Türkiye son yıllarda kamu ve sermaye kurumları dışında ciddi bir “sivil veri hareketine” şahit olunuyor. Burada tutulan herhangi bir veri değil; kaybın verisi, yıkımın verisi, enkazın verisi. Adalet talebi ile, adalet talebinin parçası olarak tutulan veri. Çoğunlukla kaybı, acıyı yaşayanlarla doğrudan bir ilişki içinde, etrafında bir örgü örerek oluşan inisiyatif, platform, örgütlenme veya bazen sebatlı ve şahıstan daha fazlasını temsil eden kişiler tarafından tutulan “veri”. Bu kısa yazıdaki amaç, bunların bir muhasebesini yapmak ve ayrı ayrı cenahlarda görünmez kılınan “kalkınma kayıplarının” verilerini tutma faaliyetlerinin manasını, birbirleriyle ilişkilendirmenin gerekliliğini ve imkânlarını sorgulamak. Bunun için önce Türkiye’de sosyal hareketlerin, platformların, tutkulu/öfkeli/acılı bireylerin adalet talebi ile sarıldığı bu faaliyetlerdeki artışı anlamaya çalışmakla başlamak gerekiyor. Sanki geri dönüp bu dönemlerin tarihi yazıldığında, tarihçilerin farkına varacağı bir eğilimi, şimdi içindeyken, yaşanırken yazılan tarihe yönelerek sezmeye çalışmak… 

Hem fiziki kayıp hem de vaat edilen sözlerin tutulmaması ile oluşan hayal kırıklığının yarattığı enkaz üzerinden kapitalizmi okumak, Walter Benjamin’in “kapitalizmin yarattığı fantazmagoryaları” göstermek için arşınladığı sayfa ve sokaklar boyunca verilen mesai ile de kardeştir.1 Benjamin 1930’lar faşizminin izlerini, dönemdaşlarının hayret ve dehşet dolu olağanüstü hâl teorilerinde veya sarsılmayan ilerleme fikrine imandan doğan “yol kazası” teorilerinde aramaz. 19. yüzyılın şaşaalı kapitalizminin has sosyal mekânları ve meta panayırları olan Paris’in pasajlarında, kapitalizmin vaatlerini yerine getiremediği anların izdüşümlerinde, yıkıntılarda, sakillik ve şekilsizliklerde, trivia (ayrıntı), periferi ve marjlarda arar. Metaların ve metaların vaat ettiği fantezilerin üst üste yığılması olan 1930’lar faşizminin havını, kayıpları ve enkazı üzerinden tersine tarar. Gündelik ve adı kolektif olarak konulmamış olağanüstü hâllerde, sistemin maddi ve duygusal/ideolojik işleyiş mekanizmalarını göstermeye çalışır. 2019’da bu yaklaşımdan öğrenecek çok şeyimiz var. 

Bir başka mecrada AKP’nin yarattığı rızanın kökeninde Kalkınma’nın Adalet getireceği örtük vaadinin, bununla örülü bir “arzu siyasetinin” olduğunu ifade etmeye çalışmıştım. İçinde debelendiğimiz partinin kalkınma politikaları farklı kentsel gruplar ve çevre üzerinde kıyım gerçekleştirdiğinden, bu durum, “partiyi” anlamak için uygun bir epistemoloji ve metot geliştirmenin aciliyetine ışıkları tutmalıydı.2

Can ve hak kayıplarımız üzerinden ilerleyen adalet talebinin, meta üretim sürecinin sürekliliğini durdurmak kadar önemli olan, kalkınmaya dair rızanın sürekliliğini durdurmak gibi bir işlevi de olabilir.

AKP’nin dayattığı bir başka dansa, akademideki tasfiyeye, “Barış Bildirisi” vesilesi ile barış akademisyenleri iç dayanışmasının tuttuğu, “Hak İhlalleri Tablosu ve Ceza Davası Belleğinin” varlık nedeninden bahsederken şöyle değinilmişti:3

Eşitsiz dağıtılan “imzacılığın bedeli” deyince: Son yıllarda, eski mânâda kamunun görevi olan toplumsal sorunlara dair veri tutma işini gittikçe toplumdaki gönüllü platformlar üstlenmeye, hatta varlık nedenlerinin önemli bir kısmını bunun üzerine kurmaya başladı. 

2012’de tutulmaya başlanan “akademide hak ihlalleri raporları”, Barış Bildirisi süreciyle yepyeni niteliksel bir boyut kazandı. Bir çetelemiz daha olmuştu, Barış İçin Akademisyenlere Karşı Hak İhlalleri Tablosu! Bu tablo, ortaya serdiği vahameti taşıyabilecek hareketi bulamamış bir natürmort olarak duruyor. Bu hak ihlali çetelesine Aralık 2017’den itibaren bir de duruşmalar çetelesi eklendi. İş cinayetleri ve kadın cinayetleri raporları ve almanağı, kent suçları almanağı, inşaat suçları haritası, barınma hakkı ihlalleri, çocuk istismarı raporları, açık çatışma nedeniyle yerinden edilen sivillerin çeteleleri, kaybedilenler haritaları, mülteci ölümleri listeleri, çevre almanakları gibi, üzerine kolektif olarak gidilmedikçe toplumsal travmayı artıran “sayılmış olayların” yanında yerini buluyor.

Enkazbilim Mecraları

Son dönemde kaybın verisini tutan “enkazbilim” faaliyetlerine dair kısa bir tablolaştırma denemesi yaparsak, yan sayfadaki gibi eksikli olmaya mahkûm bir resim çıkıyor önümüze.

Listeye baktığımızda ana kaynağın basın taraması olduğunu ama bunun dışında Ticaret Sicilleri, Ticaret Odası Kayıtları, resmi kurum ve özel şirketlerin web siteleri, oda ve inisiyatiflerin sosyal medya hesapları, Resmi Gazete, TBMM Soru önergeleri, araştırmacı gazetecilik ürünleri ve ağın mensuplarından gelen bilgilerin de derlendiğini görüyoruz. Bazı oluşumlar klasik rapor veya temel infografikleri içeren rapor formatını tercih ederken, bazıları ise veritabanlarını kamusallaştırmış ve coğrafi olarak haritalamış. Hepsi açık veri topluyor, açık veri olarak sunuluyor. Neredeyse hepsi muhataplar ve mağdurlarla değişik oranlarda organik ilişki içinde, gönüllü emeği ve bazen cüzi miktarda iş bazlı kamusal proje kaynakları ile döndürülüyorlar. Sayısı gittikçe artan vatandaş gazeteciliği ürünleri, dijital alana “mahkûm” edilen bağımsız gazeteciliğin çiçeklenmesi, envai çeşitli olgu/haber teyit platformları, kurulduğu anda büyük umut açığa çıkaran ve katılım gören Oy ve Ötesi gibi sivil seçim denetçisi oluşumlar da “enkazbilimden” farklı niteliklere sahip olmakla beraber, “sivil veri dayanışması” alanına gösterilen ilgiyi, içinde barındırdığı tüm sorunlarla beraber kanıtlar nitelikte.

Toplumsallaşma/kamusallaşma/kolektifleşme/müşterekleşmenin zemininde ortak algı, bilgi kategorisi oluşturma süreci, bilgi  ve bellek yatıyor. Bunu yapabilmek için de, “Kayıp vardır! Budur, bu miktarda/birimdedir; kaybı böyle tanımlıyor, bu nedenlere bağlıyoruz; bu mahallerde yoğunlaşıyor, bu zamanlarda yoğunlaşıyor, failleri budur, nedenleri budur!” deniyor. Enkazbilim verileri, metalar ve vaatler yığını olan Türkiye kapitalizminin durağan, gündelik olağanüstü bedelini sunuyor. İlerleme, doğallık, istikrar, birikim döngüsünü bir anlığına durdurma imkânı taşıyor.

Şu ana kadarki ağ bilgisi ile derlediğimiz bu her manada çarpıcı liste tabii ki eksikli olmaya mahkûm. Bu oluşumların bir yandan hiç olmamasını arzularken, bir yandan da mecbur oldukları bu mesaide birbirleriyle ilişkilerini sistematikleştirerek bugünün Türkiyesini kayıp ve ihlaller üzerinden çizerken adalet taleplerini yükseltmelerine nasıl katkıda bulunabiliriz? Veriyi müşterekleştirme sürecinin kendisi, teknik bir gereklilik ve amaç olmasının ötesinde mücadeleler arasında çapraz dayanışma ağları kurulmasına yarayabilir mi?4

Bunun için bu listeye bakıp şu soruları, hareket hâlindeyken sormak gerekiyor: Kim/hangi oluşum nerede, ne verisi tutuyor? Bir araya geliş hikâyesi ne? Saikler benzer mi? Veri nasıl elde ediliyor veya yaratılıyor? Neyle ilişkilendiriliyor? Hangi “zemin” üzerinde sunuluyor? Bu bilgi nasıl kamusallaştırılmaya çalışılıyor? Nasıl bir teknik altyapı üzerinde yükseliyor? Başka hangi teknikler buna uygun/daha uygun? Sadece “internete koymak” yetiyor mu? Bu işi ne kadar kurumlar, ne kadar bireyler yapıyor, bu bilgi ne kadar ağ-laşabiliyor? Yoksa “ağlama duvarı”, bir “monolojik susturma”, bir “veri antikacılığı” olarak mı kalıyor? Muhatapları ile veriyi üretenler arasındaki ilişki ne? Özne mi nesne mi? Bu ne gibi imkân ve sorunlar yaratıyor? Bu faaliyet toplumsal, maddi ve zamansal olarak nasıl finanse ediliyor?

Muktedir failleri merkeze koyan ağ ilişkilerini açık bir veritabanı olarak sunan en erken ve sistematik girişim olan mulksuzlestirme.org’un altyapısı olan graphcommons.com’un müellifi Burak Arıkan’ın yardımı ile 2015’ten beri dört tip veriyi birbiriyle eşgüdümlü tutmaya ve temsil etmeye çalışıyoruz. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin iş cinayeti verileri, Emek Çalışmaları Topluluğu’nun tuttuğu İşçi Sınıfı Eylemleri, devletin resmi e-devlet işkolu işyeri verileri ve 2016’da kitap olarak Cemil Aksu ve Ramazan Korkut tarafından yayımlanan ekoloji direnişlerini gösteren Ekoloji Almanağı. Bunun ilk aşaması olarak 2015 Eylül’de yapılan bir heckhaton ve akabindeki üç çalıştay sonrasında, İşçi Sınıfı Eylemleri ve İş Cinayetleri verileri, ortak bir veri tutma dilinde anlaştı. İşkolu, işyeri, işletme, ilçe ve tabii ki şirket ölçeğindeki ortaklıklar ekseninde ortak bir Emek Protokolü hazırlayıp, etkileşimli bir açık veri haritalaması üzerinde çalışılıyor. Bu bir nevi çapraz dayanışma ağlarının bilgisi üretilirken kurulacak, Türkiye’nin kapitalizminin röntgenini verecek bir pilot iş olarak düşünülebilir. Veri müşterekleri, süreç ve örgütlenme odaklı yaklaşıldığında müşterekleşmenin müstesna bir alanı olmaya ve altyapısını kurmaya aday bir alan olarak mesai ve ilgimizi bekliyor. Bu ufak “manifestoyu” iş cinayetleri alanında nasıl bir politika üretilmeli sorusuna cevap aramaya çalışırken kaleme alınan5 somutlama ile bitirmek istiyorum: 

Bu dil, sadece kaza olduktan sonra değil, öncül/proaktif emek çalışmaları (örgütlenmeye eşlik eden bilimsel faaliyetler anlamında) içinde de bulunabilir. Yani burada işi birleştiren, ortaklaşmanın zemini mekân: varsıl evlerdeki ev işçiliği havzaları, ev eksenli çalışma adacıkları, mevsimlik işçilik tarım ürünleri havzaları, tersane bölgeleri, organize sanayi bölgeleri, tekil fabrikalar, Ergene Havzası… İstanbul’dan sonra İSİG meclislerinin art arda Tekirdağ ve Kocaeli’de kurulmuş olması bir tesadüf değil. İstanbul’un sanayisini kustuğu, suyunu çektiği, her anlamda bir sömürme ilişkisine geçtiği bölgeler buraları. Bir bütünlük var, bu bütünlük örgütlü çalışma vesilesi ile emekçi öznelliğinde de yeniden yaratılabilir. Havza eksenli çevre mücadeleleri, mesela kaya gazının, yeraltı sularının, açık veya kapalı madencilik ile kömürün, HES’lerin mücadeleleri aynı zamanda bir işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi alanıdır. Buralardaki etnik ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadele, altta kalanın canı çıksın istihdam rejimine karşı verilen bir mücadeledir aynı zamanda. Göç dalgaları, en son göç edenin en pis, en riskli işi kabul etmek zorunda kaldığı için bir de “sosyal damping” temelli ırkçı saldırılara maruz kaldığı bir emek piyasası, katmerleşmesi yaratmaktadır. Yani ırkçılık, emek piyasalarına içkindir. Keza cinsiyetçilik de. Kapitalizmin ezeli ve ebedi sömürdükleridir kadınlar.

Bu ortak mücadele için gerekli ortak verilerin, ilişkisel sosyal haritaların oluşturulmasından henüz uzağız. Burada son olarak tekrar sendika uzmanlarına, sendika yöneticilerine seslenmek istiyorum. Mesela elinizin altında, çoğu zaman her ay “yenisi geldiğinde” sildiğiniz işkolu e-devlet verileri, bir altın değerinde tutulması, korunması ve işlenmesi gereken, Türkiye’nin resmi kapitalizminin verilerini veren listelerdir. Amacımız bu Türkiye kapitalizminin resmi resminin üzerine bizim tuttuğumuz iş cinayeti ve emek direnişlerini işlemektir. Bu adım adım Türkiye’de kapitalizmin kalkınma ve kıyım resminin peşine düşmek, izleğini sürmektir. Verileri basın açıklamalarında tek boyutlu olarak kullanıp fetişleştirmeye ve sansasyonelleştirmeye son verip onları örgütlenme kılavuzları olarak, kapitalizmin semptomları olarak kullanmalı ve yan yana koymalıyız. Tabii ki popülerleştirilmiş, genel geçer anlaşılan sloganlara da ihtiyacımız var. Ama ancak bu ince eleme sürecinden geçersek, bu sloganları buluruz. Yoksa hep tek boyutlularıyla, masa başında ezber süreçlerinden klavyeye akmışlıklarıyla, içte kimlik ve özdeşleştirme yaratan “bizim kız, bizim oğlan” sloganlarının önüne geçemeyiz. Müdahil bilimin tam da zamanı, akademi sınırlarında bilim üretimi, konvansiyonel bilim üretimi bunca kriz içerisindeyken. 

Güvencesizleştirme, esnek, kuralsız keyfi çalıştırmanın iş cinayetleriyle ilişkisinin her işkolu bazında sistematik olarak çalışılması, bu alanda genelgeçer sözlerle yetinilmemesi çok önemli. Her işkolunun kendine has bir dinamiği var. Veri tutmak ve örgütlenme faaliyetini önceleyen/eşlik eden etnografik çalışmalar çok önemli. Veri tutmak, sırf “ölü bedenler saymak” demek değil. Aylık iş cinayeti raporları ile senelik İş Cinayeti Almanakları, kalkınmanın bedelini bir rutin içinde hatırlatmayı ve yakın bir gelecekte de bir öncelik dahilinde azaltmayı umuyor. Aynı zamanda ölümleri doğallaştıran, adli vakaya indirgeyen, işçiyi ölümünden sorumlu tutan basın dilini, resmi dili de görünür hâle getiriyorlar. Günümüz siyasi rejimi için, hakikat-sonrası dönem diyorlar. Yani bilişsel kapitalizmde, taktiksel olarak işleyen sistemik bir dezenformasyon var ki, hem rıza hem zorun yaratılmasında elzem. İşte bu hakikat-sonrası dönemde bu rutin hakikat rejimi çabası, veri üretme ve ilişkilendirme çabası da bana bir o kadar elzem geliyor. Türkiye’de kent, çevre, kadın, hafıza hareketleri, kent yıkımı, çevre almanakları, kadın cinayetleri haritaları, kaybedilenlerin ve bulunan mezarların haritasını çıkarıyor, Türkiye’de veri toplama en “sivil”, en muhalif dönemini yaşıyor. Bizatihi pratiğin kendisi muhalefet oluyor hakikat-sonrası dönemde. Bu konuda sendikalar henüz benzer bir cevvaliyet gösteremediler. Ekonomik odaklı sendikacılık bu tarz bir veri-madenciliğine, bilgiye ihtiyaç duymuyor. Ekonominin eski tasnif ve kavramlarıyla ve eski kurumsal yapısı ile varlığını sürdürebiliyor. Bu verili durumda ise, daha yeni işkollarında yeni örgütlenmeler çıkartan tersane, çağrı merkezi, set, radyo/tv, sağlık, özel üniversite, plaza çalışanları can odaklı, yaşam savunucusu odaklı, işçi sağlığı ve çalışma acısını sorunsallaştıran örgütlenme yapılarına kapılarını açıyorlar. Bunlar ufak ama parıltılı, umut vadeden örnekler. Bunların göle mayayı çaldıklarını düşünüyoruz. Kendi işçi sağlığı raporların sahadan gelen bilgilerle kaleme alan, tüzüklerine işçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu yönetim kurulu üyesi şartı yazan, “sağlıkta taşeron olmaz, sağlık çalışanlarının sağlığı hepimizin sağlığıdır”ı hem hukuki hem de politik olarak belleten, havza bazlı işçi sağlığı nedenli grev çağrısı yapan sendikalar oldu. Bu deneyimlerin birbirinden öğrenmeye, ne noktada tıkandığını, ne noktada ileriye gidebildiğinin bilgisini istişare etmeye ihtiyacı var. 

Devletin sosyal meselelere dair, yani “kıyım” alanına dair veri toplamama politikası var, yani politikasızlık politikası. Fakat sermayenin yatırım alanlarına dair, her gün yeni bir coğrafya oluşturuluyor ve verisi sermayeye sunuluyor: HES, yeraltı suları, ucuz istihdam, çalışma saatleri, maden, kayagazı potansiyeli haritaları gibi. Biz sosyal bilimciler, biz sosyal politikacılar, biz sendikacılar bu tarz parçacıklı çalışmamalıyız. İlişkisel, bütünsel görüp, mekânsal olarak somut davranmalıyız. Artık somut çıktılı çalıştay şekline dönüşmesi gerektiğini düşündüğüm toplaşmalarımızı, eğitimlerimizi, örgütlenme çalışmalarımızı can ve yaşam savunusu dilinden ve iş paketlerine, gündeme ve bir takvime dökerek tekrar oluşturmamız gerekiyor. 


1- Buck-Morss, S. (2010) Görmenin Diyalektiği- Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi, İstanbul: Metis.

2- Odman, A. (2013) “Kalkınma ve Kıyım Partisi: 21. Yüzyıl Türkiyesi”, İktisat Dergisi 39. İktisatçılar Haftası Özel Sayısı: 21. Yüzyılda Ekonomi, Devlet, Siyaset: Değişimin Yönü, sayı 531, https://www.academia.edu/14808405/Kalk%C4%B1nma_ve_K%C4%B1y%C4%B1m_Partisi_21._Y%C3%BCzy%C4%B1l_T%C3%BCrkiye_si

Zafer Yılmaz ise bir kitap boyunca hegemonik arzu siyasetini ve karşısına koyulabilecekleri incelikle analiz etmiş; Yılmaz, Z. (2018) Yeni Türkiye’nin Ruhu. Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma, İstanbul: İletişim.

3- Odman, A. ( 2018, 13 Şubat-2 Nisan arası tefrika), “Barış Bildirisi ve Dev-Şirket’in Yeni Akademisi (I-IV)”, bir+bir Forum, https://birartibir.org/component/tags/tag/asli-odman

4- “Çapraz Dayanışma Ağları” kavramını, HES’e karşı su mücadeleleri bağlamında ilk defa 2010’larda temellendiren Fuat Ercan’ın bir yazısı için bkz: Ercan, F. (2010, 31 Temmuz), “HES’leri ve HES’ler Üzerinden Değişimi Anlamak”, bianet, https://m.bianet.org/bianet/cevre/123831-hes-leri-ve-hes-ler-uzerinden-degisimi-anlamak. 

11-13 Mayıs 2018’de Sosyal Haklar Derneği de nehir sempozyumunun üst başlığını ve kurgusunu bu kavram üzerinden konumlandırdı: http://sosyalhaklardernegi.org/11-13-mayis-tarihlerinde-sosyal-haklar-nehir-sempozyumu-ve-forumunda-bulusuyoruz/

5- Odman, A. (2017, 24 Eylül) “1. Oturum: Sosyopolitik Gerçeklik ve İş Cinayetlerinin Ekonomipolitiği”, İş Cinayetlerini Durduralım Sempozyumu, HDP Emek Komisyonu Yayını. https://www.academia.edu/35707479/%C4%B0%C5%9F_Cinayetlerinin_%C3%9Czerini_%C3%96rten_Hegemonik_Kavramlar_-_%C4%B0%C5%9F_Cinayetlerine_Kar%C5%9F%C4%B1_M%C3%BCcadele_Kavramlar%C4%B1

Türkiye son yıllarda kamu ve sermaye kurumları dışında ciddi bir “sivil veri hareketine” şahit olunuyor. Burada tutulan herhangi bir veri değil; kaybın verisi, yıkımın verisi, enkazın verisi. Adalet talebi ile, adalet talebinin parçası olarak tutulan veri. Çoğunlukla kaybı, acıyı yaşayanlarla doğrudan bir ilişki içinde, etrafında bir örgü örerek oluşan inisiyatif, platform, örgütlenme veya bazen sebatlı ve şahıstan daha fazlasını temsil eden kişiler tarafından tutulan “veri”. Bu kısa yazıdaki amaç, bunların bir muhasebesini yapmak ve ayrı ayrı cenahlarda görünmez kılınan “kalkınma kayıplarının” verilerini tutma faaliyetlerinin manasını, birbirleriyle ilişkilendirmenin gerekliliğini ve imkânlarını sorgulamak. Bunun için önce Türkiye’de sosyal hareketlerin, platformların, tutkulu/öfkeli/acılı bireylerin adalet talebi ile sarıldığı bu faaliyetlerdeki artışı anlamaya çalışmakla başlamak gerekiyor. Sanki geri dönüp bu dönemlerin tarihi yazıldığında, tarihçilerin farkına varacağı bir eğilimi, şimdi içindeyken, yaşanırken yazılan tarihe yönelerek sezmeye çalışmak… 

Hem fiziki kayıp hem de vaat edilen sözlerin tutulmaması ile oluşan hayal kırıklığının yarattığı enkaz üzerinden kapitalizmi okumak, Walter Benjamin’in “kapitalizmin yarattığı fantazmagoryaları” göstermek için arşınladığı sayfa ve sokaklar boyunca verilen mesai ile de kardeştir.1 Benjamin 1930’lar faşizminin izlerini, dönemdaşlarının hayret ve dehşet dolu olağanüstü hâl teorilerinde veya sarsılmayan ilerleme fikrine imandan doğan “yol kazası” teorilerinde aramaz. 19. yüzyılın şaşaalı kapitalizminin has sosyal mekânları ve meta panayırları olan Paris’in pasajlarında, kapitalizmin vaatlerini yerine getiremediği anların izdüşümlerinde, yıkıntılarda, sakillik ve şekilsizliklerde, trivia (ayrıntı), periferi ve marjlarda arar. Metaların ve metaların vaat ettiği fantezilerin üst üste yığılması olan 1930’lar faşizminin havını, kayıpları ve enkazı üzerinden tersine tarar. Gündelik ve adı kolektif olarak konulmamış olağanüstü hâllerde, sistemin maddi ve duygusal/ideolojik işleyiş mekanizmalarını göstermeye çalışır. 2019’da bu yaklaşımdan öğrenecek çok şeyimiz var. 

Bir başka mecrada AKP’nin yarattığı rızanın kökeninde Kalkınma’nın Adalet getireceği örtük vaadinin, bununla örülü bir “arzu siyasetinin” olduğunu ifade etmeye çalışmıştım. İçinde debelendiğimiz partinin kalkınma politikaları farklı kentsel gruplar ve çevre üzerinde kıyım gerçekleştirdiğinden, bu durum, “partiyi” anlamak için uygun bir epistemoloji ve metot geliştirmenin aciliyetine ışıkları tutmalıydı.2

Can ve hak kayıplarımız üzerinden ilerleyen adalet talebinin, meta üretim sürecinin sürekliliğini durdurmak kadar önemli olan, kalkınmaya dair rızanın sürekliliğini durdurmak gibi bir işlevi de olabilir.

AKP’nin dayattığı bir başka dansa, akademideki tasfiyeye, “Barış Bildirisi” vesilesi ile barış akademisyenleri iç dayanışmasının tuttuğu, “Hak İhlalleri Tablosu ve Ceza Davası Belleğinin” varlık nedeninden bahsederken şöyle değinilmişti:3

Eşitsiz dağıtılan “imzacılığın bedeli” deyince: Son yıllarda, eski mânâda kamunun görevi olan toplumsal sorunlara dair veri tutma işini gittikçe toplumdaki gönüllü platformlar üstlenmeye, hatta varlık nedenlerinin önemli bir kısmını bunun üzerine kurmaya başladı. 

2012’de tutulmaya başlanan “akademide hak ihlalleri raporları”, Barış Bildirisi süreciyle yepyeni niteliksel bir boyut kazandı. Bir çetelemiz daha olmuştu, Barış İçin Akademisyenlere Karşı Hak İhlalleri Tablosu! Bu tablo, ortaya serdiği vahameti taşıyabilecek hareketi bulamamış bir natürmort olarak duruyor. Bu hak ihlali çetelesine Aralık 2017’den itibaren bir de duruşmalar çetelesi eklendi. İş cinayetleri ve kadın cinayetleri raporları ve almanağı, kent suçları almanağı, inşaat suçları haritası, barınma hakkı ihlalleri, çocuk istismarı raporları, açık çatışma nedeniyle yerinden edilen sivillerin çeteleleri, kaybedilenler haritaları, mülteci ölümleri listeleri, çevre almanakları gibi, üzerine kolektif olarak gidilmedikçe toplumsal travmayı artıran “sayılmış olayların” yanında yerini buluyor.

Enkazbilim Mecraları

Son dönemde kaybın verisini tutan “enkazbilim” faaliyetlerine dair kısa bir tablolaştırma denemesi yaparsak, yan sayfadaki gibi eksikli olmaya mahkûm bir resim çıkıyor önümüze.

Listeye baktığımızda ana kaynağın basın taraması olduğunu ama bunun dışında Ticaret Sicilleri, Ticaret Odası Kayıtları, resmi kurum ve özel şirketlerin web siteleri, oda ve inisiyatiflerin sosyal medya hesapları, Resmi Gazete, TBMM Soru önergeleri, araştırmacı gazetecilik ürünleri ve ağın mensuplarından gelen bilgilerin de derlendiğini görüyoruz. Bazı oluşumlar klasik rapor veya temel infografikleri içeren rapor formatını tercih ederken, bazıları ise veritabanlarını kamusallaştırmış ve coğrafi olarak haritalamış. Hepsi açık veri topluyor, açık veri olarak sunuluyor. Neredeyse hepsi muhataplar ve mağdurlarla değişik oranlarda organik ilişki içinde, gönüllü emeği ve bazen cüzi miktarda iş bazlı kamusal proje kaynakları ile döndürülüyorlar. Sayısı gittikçe artan vatandaş gazeteciliği ürünleri, dijital alana “mahkûm” edilen bağımsız gazeteciliğin çiçeklenmesi, envai çeşitli olgu/haber teyit platformları, kurulduğu anda büyük umut açığa çıkaran ve katılım gören Oy ve Ötesi gibi sivil seçim denetçisi oluşumlar da “enkazbilimden” farklı niteliklere sahip olmakla beraber, “sivil veri dayanışması” alanına gösterilen ilgiyi, içinde barındırdığı tüm sorunlarla beraber kanıtlar nitelikte.

Toplumsallaşma/kamusallaşma/kolektifleşme/müşterekleşmenin zemininde ortak algı, bilgi kategorisi oluşturma süreci, bilgi  ve bellek yatıyor. Bunu yapabilmek için de, “Kayıp vardır! Budur, bu miktarda/birimdedir; kaybı böyle tanımlıyor, bu nedenlere bağlıyoruz; bu mahallerde yoğunlaşıyor, bu zamanlarda yoğunlaşıyor, failleri budur, nedenleri budur!” deniyor. Enkazbilim verileri, metalar ve vaatler yığını olan Türkiye kapitalizminin durağan, gündelik olağanüstü bedelini sunuyor. İlerleme, doğallık, istikrar, birikim döngüsünü bir anlığına durdurma imkânı taşıyor.

Şu ana kadarki ağ bilgisi ile derlediğimiz bu her manada çarpıcı liste tabii ki eksikli olmaya mahkûm. Bu oluşumların bir yandan hiç olmamasını arzularken, bir yandan da mecbur oldukları bu mesaide birbirleriyle ilişkilerini sistematikleştirerek bugünün Türkiyesini kayıp ve ihlaller üzerinden çizerken adalet taleplerini yükseltmelerine nasıl katkıda bulunabiliriz? Veriyi müşterekleştirme sürecinin kendisi, teknik bir gereklilik ve amaç olmasının ötesinde mücadeleler arasında çapraz dayanışma ağları kurulmasına yarayabilir mi?4

Bunun için bu listeye bakıp şu soruları, hareket hâlindeyken sormak gerekiyor: Kim/hangi oluşum nerede, ne verisi tutuyor? Bir araya geliş hikâyesi ne? Saikler benzer mi? Veri nasıl elde ediliyor veya yaratılıyor? Neyle ilişkilendiriliyor? Hangi “zemin” üzerinde sunuluyor? Bu bilgi nasıl kamusallaştırılmaya çalışılıyor? Nasıl bir teknik altyapı üzerinde yükseliyor? Başka hangi teknikler buna uygun/daha uygun? Sadece “internete koymak” yetiyor mu? Bu işi ne kadar kurumlar, ne kadar bireyler yapıyor, bu bilgi ne kadar ağ-laşabiliyor? Yoksa “ağlama duvarı”, bir “monolojik susturma”, bir “veri antikacılığı” olarak mı kalıyor? Muhatapları ile veriyi üretenler arasındaki ilişki ne? Özne mi nesne mi? Bu ne gibi imkân ve sorunlar yaratıyor? Bu faaliyet toplumsal, maddi ve zamansal olarak nasıl finanse ediliyor?

Muktedir failleri merkeze koyan ağ ilişkilerini açık bir veritabanı olarak sunan en erken ve sistematik girişim olan mulksuzlestirme.org’un altyapısı olan graphcommons.com’un müellifi Burak Arıkan’ın yardımı ile 2015’ten beri dört tip veriyi birbiriyle eşgüdümlü tutmaya ve temsil etmeye çalışıyoruz. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin iş cinayeti verileri, Emek Çalışmaları Topluluğu’nun tuttuğu İşçi Sınıfı Eylemleri, devletin resmi e-devlet işkolu işyeri verileri ve 2016’da kitap olarak Cemil Aksu ve Ramazan Korkut tarafından yayımlanan ekoloji direnişlerini gösteren Ekoloji Almanağı. Bunun ilk aşaması olarak 2015 Eylül’de yapılan bir heckhaton ve akabindeki üç çalıştay sonrasında, İşçi Sınıfı Eylemleri ve İş Cinayetleri verileri, ortak bir veri tutma dilinde anlaştı. İşkolu, işyeri, işletme, ilçe ve tabii ki şirket ölçeğindeki ortaklıklar ekseninde ortak bir Emek Protokolü hazırlayıp, etkileşimli bir açık veri haritalaması üzerinde çalışılıyor. Bu bir nevi çapraz dayanışma ağlarının bilgisi üretilirken kurulacak, Türkiye’nin kapitalizminin röntgenini verecek bir pilot iş olarak düşünülebilir. Veri müşterekleri, süreç ve örgütlenme odaklı yaklaşıldığında müşterekleşmenin müstesna bir alanı olmaya ve altyapısını kurmaya aday bir alan olarak mesai ve ilgimizi bekliyor. Bu ufak “manifestoyu” iş cinayetleri alanında nasıl bir politika üretilmeli sorusuna cevap aramaya çalışırken kaleme alınan5 somutlama ile bitirmek istiyorum: 

Bu dil, sadece kaza olduktan sonra değil, öncül/proaktif emek çalışmaları (örgütlenmeye eşlik eden bilimsel faaliyetler anlamında) içinde de bulunabilir. Yani burada işi birleştiren, ortaklaşmanın zemini mekân: varsıl evlerdeki ev işçiliği havzaları, ev eksenli çalışma adacıkları, mevsimlik işçilik tarım ürünleri havzaları, tersane bölgeleri, organize sanayi bölgeleri, tekil fabrikalar, Ergene Havzası… İstanbul’dan sonra İSİG meclislerinin art arda Tekirdağ ve Kocaeli’de kurulmuş olması bir tesadüf değil. İstanbul’un sanayisini kustuğu, suyunu çektiği, her anlamda bir sömürme ilişkisine geçtiği bölgeler buraları. Bir bütünlük var, bu bütünlük örgütlü çalışma vesilesi ile emekçi öznelliğinde de yeniden yaratılabilir. Havza eksenli çevre mücadeleleri, mesela kaya gazının, yeraltı sularının, açık veya kapalı madencilik ile kömürün, HES’lerin mücadeleleri aynı zamanda bir işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi alanıdır. Buralardaki etnik ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadele, altta kalanın canı çıksın istihdam rejimine karşı verilen bir mücadeledir aynı zamanda. Göç dalgaları, en son göç edenin en pis, en riskli işi kabul etmek zorunda kaldığı için bir de “sosyal damping” temelli ırkçı saldırılara maruz kaldığı bir emek piyasası, katmerleşmesi yaratmaktadır. Yani ırkçılık, emek piyasalarına içkindir. Keza cinsiyetçilik de. Kapitalizmin ezeli ve ebedi sömürdükleridir kadınlar.

Bu ortak mücadele için gerekli ortak verilerin, ilişkisel sosyal haritaların oluşturulmasından henüz uzağız. Burada son olarak tekrar sendika uzmanlarına, sendika yöneticilerine seslenmek istiyorum. Mesela elinizin altında, çoğu zaman her ay “yenisi geldiğinde” sildiğiniz işkolu e-devlet verileri, bir altın değerinde tutulması, korunması ve işlenmesi gereken, Türkiye’nin resmi kapitalizminin verilerini veren listelerdir. Amacımız bu Türkiye kapitalizminin resmi resminin üzerine bizim tuttuğumuz iş cinayeti ve emek direnişlerini işlemektir. Bu adım adım Türkiye’de kapitalizmin kalkınma ve kıyım resminin peşine düşmek, izleğini sürmektir. Verileri basın açıklamalarında tek boyutlu olarak kullanıp fetişleştirmeye ve sansasyonelleştirmeye son verip onları örgütlenme kılavuzları olarak, kapitalizmin semptomları olarak kullanmalı ve yan yana koymalıyız. Tabii ki popülerleştirilmiş, genel geçer anlaşılan sloganlara da ihtiyacımız var. Ama ancak bu ince eleme sürecinden geçersek, bu sloganları buluruz. Yoksa hep tek boyutlularıyla, masa başında ezber süreçlerinden klavyeye akmışlıklarıyla, içte kimlik ve özdeşleştirme yaratan “bizim kız, bizim oğlan” sloganlarının önüne geçemeyiz. Müdahil bilimin tam da zamanı, akademi sınırlarında bilim üretimi, konvansiyonel bilim üretimi bunca kriz içerisindeyken. 

Güvencesizleştirme, esnek, kuralsız keyfi çalıştırmanın iş cinayetleriyle ilişkisinin her işkolu bazında sistematik olarak çalışılması, bu alanda genelgeçer sözlerle yetinilmemesi çok önemli. Her işkolunun kendine has bir dinamiği var. Veri tutmak ve örgütlenme faaliyetini önceleyen/eşlik eden etnografik çalışmalar çok önemli. Veri tutmak, sırf “ölü bedenler saymak” demek değil. Aylık iş cinayeti raporları ile senelik İş Cinayeti Almanakları, kalkınmanın bedelini bir rutin içinde hatırlatmayı ve yakın bir gelecekte de bir öncelik dahilinde azaltmayı umuyor. Aynı zamanda ölümleri doğallaştıran, adli vakaya indirgeyen, işçiyi ölümünden sorumlu tutan basın dilini, resmi dili de görünür hâle getiriyorlar. Günümüz siyasi rejimi için, hakikat-sonrası dönem diyorlar. Yani bilişsel kapitalizmde, taktiksel olarak işleyen sistemik bir dezenformasyon var ki, hem rıza hem zorun yaratılmasında elzem. İşte bu hakikat-sonrası dönemde bu rutin hakikat rejimi çabası, veri üretme ve ilişkilendirme çabası da bana bir o kadar elzem geliyor. Türkiye’de kent, çevre, kadın, hafıza hareketleri, kent yıkımı, çevre almanakları, kadın cinayetleri haritaları, kaybedilenlerin ve bulunan mezarların haritasını çıkarıyor, Türkiye’de veri toplama en “sivil”, en muhalif dönemini yaşıyor. Bizatihi pratiğin kendisi muhalefet oluyor hakikat-sonrası dönemde. Bu konuda sendikalar henüz benzer bir cevvaliyet gösteremediler. Ekonomik odaklı sendikacılık bu tarz bir veri-madenciliğine, bilgiye ihtiyaç duymuyor. Ekonominin eski tasnif ve kavramlarıyla ve eski kurumsal yapısı ile varlığını sürdürebiliyor. Bu verili durumda ise, daha yeni işkollarında yeni örgütlenmeler çıkartan tersane, çağrı merkezi, set, radyo/tv, sağlık, özel üniversite, plaza çalışanları can odaklı, yaşam savunucusu odaklı, işçi sağlığı ve çalışma acısını sorunsallaştıran örgütlenme yapılarına kapılarını açıyorlar. Bunlar ufak ama parıltılı, umut vadeden örnekler. Bunların göle mayayı çaldıklarını düşünüyoruz. Kendi işçi sağlığı raporların sahadan gelen bilgilerle kaleme alan, tüzüklerine işçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu yönetim kurulu üyesi şartı yazan, “sağlıkta taşeron olmaz, sağlık çalışanlarının sağlığı hepimizin sağlığıdır”ı hem hukuki hem de politik olarak belleten, havza bazlı işçi sağlığı nedenli grev çağrısı yapan sendikalar oldu. Bu deneyimlerin birbirinden öğrenmeye, ne noktada tıkandığını, ne noktada ileriye gidebildiğinin bilgisini istişare etmeye ihtiyacı var. 

Devletin sosyal meselelere dair, yani “kıyım” alanına dair veri toplamama politikası var, yani politikasızlık politikası. Fakat sermayenin yatırım alanlarına dair, her gün yeni bir coğrafya oluşturuluyor ve verisi sermayeye sunuluyor: HES, yeraltı suları, ucuz istihdam, çalışma saatleri, maden, kayagazı potansiyeli haritaları gibi. Biz sosyal bilimciler, biz sosyal politikacılar, biz sendikacılar bu tarz parçacıklı çalışmamalıyız. İlişkisel, bütünsel görüp, mekânsal olarak somut davranmalıyız. Artık somut çıktılı çalıştay şekline dönüşmesi gerektiğini düşündüğüm toplaşmalarımızı, eğitimlerimizi, örgütlenme çalışmalarımızı can ve yaşam savunusu dilinden ve iş paketlerine, gündeme ve bir takvime dökerek tekrar oluşturmamız gerekiyor. 


1- Buck-Morss, S. (2010) Görmenin Diyalektiği- Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi, İstanbul: Metis.

2- Odman, A. (2013) “Kalkınma ve Kıyım Partisi: 21. Yüzyıl Türkiyesi”, İktisat Dergisi 39. İktisatçılar Haftası Özel Sayısı: 21. Yüzyılda Ekonomi, Devlet, Siyaset: Değişimin Yönü, sayı 531, https://www.academia.edu/14808405/Kalk%C4%B1nma_ve_K%C4%B1y%C4%B1m_Partisi_21._Y%C3%BCzy%C4%B1l_T%C3%BCrkiye_si

Zafer Yılmaz ise bir kitap boyunca hegemonik arzu siyasetini ve karşısına koyulabilecekleri incelikle analiz etmiş; Yılmaz, Z. (2018) Yeni Türkiye’nin Ruhu. Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma, İstanbul: İletişim.

3- Odman, A. ( 2018, 13 Şubat-2 Nisan arası tefrika), “Barış Bildirisi ve Dev-Şirket’in Yeni Akademisi (I-IV)”, bir+bir Forum, https://birartibir.org/component/tags/tag/asli-odman

4- “Çapraz Dayanışma Ağları” kavramını, HES’e karşı su mücadeleleri bağlamında ilk defa 2010’larda temellendiren Fuat Ercan’ın bir yazısı için bkz: Ercan, F. (2010, 31 Temmuz), “HES’leri ve HES’ler Üzerinden Değişimi Anlamak”, bianet, https://m.bianet.org/bianet/cevre/123831-hes-leri-ve-hes-ler-uzerinden-degisimi-anlamak. 

11-13 Mayıs 2018’de Sosyal Haklar Derneği de nehir sempozyumunun üst başlığını ve kurgusunu bu kavram üzerinden konumlandırdı: http://sosyalhaklardernegi.org/11-13-mayis-tarihlerinde-sosyal-haklar-nehir-sempozyumu-ve-forumunda-bulusuyoruz/

5- Odman, A. (2017, 24 Eylül) “1. Oturum: Sosyopolitik Gerçeklik ve İş Cinayetlerinin Ekonomipolitiği”, İş Cinayetlerini Durduralım Sempozyumu, HDP Emek Komisyonu Yayını. https://www.academia.edu/35707479/%C4%B0%C5%9F_Cinayetlerinin_%C3%9Czerini_%C3%96rten_Hegemonik_Kavramlar_-_%C4%B0%C5%9F_Cinayetlerine_Kar%C5%9F%C4%B1_M%C3%BCcadele_Kavramlar%C4%B1

DÖN