Fotoğraflar: Ayşe Selda Altıntop

Bahar Bayhan: Asbest nasıl gündemimize girdi? Kentte yaşayanlar buna nasıl maruz kalıyorlar?

Kenan Yıldız: Kentsel dönüşümle birlikte asbest daha fazla gündemimize girdi ve bu şekilde toplumun birçok kesiminde farkındalık oluştu. Aslında ülkemizi diğer ülkelerden ayıran bir fark var. Diğer Avrupa ülkelerinde asbeste maruziyet endüstriyel maruziyet şeklinde karşımıza çıkıyor. Yani fabrikalarda üretilen ürünlerde asbestin kullanılmasıyla veyahut asbestli üretimin veya söküm faaliyetlerinin olduğu yerlerdeki faaliyetler neticesinde insanlar asbeste maruz kalıyorlar.

Ülkemize gelince durum çok daha farklı. Coğrafyamızda özellikle fay hatlarının olduğu bölgelerde yaşayan insanlar doğal olarak asbeste maruz kalıyorlar. İşledikleri toprakta, yapmış oldukları evlerde veya kerpiç ev diye nitelendirilen günümüzde çok kullanılmayan ama zamanında kullanılmış olan evlerin boyasında, sıvasında asbestin kullanıldığı biliniyor. Çocukların altında bez niyetine kullanılan topraktan tutun da pekmeze katılan topraklara kadar farklı pek çok ürünün içinde kullanıldığı görülüyor. Bu işin çevresel tarafıydı. Dünyada çevresel boyutuyla asbeste bizden daha fazla maruz kalan bir toplum yok.

Üstüne üstlük kentsel dönüşüm denen bir kavram girdi hayatımıza. Mesela 2-3 gün önce bir gazetede okuduğum bir habere göre Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız Murat Kurum “bir buçuk milyon binayı dönüştürdük” diyor. Bu korkunç bir rakam. Bu binalar yıkılırken muhtemelen asbest kontrolü yapılmadı, paldır küldür yıkıldı. Dönüşüme uğrayacak 7 milyon bina daha olduğundan bahsediliyor. Yani önümüzdeki yıllarda hastanelerimiz ve sağlık kuruluşlarımız asbestle ilgili hastalıklarla karşı karşıya kalacaklar. Belki bizler de maruz kaldık, bilemiyoruz. Bunu şu an için ölçümleyemiyoruz çünkü ölçümleyebilecek bir metot yok. Kentsel dönüşüm, 15 yıldır bu ülkede hızlı ve asbest açısından kontrolsüz bir şekilde devam ediyorken asbestin evlerimize, okullara her yere sirayet ettiğini düşünmemek için hiçbir neden yok.

İstanbul’da büyük bir deprem bekleniyor. Yakın tarihte de birçok deprem yaşadık, deneyimimiz çok fazla bu konuda. Siz uzman olarak kendi deneyiminizden yola çıkarak hem depremlerin yarattığı yıkıntıların nasıl bir maruziyete sebep olduğunu hem de ondan sonrasında işleyen sürece dair gözlemlerinizi anlatır mısınız?

Elazığ Depremi’nden sonra sahada bulunduk, birtakım gözlemlerimiz oldu. Uzman arkadaşlarımızdan oluşan bir ekiple beraber yanlış hatırlamıyorsam 10-15 gün içerisinde yapılan yıkım faaliyetlerini yerinde görmek hem de asbestle ilgili bir maruziyet var mı yok mu diye değerlendirmek için Elazığ’a gittik. Ekibimiz az hasar görmüş ve boşaltılmış binaların sıvasından, betonundan örnek numuneler aldı. Ağır hasarlı binalara girmek çok tehlikeliydi. Ayrıca yetkili kişiler veya kurumlar ağır hasarlı binalara giriş izni vermediler haklı olarak. Boşaltılmış binalarda birtakım çalışmalar yaptık ve buradan elimizde birtakım veriler var artık. Veriler bize aslında yapılacak şeylerin neler olduğunu gösteriyor. Mesela bizim elimizde Türkiye’nin çeşitli yerlerinden yaklaşık on bine yakın binanın verisi var. Artık biz şunu bilebiliyoruz: İstanbul’un hangi ilçesinde binalar hangi malzeme ile yapılmıştır. Sosyoekonomik durumlarına göre de aslında biz bunu sınıflandırabiliyoruz. Mesela Elazığ özelinde konuşacak olursak, Elazığ’da eternit denilen çatı kaplama malzemesini çok fazla görmedik çalışmalarımızda. Niye? Çünkü Elazığ çok kar alan bir bölge. Kar alan bölgelerde de eternit çatı kaplama malzemesi yerine sert çatı kaplama malzemesi kullanılır. Kent o anlamda şanslı. Ama Elazığ’da gördüğümüz şey şuydu: Sıvalarında ve betonlarında Elazığ bölgesinden çıkan kumun veya toprağın yapılan harçlarda kullanılması nedeniyle asbest lifleriyle elbette ki karşılaştık.

Kadıköy, Beşiktaş gibi ekonomik seviyesi daha yüksek yerlerde kazan daireleri varmış, merkezi sistem kazan dairelerinde asbest kullanılmış.

Bunu İstanbul için söylemek çok mümkün değil. Çünkü İstanbul coğrafyasında betonunda, sıvasında asbest bulabilmeniz neredeyse imkânsızdır. Çünkü İstanbul’daki binalar yapılırken kumların çoğu yakın coğrafyadan alınıyor. Ama İstanbul’da şununla karşılaştık: Özellikle ekonomik seviyesi daha düşük bölgelerde eternit çatı kaplama malzemesi bulunuyor. Tuzla’da hangi eve giderseniz gidin ya sundurmasında ya kömürlüğünün önünde ya da bahçesinde arabasını çektiği garajında mutlaka karşılaşıyoruz. Ama Kadıköy’de göremiyoruz böyle bir şey ya da çok nadir görüyoruz. Ama Kadıköy’de de kazan dairelerinde görüyoruz, boru izolasyonlarında karşımıza çıkıyor veya Beşiktaş’a gittiğimizde boru izolasyonunun çok ciddi oranda tehlikeli asbest barındırdığını söyleyebiliriz. Kadıköy, Beşiktaş gibi ekonomik seviyesi daha yüksek yerlerde kazan daireleri varmış, merkezi sistem kazan dairelerinde de asbest kullanılmış. Eyüp veya Bağcılar gibi semtlere gittiğimizde marleyleri görüyoruz. Gecekondu tipi yapılarda asbest daha çok kullanılmış. Neden? Çünkü hızlıca yapılmış. Üzerine kiremit yerine daha ucuz olan eternit malzeme tercih edilmiş.

Asbest çok büyük bir tehlike ve bu tehlike özellikle deprem sırasında kurtarma çalışmalarına katılan kişileri etkiliyor. Elazığ Depremi, pandeminin yeni yeni ülkemizde hissedilmeye başladığı, maskenin bulunamadığı bir dönemde meydana geldi. Hatta ben oraya ilk gittiğimde arabamda yaklaşık 100’e yakın maske vardı. Oradaki kurtarma çalışmasında katılan arkadaşlara vermiştim. Ve orada birçok arama kurtarma personelinin maskesiz çalıştığını gördük. Yani arama kurtarma faaliyeti sırasında çalışan insanlar, kurtarma personeli, sağlık personelleri, gönüllü arama kurtarma personelleri, oradaki güvenlik kuvvetleri veya diğer çalışan insanların neredeyse tamamı maskesizdi. Hiç yoktan cerrahi maske, asbeste karşı tam etkili olmasa bile kısmen de olsa etkili. Belki de birçok personel bundan etkilendi. Biz bunu şu anda tespit edemiyoruz. Sağlık kuruluşları bunu tespit edemiyor. Ama bunun 5-10 yıl veya 20 yıl sonra ortaya çıkmayacağının garantisini kimse veremez.

Herhangi bir bina yıkımı sırasında alınması gereken önlemler, yapılması gerekenler neler?

K.Y.: Ülkemizde aslında mevzuat anlamında sıkıntımız yok. Mesela 2004 yılında yayınlanmış Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği var. 9., 19., 21. ve 22. maddeleri asbestle ilgili konuyu gündeme almıştı. Mesela diyor ki, aklımda kaldığınca: “İnşaatların yıkımı sırasında civa ve floresan gibi tehlikeli atıklar ayrı toplanır. Bunlar ayrıldıktan sonra binaya yıkım izni verilir.” Bizim Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik diye bir yönetmeliğimiz de var. Herhangi bir yapıda eğer asbest varsa asbestin bertaraf edilmesi ile ilgili kurallar ortaya koyulmuş. Bunların haricinde dört ilimizde –İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya– Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri bununla ilgili yazılar yazdılar. Bu hafriyat yönetmeliğine atıfta bulunarak yıkımların asbest ve diğer tehlikeli atıkları da özellikle vurgulayarak ayrı toplanıp bertaraf edilmesi gerektiğini tüm ilçe belediyelerine gönderdiler. Yani şu anda hiçbir belediye maalesef ilgili mevzuattaki yönetmeliklerimize uymuyor. Bu çok büyük sıkıntı.

Peki denetleyici aktörler arasında kimler yer alıyor?

K.Y.: Burada esas sıkıntı şu: Yetki karmaşası var. Mesela kentsel dönüşüm kapsamında bina yıkılırken yıkım izni vermek ilçe belediyesinin sorumluluğunda. Çevre Şehircilik Bakanlığı vermiyor. Çalışma Bakanlığı veya Büyükşehir Belediyesi vermiyor. Yıkım iznini kesinlikle ilçe belediyeleri veriyor. Belediyelerle oturup konuştuğumuzda veya fikir alışverişinde bulunduğumuzda “bizim elimizde veri yok, biz ceza yazamıyoruz.” diyorlar. Şimdi tutundukları en büyük argüman bu. Ben de soruyorum “neden ceza yazamıyorsunuz?” diye. Asbestle ilgili mevzuatlarda şu ceza yazılabilir diye bir kural görmedik diyorlar. Ve gerçekten de bunu araştırdığımızda, Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndaki yetkililerle konuştuğumuzda “evet” ama “yetki istesinler bizden, yetki devri yapabiliriz” diyorlar. Gidip ilçe belediyesine söylüyoruz, diyoruz ki biz Bakanlığa sorduk. Oradaki yetkili arkadaşlar diyorlar ki “bizden yetki devri isteyin, biz büyükşehire vereceğiz.” Bu sefer belediyedekiler diyorlar ki: “biz istesek vermezler.” Yani tamamen niyet okumak üzerine.

İnisiyatif almak istemiyorlar. Belediyeleri çözmeden biz güçlenemeyiz. Belediyeler bu işin denetleyici tarafında olan, söz sahibi olan, kural koyucu olan aktör. Belediyeler müteahhitleri müşteri gibi görüyorlar. Belediyelerin gelir kaynakları müteahhitler. Biz müteahhitlere de karşı değiliz. İnşaatçılar elbette ki olmalı. Daha konforlu konutlar, daha yaşanabilir ve güvenli yapılar elbette yapılmalı. Buradan da şu yanlış anlaşılma çıksın istemem: Müteahhitlere karşıyız veya inşaat yapmasınlar. Böyle bir derdimiz yok. Ama maalesef ki gerçek bu. Müteahhitler yaptıkları binaları milyonlara satıyorlar. Ama o inşaat yıkılırken bin lira, iki bin lira maliyetten kaçınıyorlar.

Bir de burada meslek örgütlerine çok iş düşüyor. Siyasi kimliğimizle atıyorum X belediyesi bizim gibi düşünüyorsa ses çıkarmayalım ama Y belediyesi farklı düşünüyorsa ona ses çıkaralım. Bu da en büyük sorunlardan biri. Meslek örgütleri inisiyatif almıyorlar. Meslek örgütleri asbest konusunu gerçekten çok önemsemiyorlar. Meslek örgütleri en değerli kurumlar aslına bakarsanız. Bizi üzen, meslek örgütlerinin bu konuda siyasi yaklaşımlardan dolayı birtakım tepkileri dile getirmemeleri. Bu da ayrıca belediyelerden sonra değerlendirilmesi gereken, masaya yatırılması gereken ikinci konudur.

Asbest raporunun olması o işin doğru yapıldığı anlamına gelmez. Tam tersine kâğıt üzerinde yapılıyor. En büyük sıkıntılardan biri de bu.

Asbest, herkesin sağlığını ilgilendiren bir halk sağlığı meselesi. Belediyelerin mevzuyu göz ardı etmesinin ardında asbest kontrollerinin aslında uzun zamandır ülke ekonomisinin temeli olan inşaat sektörünü yavaşlatacağı düşüncesi de olabilir mi?

K.Y.: Aslında öyle olmadığını hemen size ispatlayabilirim. İnşaatçıların bunun çok büyük maliyet olduğu, inşaat sektöründeki yıkımları durdurduğu, zaman aldığı, belediyelerde sıraya girdikleri, firma bulamadıkları gibi iddiaları vardı. Maliyet açısından inşaat sektörünü sekteye uğratacak bir durum yok. İkinci olarak şunu söyledik: Asbest envanter raporu hazırlayacak onlarca firma var. 600’ün üzerinde de uzman var ama uzmanlarımızdan maalesef 30 tanesi çalışıyor. Çünkü iş imkânı yok. Yani bırakın sıra beklemeyi siz 600 tane uzmanı yetiştirmişsiniz, sertifikalandırmışsınız ve maalesef onların 30-35 tanesi ancak çalışabiliyor. Yani, inşaat sektörünü sekteye uğratacak bir durum değil. İnşaatçıyı mali açıdan zora sokacak bir durum değil. Hatta ben şunu da öneriyorum. Bunu gerekirse özel sektör yapmasın; belediyeler yapsın, devlet yapsın. Bugün ilgili belediyeler yeter ki denetimini yapsınlar. Belediyelerin denetimi kâğıt üzerinde kalıyor, “yaptık” diyorlar. Asbest raporunun olması o işin doğru yapıldığı anlamına gelmez. Tam tersine kâğıt üzerinde yapılıyor. En büyük sıkıntılardan biri de bu.

Fotoğraf 1

Asbest Nedir?

Ayşe Selda Altıntop: Asbest, çok eski çağlardan beri bilinen, topraktan çıkarılan, kimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle inşaat, gemi, otomotiv, tekstil ve birçok sanayi dalında geniş kullanım alanı bulmuş bir mineraldir. Gözle görülmeyen lifsi bir mineral olması nedeniyle kırıldığında ortama milyonlarca lif yayılır ve solunduğunda akciğerlerde ve solunum yollarında hastalıklara yol açar. Dünya Sağlık Örgütü asbesti 1. derece kanserojen ilan etmiştir. Mezotelyoma akciğer zarı kanseridir ve asbest kaynaklıdır.

Asbestin sadece yurtdışından ülkemize sökülmek üzere gelen gemilerde bulunduğunu düşünüyorduk, oysa asbest endüstride ve çimentoya karıştığında dayanımı artırması nedeniyle inşaat sektöründe çok tercih edilmiştir. Binalarda tavanlar, duvarlar, çatı kaplamaları, yer döşemeleri, kazan ve boru izolasyonu, elektrik tesisatı gibi birçok yerde yalıtım amaçlı kullanılmıştır. Tüm dünyada asbestin en çok, çatı kaplaması olan eternit içinde kullanıldığını biliyoruz. Buna örnek aşağıdaki resmi gösterebiliriz. Sağlam bir çatı kaplama malzemesi olan eternit 40, 50 yıl sonra iyice gevrekleştiğinde böyle tehlikeli olabiliyor (Fotoğraf 1). Asbest kullanımı ülkemizde 2010 yılında yasaklanmıştır ancak asbestin 1970 yılından 2010 yılına kadar yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu yüzden eski yapılarda asbest kullanıldığı şüphesini duymaktayız.

Peki iyi uygulamalar yapan belediyeler var mı?

K.Y.: Kadıköy Belediyesi, Beşiktaş Belediyesi, Bağcılar Belediyesi kısmen iyi yapıyor. Fakat yüzde yüz iyi yaptıklarını söylememiz mümkün değil. Neden onları diğerlerinden ayırıyorum? En azından asbest firmalarıyla beraber sahaya gidiyorlar, sahadan numune alıyorlar. En azından numune almakla ilgili uluslararası standartlara tam olmasa bile uyulmasını sağlıyorlar. Veya şahit numune istiyorlar. Geri kalan belediyeler öyle değil.

Biz 1000 tane bina inceledik 2020 yılında. 1000 binanın 250’sinde asbest bulduk. Bulmuş olduğumuz asbest 500 ton, 1000 ton, 2000 ton. Bizim elimizdeki veriler her üç binanın ikisinde asbest olduğunu gösteriyor. Ben dönem dönem belediyelerdeki arkadaşlarla şifahen konuşuyorum. Diyoruz ki “belediyelerde kaç denetim oldu?” 200 denetim. “Kaç binada asbest çıktı?” diyoruz. “Onu bilmiyoruz.” diyorlar. Söylemekten imtina ediyorlar. “Peki kaç ton atık gönderdiniz?” diye soruyoruz. “3 ton” diyorlar. Bakın şöyle bir örnek vereyim: 2016 yılında Kadıköy Belediyesi bu işe başladığında 500 ton asbest atığı gönderdi ve gazetelerde, Milliyet’te, Hürriyet’te haber oldu. Şimdi aynı belediyeye sormak gerekir: O zaman kaç bina yıktınız? Kaç binada asbest denetimi yaptınız? Şimdi kaç binada yapıyorsunuz? Belki o zaman 3000 bina yapmıştır şimdi 100 bina yapıyordur. Neden Kadıköy’ü örnek verdim? Kadıköy’de eternit yok. En ağır olanı eternit. Yani örneğin Kadıköy’de 500 ton ise Bağcılar’da 1200-1300 tondur. Çünkü Bağcılar’da eternit var. Tuzla’da eternit var veya gecekondu bölgelerinde eternit var. Eternitin 1 metrekaresi 10 ile 15 kilogram arasında değişiyor. Ama bir conta 100 gram bile değil. Veya bir boru izolasyonu baktığınız zaman çok ağır gelmiyor yahut bir marleyin 1 metrekaresi 3 kilogram. Belediyelerin –İstanbul özelinde konuşuyorum– 2020 yılı içerisinde 10.000 ton bile asbestli atık çıkardığını düşünmüyorum. Varsa aksi lütfen göndersinler. Çünkü 1000 metrekarelik bir eternit sökmüş olsanız 15 ton atık çıkar. 1000 metrekare dediğimiz 100 metrekareden 15 adet konut demek. Yani 15 tane binanın sadece çatısını bile sökmüş olsanız siz zaten o kadar atığı oluşturuyorsunuz. Yani sonuç olarak yapılan denetimler kâğıt üzerindedir.

Asbest gibi maddelerin molozlardan, hafriyattan ayrıştırılmaması sonra büyük projelerde kullanılarak kente geri dönmesi anlamına geliyor, değil mi?

K.Y.: Tabii. Yapılan yıkımları biz çok inceledik. Her yıkımda çıkan moloz hafriyat döküm sahasına gitmiyor. Kimisi kendi bulunduğu alanda kullanılıyor. Hatta bazı inşaatlarda ya da bazı şehirlerde o hafriyatların çoğu başka yerlerden de alıp getirilebiliyor. Bahçe düzenlemesi, park düzenlemesi gibi uygulamalarda da kullanılıyor. Yani aslında tehlike büyüyor. Bina yıkıldığı zaman binadan iki tür atık çıkar: Tehlikeli atık ve tehlikesiz atık. Tehlikesiz atıklar başka bir atık sahasına gider, tehlikeli atıklar ise bu iş için ayrılmış başka bir hafriyat sahasına özel araçlarla gider. Eğer kontrol yapmazsanız bütün atıklarınız tehlikesiz atık sahasına gider. İçerisinde asbest de olsa, boya da olsa. Sadece asbest değil, mesela birtakım radyoaktif özellik gösteren kimyasal maddeler var. Yıkılan binaların tamamı konut değil ki; hastaneler, fabrikalar da yıkılıyor. Sadece konuttan bahsetmiyoruz. Biz şunu biliyoruz ki molozların bir kısmı kırılarak, un ufak hâle getirilerek kaldırım taşı gibi veya parklara döşenen taşlar gibi malzemelerle tekrar hayatımıza geri dönüyor. Plastikler geri dönüştürülüyor. Demirler geri dönüştürülüyor. Birçok malzeme geri dönüştürülüyor. İyi ki de dönüştürülüyor bu arada, bu çok değerli bir şey. Ama o geri dönüşüme gittiğinde geri dönüşümde çalışan insanlar, onu oraya taşıyan insanlar, o geri dönüşüm tesisi bir de eğer yakmakla ilgili bir faaliyet gösteriyorsa onun çevresindeki insanlar tehlike altında. Yani onların geri kazanılması tehlikeyi inanın ki on kat, yirmi kat hatta belki daha fazla miktarlarda hayatımızın içerisine sokuyor.

Kamu sağlığını gündeme almak için nasıl çözümler geliştirilmeli?

K.Y.: Şöyle; özellikle meslek örgütleri olaya dahil olmalılar. Artık inisiyatif almalılar. TMMOB, TTB gibi. Ayrıca bunların yanında sivil toplum örgütlerinin siyasi şapkalarını bir tarafa bırakarak bunun siyaset üstü bir konu olduğunu anlaması gerekiyor. Üniversitelerimizin çevre ile ilgili, iş güvenliği ile ilgili, sağlıkla ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın tek bir görüş altında bir araya gelmesi ve belediyelere baskı yapmaları gerekiyor. Sendikalar da olmalı bu işin içerisinde.

Siyasi kimliğimizi bir tarafa bırakmadan biz bu işi çözemeyiz. Halkı da arkamıza alarak tüm sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleriyle biz bu işi çok rahat çözeriz. Biraz da insanların kendi içerisinde birtakım mekanizmaları geliştirip ilgili kurumlara iletmesiyle olacak bu iş. Şikâyet etmezseniz devlet orayı bilmez veya belediye gidip orayı kontrol etmez. O mekanizmayı geliştirdiğimiz noktada biz sadece asbestle ilgili değil her türlü konuyla ilgili başarılı oluruz. İş güvenliği ile ilgili, çevre ile ilgili, kentle ilgili. O mekanizmaları sizin gibi sivil toplum örgütleri bizi bilinçlendirerek çözebilir diye düşünüyorum.

2020’de yaşanan İzmir Depremi kentte asbest tehlikesini nasıl açığa çıkardı?

A.S.A.: İzmir 30 Ekim 2020 tarihinde doğal bir afet ile sarsılmış olup, yaşanan deprem sonrası önce bina enkazları kaldırılmış, sonra orta hasarlı binaların yıkımı başlamıştır. Bu binalara az hasarlı ancak yaşı nedeniyle kentsel dönüşüme giren binalar da eklenmiştir. İzmir’in yapı stoğunun önümüzdeki birkaç yıl içinde yaklaşık dörtte biri yenilenecektir. İşte bu noktada eski binaların yıkılması sırasında “asbest maruziyeti” ortaya çıkacaktır. Yenilenen binaların çoğu 40, 50 yıllık binalar olup, yıkılan binaların yapım yılları 2010 yılı öncesidir.

Çok değil, 20 yıl önce Amerika’da yıkılan İkiz Kuleler örneğinden yola çıkarsak, biliminsanları kulelerin yıkılması ile çevreye yayılan “toksik toz” (toxic dust) dedikleri asbestin, birçok kişide asbeste bağlı kanser mezotelyoma ve akciğer hastalıklarına neden olacağını söylemişlerdi. Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılmasının 20. yılında bölgede yaşanan asbest maruziyeti yapılan araştırmalarla kanıtlanmış, yoğun bina yıkımlarının yapılmasının asbest maruziyetine bağlı hastalıklara neden olduğu gündeme gelmiştir.

Asbest ve kanser… ayrılmaz bir ikilidir. İzmir’de yenilenecek olan binaların yıkım işi plansız, son derece emniyetsiz, kontrolsüz, tehlikeli ve denetimsiz biçimde devam etmektedir. Yıkılacak bina sayısının çok fazla olması nedeniyle ne yazık ki binalar hızla yıkılmaktadır. Yıkım ve söküm işini üstlenen firmalar, çalışanları ve çevre sakinleri için önlem almamaktadır. Bu durumun sonuçları önümüzdeki 20 yıl içinde ortaya çıkacak ve bizlere ağır bir bedel ödetecektir. Deprem afetinden sonra uzun yıllar sürecek kentin yenilenmesi çalışmalarıyla mesleki, toplumsal ve çevresel anlamda bizi ikincil afet beklemektedir.

Şu an İzmir’de asbest konusundaki en büyük sorunlar neler? Depremden sonraki süreçte yapılan hatalar neler? 

A.S.A.: Önce mevzuatımızda asbestin yerine bakalım. 18.03.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre;

Madde 19: Yıkımı yapılacak yapıların içlerindeki geri kazanılabilir malzemelerin öncelikle ayrıştırılması ve geri kazanılması esastır. Bu çerçevede kapı, pencere, dolap, taban ve duvar kaplamaları, döşemeleri ve yalıtım malzemeleri gibi inşaat malzemeleri ile tehlikeli atıklar yıkımı yapılacak yapılardan ayıklanır ve ayrı toplanır.

Madde 22: İnşaat/yıkıntı atıkları içerisinde bulunan asbest, boya, floresan, cıva, asit ve benzeri tehlikeli atıklar diğer atıklardan ayrı olarak toplanır ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine göre bertaraf edilir.

İşte bu iki madde gereği asbest, tehlikeli atıktır ve yıkımı yapılacak binadan ayrıldıktan sonra çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmelidir. Asbestli malzemenin binadan ayrıştırılması konusunda sorumluluk ise yıkım müteahhidinin ve mal sahibinindir. Belediye ise bir binada asbest olup olmadığını tespit etme ve bertaraf sürecini kontrol etme konusunda sorumludur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2004 yılında yayınlanan ve halen yürürlükte olan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkım Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’nin şehirlerde uygulanmasını sağlayan merci Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri’dir. Ankara ve İstanbul’da 2018, İzmir’de 2019 yılı itibarıyla yıkımı yapılacak binalarda asbestli malzeme tespiti yapıldıktan ve binadan asbest, tehlikeli atıklar ayrıştırıldıktan sonra yıkım ruhsatı verilmesi konusunda tüm sorumluluk belediyelere verilmiştir.

Bir binanın yıkımı, ilgili belediyenin bina yıkım ruhsatını vermesinden sonra gerçekleşir. Kat malikleri evlerini tahliye eder; yapıda elektrik, su ve doğalgaz gibi hizmetler sonlandırılır; Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne uygun olarak binada bulunan geri kazanılması mümkün kapı, pencere, dolap, taban ve duvar kaplamaları, döşemeler, yalıtım malzemeleri gibi inşaat malzemeleri ile tehlikeli atıklar yıkımı yapılacak binalardan ayrı ayrı toplanır ve belediye tarafından yıkım ruhsatı verilir.

Binalardan geri kazanılabilir malzemelerin ve tehlikeli atıkların ayrılmasına “Seçici Yıkım” denmektedir. Burada “tehlikeli atık” kavramı içinde asbest, boya, floresan ve benzeri malzemelerden söz edilmiştir. Bu aşamada belediye mal sahibi, müteahhit veya yıkım firmasından yıkılacak binaya dair “Asbest Varlığı Tespit ve Envanter Raporu” getirmesini ister. Rapora göre binada asbestli malzemeye rastlanmışsa malzemenin sökülmesi istenir. Eğer yoksa belediye tarafından yıkım ruhsatı verilir.

İzmir’de yıkılacak bina sayısının fazla olması nedeniyle bina yıkım sürecini hızlandırmak için yapılan uygulamaların asbest maruziyetini artırdığını görüyoruz. Bina yıkım sürecinde karşılaşılan sorunlara ve uygulamalara değinelim:

1- Binalarda asbest tespiti seçici yıkım dediğimiz, geri dönüştürülebilir malzemelerin binadan çıkarılmasından sonra yapılmaktadır. Oysa pencerelerin asbestli çimento ile sıvandığını, bazı duvar kaplamalarında, termal izolasyon, kalorifer, elektrik yalıtımı, çatı kaplamaları gibi yerlerde asbest olabileceğini düşünürsek, geri dönüştürülebilir malzemeler sökülürken asbesti ortaya çıkarmakta ve asbestli malzeme bulunduğu bilinmeden söküldüklerinden asbest ortama yayılmaktadır. Bu arada başka tehlikeler de, örneğin yüksekten düşme, oluşmaktadır (Fotoğraf 2).

2- Binalarda asbest tespiti konusunda hatalar yapılmaktadır. Binada asbest içerebilecek malzemelerden yetkin kişi tarafından birbirinden farklı ve binanın büyüklüğüne göre yeterli sayıda katı-bulk numune alınmalıdır. Binlerce metrekarelik alandan sekiz-on numune alındığını ve numunelerin asbest barındırmayacak malzemelerden seçildiğini görüyoruz. Numune almaya giren uzman, yıkıntılar içinde asbestli malzeme aramak yerine gelişigüzel numune alarak yapıyı terk etmektedir. Korkulukları sökülmüş ve tehlike arz eden bir yapıda uzmanın sağlıklı çalışması da olası değildir. Asbest tespiti için temiz çalışma ortamı gereklidir (Fotoğraf 3 ve 4).

Alınan numuneler, İSGÜM İşçi Sağlığı ve Güvenliği Merkezi Müdürlüğü’nce asbest analizi yapmak için yetkilendirilmiş akredite laboratuvar tarafından dünyaca kabul edilmiş yöntemlerle analiz edilir ve malzeme içinde asbest olup olmadığı raporlanır. Asbestli malzemedeki asbestin cinsi ve miktarı binanın asbest envanterine kaydedilir. Binada asbestli malzeme olması durumunda bina tamamen kapatılarak dışarıya asbest yayılması önlenir, tozumaya karşı çalışanlar ve çevredekiler korunarak “Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik” ve “Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik” uyarınca yıkım öncesi asbestli malzemenin sökümü yapılır. Asbestli malzeme söküm işi oldukça zahmetli, maliyetli ve zaman alan bir iştir. Bu nedenle özellikle yıkım müteahhidi ve mal sahibi binada asbest olsa bile olmadığına dair rapor alarak, yıkım ruhsatı almak için bu raporu belediyeye sunmaktadır. Genellikle de müteahhit tarafından kanserojen olduğu bilinen çatı kaplamaları kırılıp özel önlemler alınmadan sökülmekte, sokaklara ve tenha yerlere atılmaktadır (Fotoğraf 5).

3- İzmir’de binaların yıkımları son sürat, önlem alınmadan, kontrolsüz ve denetimsiz biçimde devam etmektedir. Bu yıkımlar, binalarda asbest varlığının doğru tespit edilmemesinden dolayı çoğunlukla asbest içeren malzemelerle birlikte son derece yanlış yöntemlerle yapılmaktadır. Özellikle deprem sonrası, İzmir’de yıkımı yapılan binalarda kullanılan yıkım yöntemleri çevreye ve insana zarar vermektedir. Teknik olarak mühendislik bilimine aykırı ve tehlikeli atık konusunda da kanun ve yönetmeliklere uygun değildir. Halen devam etmekte olan bu yıkımlar hiçbir kamu merci tarafından denetlenmemektedir (Fotoğraf 6 ve 7: Çatısında asbestli eternit olan eski bir binanın yıkımı).

Bu fotoğaflarda çatısında eternit olan bir binanın, asbest barındırmadığına dair rapor ile belediyeden yıkım ruhsatı alındıktan sonra kontrolsüzce yıkılması görülmektedir. Soluduğumuz havaya milyonlarca asbest lifi karışmaktadır.

4- Yıkım teknikleri nedeniyle ortaya çıkan toz maruziyeti yıkım bittikten sonra yıkım atıkları ve hafriyatın kaldırılması sürecinde de devam etmektedir. Yıkılan binalarda asbestli olduğu bilinen eternit çatı kaplamaları, marley yer kaplamaları ve ziftleri gibi malzemelere rastlanmasına rağmen, asbest olmadığı yönünde rapor alınarak yıkılan binaların hafriyatının kaldırılması sırasında her türlü tehlikeli atık, asbest ve inşaat malzemeleri toz hâlinde havaya karışır. Asbest lifleri mikroskobik boyutta olup, asbestli bir malzemenin kırılmasıyla milyonlarcası açığa çıkar. Asbest lifleri yok olmaz, havada asılı kalarak rüzgârla taşınır ve kolaylıkla solunarak akciğerlere ulaşır. İzmir’de yaşayanlar uzun süre asbeste maruz kalacaktır.

En acil gündemden başlayıp kent politikası ölçeğine kadar yapılması gereken müdahaleler neler?

A.S.A.: En acil ve en etkin önlemleri şöyle sıralayabiliriz;

1- Sorumlulukların anlaşılması, mevzuatın doğru uygulanması: İzmir’de devam eden yıkım çalışmalarında yer alan tüm tarafların sorumluluklarını çok iyi anlaması ve mevzuatı uygulamaktan kaçınmaması gerekmektedir. Burada bulunan taraflardan biri olan müteahhit ve mal sahibi kendilerine maddi yük getirdiği için binanın asbestli olması veya asbestli malzeme içermesi durumunda bunun tespit edilmemesi için çaba sarf etmektedir. Bu durumun karşısında yerel belediyeler vardır. Bazı belediyeler ile yapılan görüşmelerde “İzmir’de asbest çıkmıyor” söylemlerini duyuyoruz. Tabii ki raporlar onu gösteriyor. İzmir’de 2019 yılı itibarıyla yıkımı yapılacak eski binalarda asbest ve tehlikeli atıkların ayrıştırılmasından sonra yıkım ruhsatı verilmesi konusunda tüm sorumluluk yerel belediyelere verilmiştir. Belediyelerimizin bu raporların doğruluğu konusunda kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. İstanbul’da eski bir yapıda asbest olup olmadığı araştırmasını bizzat bünyesinde barındırdığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetiştirilmiş Asbest Söküm Uzmanlarınca sağlayan belediye varken, İzmir’de belediyeler asbest analizi yapan tüm laboratuvarların İstanbul’da olmasına rağmen kendilerine birkaç saat içinde sunulan “Yapıda Asbest Yoktur” şeklindeki raporu kabul ederek yıkım ruhsatı vermektedir. Belediyeler artık bu raporun içeriğini sorgulamalıdırlar. Alınan numunelerin doğru yerden alınması, numune fotoğrafları, numune sayısı gibi detayların yönetmeliklere uygunluğunu kontrol etmelidir. Bu farklı uygulamaların ortadan kalkması için Büyükşehir Belediyelerinin ortak bir çalışma ile tüm ilçe belediyelerini sorumluluk altına sokacak ve mevzuatı tam uygulatacak bir sistem kurmaları gerekmektedir. Tabii ki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri de bu konuyu acil gündemlerine almalıdır.

Her yerde yıkım olduğu düşünülürse hem söküm ve yıkım işinde çalışanlar hem de tüm şehirde yaşayanlar maruziyet altındadır.

2- Yıkım işinde alınan önlemleri artırma: İzmir’de deprem sonrası yıkımların en yoğun olduğu bölge Bayraklı’dır. Bu bölgede her sokakta beş-altı binanın yıkılmakta olduğunu görüyoruz. Diğer ilçelerde yıkılan binalara ise hasarlı binaların yanı sıra kentsel dönüşüme sokulmak üzere yıkılan binalar da eklenmiştir. Her yerde yıkım olduğu düşünülürse hem söküm ve yıkım işinde çalışanlar hem de tüm şehirde yaşayanlar maruziyet altındadır.

Diğer yandan, hem yıkımı yapanların hem de yıkım çevresinde yaşayanların asbest ve toz maruziyetini azaltmak için yıkımı yapacak firma ile birlikte yıkım ruhsatı veren belediye beraber bazı önlemler almak zorundadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Yıkımı yapılacak binanın cadde, sokak üzerinde olması durumunda geçiş sınırlandırılmalıdır.

Bina yakınında okul, hastane gibi yerleşkelerin olması durumunda uyarılar yapılmalıdır.

Tozumanın önlenmesi için binanın alt kısmından değil, yüksekliğine göre yukarıdan aşağıya doğru şekilde sulama yapılması sağlanmalıdır.

Binaya bitişik veya çok yakın başka binalar varsa binalar arasına toz tutan perde gerilmeli, yakın binalarda yaşayanlara yıkım süresince maruz kalacakları toz, asbest gibi tehlikeler hakkında bilgi verilmelidir.

3- Denetim: Mevzuatımıza göre, bir binada asbest ve asbestli malzeme tespitinin yapılması ve asbestli malzemeye rastlanması durumunda bu malzemenin binadan uygun yöntem ile ayrılması gerekmektedir. Asbest söküm işinin yıkım maliyetlerini artırması nedeniyle halen İzmir’de yıkılan binalarda asbest varlığı kabul edilmemekte ve asbestli malzemelerin tespitinin yapılması yerine “Binada asbest yoktur” şeklindeki raporlar ile belediyelerden yıkım ruhsatı alınmaktadır. Sonuç olarak binalar usulüne uygun olarak yıkılmamakta ve asbestli atıklar diğer inşaat atıkları ile birlikte atık alanlarına götürülmektedir. Atık alanlarında da tekrar kullanılmak üzere işlenmektedir. Yıkımı yapılacak binalarda yıkım sürecinin her kademesi denetlenmelidir.

4- Toplumsal bilinçlenme: Afet sonrası kentin yenilenmesi sürecinde bina yıkımlarında çalışanların ve yıkılan binalar nedeniyle şehirlerde yaşayanların asbeste maruz kaldığı gerçeğinden yola çıkarsak, toplum olarak asbestin ne olduğu, asbestin sağlığa ve çevreye olan etkileri konusunda bilgilenmeye ve asbest maruziyetinden korunma konusunda da bilinçlenmeye ihtiyaç duymaktayız. İzmirliler artık asbest konusunda bilinçlenmeye başladı, İzmir’de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden acil önlem almasını bekliyoruz. Asbest artık “sihirli mineral” (magic dust) değil “katil toz”dur (killer dust). Bu konu dikkate alınmazsa ikincil afet kapımızdadır.

Fotoğraflar: Ayşe Selda Altıntop

Bahar Bayhan: Asbest nasıl gündemimize girdi? Kentte yaşayanlar buna nasıl maruz kalıyorlar?

Kenan Yıldız: Kentsel dönüşümle birlikte asbest daha fazla gündemimize girdi ve bu şekilde toplumun birçok kesiminde farkındalık oluştu. Aslında ülkemizi diğer ülkelerden ayıran bir fark var. Diğer Avrupa ülkelerinde asbeste maruziyet endüstriyel maruziyet şeklinde karşımıza çıkıyor. Yani fabrikalarda üretilen ürünlerde asbestin kullanılmasıyla veyahut asbestli üretimin veya söküm faaliyetlerinin olduğu yerlerdeki faaliyetler neticesinde insanlar asbeste maruz kalıyorlar.

Ülkemize gelince durum çok daha farklı. Coğrafyamızda özellikle fay hatlarının olduğu bölgelerde yaşayan insanlar doğal olarak asbeste maruz kalıyorlar. İşledikleri toprakta, yapmış oldukları evlerde veya kerpiç ev diye nitelendirilen günümüzde çok kullanılmayan ama zamanında kullanılmış olan evlerin boyasında, sıvasında asbestin kullanıldığı biliniyor. Çocukların altında bez niyetine kullanılan topraktan tutun da pekmeze katılan topraklara kadar farklı pek çok ürünün içinde kullanıldığı görülüyor. Bu işin çevresel tarafıydı. Dünyada çevresel boyutuyla asbeste bizden daha fazla maruz kalan bir toplum yok.

Üstüne üstlük kentsel dönüşüm denen bir kavram girdi hayatımıza. Mesela 2-3 gün önce bir gazetede okuduğum bir habere göre Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız Murat Kurum “bir buçuk milyon binayı dönüştürdük” diyor. Bu korkunç bir rakam. Bu binalar yıkılırken muhtemelen asbest kontrolü yapılmadı, paldır küldür yıkıldı. Dönüşüme uğrayacak 7 milyon bina daha olduğundan bahsediliyor. Yani önümüzdeki yıllarda hastanelerimiz ve sağlık kuruluşlarımız asbestle ilgili hastalıklarla karşı karşıya kalacaklar. Belki bizler de maruz kaldık, bilemiyoruz. Bunu şu an için ölçümleyemiyoruz çünkü ölçümleyebilecek bir metot yok. Kentsel dönüşüm, 15 yıldır bu ülkede hızlı ve asbest açısından kontrolsüz bir şekilde devam ediyorken asbestin evlerimize, okullara her yere sirayet ettiğini düşünmemek için hiçbir neden yok.

İstanbul’da büyük bir deprem bekleniyor. Yakın tarihte de birçok deprem yaşadık, deneyimimiz çok fazla bu konuda. Siz uzman olarak kendi deneyiminizden yola çıkarak hem depremlerin yarattığı yıkıntıların nasıl bir maruziyete sebep olduğunu hem de ondan sonrasında işleyen sürece dair gözlemlerinizi anlatır mısınız?

Elazığ Depremi’nden sonra sahada bulunduk, birtakım gözlemlerimiz oldu. Uzman arkadaşlarımızdan oluşan bir ekiple beraber yanlış hatırlamıyorsam 10-15 gün içerisinde yapılan yıkım faaliyetlerini yerinde görmek hem de asbestle ilgili bir maruziyet var mı yok mu diye değerlendirmek için Elazığ’a gittik. Ekibimiz az hasar görmüş ve boşaltılmış binaların sıvasından, betonundan örnek numuneler aldı. Ağır hasarlı binalara girmek çok tehlikeliydi. Ayrıca yetkili kişiler veya kurumlar ağır hasarlı binalara giriş izni vermediler haklı olarak. Boşaltılmış binalarda birtakım çalışmalar yaptık ve buradan elimizde birtakım veriler var artık. Veriler bize aslında yapılacak şeylerin neler olduğunu gösteriyor. Mesela bizim elimizde Türkiye’nin çeşitli yerlerinden yaklaşık on bine yakın binanın verisi var. Artık biz şunu bilebiliyoruz: İstanbul’un hangi ilçesinde binalar hangi malzeme ile yapılmıştır. Sosyoekonomik durumlarına göre de aslında biz bunu sınıflandırabiliyoruz. Mesela Elazığ özelinde konuşacak olursak, Elazığ’da eternit denilen çatı kaplama malzemesini çok fazla görmedik çalışmalarımızda. Niye? Çünkü Elazığ çok kar alan bir bölge. Kar alan bölgelerde de eternit çatı kaplama malzemesi yerine sert çatı kaplama malzemesi kullanılır. Kent o anlamda şanslı. Ama Elazığ’da gördüğümüz şey şuydu: Sıvalarında ve betonlarında Elazığ bölgesinden çıkan kumun veya toprağın yapılan harçlarda kullanılması nedeniyle asbest lifleriyle elbette ki karşılaştık.

Kadıköy, Beşiktaş gibi ekonomik seviyesi daha yüksek yerlerde kazan daireleri varmış, merkezi sistem kazan dairelerinde asbest kullanılmış.

Bunu İstanbul için söylemek çok mümkün değil. Çünkü İstanbul coğrafyasında betonunda, sıvasında asbest bulabilmeniz neredeyse imkânsızdır. Çünkü İstanbul’daki binalar yapılırken kumların çoğu yakın coğrafyadan alınıyor. Ama İstanbul’da şununla karşılaştık: Özellikle ekonomik seviyesi daha düşük bölgelerde eternit çatı kaplama malzemesi bulunuyor. Tuzla’da hangi eve giderseniz gidin ya sundurmasında ya kömürlüğünün önünde ya da bahçesinde arabasını çektiği garajında mutlaka karşılaşıyoruz. Ama Kadıköy’de göremiyoruz böyle bir şey ya da çok nadir görüyoruz. Ama Kadıköy’de de kazan dairelerinde görüyoruz, boru izolasyonlarında karşımıza çıkıyor veya Beşiktaş’a gittiğimizde boru izolasyonunun çok ciddi oranda tehlikeli asbest barındırdığını söyleyebiliriz. Kadıköy, Beşiktaş gibi ekonomik seviyesi daha yüksek yerlerde kazan daireleri varmış, merkezi sistem kazan dairelerinde de asbest kullanılmış. Eyüp veya Bağcılar gibi semtlere gittiğimizde marleyleri görüyoruz. Gecekondu tipi yapılarda asbest daha çok kullanılmış. Neden? Çünkü hızlıca yapılmış. Üzerine kiremit yerine daha ucuz olan eternit malzeme tercih edilmiş.

Asbest çok büyük bir tehlike ve bu tehlike özellikle deprem sırasında kurtarma çalışmalarına katılan kişileri etkiliyor. Elazığ Depremi, pandeminin yeni yeni ülkemizde hissedilmeye başladığı, maskenin bulunamadığı bir dönemde meydana geldi. Hatta ben oraya ilk gittiğimde arabamda yaklaşık 100’e yakın maske vardı. Oradaki kurtarma çalışmasında katılan arkadaşlara vermiştim. Ve orada birçok arama kurtarma personelinin maskesiz çalıştığını gördük. Yani arama kurtarma faaliyeti sırasında çalışan insanlar, kurtarma personeli, sağlık personelleri, gönüllü arama kurtarma personelleri, oradaki güvenlik kuvvetleri veya diğer çalışan insanların neredeyse tamamı maskesizdi. Hiç yoktan cerrahi maske, asbeste karşı tam etkili olmasa bile kısmen de olsa etkili. Belki de birçok personel bundan etkilendi. Biz bunu şu anda tespit edemiyoruz. Sağlık kuruluşları bunu tespit edemiyor. Ama bunun 5-10 yıl veya 20 yıl sonra ortaya çıkmayacağının garantisini kimse veremez.

Herhangi bir bina yıkımı sırasında alınması gereken önlemler, yapılması gerekenler neler?

K.Y.: Ülkemizde aslında mevzuat anlamında sıkıntımız yok. Mesela 2004 yılında yayınlanmış Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği var. 9., 19., 21. ve 22. maddeleri asbestle ilgili konuyu gündeme almıştı. Mesela diyor ki, aklımda kaldığınca: “İnşaatların yıkımı sırasında civa ve floresan gibi tehlikeli atıklar ayrı toplanır. Bunlar ayrıldıktan sonra binaya yıkım izni verilir.” Bizim Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik diye bir yönetmeliğimiz de var. Herhangi bir yapıda eğer asbest varsa asbestin bertaraf edilmesi ile ilgili kurallar ortaya koyulmuş. Bunların haricinde dört ilimizde –İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya– Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri bununla ilgili yazılar yazdılar. Bu hafriyat yönetmeliğine atıfta bulunarak yıkımların asbest ve diğer tehlikeli atıkları da özellikle vurgulayarak ayrı toplanıp bertaraf edilmesi gerektiğini tüm ilçe belediyelerine gönderdiler. Yani şu anda hiçbir belediye maalesef ilgili mevzuattaki yönetmeliklerimize uymuyor. Bu çok büyük sıkıntı.

Peki denetleyici aktörler arasında kimler yer alıyor?

K.Y.: Burada esas sıkıntı şu: Yetki karmaşası var. Mesela kentsel dönüşüm kapsamında bina yıkılırken yıkım izni vermek ilçe belediyesinin sorumluluğunda. Çevre Şehircilik Bakanlığı vermiyor. Çalışma Bakanlığı veya Büyükşehir Belediyesi vermiyor. Yıkım iznini kesinlikle ilçe belediyeleri veriyor. Belediyelerle oturup konuştuğumuzda veya fikir alışverişinde bulunduğumuzda “bizim elimizde veri yok, biz ceza yazamıyoruz.” diyorlar. Şimdi tutundukları en büyük argüman bu. Ben de soruyorum “neden ceza yazamıyorsunuz?” diye. Asbestle ilgili mevzuatlarda şu ceza yazılabilir diye bir kural görmedik diyorlar. Ve gerçekten de bunu araştırdığımızda, Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndaki yetkililerle konuştuğumuzda “evet” ama “yetki istesinler bizden, yetki devri yapabiliriz” diyorlar. Gidip ilçe belediyesine söylüyoruz, diyoruz ki biz Bakanlığa sorduk. Oradaki yetkili arkadaşlar diyorlar ki “bizden yetki devri isteyin, biz büyükşehire vereceğiz.” Bu sefer belediyedekiler diyorlar ki: “biz istesek vermezler.” Yani tamamen niyet okumak üzerine.

İnisiyatif almak istemiyorlar. Belediyeleri çözmeden biz güçlenemeyiz. Belediyeler bu işin denetleyici tarafında olan, söz sahibi olan, kural koyucu olan aktör. Belediyeler müteahhitleri müşteri gibi görüyorlar. Belediyelerin gelir kaynakları müteahhitler. Biz müteahhitlere de karşı değiliz. İnşaatçılar elbette ki olmalı. Daha konforlu konutlar, daha yaşanabilir ve güvenli yapılar elbette yapılmalı. Buradan da şu yanlış anlaşılma çıksın istemem: Müteahhitlere karşıyız veya inşaat yapmasınlar. Böyle bir derdimiz yok. Ama maalesef ki gerçek bu. Müteahhitler yaptıkları binaları milyonlara satıyorlar. Ama o inşaat yıkılırken bin lira, iki bin lira maliyetten kaçınıyorlar.

Bir de burada meslek örgütlerine çok iş düşüyor. Siyasi kimliğimizle atıyorum X belediyesi bizim gibi düşünüyorsa ses çıkarmayalım ama Y belediyesi farklı düşünüyorsa ona ses çıkaralım. Bu da en büyük sorunlardan biri. Meslek örgütleri inisiyatif almıyorlar. Meslek örgütleri asbest konusunu gerçekten çok önemsemiyorlar. Meslek örgütleri en değerli kurumlar aslına bakarsanız. Bizi üzen, meslek örgütlerinin bu konuda siyasi yaklaşımlardan dolayı birtakım tepkileri dile getirmemeleri. Bu da ayrıca belediyelerden sonra değerlendirilmesi gereken, masaya yatırılması gereken ikinci konudur.

Asbest raporunun olması o işin doğru yapıldığı anlamına gelmez. Tam tersine kâğıt üzerinde yapılıyor. En büyük sıkıntılardan biri de bu.

Asbest, herkesin sağlığını ilgilendiren bir halk sağlığı meselesi. Belediyelerin mevzuyu göz ardı etmesinin ardında asbest kontrollerinin aslında uzun zamandır ülke ekonomisinin temeli olan inşaat sektörünü yavaşlatacağı düşüncesi de olabilir mi?

K.Y.: Aslında öyle olmadığını hemen size ispatlayabilirim. İnşaatçıların bunun çok büyük maliyet olduğu, inşaat sektöründeki yıkımları durdurduğu, zaman aldığı, belediyelerde sıraya girdikleri, firma bulamadıkları gibi iddiaları vardı. Maliyet açısından inşaat sektörünü sekteye uğratacak bir durum yok. İkinci olarak şunu söyledik: Asbest envanter raporu hazırlayacak onlarca firma var. 600’ün üzerinde de uzman var ama uzmanlarımızdan maalesef 30 tanesi çalışıyor. Çünkü iş imkânı yok. Yani bırakın sıra beklemeyi siz 600 tane uzmanı yetiştirmişsiniz, sertifikalandırmışsınız ve maalesef onların 30-35 tanesi ancak çalışabiliyor. Yani, inşaat sektörünü sekteye uğratacak bir durum değil. İnşaatçıyı mali açıdan zora sokacak bir durum değil. Hatta ben şunu da öneriyorum. Bunu gerekirse özel sektör yapmasın; belediyeler yapsın, devlet yapsın. Bugün ilgili belediyeler yeter ki denetimini yapsınlar. Belediyelerin denetimi kâğıt üzerinde kalıyor, “yaptık” diyorlar. Asbest raporunun olması o işin doğru yapıldığı anlamına gelmez. Tam tersine kâğıt üzerinde yapılıyor. En büyük sıkıntılardan biri de bu.

Fotoğraf 1

Asbest Nedir?

Ayşe Selda Altıntop: Asbest, çok eski çağlardan beri bilinen, topraktan çıkarılan, kimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle inşaat, gemi, otomotiv, tekstil ve birçok sanayi dalında geniş kullanım alanı bulmuş bir mineraldir. Gözle görülmeyen lifsi bir mineral olması nedeniyle kırıldığında ortama milyonlarca lif yayılır ve solunduğunda akciğerlerde ve solunum yollarında hastalıklara yol açar. Dünya Sağlık Örgütü asbesti 1. derece kanserojen ilan etmiştir. Mezotelyoma akciğer zarı kanseridir ve asbest kaynaklıdır.

Asbestin sadece yurtdışından ülkemize sökülmek üzere gelen gemilerde bulunduğunu düşünüyorduk, oysa asbest endüstride ve çimentoya karıştığında dayanımı artırması nedeniyle inşaat sektöründe çok tercih edilmiştir. Binalarda tavanlar, duvarlar, çatı kaplamaları, yer döşemeleri, kazan ve boru izolasyonu, elektrik tesisatı gibi birçok yerde yalıtım amaçlı kullanılmıştır. Tüm dünyada asbestin en çok, çatı kaplaması olan eternit içinde kullanıldığını biliyoruz. Buna örnek aşağıdaki resmi gösterebiliriz. Sağlam bir çatı kaplama malzemesi olan eternit 40, 50 yıl sonra iyice gevrekleştiğinde böyle tehlikeli olabiliyor (Fotoğraf 1). Asbest kullanımı ülkemizde 2010 yılında yasaklanmıştır ancak asbestin 1970 yılından 2010 yılına kadar yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu yüzden eski yapılarda asbest kullanıldığı şüphesini duymaktayız.

Peki iyi uygulamalar yapan belediyeler var mı?

K.Y.: Kadıköy Belediyesi, Beşiktaş Belediyesi, Bağcılar Belediyesi kısmen iyi yapıyor. Fakat yüzde yüz iyi yaptıklarını söylememiz mümkün değil. Neden onları diğerlerinden ayırıyorum? En azından asbest firmalarıyla beraber sahaya gidiyorlar, sahadan numune alıyorlar. En azından numune almakla ilgili uluslararası standartlara tam olmasa bile uyulmasını sağlıyorlar. Veya şahit numune istiyorlar. Geri kalan belediyeler öyle değil.

Biz 1000 tane bina inceledik 2020 yılında. 1000 binanın 250’sinde asbest bulduk. Bulmuş olduğumuz asbest 500 ton, 1000 ton, 2000 ton. Bizim elimizdeki veriler her üç binanın ikisinde asbest olduğunu gösteriyor. Ben dönem dönem belediyelerdeki arkadaşlarla şifahen konuşuyorum. Diyoruz ki “belediyelerde kaç denetim oldu?” 200 denetim. “Kaç binada asbest çıktı?” diyoruz. “Onu bilmiyoruz.” diyorlar. Söylemekten imtina ediyorlar. “Peki kaç ton atık gönderdiniz?” diye soruyoruz. “3 ton” diyorlar. Bakın şöyle bir örnek vereyim: 2016 yılında Kadıköy Belediyesi bu işe başladığında 500 ton asbest atığı gönderdi ve gazetelerde, Milliyet’te, Hürriyet’te haber oldu. Şimdi aynı belediyeye sormak gerekir: O zaman kaç bina yıktınız? Kaç binada asbest denetimi yaptınız? Şimdi kaç binada yapıyorsunuz? Belki o zaman 3000 bina yapmıştır şimdi 100 bina yapıyordur. Neden Kadıköy’ü örnek verdim? Kadıköy’de eternit yok. En ağır olanı eternit. Yani örneğin Kadıköy’de 500 ton ise Bağcılar’da 1200-1300 tondur. Çünkü Bağcılar’da eternit var. Tuzla’da eternit var veya gecekondu bölgelerinde eternit var. Eternitin 1 metrekaresi 10 ile 15 kilogram arasında değişiyor. Ama bir conta 100 gram bile değil. Veya bir boru izolasyonu baktığınız zaman çok ağır gelmiyor yahut bir marleyin 1 metrekaresi 3 kilogram. Belediyelerin –İstanbul özelinde konuşuyorum– 2020 yılı içerisinde 10.000 ton bile asbestli atık çıkardığını düşünmüyorum. Varsa aksi lütfen göndersinler. Çünkü 1000 metrekarelik bir eternit sökmüş olsanız 15 ton atık çıkar. 1000 metrekare dediğimiz 100 metrekareden 15 adet konut demek. Yani 15 tane binanın sadece çatısını bile sökmüş olsanız siz zaten o kadar atığı oluşturuyorsunuz. Yani sonuç olarak yapılan denetimler kâğıt üzerindedir.

Asbest gibi maddelerin molozlardan, hafriyattan ayrıştırılmaması sonra büyük projelerde kullanılarak kente geri dönmesi anlamına geliyor, değil mi?

K.Y.: Tabii. Yapılan yıkımları biz çok inceledik. Her yıkımda çıkan moloz hafriyat döküm sahasına gitmiyor. Kimisi kendi bulunduğu alanda kullanılıyor. Hatta bazı inşaatlarda ya da bazı şehirlerde o hafriyatların çoğu başka yerlerden de alıp getirilebiliyor. Bahçe düzenlemesi, park düzenlemesi gibi uygulamalarda da kullanılıyor. Yani aslında tehlike büyüyor. Bina yıkıldığı zaman binadan iki tür atık çıkar: Tehlikeli atık ve tehlikesiz atık. Tehlikesiz atıklar başka bir atık sahasına gider, tehlikeli atıklar ise bu iş için ayrılmış başka bir hafriyat sahasına özel araçlarla gider. Eğer kontrol yapmazsanız bütün atıklarınız tehlikesiz atık sahasına gider. İçerisinde asbest de olsa, boya da olsa. Sadece asbest değil, mesela birtakım radyoaktif özellik gösteren kimyasal maddeler var. Yıkılan binaların tamamı konut değil ki; hastaneler, fabrikalar da yıkılıyor. Sadece konuttan bahsetmiyoruz. Biz şunu biliyoruz ki molozların bir kısmı kırılarak, un ufak hâle getirilerek kaldırım taşı gibi veya parklara döşenen taşlar gibi malzemelerle tekrar hayatımıza geri dönüyor. Plastikler geri dönüştürülüyor. Demirler geri dönüştürülüyor. Birçok malzeme geri dönüştürülüyor. İyi ki de dönüştürülüyor bu arada, bu çok değerli bir şey. Ama o geri dönüşüme gittiğinde geri dönüşümde çalışan insanlar, onu oraya taşıyan insanlar, o geri dönüşüm tesisi bir de eğer yakmakla ilgili bir faaliyet gösteriyorsa onun çevresindeki insanlar tehlike altında. Yani onların geri kazanılması tehlikeyi inanın ki on kat, yirmi kat hatta belki daha fazla miktarlarda hayatımızın içerisine sokuyor.

Kamu sağlığını gündeme almak için nasıl çözümler geliştirilmeli?

K.Y.: Şöyle; özellikle meslek örgütleri olaya dahil olmalılar. Artık inisiyatif almalılar. TMMOB, TTB gibi. Ayrıca bunların yanında sivil toplum örgütlerinin siyasi şapkalarını bir tarafa bırakarak bunun siyaset üstü bir konu olduğunu anlaması gerekiyor. Üniversitelerimizin çevre ile ilgili, iş güvenliği ile ilgili, sağlıkla ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın tek bir görüş altında bir araya gelmesi ve belediyelere baskı yapmaları gerekiyor. Sendikalar da olmalı bu işin içerisinde.

Siyasi kimliğimizi bir tarafa bırakmadan biz bu işi çözemeyiz. Halkı da arkamıza alarak tüm sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleriyle biz bu işi çok rahat çözeriz. Biraz da insanların kendi içerisinde birtakım mekanizmaları geliştirip ilgili kurumlara iletmesiyle olacak bu iş. Şikâyet etmezseniz devlet orayı bilmez veya belediye gidip orayı kontrol etmez. O mekanizmayı geliştirdiğimiz noktada biz sadece asbestle ilgili değil her türlü konuyla ilgili başarılı oluruz. İş güvenliği ile ilgili, çevre ile ilgili, kentle ilgili. O mekanizmaları sizin gibi sivil toplum örgütleri bizi bilinçlendirerek çözebilir diye düşünüyorum.

2020’de yaşanan İzmir Depremi kentte asbest tehlikesini nasıl açığa çıkardı?

A.S.A.: İzmir 30 Ekim 2020 tarihinde doğal bir afet ile sarsılmış olup, yaşanan deprem sonrası önce bina enkazları kaldırılmış, sonra orta hasarlı binaların yıkımı başlamıştır. Bu binalara az hasarlı ancak yaşı nedeniyle kentsel dönüşüme giren binalar da eklenmiştir. İzmir’in yapı stoğunun önümüzdeki birkaç yıl içinde yaklaşık dörtte biri yenilenecektir. İşte bu noktada eski binaların yıkılması sırasında “asbest maruziyeti” ortaya çıkacaktır. Yenilenen binaların çoğu 40, 50 yıllık binalar olup, yıkılan binaların yapım yılları 2010 yılı öncesidir.

Çok değil, 20 yıl önce Amerika’da yıkılan İkiz Kuleler örneğinden yola çıkarsak, biliminsanları kulelerin yıkılması ile çevreye yayılan “toksik toz” (toxic dust) dedikleri asbestin, birçok kişide asbeste bağlı kanser mezotelyoma ve akciğer hastalıklarına neden olacağını söylemişlerdi. Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılmasının 20. yılında bölgede yaşanan asbest maruziyeti yapılan araştırmalarla kanıtlanmış, yoğun bina yıkımlarının yapılmasının asbest maruziyetine bağlı hastalıklara neden olduğu gündeme gelmiştir.

Asbest ve kanser… ayrılmaz bir ikilidir. İzmir’de yenilenecek olan binaların yıkım işi plansız, son derece emniyetsiz, kontrolsüz, tehlikeli ve denetimsiz biçimde devam etmektedir. Yıkılacak bina sayısının çok fazla olması nedeniyle ne yazık ki binalar hızla yıkılmaktadır. Yıkım ve söküm işini üstlenen firmalar, çalışanları ve çevre sakinleri için önlem almamaktadır. Bu durumun sonuçları önümüzdeki 20 yıl içinde ortaya çıkacak ve bizlere ağır bir bedel ödetecektir. Deprem afetinden sonra uzun yıllar sürecek kentin yenilenmesi çalışmalarıyla mesleki, toplumsal ve çevresel anlamda bizi ikincil afet beklemektedir.

Şu an İzmir’de asbest konusundaki en büyük sorunlar neler? Depremden sonraki süreçte yapılan hatalar neler? 

A.S.A.: Önce mevzuatımızda asbestin yerine bakalım. 18.03.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre;

Madde 19: Yıkımı yapılacak yapıların içlerindeki geri kazanılabilir malzemelerin öncelikle ayrıştırılması ve geri kazanılması esastır. Bu çerçevede kapı, pencere, dolap, taban ve duvar kaplamaları, döşemeleri ve yalıtım malzemeleri gibi inşaat malzemeleri ile tehlikeli atıklar yıkımı yapılacak yapılardan ayıklanır ve ayrı toplanır.

Madde 22: İnşaat/yıkıntı atıkları içerisinde bulunan asbest, boya, floresan, cıva, asit ve benzeri tehlikeli atıklar diğer atıklardan ayrı olarak toplanır ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine göre bertaraf edilir.

İşte bu iki madde gereği asbest, tehlikeli atıktır ve yıkımı yapılacak binadan ayrıldıktan sonra çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmelidir. Asbestli malzemenin binadan ayrıştırılması konusunda sorumluluk ise yıkım müteahhidinin ve mal sahibinindir. Belediye ise bir binada asbest olup olmadığını tespit etme ve bertaraf sürecini kontrol etme konusunda sorumludur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2004 yılında yayınlanan ve halen yürürlükte olan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkım Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’nin şehirlerde uygulanmasını sağlayan merci Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri’dir. Ankara ve İstanbul’da 2018, İzmir’de 2019 yılı itibarıyla yıkımı yapılacak binalarda asbestli malzeme tespiti yapıldıktan ve binadan asbest, tehlikeli atıklar ayrıştırıldıktan sonra yıkım ruhsatı verilmesi konusunda tüm sorumluluk belediyelere verilmiştir.

Bir binanın yıkımı, ilgili belediyenin bina yıkım ruhsatını vermesinden sonra gerçekleşir. Kat malikleri evlerini tahliye eder; yapıda elektrik, su ve doğalgaz gibi hizmetler sonlandırılır; Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne uygun olarak binada bulunan geri kazanılması mümkün kapı, pencere, dolap, taban ve duvar kaplamaları, döşemeler, yalıtım malzemeleri gibi inşaat malzemeleri ile tehlikeli atıklar yıkımı yapılacak binalardan ayrı ayrı toplanır ve belediye tarafından yıkım ruhsatı verilir.

Binalardan geri kazanılabilir malzemelerin ve tehlikeli atıkların ayrılmasına “Seçici Yıkım” denmektedir. Burada “tehlikeli atık” kavramı içinde asbest, boya, floresan ve benzeri malzemelerden söz edilmiştir. Bu aşamada belediye mal sahibi, müteahhit veya yıkım firmasından yıkılacak binaya dair “Asbest Varlığı Tespit ve Envanter Raporu” getirmesini ister. Rapora göre binada asbestli malzemeye rastlanmışsa malzemenin sökülmesi istenir. Eğer yoksa belediye tarafından yıkım ruhsatı verilir.

İzmir’de yıkılacak bina sayısının fazla olması nedeniyle bina yıkım sürecini hızlandırmak için yapılan uygulamaların asbest maruziyetini artırdığını görüyoruz. Bina yıkım sürecinde karşılaşılan sorunlara ve uygulamalara değinelim:

1- Binalarda asbest tespiti seçici yıkım dediğimiz, geri dönüştürülebilir malzemelerin binadan çıkarılmasından sonra yapılmaktadır. Oysa pencerelerin asbestli çimento ile sıvandığını, bazı duvar kaplamalarında, termal izolasyon, kalorifer, elektrik yalıtımı, çatı kaplamaları gibi yerlerde asbest olabileceğini düşünürsek, geri dönüştürülebilir malzemeler sökülürken asbesti ortaya çıkarmakta ve asbestli malzeme bulunduğu bilinmeden söküldüklerinden asbest ortama yayılmaktadır. Bu arada başka tehlikeler de, örneğin yüksekten düşme, oluşmaktadır (Fotoğraf 2).

2- Binalarda asbest tespiti konusunda hatalar yapılmaktadır. Binada asbest içerebilecek malzemelerden yetkin kişi tarafından birbirinden farklı ve binanın büyüklüğüne göre yeterli sayıda katı-bulk numune alınmalıdır. Binlerce metrekarelik alandan sekiz-on numune alındığını ve numunelerin asbest barındırmayacak malzemelerden seçildiğini görüyoruz. Numune almaya giren uzman, yıkıntılar içinde asbestli malzeme aramak yerine gelişigüzel numune alarak yapıyı terk etmektedir. Korkulukları sökülmüş ve tehlike arz eden bir yapıda uzmanın sağlıklı çalışması da olası değildir. Asbest tespiti için temiz çalışma ortamı gereklidir (Fotoğraf 3 ve 4).

Alınan numuneler, İSGÜM İşçi Sağlığı ve Güvenliği Merkezi Müdürlüğü’nce asbest analizi yapmak için yetkilendirilmiş akredite laboratuvar tarafından dünyaca kabul edilmiş yöntemlerle analiz edilir ve malzeme içinde asbest olup olmadığı raporlanır. Asbestli malzemedeki asbestin cinsi ve miktarı binanın asbest envanterine kaydedilir. Binada asbestli malzeme olması durumunda bina tamamen kapatılarak dışarıya asbest yayılması önlenir, tozumaya karşı çalışanlar ve çevredekiler korunarak “Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik” ve “Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik” uyarınca yıkım öncesi asbestli malzemenin sökümü yapılır. Asbestli malzeme söküm işi oldukça zahmetli, maliyetli ve zaman alan bir iştir. Bu nedenle özellikle yıkım müteahhidi ve mal sahibi binada asbest olsa bile olmadığına dair rapor alarak, yıkım ruhsatı almak için bu raporu belediyeye sunmaktadır. Genellikle de müteahhit tarafından kanserojen olduğu bilinen çatı kaplamaları kırılıp özel önlemler alınmadan sökülmekte, sokaklara ve tenha yerlere atılmaktadır (Fotoğraf 5).

3- İzmir’de binaların yıkımları son sürat, önlem alınmadan, kontrolsüz ve denetimsiz biçimde devam etmektedir. Bu yıkımlar, binalarda asbest varlığının doğru tespit edilmemesinden dolayı çoğunlukla asbest içeren malzemelerle birlikte son derece yanlış yöntemlerle yapılmaktadır. Özellikle deprem sonrası, İzmir’de yıkımı yapılan binalarda kullanılan yıkım yöntemleri çevreye ve insana zarar vermektedir. Teknik olarak mühendislik bilimine aykırı ve tehlikeli atık konusunda da kanun ve yönetmeliklere uygun değildir. Halen devam etmekte olan bu yıkımlar hiçbir kamu merci tarafından denetlenmemektedir (Fotoğraf 6 ve 7: Çatısında asbestli eternit olan eski bir binanın yıkımı).

Bu fotoğaflarda çatısında eternit olan bir binanın, asbest barındırmadığına dair rapor ile belediyeden yıkım ruhsatı alındıktan sonra kontrolsüzce yıkılması görülmektedir. Soluduğumuz havaya milyonlarca asbest lifi karışmaktadır.

4- Yıkım teknikleri nedeniyle ortaya çıkan toz maruziyeti yıkım bittikten sonra yıkım atıkları ve hafriyatın kaldırılması sürecinde de devam etmektedir. Yıkılan binalarda asbestli olduğu bilinen eternit çatı kaplamaları, marley yer kaplamaları ve ziftleri gibi malzemelere rastlanmasına rağmen, asbest olmadığı yönünde rapor alınarak yıkılan binaların hafriyatının kaldırılması sırasında her türlü tehlikeli atık, asbest ve inşaat malzemeleri toz hâlinde havaya karışır. Asbest lifleri mikroskobik boyutta olup, asbestli bir malzemenin kırılmasıyla milyonlarcası açığa çıkar. Asbest lifleri yok olmaz, havada asılı kalarak rüzgârla taşınır ve kolaylıkla solunarak akciğerlere ulaşır. İzmir’de yaşayanlar uzun süre asbeste maruz kalacaktır.

En acil gündemden başlayıp kent politikası ölçeğine kadar yapılması gereken müdahaleler neler?

A.S.A.: En acil ve en etkin önlemleri şöyle sıralayabiliriz;

1- Sorumlulukların anlaşılması, mevzuatın doğru uygulanması: İzmir’de devam eden yıkım çalışmalarında yer alan tüm tarafların sorumluluklarını çok iyi anlaması ve mevzuatı uygulamaktan kaçınmaması gerekmektedir. Burada bulunan taraflardan biri olan müteahhit ve mal sahibi kendilerine maddi yük getirdiği için binanın asbestli olması veya asbestli malzeme içermesi durumunda bunun tespit edilmemesi için çaba sarf etmektedir. Bu durumun karşısında yerel belediyeler vardır. Bazı belediyeler ile yapılan görüşmelerde “İzmir’de asbest çıkmıyor” söylemlerini duyuyoruz. Tabii ki raporlar onu gösteriyor. İzmir’de 2019 yılı itibarıyla yıkımı yapılacak eski binalarda asbest ve tehlikeli atıkların ayrıştırılmasından sonra yıkım ruhsatı verilmesi konusunda tüm sorumluluk yerel belediyelere verilmiştir. Belediyelerimizin bu raporların doğruluğu konusunda kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. İstanbul’da eski bir yapıda asbest olup olmadığı araştırmasını bizzat bünyesinde barındırdığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetiştirilmiş Asbest Söküm Uzmanlarınca sağlayan belediye varken, İzmir’de belediyeler asbest analizi yapan tüm laboratuvarların İstanbul’da olmasına rağmen kendilerine birkaç saat içinde sunulan “Yapıda Asbest Yoktur” şeklindeki raporu kabul ederek yıkım ruhsatı vermektedir. Belediyeler artık bu raporun içeriğini sorgulamalıdırlar. Alınan numunelerin doğru yerden alınması, numune fotoğrafları, numune sayısı gibi detayların yönetmeliklere uygunluğunu kontrol etmelidir. Bu farklı uygulamaların ortadan kalkması için Büyükşehir Belediyelerinin ortak bir çalışma ile tüm ilçe belediyelerini sorumluluk altına sokacak ve mevzuatı tam uygulatacak bir sistem kurmaları gerekmektedir. Tabii ki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri de bu konuyu acil gündemlerine almalıdır.

Her yerde yıkım olduğu düşünülürse hem söküm ve yıkım işinde çalışanlar hem de tüm şehirde yaşayanlar maruziyet altındadır.

2- Yıkım işinde alınan önlemleri artırma: İzmir’de deprem sonrası yıkımların en yoğun olduğu bölge Bayraklı’dır. Bu bölgede her sokakta beş-altı binanın yıkılmakta olduğunu görüyoruz. Diğer ilçelerde yıkılan binalara ise hasarlı binaların yanı sıra kentsel dönüşüme sokulmak üzere yıkılan binalar da eklenmiştir. Her yerde yıkım olduğu düşünülürse hem söküm ve yıkım işinde çalışanlar hem de tüm şehirde yaşayanlar maruziyet altındadır.

Diğer yandan, hem yıkımı yapanların hem de yıkım çevresinde yaşayanların asbest ve toz maruziyetini azaltmak için yıkımı yapacak firma ile birlikte yıkım ruhsatı veren belediye beraber bazı önlemler almak zorundadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Yıkımı yapılacak binanın cadde, sokak üzerinde olması durumunda geçiş sınırlandırılmalıdır.

Bina yakınında okul, hastane gibi yerleşkelerin olması durumunda uyarılar yapılmalıdır.

Tozumanın önlenmesi için binanın alt kısmından değil, yüksekliğine göre yukarıdan aşağıya doğru şekilde sulama yapılması sağlanmalıdır.

Binaya bitişik veya çok yakın başka binalar varsa binalar arasına toz tutan perde gerilmeli, yakın binalarda yaşayanlara yıkım süresince maruz kalacakları toz, asbest gibi tehlikeler hakkında bilgi verilmelidir.

3- Denetim: Mevzuatımıza göre, bir binada asbest ve asbestli malzeme tespitinin yapılması ve asbestli malzemeye rastlanması durumunda bu malzemenin binadan uygun yöntem ile ayrılması gerekmektedir. Asbest söküm işinin yıkım maliyetlerini artırması nedeniyle halen İzmir’de yıkılan binalarda asbest varlığı kabul edilmemekte ve asbestli malzemelerin tespitinin yapılması yerine “Binada asbest yoktur” şeklindeki raporlar ile belediyelerden yıkım ruhsatı alınmaktadır. Sonuç olarak binalar usulüne uygun olarak yıkılmamakta ve asbestli atıklar diğer inşaat atıkları ile birlikte atık alanlarına götürülmektedir. Atık alanlarında da tekrar kullanılmak üzere işlenmektedir. Yıkımı yapılacak binalarda yıkım sürecinin her kademesi denetlenmelidir.

4- Toplumsal bilinçlenme: Afet sonrası kentin yenilenmesi sürecinde bina yıkımlarında çalışanların ve yıkılan binalar nedeniyle şehirlerde yaşayanların asbeste maruz kaldığı gerçeğinden yola çıkarsak, toplum olarak asbestin ne olduğu, asbestin sağlığa ve çevreye olan etkileri konusunda bilgilenmeye ve asbest maruziyetinden korunma konusunda da bilinçlenmeye ihtiyaç duymaktayız. İzmirliler artık asbest konusunda bilinçlenmeye başladı, İzmir’de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden acil önlem almasını bekliyoruz. Asbest artık “sihirli mineral” (magic dust) değil “katil toz”dur (killer dust). Bu konu dikkate alınmazsa ikincil afet kapımızdadır.

DÖN