Kolektif Emek

Brezilyalı aktivist/akademisyen Raul Zibechi müşterekleri tanımlayan (ve hatta kuran) ilkenin, paylaşılan bir zenginliğin varlığından veya bu zenginliğin nasıl paylaşıldığından ziyade kolektif emek olduğunu ileri sürer.2 Zibechi der ki, müştereği yaratan, yani aslında yaratıcı olan, ortak bir mülkiyetin varlığı değil, gündelik yaşamda tekrar tekrar üretilen ve olumlanan kolektif emektir. Ve bu kolektif emek egemen biçimler dışına çıkan toplumsal ilişkilerin kurulmasının da aracıdır. 

Açık Radyo’nun müşterekliği ve müşterekleri de buradan başlar. 1995 yılının Kasım ayından beri yayında olan Açık Radyo hem eşit pay sahibi 92 ortağının, hem de “sessiz, derinden ve fakat sürekli üreten”3 gönüllü programcılarının kolektif emeğiyle yürüyor. Yayında olduğu 23 yıl boyunca Açık Radyo’dan toplam 1240 programcı gelip geçmiş. İçinde bulunduğumuz 48. yayın döneminde ise 210 programcı ve 146 program bulunuyor. Ve bu ortaklar ve/veya programcılar, yayınların içeriklerinin hazırlanması ve kendilerinin bizzat oluşturulmasından (yani yayınlanmalarından) Radyo’nun gündelik işleyişindeki detaylara kadar birçok “iş”i ortaklaşa yapıyorlar. Radyo’da bireysel çalışmak diye bir şey pek de mümkün değil. Örneğin her programın üretimi en azından teknik masada birinin bulunmasını ve programın canlı yapılacağı veya kaydedileceği zaman aralığının ve mekansal ayarlamaların koordine edilmesini gerektiriyor. Yani her program aslında kolektif bir emeğin ürünü. Bunların dışında her yayın döneminin planlanması, programcılar, ortaklar ve/veya çalışanlar arasında iletişimin sağlanması, Radyo’nun fiziksel mekanının kullanılabilir ve açık tutulması gibi hemen göze çarpmayan ancak Radyo’nun işlerliği için elzem olan bir dizi faaliyet yine önemli ölçüde ortaklaşmaya ve işbirliğine dayalı. 

Bu ortaklık çok da istisnai değil aslında. Zira her tür üretim süreci —hele bir radyoda olduğu gibi yaratıcı/düşünsel üretim süreçleri— belli bir oranda işbirliğine ve dolayısıyla ortaklaşmaya dayanır. Emeğin yaratıcı kapasitesinin ve asıl değerinin işbirliğinden ileri geldiğini, kapitalist ilişkiler içinde sermayenin temellük ettiği şeyin tam da bu ortaklaşmanın ürünleri olduğunu en azından Marx’tan beri biliyoruz. Ancak Açık Radyo’nun farkı ve dolayısıyla müşterekliği bu kolektif emek sürecinin hem kendisinin hem de sonucunun (yani ortaya çıkardığı ürünün) nasıl örgütlendiğiyle ilgili. Açık Radyo’nun emekçilerini üretmeye ve katkı vermeye yönelten motivasyonun kişisel bir çıkar olmadığını, aksine ortak bir zenginlik üretmek ve paylaşmak olduğunu söylersek herhalde abartmış olmayız. Bunun en somut örneği Radyo’nun programcılarının büyük bir bölümünün gönüllü-amatör olması, yani katkılarını herhangi bir ücret karşılığı olmadan koyuyor olmaları; diğer taraftan programcıların bilgi, kaynak ve birikiminin ancak bir ücret karşılığı ortaya çıkan bireysel maharetler olmasının aksine, herkesle paylaşılacak ve bu yolla artırılacak ortak bir zenginlik olarak görülmesinin Açık Radyo’nun temel şiarı olmasıdır. 

Aslına bakılırsa aldığı farklı somut biçimlerden öte en genel anlamıyla bir yaratma ve dönüştürme kabiliyeti olarak emek, özünde müşterek bir zenginliktir. Çünkü emek dar anlamda bireysel (bireye özgü veya bireye ait) bir kabiliyet olmaktan ziyade, geçmişten beri toplumsal ve kolektif olarak üretilmiş, geliştirilmiş, korunmuş ve aktarılmış bilgi ve yeteneklere dayanan bir kapasitedir. Yani emek gücümüz aslında toplumsal ve ortak bir faaliyetin ürünüdür ve bu ürün hepimizce paylaşılır. Ancak, kapitalizm içinde edindiği meta biçimi emeğin bu kolektif ve toplumsal karakterine ters düşer. Buradan hareketle örneğin Hilary Wainwright ve Tom Walker gibi düşünürler insanın yaratıcı gücüne müşterekler perspektifinden bakmayı önerir. Buna göre emek bireyler arasında bölünmüş bir meta olarak değil, ancak kolektif olarak paylaşılan bir zenginlik biçimini aldığında —yani müşterekleştirildiğinde— en etkin biçimde işlevselleşir, değerlendirilebilir ve korunabilir.4

Buradan bakıldığında Açık Radyo, emeği, yani en yalın deyimle insanın yaratıcı gücünü, herhangi bir üretim girdisi, bir meta olarak değil, ortak bir değer —bir müşterek— olarak anlıyor ve eyliyor demek sanırız yanlış olmaz. Elbette bunun tam anlamıyla bir metasızlaştırmaya (dekomodifikasyon) denk geldiğini söylemek iddialı olur. Fakat yine de Açık Radyo’da emeğin nasıl algılandığının, nasıl pratik edildiğinin ve nasıl değerlendirildiğinin meta biçiminden epey farklı olduğu da aşikâr. Zira emeğin meta biçimini alması5 sadece piyasada fiyat karşılığı değiş tokuş edilen bir mal olması anlamına gelmez. 

Aynı zamanda emeğin bir kaynak olarak piyasa mantığı ile yönetilmesi, nasıl kullanılacağı ve değerinin ne olacağı gibi kararların piyasa güçlerine bırakılması demektir—ki yine Polanyi’ye göre yıkıcı olan aslında budur. Yani emeğin karşılığı olan ücretin temel insani ve toplumsal ihtiyaçları göz önünde tutarak değil, piyasa dengesine göre belirlenmesi; istihdam seviyesinin piyasadaki arz ve talebe bırakılması ve örneğin talep azaldığında herhangi bir başka kaynak gibi emekçilerin de boşa çıkarılması gibi. 

İşte bu açıdan Açık Radyo’nun müşterekleri, emeği müşterekleştirmekten başlar. Radyo’da harekete geçirilen, harmanlanan, ortaklaştırılan düşünsel yaratıcı emek bir yandan paylaşılır, birikir, bu yolla artar—müşterekleştirilir. Öte yandan emek, harcanan, tüketilen ve/veya ihtiyaç kalmadığında atılacak ve değeri piyasa tarafından belirlenecek bir meta olarak değil, korunması, yeniden üretilmesi ve artırılması öncelik olarak görülen bir ortak zenginlik olarak algılanır—müşterek olarak kurulur. 

Müşterek Zenginlik

Açık Radyo’nun müşterekliğinin/müştereklerinin ikinci boyutu, bahsettiğimiz kolektif emek sürecinin ne ürettiğine dair. Açık Radyo en dar anlamıyla, malum, program üretiyor ki içinde bulunduğumuz 48. yayın döneminde Radyo’da haftada veya 15 günde bir yapılan (farklı uzunluklarda) program sayısı 146. Bu programlara erişim bir fiyat karşılığında değil, erişim bildiğimiz anlamda bir mülkiyet ilişkisi de ifade etmiyor. Yani Açık Radyo’nun ürettiği zenginlik herkesçe paylaşılabilecek bir zenginlik biçiminde. Bu açıdan birçok kamu radyosu veya internetten yayın yapan radyo gibi Açık Radyo da bir müşterek üretiyor.     

Fakat Açık Radyo’nun ürettiği müşterek, bu kavramın genellikle çağrıştırdığı örneklerden farklı. Müşterekler deyince birçoğumuzun aklına bir tür kıtlık sorunu gelir, ki bunda Garrett Hardin’in meşum trajedisinin rolü herhalde yadsınamaz.6 Hardin’in hikâyesinin ana fikri oldukça (hatta korkutucu derecede) bilindik: Ortak bir kaynağın kullanımı her daim aşırı kullanım ve tükenme tehlikesi taşır, çünkü her bir kullanıcı sadece kendi çıkarını gözeterek hareket eder, kaynağın uzun vadede sürdürülebilirliğini veya diğer kullanıcıların dirliğini dikkate almaz. Her bir kullanıcı için rasyonel olan davranış, kaynaktan olabildiğince çok faydalanmaktır. Bu da, nihayetinde, müştereğin aşırı kullanımına ve tükenmesine yol açar.  

Ancak Açık Radyo’daki gibi düşünsel üretim, yaratıcılık ve bilgiye dayalı müşterekler bu tür bir kıtlıkla malûl değildir, aşırı kullanım nedeniyle yok olma tehlikesinin tam tersine, onları asıl zenginleştiren dolaşıma girmeleri ve yaygın kullanımlarıdır. Bu dolaşım ve kullanım hem üretilen bilgi/eser/zenginlikten olabildiğince çok yararlanabilmeyi sağlar, hem de bu bilgi/eser/zenginliği çoğaltır. Zira düşünsel/yaratıcı (gayri-maddi) üretimi farklı kılan, tam da toplumsal etkileşim ve ilişkilerden beslenmesidir. Yani bilgi ve yaratıcılığın yeniden üretilmesini, sürdürülmesini, zenginleşmesini sağlayan kullanımlarını kısıtlamak değil, tam tersine, kullanımlarını herkese açmak, herkesçe kullanıldıkça ortaya çıkan etkileşim ve yaratıcılığı yine bu müştereğe aktarmaktır. Açık Radyo’da yapılan bir program, dolaşıma sokulan bir fikir, dinleyicilere ulaşan bir tartışma bir başka fikri, tartışmayı ve yaratıcı süreci tetikler; Radyo’daki üretimle etkileşime girerek hem Radyo’daki üretime eklenir, başka bir hayat bulur, hem de müşterekleşir ve tekrar paylaşılır.

Müşterekleşme Zemini

İşte bu yüzden Açık Radyo’nun iştirakçileri hem dinleyicileri hem kurucu-programcı-emekçileridir. Radyo ortak emekle ortak bir zenginlik üretirken dinleyiciye “bir şey” (bir ürün, hizmet, tüketilecek verili bir malzeme) vermektense onları bu ortaklığa çağırır. Radyo’nun 1995 tarihli Manifesto’suna kulak verecek olursak: 

Size bir şey vermek istemiyoruz, mümkünse sizden bir şeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ortak projemizdir.

Özel değil, özgür,

Tüm çıkar gruplarından bağımsız,

Ortak çabamızın ürünü…7

Açık Radyo’nun üretimi kimilerimizin program yaparak, bilgi/deneyimi aktararak, teknik işleyişi sağlayarak, gündelik idareyi yürüterek —bir yandan da Radyo’nun fiziksel mekânını ve içindeki ilişkileri yeniden üreterek— ortaya çıkardığı bir zenginlik. Ama bu zenginlik ancak paylaşıldığı ölçüde gerçekten var olabiliyor: Açık Radyo’nun ürettikleri ancak “tüketildiğinde” anlamlı. Yani dinleyicilerine ulaştığında, onlar tarafından paylaşıldığında ve kâinatta dağıldığında. Bu açıdan Açık Radyo başından beri ve tanımı gereği aslında tam anlamıyla bir müşterekleşme zemini; programcılarla dinleyicilerin, yani sözümona üreticilerle tüketicilerin ortaklaştıkları bir alan. Çalışanları, ortakları ve programcılarının olduğu kadar dinleyicilerinin de ürettiği; üretimi kadar tüketiminin, içine konanlar kadar içinden alınanlarla artan ve katlanan bir müşterek. İşte bu yüzden —ve birçok başka örnekten farklı olarak— Açık Radyo’nun müşterekleri kullanıldıkça azalan değil artan bir ortak zenginliğe işaret eder.  

Bu ortak üretimin belki de en somut haline bir örnek Açık Radyo’nun kalbini oluşturan dinleyici destek modeli. “Açık Radyo Dinleyicisini arıyor!” şiarı ile başlayan ve 15 yıldır güçlenerek süren bu model dinleyicilerin programlara kişisel sponsorluğuna dayanıyor. Yani dinleyiciler seçtikleri programın istedikleri bir saatine (veya birden fazla programa, ya da aynı programın birden fazla saatine) maddi destek vererek sponsor oluyorlar. Seçilen program yayınlandığında destekçisinin adı da programın başında ve sonunda anılıyor. Böylece Açık Radyo emekçilerinin kolektif çabasını dinleyicilerin katkısıyla tamamlamak mümkün oluyor. Dinleyici destek modeli dinleyicilerin sadece finansal katkısını değil, fikri katılımlarını da harekete geçiriyor. Ömer Madra’dan ödünçle “bu modelin bağımsızlığı beslediğini, siyasi söylemi demokratlaştırdığını, dinleyiciyi işin içine kattığını ve yayıncıyı dinleyiciye hesap verir hâle getirdiğini” söyleyebiliriz.8 Aslında dinleyici destek modelinin somutlaştırdığı karşılaşma, dinleyici (tüketici)-radyocu (üretici) ikiliğini aşmanın bir yolu. Bu yolla dinleyiciler Açık Radyo’nun paydaşları, aktif özneleri, “iştirakçileri” hâline geliyor. 

Somutlaşan Karşılaşmalar

Açık Radyo’nun müşterekliğinin son katmanı kentin içinde ve dışında süren müşterekler mücadeleleri ve müşterekleştirme pratikleriyle ilişkisinde. Radyo, hayatına başladığından beri hem müşterekleri savunan mücadelelere ses oldu, hem de farklı müşterekleştirme pratiklerinin paylaşıldığı bir mecra. Parklar, sahiller, zeytinlikler, mahalleler ve aslında kentin tümünün, suyun ve su hakkının, biyolojik genetik mirasın ve tohumların, toplumsal bilgi ve kültür dağarcığının çitlenmesine karşı geçmiş ve güncel sayısız mücadele Açık Radyo’da paylaşıldı ve paylaşılıyor. Sadece direnişlerin değil, hem Türkiye hem de dünya genelinde ortaklaşa üretim, paylaşım ve müşterekleştirme örnekleri de Radyo’da ses buluyor. Bu sayede müşterekler mücadelesinin bir nebze de olsa bilgisi de müşterekleştiriliyor. Ses, nefes ve feyz olmak için. 


1- Açık Radyo Manifestosu: http://acikradyo.com.tr/acik-radyo-manifestosu

2- Zibechi, R. (2018) “People in Defense of Life and Territory: Counter-power and self-defence in Latin America”, Transnational Institute, http://longreads.tni.org/state-of-power-2018/people-defence-life-territory/

3- Madra, Ö. (2015) “Bir Müşterek olarak 94.9 Açık Radyo”, Paylaştığımız Herşey içinde, haz. J.Walljasper, İstanbul: Metis Yayınevi, s.271-272.

4- Wainwright, H. (2014), “Notes for a Political Economy of Creativity and Solidarity.” The Solidarity Economy Alternative: Emerging Theory and Practice, haz. Vishwas Satgar, Pietermaritzburg: University of KwaZulu-Natal Press, s.74-79; Walker, T. (2013), “Labour as a Common-pool Resource.” Social Network Unionism, 

5- Polanyi, K. (2007), Büyük Dönüşüm; Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri, çev. A.Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları

6- Hardin, G.(2017) “Müştereklerin Trajedisi”, Herkesin Herkes İçin; Müşterekler Üzerine Eleştirel Bir Antoloji, haz. B. Akbulut, F. Adaman, U. Kocagöz, İstanbul: Metis Yayıncılık, s.25-43.

7- Açık Radyo Manifestosu: http://acikradyo.com.tr/acik-radyo-manifestosu

8- Madra, Ö. (2015) A.g.y.

Kolektif Emek

Brezilyalı aktivist/akademisyen Raul Zibechi müşterekleri tanımlayan (ve hatta kuran) ilkenin, paylaşılan bir zenginliğin varlığından veya bu zenginliğin nasıl paylaşıldığından ziyade kolektif emek olduğunu ileri sürer.2 Zibechi der ki, müştereği yaratan, yani aslında yaratıcı olan, ortak bir mülkiyetin varlığı değil, gündelik yaşamda tekrar tekrar üretilen ve olumlanan kolektif emektir. Ve bu kolektif emek egemen biçimler dışına çıkan toplumsal ilişkilerin kurulmasının da aracıdır. 

Açık Radyo’nun müşterekliği ve müşterekleri de buradan başlar. 1995 yılının Kasım ayından beri yayında olan Açık Radyo hem eşit pay sahibi 92 ortağının, hem de “sessiz, derinden ve fakat sürekli üreten”3 gönüllü programcılarının kolektif emeğiyle yürüyor. Yayında olduğu 23 yıl boyunca Açık Radyo’dan toplam 1240 programcı gelip geçmiş. İçinde bulunduğumuz 48. yayın döneminde ise 210 programcı ve 146 program bulunuyor. Ve bu ortaklar ve/veya programcılar, yayınların içeriklerinin hazırlanması ve kendilerinin bizzat oluşturulmasından (yani yayınlanmalarından) Radyo’nun gündelik işleyişindeki detaylara kadar birçok “iş”i ortaklaşa yapıyorlar. Radyo’da bireysel çalışmak diye bir şey pek de mümkün değil. Örneğin her programın üretimi en azından teknik masada birinin bulunmasını ve programın canlı yapılacağı veya kaydedileceği zaman aralığının ve mekansal ayarlamaların koordine edilmesini gerektiriyor. Yani her program aslında kolektif bir emeğin ürünü. Bunların dışında her yayın döneminin planlanması, programcılar, ortaklar ve/veya çalışanlar arasında iletişimin sağlanması, Radyo’nun fiziksel mekanının kullanılabilir ve açık tutulması gibi hemen göze çarpmayan ancak Radyo’nun işlerliği için elzem olan bir dizi faaliyet yine önemli ölçüde ortaklaşmaya ve işbirliğine dayalı. 

Bu ortaklık çok da istisnai değil aslında. Zira her tür üretim süreci —hele bir radyoda olduğu gibi yaratıcı/düşünsel üretim süreçleri— belli bir oranda işbirliğine ve dolayısıyla ortaklaşmaya dayanır. Emeğin yaratıcı kapasitesinin ve asıl değerinin işbirliğinden ileri geldiğini, kapitalist ilişkiler içinde sermayenin temellük ettiği şeyin tam da bu ortaklaşmanın ürünleri olduğunu en azından Marx’tan beri biliyoruz. Ancak Açık Radyo’nun farkı ve dolayısıyla müşterekliği bu kolektif emek sürecinin hem kendisinin hem de sonucunun (yani ortaya çıkardığı ürünün) nasıl örgütlendiğiyle ilgili. Açık Radyo’nun emekçilerini üretmeye ve katkı vermeye yönelten motivasyonun kişisel bir çıkar olmadığını, aksine ortak bir zenginlik üretmek ve paylaşmak olduğunu söylersek herhalde abartmış olmayız. Bunun en somut örneği Radyo’nun programcılarının büyük bir bölümünün gönüllü-amatör olması, yani katkılarını herhangi bir ücret karşılığı olmadan koyuyor olmaları; diğer taraftan programcıların bilgi, kaynak ve birikiminin ancak bir ücret karşılığı ortaya çıkan bireysel maharetler olmasının aksine, herkesle paylaşılacak ve bu yolla artırılacak ortak bir zenginlik olarak görülmesinin Açık Radyo’nun temel şiarı olmasıdır. 

Aslına bakılırsa aldığı farklı somut biçimlerden öte en genel anlamıyla bir yaratma ve dönüştürme kabiliyeti olarak emek, özünde müşterek bir zenginliktir. Çünkü emek dar anlamda bireysel (bireye özgü veya bireye ait) bir kabiliyet olmaktan ziyade, geçmişten beri toplumsal ve kolektif olarak üretilmiş, geliştirilmiş, korunmuş ve aktarılmış bilgi ve yeteneklere dayanan bir kapasitedir. Yani emek gücümüz aslında toplumsal ve ortak bir faaliyetin ürünüdür ve bu ürün hepimizce paylaşılır. Ancak, kapitalizm içinde edindiği meta biçimi emeğin bu kolektif ve toplumsal karakterine ters düşer. Buradan hareketle örneğin Hilary Wainwright ve Tom Walker gibi düşünürler insanın yaratıcı gücüne müşterekler perspektifinden bakmayı önerir. Buna göre emek bireyler arasında bölünmüş bir meta olarak değil, ancak kolektif olarak paylaşılan bir zenginlik biçimini aldığında —yani müşterekleştirildiğinde— en etkin biçimde işlevselleşir, değerlendirilebilir ve korunabilir.4

Buradan bakıldığında Açık Radyo, emeği, yani en yalın deyimle insanın yaratıcı gücünü, herhangi bir üretim girdisi, bir meta olarak değil, ortak bir değer —bir müşterek— olarak anlıyor ve eyliyor demek sanırız yanlış olmaz. Elbette bunun tam anlamıyla bir metasızlaştırmaya (dekomodifikasyon) denk geldiğini söylemek iddialı olur. Fakat yine de Açık Radyo’da emeğin nasıl algılandığının, nasıl pratik edildiğinin ve nasıl değerlendirildiğinin meta biçiminden epey farklı olduğu da aşikâr. Zira emeğin meta biçimini alması5 sadece piyasada fiyat karşılığı değiş tokuş edilen bir mal olması anlamına gelmez. 

Aynı zamanda emeğin bir kaynak olarak piyasa mantığı ile yönetilmesi, nasıl kullanılacağı ve değerinin ne olacağı gibi kararların piyasa güçlerine bırakılması demektir—ki yine Polanyi’ye göre yıkıcı olan aslında budur. Yani emeğin karşılığı olan ücretin temel insani ve toplumsal ihtiyaçları göz önünde tutarak değil, piyasa dengesine göre belirlenmesi; istihdam seviyesinin piyasadaki arz ve talebe bırakılması ve örneğin talep azaldığında herhangi bir başka kaynak gibi emekçilerin de boşa çıkarılması gibi. 

İşte bu açıdan Açık Radyo’nun müşterekleri, emeği müşterekleştirmekten başlar. Radyo’da harekete geçirilen, harmanlanan, ortaklaştırılan düşünsel yaratıcı emek bir yandan paylaşılır, birikir, bu yolla artar—müşterekleştirilir. Öte yandan emek, harcanan, tüketilen ve/veya ihtiyaç kalmadığında atılacak ve değeri piyasa tarafından belirlenecek bir meta olarak değil, korunması, yeniden üretilmesi ve artırılması öncelik olarak görülen bir ortak zenginlik olarak algılanır—müşterek olarak kurulur. 

Müşterek Zenginlik

Açık Radyo’nun müşterekliğinin/müştereklerinin ikinci boyutu, bahsettiğimiz kolektif emek sürecinin ne ürettiğine dair. Açık Radyo en dar anlamıyla, malum, program üretiyor ki içinde bulunduğumuz 48. yayın döneminde Radyo’da haftada veya 15 günde bir yapılan (farklı uzunluklarda) program sayısı 146. Bu programlara erişim bir fiyat karşılığında değil, erişim bildiğimiz anlamda bir mülkiyet ilişkisi de ifade etmiyor. Yani Açık Radyo’nun ürettiği zenginlik herkesçe paylaşılabilecek bir zenginlik biçiminde. Bu açıdan birçok kamu radyosu veya internetten yayın yapan radyo gibi Açık Radyo da bir müşterek üretiyor.     

Fakat Açık Radyo’nun ürettiği müşterek, bu kavramın genellikle çağrıştırdığı örneklerden farklı. Müşterekler deyince birçoğumuzun aklına bir tür kıtlık sorunu gelir, ki bunda Garrett Hardin’in meşum trajedisinin rolü herhalde yadsınamaz.6 Hardin’in hikâyesinin ana fikri oldukça (hatta korkutucu derecede) bilindik: Ortak bir kaynağın kullanımı her daim aşırı kullanım ve tükenme tehlikesi taşır, çünkü her bir kullanıcı sadece kendi çıkarını gözeterek hareket eder, kaynağın uzun vadede sürdürülebilirliğini veya diğer kullanıcıların dirliğini dikkate almaz. Her bir kullanıcı için rasyonel olan davranış, kaynaktan olabildiğince çok faydalanmaktır. Bu da, nihayetinde, müştereğin aşırı kullanımına ve tükenmesine yol açar.  

Ancak Açık Radyo’daki gibi düşünsel üretim, yaratıcılık ve bilgiye dayalı müşterekler bu tür bir kıtlıkla malûl değildir, aşırı kullanım nedeniyle yok olma tehlikesinin tam tersine, onları asıl zenginleştiren dolaşıma girmeleri ve yaygın kullanımlarıdır. Bu dolaşım ve kullanım hem üretilen bilgi/eser/zenginlikten olabildiğince çok yararlanabilmeyi sağlar, hem de bu bilgi/eser/zenginliği çoğaltır. Zira düşünsel/yaratıcı (gayri-maddi) üretimi farklı kılan, tam da toplumsal etkileşim ve ilişkilerden beslenmesidir. Yani bilgi ve yaratıcılığın yeniden üretilmesini, sürdürülmesini, zenginleşmesini sağlayan kullanımlarını kısıtlamak değil, tam tersine, kullanımlarını herkese açmak, herkesçe kullanıldıkça ortaya çıkan etkileşim ve yaratıcılığı yine bu müştereğe aktarmaktır. Açık Radyo’da yapılan bir program, dolaşıma sokulan bir fikir, dinleyicilere ulaşan bir tartışma bir başka fikri, tartışmayı ve yaratıcı süreci tetikler; Radyo’daki üretimle etkileşime girerek hem Radyo’daki üretime eklenir, başka bir hayat bulur, hem de müşterekleşir ve tekrar paylaşılır.

Müşterekleşme Zemini

İşte bu yüzden Açık Radyo’nun iştirakçileri hem dinleyicileri hem kurucu-programcı-emekçileridir. Radyo ortak emekle ortak bir zenginlik üretirken dinleyiciye “bir şey” (bir ürün, hizmet, tüketilecek verili bir malzeme) vermektense onları bu ortaklığa çağırır. Radyo’nun 1995 tarihli Manifesto’suna kulak verecek olursak: 

Size bir şey vermek istemiyoruz, mümkünse sizden bir şeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ortak projemizdir.

Özel değil, özgür,

Tüm çıkar gruplarından bağımsız,

Ortak çabamızın ürünü…7

Açık Radyo’nun üretimi kimilerimizin program yaparak, bilgi/deneyimi aktararak, teknik işleyişi sağlayarak, gündelik idareyi yürüterek —bir yandan da Radyo’nun fiziksel mekânını ve içindeki ilişkileri yeniden üreterek— ortaya çıkardığı bir zenginlik. Ama bu zenginlik ancak paylaşıldığı ölçüde gerçekten var olabiliyor: Açık Radyo’nun ürettikleri ancak “tüketildiğinde” anlamlı. Yani dinleyicilerine ulaştığında, onlar tarafından paylaşıldığında ve kâinatta dağıldığında. Bu açıdan Açık Radyo başından beri ve tanımı gereği aslında tam anlamıyla bir müşterekleşme zemini; programcılarla dinleyicilerin, yani sözümona üreticilerle tüketicilerin ortaklaştıkları bir alan. Çalışanları, ortakları ve programcılarının olduğu kadar dinleyicilerinin de ürettiği; üretimi kadar tüketiminin, içine konanlar kadar içinden alınanlarla artan ve katlanan bir müşterek. İşte bu yüzden —ve birçok başka örnekten farklı olarak— Açık Radyo’nun müşterekleri kullanıldıkça azalan değil artan bir ortak zenginliğe işaret eder.  

Bu ortak üretimin belki de en somut haline bir örnek Açık Radyo’nun kalbini oluşturan dinleyici destek modeli. “Açık Radyo Dinleyicisini arıyor!” şiarı ile başlayan ve 15 yıldır güçlenerek süren bu model dinleyicilerin programlara kişisel sponsorluğuna dayanıyor. Yani dinleyiciler seçtikleri programın istedikleri bir saatine (veya birden fazla programa, ya da aynı programın birden fazla saatine) maddi destek vererek sponsor oluyorlar. Seçilen program yayınlandığında destekçisinin adı da programın başında ve sonunda anılıyor. Böylece Açık Radyo emekçilerinin kolektif çabasını dinleyicilerin katkısıyla tamamlamak mümkün oluyor. Dinleyici destek modeli dinleyicilerin sadece finansal katkısını değil, fikri katılımlarını da harekete geçiriyor. Ömer Madra’dan ödünçle “bu modelin bağımsızlığı beslediğini, siyasi söylemi demokratlaştırdığını, dinleyiciyi işin içine kattığını ve yayıncıyı dinleyiciye hesap verir hâle getirdiğini” söyleyebiliriz.8 Aslında dinleyici destek modelinin somutlaştırdığı karşılaşma, dinleyici (tüketici)-radyocu (üretici) ikiliğini aşmanın bir yolu. Bu yolla dinleyiciler Açık Radyo’nun paydaşları, aktif özneleri, “iştirakçileri” hâline geliyor. 

Somutlaşan Karşılaşmalar

Açık Radyo’nun müşterekliğinin son katmanı kentin içinde ve dışında süren müşterekler mücadeleleri ve müşterekleştirme pratikleriyle ilişkisinde. Radyo, hayatına başladığından beri hem müşterekleri savunan mücadelelere ses oldu, hem de farklı müşterekleştirme pratiklerinin paylaşıldığı bir mecra. Parklar, sahiller, zeytinlikler, mahalleler ve aslında kentin tümünün, suyun ve su hakkının, biyolojik genetik mirasın ve tohumların, toplumsal bilgi ve kültür dağarcığının çitlenmesine karşı geçmiş ve güncel sayısız mücadele Açık Radyo’da paylaşıldı ve paylaşılıyor. Sadece direnişlerin değil, hem Türkiye hem de dünya genelinde ortaklaşa üretim, paylaşım ve müşterekleştirme örnekleri de Radyo’da ses buluyor. Bu sayede müşterekler mücadelesinin bir nebze de olsa bilgisi de müşterekleştiriliyor. Ses, nefes ve feyz olmak için. 


1- Açık Radyo Manifestosu: http://acikradyo.com.tr/acik-radyo-manifestosu

2- Zibechi, R. (2018) “People in Defense of Life and Territory: Counter-power and self-defence in Latin America”, Transnational Institute, http://longreads.tni.org/state-of-power-2018/people-defence-life-territory/

3- Madra, Ö. (2015) “Bir Müşterek olarak 94.9 Açık Radyo”, Paylaştığımız Herşey içinde, haz. J.Walljasper, İstanbul: Metis Yayınevi, s.271-272.

4- Wainwright, H. (2014), “Notes for a Political Economy of Creativity and Solidarity.” The Solidarity Economy Alternative: Emerging Theory and Practice, haz. Vishwas Satgar, Pietermaritzburg: University of KwaZulu-Natal Press, s.74-79; Walker, T. (2013), “Labour as a Common-pool Resource.” Social Network Unionism, 

5- Polanyi, K. (2007), Büyük Dönüşüm; Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri, çev. A.Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları

6- Hardin, G.(2017) “Müştereklerin Trajedisi”, Herkesin Herkes İçin; Müşterekler Üzerine Eleştirel Bir Antoloji, haz. B. Akbulut, F. Adaman, U. Kocagöz, İstanbul: Metis Yayıncılık, s.25-43.

7- Açık Radyo Manifestosu: http://acikradyo.com.tr/acik-radyo-manifestosu

8- Madra, Ö. (2015) A.g.y.

DÖN