Bahar Bayhan: Sizi tanıyabilir miyiz?
Süleyman Çelik: Tabii ki. Adım Süleyman Çelik. 17 Kasım 1967 Yıldıztabya doğumluyum. Burada doğdum, burada büyüdüm. Aslen de Gümüşhaneliyim. Ana, baba Gümüşhaneli ama göçmüşler zamanında. Rahmetli babam 1946 senesinde gelmiş buraya, 46 senesinden beri biz buradayız. Aynı yerde ikamet ediyoruz. Yani yaklaşık 76 senedir biz bu topraklarda varız.
İstanbul’da birçok mahalle adaletsiz kentsel dönüşüm süreçlerine karşı mücadele veriyor. GOP özelinde bu mahallelerden ve sürdürdülen mücadelelerden bahsedebilir misiniz?
Ben kısaca Gaziosmanpaşa’nın tarihinden bahsederek başlamak istiyorum. Gaziosmanpaşa, 1950’lerde Bulgaristan’dan, Balkanlardan gelen göçmenlere devlet tarafından verilen evlerle, arsalarla oluşmaya başlamış. Öncesinde Eyüp’e bağlı, ismi Göktepe olan bir yermiş. Yerleşim esasında 1950’den sonra sanayileşmeyle birlikte yoğunlaşmış. O dönemin sanayicileri külfet olarak gördükleri için fabrikalarda çalışan insanlara git kendi lojmanını kendin yap demiş. Dolayısıyla Haliç çevresindeki fabrikalarda çalışan insanlar da gelmişler Gaziosmanpaşa’ya. Çeperlerine, bir kısmı Eyüp, bir kısmı Sütlüce, Beyoğlu, Alibeyköy olmak üzere buralara gecekondularını yapmışlar. Esasında yaptıkları şey gecekondu değil, bildiğimiz lojman. Bununla beraber sanayiciyi, çalıştığı işyerini, devleti taşımacılık servisinden kurtarmış, külfetten kurtarmış.
Gaziosmanpaşa on altı mahalleden oluşuyor. On altı mahallenin on üçünde kentsel dönüşüm uygulaması var. 2013 yılında başladı. Bu bizi biraz şaşkına uğrattı. Dedik ki, durup dururken neden kentsel dönüşüm? Biz de tabii bu işleri bugüne kadar bilmiyorduk. Çevremizde olan bir şeyler vardı. Sulukule’de yaşananlar vardı. İşin açıkçası bu hepimizin suçu. Biz sağır kaldık bu işe biraz. Gaziosmanpaşa’nın Sarıgöl Mahallesi’nde Şen Mahalle dediğimiz bir yer var. Orada gerçekleşti. Onu da fark edemedik. Şimdi bir Sulukule bir Sarıgöl derken iş döndü dolaştı Gaziosmanpaşa’nın on üç mahallesine sirayet etti. Yani yılan artık bizi de sokmaya başladı işin açıkçası. On üç mahalleyi riskli alan ilan ettiler. Biz de anlamadık, dedik ki, neyin riski?
Yıldıztabya özelinde konuşacak olursam, Yıldıztabya’nın bir düz caddesi vardır. Coğrafi yapısı aşağı doğru iner. Hem sağ tarafında hem sol tarafında taş ocakları vardır. Böyle bir zemine sahipken dediler ki, risklisiniz. Ondan sonra zaten mücadeleler başladı. Hiçbir şey de bilmiyoruz. Yani ne kentsel dönüşüme dair bir şey biliyoruz, ne 6306’ya dair bir şey biliyoruz, ne mücadeleye dair bir şey biliyoruz. Çırılçıplak kaldık orta yerde. Geliyoruz akşam, arkadaşlarla oturuyoruz. Ne var ortada? İnanın hiçbir şey yok. Yani bilgi anlamında, mücadele anlamında ne yapabileceğimizi bir türlü ortaya koyamadık. Ama vazgeçmedik de. Araştırmaya devam ettik. Bu sorunları yaşayan insanlarla iletişim kurmaya devam ettik. Bu sorunları yaşayan insanlara destek veren insanlarla iletişim kurmaya başladık. Ama bunlar hep araştırmaların, vazgeçmemenin sonucunda ortaya çıktı.
Anladık ki biz Gaziosmanpaşa olarak kentsel dönüşüm karşısında yalnız değiliz. Türkiye’nin birçok yerinde bu haksız, hukuksuz uygulamalar var. Bu işin teknik bilgisini, hukuki bilgisini bilen insanlarla tanıştık falan derken biz böyle büyüdük. Derken Gaziosmanpaşa’da beş mahalle bir anda kendimizi bir arada bulduk. Yani Gaziosmanpaşa’da Yıldıztabya olarak sadece biz mücadele vermiyormuşuz. Bunun içerisinde Karayolları Mahallesi, Mevlana Mahallesi, Sarıgöl Mahallesi ve Pazariçi Mahallesi var. Bir de Yıldıztabya olmak üzere beş mahalle ortak hareket etmeye başladık. Bu da bizi inanılmaz derecede güçlendirdi. Sonra da adımızı Gaziosmanpaşa Mahalleler Birliği koyduk.
Gaziosmanpaşa ile ilgili riskli alan kararı alındığında uluslararası yapı fuarlarında Gaziosmanpaşa’da yapılması planlanan konutlar –daha ortada hiçbir şey yokken– satışa çıkarıldı. Satışın birinci sloganı: En sağlam zemin.
Mahallelerin mücadelesinde en önemli söylemlerden biri depremin kentsel dönüşüm için bahane edildiğiydi. Bu ne anlama geliyor biraz açabilir misiniz? GOP’ta da durum öyle mi?
İstanbul’un en sağlam zeminlerinden birine sahip Gaziosmanpaşa. Bunu ben söylemiyorum, JICA Raporları söylüyor. 2002 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı ortak bir çalışma yapmışlar. İstanbul’un deprem haritasını çıkarmışlar. İstanbul deprem haritasında Gaziosmanpaşa en sağlam zemine sahip ilçelerden biri. Sarıyer ve Şişli ile beraber en başta geliyor. Dezavantajımız şu: İnsanların ağzının suları akıyor. 2013 Ocak ayında Gaziosmanpaşa ile ilgili riskli alan kararı alındığında uluslararası yapı fuarlarında Gaziosmanpaşa’da yapılması planlanan konutlar –daha ortada hiçbir şey yokken– satışa çıkarıldı.
Satışın birinci sloganı: En sağlam zemin. Dolayısıyla parası olan insanların gerçekten dikkatini çeken bir alan. Bir de şöyle bir konumu var Gaziosmanpaşa’nın: Beş dakikada Eyüp’e iniyorsunuz, Eyüp’ten hemen Haliç’ten 1. Çevre Yolu’na bağlanıyorsunuz. Beş dakikada Alibeyköy’e iniyorsunuz. Alibeyköy’den hemen 2. Çevre Yolu’na bağlanıyorsunuz. Göktürk tarafına gidiyorsunuz, yapımına karşı olduğumuz Kuzey Otoyolu’na bağlanıyorsunuz. Tünellerle Şişli, Taksim, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme’ye ulaşıyorsunuz. Yani eskiden varoş olarak adlandırılan bölge artık kentin merkezi. Ulaşım çok kolay. Oysa bizi sürmek istedikleri Kayabaşı, Kayaşehir gibi yerlerden iki saatte Eminönü’ne gidemezsiniz.
Mevcut kentsel dönüşüm uygulamalarında karşı olduğunuz şey nedir?
Yaptırım, dayatma… 46 senesinden beri biz buraya can katmışız. Burası da bize can katmış. Kaç nesil yetişmiş burada. Dolayısıyla geçmişi, geleceği ve bugünü yok sayamazsın. Benim haberim olmadan benim yaşam alanım üzerinde hak iddia edemezsin.
Şimdi diyoruz ki, risk var mı kardeşim benim yapımda? Risk varsa eğer, güçlendirmesini yaptırırım. Ha yıkmak gerekiyor ise sen benim canımı benden daha mı çok düşünüyorsun? Bırak kardeşim, kendimle ilgili kararı ben kendim vereyim. Riskli alan kararını ortadan kaldır. 6306’nın halk yararına olan kısımlarını ele alalım. Yani halk üzerinde baskı oluşturan maddelerini değil. Ver bana faizsiz krediyi. Yıkarım evimi, yenisini yaparım. O krediyi de taksit taksit sana öderim geri. Bu yok mu 6306’da? Var. Bunu niye uygulamıyorsun? İlle de diyorsun ben yapacağım. Senin derdin benim sağlığımı düşünmek değil ki. Senin derdin burayı pazarlayabildiğin kadar pazarlamak. Beni en ücra köşeye atacaksın. Kendinize de elit bir alan açacaksınız. Böyle bir şey olmaz kardeşim!
6306’nın halk yararına olan maddelerini uygula, biz de seninle ortak hareket edelim. Bakın daha Yıldıztabya’da ve Gaziosmanpaşa’da 2981 sayılı kanundan kaynaklı tapusunu halen alamamış yerler var. Ben de bunun içerisindeyim. 2981 sayılı kanunun geçerliliği 2023’te sona erecek. De ki, ben ıslah imar planlarını yapıyorum. Herkes 2981’e göre tapusunu alacak. Ve takdir bedeli koymadan, emlak rayiç bedeline göre herkesin tapusunu vereceğim. Şu an tapu veriyor ama mesela metrekaresi 10 bin TL. Yani 100 metrekare yeri olana 700 bin-1 milyon TL gibi bir rakam çıkıyor. Bunu kim karşılayabilir? Halbuki takdir komisyonuna gitmese, bu insanlar 5 bin-10 bin TL’ye tapusunun sahibi olacak. Dolayısıyla burada halk adına yapılan hiçbir şey yok.
Bu arada şunu da söyleyeyim, 2981 sayılı kanunun süresi aslında 2015’te bitiyordu, uzatıldı. Bu da Mahalleler Birliği’nin üstün gayretiyle gerçekleşmiş bir şey. Yoksa şu anda 2981’den kaynaklı tüm haklarımız yok olmuş gitmişti. Önümüzde iki yıl gibi bir süre kaldı.
2981’den doğan haklarınız neler, bunu biraz açabilir misiniz?
2981 sayılı İmar Affı Kanunu Turgut Özal’ın çıkardığı bir yasa. Ama baktığınız zaman bu yasa o dönem kaçak yapılan köşkler, fabrikalar için çıkarılmıştı. Bizim gibi gariban halk yine tapusunu alamadı. Gittik, o dönemler, 2000 lira para yatırıyorsun, tapu tahsis belgesi alıyorsun, imar çapı çiziliyor falan. 2981’den doğan hakkımız şu: Devlet tapusu olmayana tapusunu verdi. Kimisine tapu tahsis belgesini verdi. Tapu tahsis belgesini vermesinin amacı ise şuydu: Dedi ki, burada tapulandırma yapılacağı zaman bu hak senindir.
Biz bunu istiyoruz. Hâlâ bunu vermediler. Yani bu hak benim. Yasayla da garanti altına alınmış. Sıkıntı da burada zaten. Şimdi 6306 sayılı yasanın içine ek bir madde koyarak bu kanunun hükmünü yitireceği söylendi. Halbuki nasıl verilmiş hakkı yasayla yok sayarsın! Ver insanların tapusunu, 2981 zaten kendini imha etmiş olacak. İşte vermiyorlar. Verdiklerinde de ayrıca takdir komisyonuna sokuyorlar. Mesela 10 bin TL’lik yeri bana 700 bin-1 milyon TL’ye vermeye çalışıyorlar. Böyle bir durum var.
Aslında bu süreçte her biriniz bir avukat kadar, bir plancı kadar uzmanlığa sahip oldunuz. Bu mücadelenin seyri nasıl gelişti? Neler yapıyorsunuz, nasıl başa çıkıyorsunuz?
En başta çok savruktuk. Bir oraya bir buraya koşuyorduk. Kent dışına da çıktım ben bu sorunu yaşayan insanlarla tanışabilmek için. Mücadelelerini öğrenebilmek adına. O insanlardan bilgi almak, fikir almak, neler yaşadılar o süreçte… Bunların hepsi bize deneyim kattı. Gerçekten çok güzel insanlarla hareket ettik. Özellikle de Mahalleler Birliği bünyesindeki gerek şehir plancısı arkadaşlar gerek hukukçu arkadaşlarımız bize sonsuz ve gönüllülük esasına dayalı inanılmaz destekler verdiler. Bu arada Mahir’imi (Sezer) de rahmetle anayım. Onun da emeği çok. Allah gani gani rahmet eylesin. Yani çok emekleri var üzerlerimizde. Utkan’ın, Özgür’ün, Ceyhan’ın, sizlerin…
Hatta 2016 yılında biz acele kamulaştırma kararına dair dava sürecine girdik. Dilekçelerimiz hazırlandı. Bir de Gaziosmanpaşa’da Belediyenin önünde eylem yaptık. Eylem bittikten sonra da bir televizyon kanalı benimle canlı röportaj yapmak istedi. O kadar hızımı alamadım ki, sürekli televizyonlara çıkan Belediye Başkanı’na dedim ki “Öyle tek başına televizyonlara çıkıp soru-cevap oynama. Yüreğin yetiyorsa benimle canlı röportaja çık.” Yani dediğiniz doğru, her konuda fikrim yok ama bu konuya dair en azından idaredeki insanların tezini çürütecek, masallarını çürütecek bilgiye bir miktar sahibim. Hukuken olsun, planlama açısından olsun biraz bir şeyler öğrendik diyelim.
Şimdi Gaziosmanpaşa’da en son acele kamulaştırma mı sözkonusu?
2013 Ocak ayında riskli alan kararı alındı. Biz bunu o dönem kaçırdık. Hikâyeyi de bilmiyorduk işin açıkçası. 1/5000 planlar askıya çıktığı zaman haberimiz olup Danıştay’da dava açtık riskli alan kararının iptal olması için. Ve bu girişim de Türkiye’de bir ilkti. Çünkü riskli alan kararı Bakanlar Kurulu kararıdır. Bakanlar Kurulu kararına ilan tarihinden itibaren 30 gün içerisinde itiraz edip dava açmak gerekiyor. Biz iki buçuk sene sonra dava açtık. Ve mahkeme de davamızı kabul etti. Sonra davayı gördü, riskli alan kararını lehimize bozdu. Fakat arkasından acele kamulaştırma kararları geldi. Arkasından meclis toplandı. 6306 sayılı yasada değişiklikler yaptılar. İlave ettikleri maddede dediler ki, yüzde 65’i ruhsatsız, projesiz ise orası riskli alandır. İktidar partisinin oy çoğunluğu ile bu yasa geçti. Arkasından yine riskli alan kararı alındı. Bu sefer buna da dava açtık ama kaybettiğimiz yer oldu, kazandığımız yer oldu. Yani işin açıkçası aynı Danıştay’ın içerisinde farklı dairelerden farklı kararlar çıkıyor. Veyahut aynı daireden aynı mevzuya dair farklı kararlar çıkıyor.
Sonrasında Gaziosmanpaşa genelinde 5000 küsur parsele –parsel ölçekli bir de– acele kamulaştırma kararı getirildi. Dava açmayanların canını fena yaktılar. Yerlerini hemen kamulaştırdılar. Bize danışanlara yeniden dava açtırdık. Adamın yeri yıkılmış ama diyorlar ki, dava açabilirsin ama ben yıkımı devam ettireceğim. Böylesi de oldu. Yeri yıkıldı ama sonrasında davayı kazandı. Ortada bir sıkıntı var. 3 tane 1/5000’lik plan çıkardılar 3-5 ay içerisinde. Biz artık neredeyse papatya falı bakmaya başladık 4. plan çıkar mı çıkmaz mı diye. Biz en başından beri dedik ki, bu planlar şehircilik ilke ve esaslarına aykırıdır. İstanbul’un anayasasına, 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planı’na aykırıdır dedik. Sonuçta o planların tamamı Bölge İdare Mahkemesi tarafından reddedildi. İstinaftan da onay geldi ve hepsi bizim lehimize sonuçlandı.
Şu an idarenin eli kolu bağlı, hiçbir şey yapamıyor. Yıktığı yerler var Yıldıztabya’da. Yıllardır devam eden kira ödemeleri var. İdare şu an imalat yapamıyor. Yapmaya çalışıyor, başaramıyor. Yani bir taraftan da kira ödemelerine kör topal devam ediyor. 3 ayda 6 ayda bir birikmiş kira ödemesi yapıyor. Yarım ödüyor, tam ödüyor belli olmuyor. Ama şu bir gerçek, biz bu mücadeleyi yapmasaydık yerlerimiz çoktan elimizden alınırdı. Biz de artık nerelerde hangi koşullarda yaşardık hiç bilmiyorum.
Birileri servetine servet katsın diye birçok insanımızın canı gitti. Birçok insan kederlendi, morali bozuldu, ağlaya ağlaya evini veren oldu.
Çok uzun soluklu ve gerçekten çok emek ettiğiniz, yorucu da bir mücadele. Sizin açınızdan, mahalleliler açısından bu durumun psikolojik etkileri oldu mu?
Kendi açımdan söyleyeyim. 2016 yılında beynimde tümör teşhis edildi. Bir de 2013 yılında ben ağır bir kalp krizi geçirdim. 4 defa kalbim durdu. Elektroşokla geri geldik falan.
Dolayısıyla geçmişten beri stresli bir adamdım. Kafaya çok takan bir insandım. Krizin de etkileri oluştu derken arkasından kisti bulduk. Bugün tümör diyorlar, ameliyat diyorlar. Psikolojimiz altüst oldu mu, oldu. Ama sağlık açısından böyle. Bedel olarak da çok ciddi bedel ödedim. İşimden oldum. Bu mücadele esnasında bazen işi aksatmak zorunda kaldım. Koşullar bunu gerektirdi. İşveren de dedi ki, sen bu şekilde benim işime yaramıyorsun, işten çıkardı. 6 ay işsiz kaldım. Bir taraftan mücadele ediyorsun, sağa sola gidiyorsun, dernek açıyorsun kapatıyorsun. Oranın giderleri var, karşılamaya çalışıyorsun. Bu bedelleri var. Kendi adıma konuşuyorum.
Genel anlamda da şunu söyleyebilirim, gerçekten çok insan hasta oldu. Hastalığı da bir kenara koydum, çok can kaybımız var. Yani birileri servetine servet katsın diye birçok insanımızın canı gitti. Birçok insan kederlendi, morali bozuldu, ağlaya ağlaya evini veren oldu. Bakın biz Ankara’ya gittik Danıştay’a. Yaş ortalamasını söyleyeyim mi ben size? Gidenlerin en genci benim. Yaş ortalamamız 60-65. O soğukta o ayazı yedi insanlar Ankara’da, sırf tırnaklarıyla yaptıkları yaşam alanlarını, evlerini korumak için. Yazık günah değil mi bu insanlara! Bunların içerisinde sağlığını kaybeden var, felç olan var, hayatını kaybeden var. Değiyor mu yani böyle şeylere? İnsanların mülkiyetinden, insanların varından, yoğundan, servetinden ne istiyorsunuz ya! Buralar hepimizin geçmişi, bugünü ve geleceği. Bırakın kardeşim, bizi bize bırakın.
Kentsel dönüşümün daha adil yürütülmesi için neler yapılmalı sizce?
Biraz özeleştiri yapayım. Halkın gerçek anlamda birlik olması lazım. Biz Gaziosmanpaşa’da niye güçlüydük? Beş mahalle ortak hareket ettik, o yüzden güçlüydük. İstanbul’da niye güçlüydük? Altmış mahalle ortak hareket ettik. Türkiye’de niye güçlüydük? Seksen-seksen beş mahalle ortak hareket ettik. Her durumda insanlar bir araya gelmeli. Gelmiyorsa sıkıntı var. Yapılması gereken şey birlik olmak; ilgili, yetkili, gönüllülük esasına dayalı ama samimi ama içten insanlarla bir araya gelmek. Bu sorunu yaşamış insanlarla bir araya gelmek. Karşılıklı hasbihal etmek. Tecrübelerden istifade etmek. Bunlar çok önemli. Mesela her insanın Sulukule’den sürülen insanları gidip ziyaret etmesini öneriyorum. Sarıgöl’den sürülen insanları ziyaret etmesini öneriyorum. Nasıl başladı bu süreç? Nasıl yerlerini kaybettiler? Birlik beraberlik içerisinde olan insanlar her şeyi yapabilir.
Bu arada idare kısmen bizim istediğimiz noktaya geldi, onu da söyleyeyim. Yani ben yaptım, ben yaparsam olur ben yapmazsam olmaz diyen idare plan çıkarmış diyor ki, yan parsellerle en az 400 metrekare inşaat alanı bulursanız yerinizi kendiniz yapabilirsiniz. 800 metrekareyi bulursanız yerinizi kendiniz yaparsınız ve %10 inşaat artışı veririm. 1200 metrekare inşaat alanı bulursanız %15 inşaat artışı veririm. İnşaat artışını da iptal edilen 2006 TEM Yolu Güney Revizyon Nazım İmar Planı’na göre yapıyorlar. Bu tam istediğimiz miydi? Tam istediğimiz bu değildi ama istediğimiz noktanın büyük bir kısmı. İşte bu da bizim mücadele gücümüzden kaynaklı. Geçenlerde Sarıgöl Mahallesi’nde kapılara bir tebligat yapıştırmışlar, “evleri boşaltın, yıkacağız.” 30 gün süre vermişler. Hemen bizim arkadaşlar hukukçu abimizi haberdar ediyorlar. O kapıya asılan tebligatların yasal olarak iki günlük itiraz süresi varmış. Ve hukukçu abilerimiz ve şehir plancısı arkadaşlarımız gece yarılarına ve sabahlara kadar çalışarak dilekçe örneklerini hazırlayıp halka yetiştirdiler. Ve halk ikinci gün yani 48 saat dolmadan belediyenin kapısına gitti, dilekçelerini verdi. O Belediye Başkanı böyle teslim oldu. Bu, insanların ortak hareket etmesinin gücü.