ediliyor. Kanun kapsamında korunan ve mera özel siciline işlenen mera alanlarını, kullanım hakları bir ya da birkaç köye ait olan görece kapalı kırsal ve ekolojik müşterekler olarak tarifleyebiliriz. Ancak ekolojik sürdürülebilirlik, biyoçeşitlilik, flora ve fauna (özellikle böcek faunası), iklim değişikliğine dayanıklılığı, toprağa karbon bağlaması, kaba yem ihtiyacını karşılaması ve gıda güvenliği açılarından gezegensel öneme sahip olan mera alanlarını, kullanım hakları belli gruplarda olsa bile, herkesin müştereği olarak kabul ediyor ve hatta bu önermemin bütün ekolojik müşterekler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bir topluluğun kullanımına ayrılmış olsa bile, örneğin kent bahçeleri ya da başka şehirlerdeki kent parkları da ekolojik sürdürülebilirliğin gezegensel önemi açısından hepimizin müştereğidir. Bu alanlar, iklim değişikliğine karşı bir yüksek uyum kapasitesi (resilience) sağlama potansiyelleri bakımından önceliklendirilebilir. Dolayısıyla ormanlar, nehirler, meralar, yaylalar, deltalar, milli parklar, yoğun yeşil alana sahip askeri alanlar ve kamusal alanlar, örneğin Kültürpark, Gediz Deltası, Kozak Yaylası ya da Atatürk Orman Çiftliği hepimizin müştereğidir diyebiliriz.
Müşterekler yazınında çokça tartışılan gıda güvenliği kavramı da mera alanlarından bağımsız düşünülemez. Sadece merada otlatılan safi mera (grassfat) hayvanların, GDO tartışmaları odağındaki hazır yemle beslenen hayvanlardan daha sağlıklı oldukları tartışılıyor. Bu alanda örgütlenen Alternatif Tarımsal Gıda Ağları (AGA), Alternatif Gıda İnisiyatifleri (AGİ), ekolojik pazarlar, üretici ve tüketici örgütlenmesi ile yerelleşen gıda sistemleri, topluluk çiftçiliği, çiftlik okulları gibi öncelikle kendini idame ettirmeye yönelik, özyönetimsel ve sürdürülebilir üretim araçları ile bütüncül yönetim ve permakültür gibi onarıcı tarım uygulamaları teşvik ediliyor.10 Bu bağlamda, mera alanlarının korunması ve iyileştirilmesi yalnızca müştereklerin korunması açısından değil, aynı zamanda biyoçeşitliliğin korunması, ekolojik sürdürülebilirliğin sağlanması ve gıda güvenliği açılarından da gereklidir diyebiliriz.
İzmir Mera Alanları Vakası
Türkiye genelinde mera alanlarının veriminin ve büyüklüğünün her geçen gün azaldığı uzmanlar tarafından raporlarda, bilimsel yayınlarda ve basın açıklamalarında sıklıkla dile getiriliyor. Bu durumun başlıca sebebi, ekolojik kısıtlar, otlatma yönetimi yapılmaması, yöneticilerin ilgisizliği ve konuya dair yeterli teknik bilgiye sahip olmaması, 4342 sayılı Mera Kanunu’nda bahsedilen Mera Islah Fonu’nun değerlendirilmemesi ve aynı kanunda bahsedilen Mera Yönetim Birlikleri’nin fiilen kurulmaması olarak görülüyor. Ayrıca Türkiye’deki mera varlığının 67 yılda 42 milyon hektardan 12-13 milyon hektara düştüğünden, yani son 50 yıl içinde mera alanlarının %70’inin çitlenmiş olduğundan bahsediliyor.11
Doktora araştırmam süresince, mülkiyet değişimi ve çitleme hareketleri (enclosure movements) konusunda bilgi paylaşmaktan özenle kaçınan kurumlar sebebiyle sayısal ve mekânsal verilere ulaşmada zorluklar yaşadım ve veriyi sahadan toplayarak ürettim. İzmir’in kır-kent çeperinde, sanayi ve kentleşme baskısı altında oldukları için seçtiğim Bornova, Torbalı ve Aliağa ilçelerindeki 50 köyde yaptığım incelemeler, mülakatlar ve medya analizi sonunda bir nedensel ağ modeli12 oluşturarak mera alanları üzerindeki temel arazi kullanım çatışmalarını belirledim.
Türkiye geneli medya analizinde (2012-2016) mera alanlarına dair tespit ettiğim başlıca olumsuz haber başlıkları şunlar: işgal (ağaçlandırma, konut vb.), merada enerji yatırımı (RES, HES, biyogaz vb.), merada taşocağı, maden ocağı, mera verimsizliği ve kuraklığı, merada tahsis değişikliği, merada tarımsal kullanımlar ve pestisitlerin olumsuz etkileri, torba yasalar ve yasal boşluklar, 6360 sayılı Büyükşehir Yasası’nın muğlaklığı, kırsalın kentleşme riski ve TOKİ imar uygulamaları oldu.
Saha araştırmasındaki başlıca çatışmalar ise işgaller ve yasalardaki boşluklardan kaynaklı olarak sayıları gittikçe artan taş ocağı, maden, turizm, enerji ve kamu yatırımları oldu. Aliağa ilçesi köylerinde tespit ettiğim başlıca çatışmalar işgaller ve taşocaklarıydı. Ayrıca ilçede karayolu, cezaevi gibi mera alanı üzerinde yer seçmiş kamu yatırımları ve genel olarak sanayi bölgelerine yakınlığın negatif etkileri de bulunuyor. Bornova ilçesi köylerinde de kentleşme ve taş ocakları başlıca çatışma alanları olarak tespit edildi. Ayrıca kentleşme ve özellikle günübirlik turizm sektörünün artan baskınlığı ile tarım sektörünün gerilediği gözlendi. Torbalı ilçesinde de taşocakları ve maden ocakları bulunmakta. Diğer çatışma alanları ise otoban, karayolu, İZBAN, hastane vb. kamu yatırımları, doğalgaz hattı, sera projesi, gölet ve cezaevi. Ayrıca mera özel siciline işlenmemiş ancak kadimden beri köylülerce mera olarak kullanılan hazine ya da özel şahıs arazileri de ciddi miktardaydı. Ancak, Torbalı ilçesi Göllüce Köyü örneğinde, özel mülkiyete konu olsa bile kadimden beri kullandıkları meralarının çitlenme girişimi karşısında köylülerin örgütlü direnişi sayesinde kullanım hakkının geri kazanımı ile karşılaşmak gerçekten umut verici oldu.13
Mülakatlarda meralardaki verimsizliğin sebebi sorulduğunda, kuraklık, tescilli mera alanının bulunmaması (örneğin hazine merası olması), coğrafyanın makilik, ormanlık, kayalık olması, geren denilen dikenli bitkilerin bulunması, hava kirliliği, bölgede organize sanayi bölgesi, taşocağı, maden ocağı bulunması, çarpık kentleşmenin bulunması, mera alanları üzerinde karayolu inşaatı ve cezaevi bulunması, az hayvan olması ya da hayvancılık olmaması cevapları alındı. Ayrıca, mera alanlarına dair teknik bilgilendirme, eğitim ve ıslah konularının yetersiz olduğunu ifade eden köy muhtarlarının çoğu son yasal düzenlemelerden sonra (örneğin 6360 sayılı Büyükşehir Yasası) kaybedilen köy tüzel kişiliği ve karar süreçlerine katılımlarının azalması sebepleriyle meraların geleceğine dair umutsuz konuştu. Görüşülen 50 köy muhtarının 25’i kırsal kalkınmaya dair kooperatif ya da birlikleri olduğunu söyledi, ancak bu kooperatiflerden bir kısmı kapanmış, üyesi az ya da kâğıt üzerinde. İyi yönetilemediği için kooperatifçiliğe karşı üreticide bir güvensizlik oluştuğu ya da kâr payını yükseltmek için bireysel satışı tercih ettikleri de belirtildi.
Mülakatlarda meraların iyileştirilmesi için öneriler sorulduğunda; meraların ıslah edilmesi, fiyat istikrarsızlığının giderilmesi, küçük üreticiye devlet desteğinin artması, kurak bölgelerde yapay meralar, göletler ve sulama sistemleri oluşturulması, yem bitkisi desteği verilmesi, tescil edilmemiş mera alanlarının tescillenip başka kullanımlara tahsislerinin engellenmesi, mera alanlarının sanayiye, taşocaklarına ve maden ocaklarına verilmemesi, teknik ekiplerce kullanıcılara eğitimler verilmesi ve denetlenmesi, anız yakılmaması ve kooperatifçiliğin desteklenmesi cevapları alındı. Bazı köylerde ise “imara açılsın, dut bahçesi yapılsın, piknik alanı yapılsın” cevaplarıyla verimsiz ya da gereksiz oldukları düşünülen mera alanlarının başka kullanımlara tahsisini destekleyenler oldu.
Bu süreçte gözlemlediğim, İzmir mera alanları üzerinde baskı oluşturan çatışmaları tetikleyen başlıca insan aktiviteleri ise sırasıyla; mera alanlarının başka kullanımlara tahsis edilmesi, aşırı ve mevsim dışı otlatma, karar vericilerin ilgisizliği ve teknik yetersizliği, kurumlararası koordinasyon eksikliği ve yanlış kadastral haritalama gibi uygulamalar oldu. Çalışma sonucunda mera alanları üzerinde tespit ettiğim başlıca arazi kullanım çatışmaları ise arazi işgali, kamu yatırımları, kentleşme baskısı ve mera alanlarının imara açılması, hayvancılık sektöründe yeterli kâr elde edilememesi, kırılgan meralar, kırılgan ekosistem ve biyoçeşitlilik, İl Mera Komisyonu onayıyla meraların başka kullanımlara tahsis edilmesi ve buna bağlı olarak artan kırsal yoksulluk oldu. Bu durumun başlıca çevresel negatif etkilerini ise bozulan ve sayısı azalan meralar, azalan hayvan ve küçük üretici sayısı, bozulan biyoçeşitlilik ve ekolojik sürdürülebilirlik olarak tespit ettim. Çalışmada mülakat katılımcıları tarafından bu durumun önüne geçmek için çeşitli çözümler de önerildi, ki bu önerilerinden bazılarının doğrudan müşterekleşme pratikleriyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Örneğin, sivil eylemler ve kırsalda farkındalığın artırılması, örgütlü ve bilinçli üreticilik için kırsal kalkınma kooperatifleri ve birliklerin teşvik edilmesi, üreticiler, tüketiciler ve kurumlar arasında koordinasyon sağlanması, örtük kadim bilginin gelecek kuşaklara aktarılması, bütüncül otlatma yönetimi gibi onarıcı ve profesyonel hayvancılık uygulamaları gibi öneriler, kırsal üreticilerin özörgütlenmesinin kırsal politikalar ve yerel yönetimlerce teşvik edilerek müşterekleşme pratiklerine dönüştürülmesi potansiyeline sahip.14
Sonuç Yerine
Çitleme hareketleri karşısına müşterekleşme pratiklerini konumlandırmak, kadim müştereklerin nasıl yeniden işlevsel hâle getirileceği üzerine kafa yormak ve reaktif değil, proaktif düşünce sistemleri geliştirmeye çalışmak bana göre çok heyecan verici ve değerli. Müştereklerin ilkel birikimden15 günümüze gelen çitleme hareketlerine sebebiyet veren ekonomik sistemi tümden değiştirme gücü olmadığını zannediyoruz; ancak müşterekleşme pratikleri, noktasal müdahalelerle başlayıp yerelde genişleyerek çitleme hareketlerini geciktirmek ve hatta engellemek için bir araç olabilir. Kırsal-ekolojik müştereklerin korunması ve savunulması sürecinde, kırsal arazi kullanım planı lejantlarının ve plan notlarının çok daha ayrıntılı ve disiplinlerarası oluşturulması gerekliliğinin de altını çizmek istiyorum. Meraların, “birinci derecede korunacak alanlar” olarak tariflenmedikleri sürece, başka kullanımlara parçacıl tahsisleri ile geri döndürülemez biçimde yok olması devam edebilir. Hatta tıpkı 2-B orman arazileri gibi mera alanlarının da bir kısmının yasalarla marjinalleşebileceği konuşuluyor. Kanunlara sonradan eklenen ibareler, torba yasalar ve imar affı düzenlemeleri aslında devlet desteği ile sermaye lehine çitlemenin önünün açılmasından başka bir şey değil. Geçtiğimiz yıl “İmar Barışı” adıyla çıkarılan son imar affıyla birlikte ruhsatsız veya ruhsat eklerine aykırı yapılmış kırsal ve kentsel alanlardaki yapıların ve hatta doğal alanlar üzerindeki kaçak yapıların yasallaştırılması ise bizi çok ciddi bir ekolojik krizle karşı karşıya bıraktı.16
Koruma planları ve müşterekleşme pratikleri ile sözkonusu yasal düzenlemelerin önüne çok geç olmadan geçilmesi gerekli. Yerel yönetimler, STK’lar ve üniversitelerce desteklenirse genç tarım emekçileri, kooperatifler, birlikler kurma ve kırsal-ekolojik müşterekleri koruma konusunda başarı gösterebilirler. Kırsalda farkındalığın artması ve taleplerin netleşmesi sermaye/yatırımcı davranışlarını da etkileyebilir (örneğin Karaburun RES direnişi). Kırsalda çatışma yaratıcı yatırımlara karşı köylüler arasında kırsal gelenek ve örtük bilgiyi modern yöntemlerle entegre ederek odağa alan, direniş-bilinçli bir kır/kent hakkı tutumu geliştirilebilir. Ayrıca tüm muğlaklığına rağmen, 6360 sayılı Büyükşehir Yasası ile birçok yetkiyi elinde toplayan Belediyeler de İl ve İlçe Tarım Müdürlükleri ile koordinasyon sağlayarak, uygulamaları denetleyerek, yerelde çiftçi, küçükbaş hayvancılık ve arıcılık teşvikleri yaparak mera alanlarının korunmasını ve ıslahını sağlama potansiyeline sahip. Ancak bunun için, proaktif müşterekleşme pratiklerinde iştirakçi olacak koruyucu (benevolent) yerel yönetimler ile birlikte kent konseyleri, mera yönetim birlikleri gibi yeni kurumlar inşa etmeye ihtiyacımız var. Bu iştirakler çeşitli saha çalışmaları ya da teorik tartışmalar üzerinden de gerçekleşebilir. Kırsal-ekolojik müşterekler üzerinde daha geniş kapsamlı araştırmalar yapılması, ekolojik müştereklerin gezegensel öneminin vurgulanması ve müştereklerin katılımcı planlama ve karar verme süreçlerinde doğru araçlarla temsil edilmeleri çok önemli.
1- Walljasper, J. (2015) Müştereklerimiz, Paylaştığımız Her Şey, haz. S. Sökmen, E. Can, Ö.D. Gürkan, çev. T. Birkan, B. Doğan, M.G. Sökmen, B. Cezar, Ö. Çelik, S. Kılıç, İstanbul: Metis.
2- Ostrom, E. (1990) Governing the Commons: The Evolution of Institutions for Collective Action, Cambridge University Press.
3- Lefebvre, H. (2011) Kentsel Devrim, çev. S. Sezer, İstanbul: Sel, s. 7-26; Purcell, M. (2002) “Excavating Lefebvre: The right to the city and its urban politics of the inhabitant”, GeoJournal, 58(2-3), s.99-108; Lefebvre, H. (1996) Writings on cities, Cambridge: Blackwell, s. 158.
4- Hazar, D. ve K. Velibeyoğlu (2018) “Kırsal-Ekolojik Müştereklerimiz: Mera Alanları”, Tarım Ekonomisi Dergisi, 24(2), s.193-201.
5- Walljasper, J. (2014) “On the commons”, Müştereklerimiz, Paylaştığımız Her Şey içinde, İstanbul: Metis, s. 25-26.
6- Marx, K. (2011) Kapital Birinci Cilt, çev. A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.
7- Benlisoy, S. (2014) “Müşterekler Üzerinde Piyasa Baskısı”, 5. Yeşil Ekonomi Konferansı, İstanbul http://tr.boell.org/tr/2014/11/05/musterekler-uzerinde-piyasa-baskisi (Erişim tarihi: 14 Nisan 2015)
8- Urdal, H. (2005) “People vs. Malthus: Population Pressure, Environmental Degradation and Armed Conflict Revisited”, Journal of Peace Research, 42(4), s. 417-434; Ostrom, E. (1990) Governing the Commons: The Evolution of Institutions for Collective Action, Cambridge University Press.
9- Anadolu Meraları, http://anadolumera.com
10- Karakaya Ayalp, E. (2018) “Güncel Gıda Hareketinin Alternatifliği: Kavramsal ve Eleştirel Bir Derleme”, beyond.istanbul, 3: 67-71.
11- Avcıoğlu, R., H. Soya ve H. Geren (2009) 4342 Sayılı Mera Kanunu Uygulamaları ile Mera Islah ve Amenajmanı Yaz Okulu Eğitim Kitabı, İzmir: Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Çayır-Mera ve Yembitkileri Bilim Dalı.
12- Mera Alanları eDPSIR Nedensel Ağ Modeli uygulamasının detayları için bkz. Hazar, D. (2018) “Rural-Ecological Commons: Case of Pastures in İzmir”, yayımlanmamış doktora tezi, İzmir: İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü.
13- Haberler.com (2016, 2 Kasım), “Göllüce, Başkan Görmez ile Güldü” https://www.haberler.com/golluce-baskan-gormez-ile-guldu-8920691-haberi/ (Erişim tarihi: 26 Ekim 2018)
14- Hazar, D. (2018) A.g.y.
15- İlkel Birikim: The Primitive Accummulation, Marx, K. (2011) A.g.y.
16- Çoban, A. (2018) “Ekolojik Ortaklaşımlar (Müşterekler) ve Türkiye’de Uygulanan Çitleme Politikaları”, Teoriden Mücadeleye Müşterekler Siyaseti içinde, İstanbul: Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği, s.27-47.