Sena Nur Gölcük: MAG’ın kuruluşundan ve işleyişinden bahseder misiniz? Neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?
Hüseyin Karadayı: Mahalle Afet Gönüllüleri (MAG) 17 Ağustos Depremi sonrasında kuruldu. 17 Ağustos Depremi Türkiye’nin yaşadığı en büyük kent depremi olarak tarihe geçti. Türkiye’de afet sistemi önceden arama kurtarma odaklı yürüyordu. Temeli şuydu: Bir bölgede bir deprem gerçekleşirse arama kurtarma ekipleri o bölgeye yetişecek ve insanları kurtaracak. 17 Ağustos’ta böyle bir şeyin başarılı olmadığı ve bunun doğru olmadığı da görüldü. O tarihten sonra toplumun afetlere önceden hazırlanması ve buna yönelik çalışmalar yapılması gerektiği, afet olduğunda ilk müdahalenin yerel güçler tarafından yani afetin olduğu bölgede yaşayan insanlar ya da kamu tarafından yapılabileceği görüldü.
Bunun üzerine 2000 yılında Mahalle Afet Gönüllüleri ekibi kuruldu. Temeli de toplumda afet bilincinin artırılması, afet öncesi –risk yönetimi dediğimiz– insanlara kendi yaşadıkları alanlardaki tehlike kavramı öğretilerek bu tehlikelerin en aza indirilmesi ya da var olan doğal tehlikelerin zararlarının uzaklaştırılmasına dayalıydı. Ve bu yüzden çalışmanın yerel olması gerektiğini, toplum içinden organize edilmesi ve bir gönüllü yapılanması olması fikri daha ağır bastı.
Bunun üzerine mahallede yaşayan insanlardan oluşan bir ekip kurulması gündeme gelmişti. Bu ekibin komşularına afet bilincini aktarması ve öncelikle zarar azaltma yani afet öncesi riskleri yönetmeyi, tehlike kavramını öğretmesi ve afet gerçekleştiğinde o mahallede yaşayanlarla birlikte organize olarak ilk 72 saatin çok hızlı ve doğru bir şekilde kullanılması, kayıp sayılarının en aza indirilmesi ve yaralanan insanların yaşama daha hızlı tutunması için çalışmaların gerçekleştirilmesi hedeflendi.
Bu çalışma 2000 yılında Kocaeli’de başladı. Daha sonra diğer illere de yayıldı. 2004 yılı itibarıyla da İstanbul’da yaygınlaşmaya başladı. Şu anda İstanbul’da 103 mahallede 24 ilçede MAG örgütlenmesi var. MAG’ın kuruluşu, dönemin Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün protokolüyle gerçekleştirildi. Çünkü muhtarların da çalışmanın içinde olması önem arz ediyordu. 2008 yılında AFAD’ın kurulması ile birlikte AFAD’ın tanıdığı ve destek verdiği bir çalışma olarak devam ediyor. MAG aynı zamanda yerel bir örgütlenme olduğu için kaymakamlık, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ile bir protokol gerçekleştirerek onlarla birlikte bir çalışma yürütüyor. Bu önemli çünkü afette başarılı olmanın yolu bütünleşik afet yönetiminden geçiyor. Afette en önemli unsurlardan bir tanesi, yönetimin afet olmadan önce kurulması, afet olduğunda da hem müdahalenin, hem kriz yönetiminin, hem iyileştirme döneminin bütünleşik bir şekilde yapılmasıdır. Bütünleşik; afette görev alan tüm aktörlerin, yani arama kurtarmasından tutun diğer işlemlere kadar, hayatını kaybedenlerin defin işlemlerine, bölgeye ekmek, çorba getirecek bütün grupların bir arada ve birlikte bir koordinasyon içinde çalışmasını ifade ediyor.
Eğer biz 72 saat içinde müdahale edemiyorsak ve insanların zarar görme oranları gittikçe artıyorsa o zaman bunun tanımı afet oluyor.
Deprem öncesinde MAG nasıl çalışmalar yürütüyor? Gönüllü ağını nasıl genişletiyorsunuz?
Biz afet öncesi neyi gerçekleştiriyorsak afet sonrasında onun etkilerini yaşayacağız. Yani afetin sonuçlarına yönelik bilgimiz ve hazırlığımız yoksa bu bizim zarar görme olasılığımızı o oranda artıracak. Ama afet konusunda bilgi, beceri ve donanıma sahipsek o zaman zarar oranımız azalacaktır. Aslında temel olan şey, bir doğa olayının etkilerinin insana vereceği zararı en aza indirmek. Çünkü kaynakların yetersiz kaldığı ve müdahale edilemeyen durumlara afet diyoruz. Yani 7.5 büyüklüğünde deprem dahi olsa biz bunu müdahale edilebilir bir duruma getirdiğimiz zaman ancak başarılı olabileceğiz. Ama eğer biz 72 saat içinde müdahale edemiyorsak ve insanların zarar görme oranları gittikçe artıyorsa o zaman bunun tanımı afet oluyor. Bizim yaptığımız şey, mahallelerde Mahalle Afet Gönüllülüğü eğitimi vererek bir organizasyon oluşturmak, MAG ekiplerini kurmak. Ekiplerin görevi mahallesinde topluma, komşularına aldıkları bilgileri aktarmak, onlarla birlikte bir hareket planı geliştirmek ve mahallesindeki ilk 72 saatte yani kamunun gelmediği süre zarfında kriz yönetimi ve zarar gören yerlere müdahalelerin ve bilginin, hasar tespitlerinin doğru bir şekilde yapılıp uzman ekiplerin hızlı gelmesini sağlamak, onlara doğru bilgilerin aktarılarak çok hızlı bir şekilde hayat kurtarmanın gerçekleştirilmesini sağlamaktır. MAG bir mahallede organize olduğu zaman biz orada muhtar başkanlığında en az 25 en fazla 60 kişiden oluşan bir ekip kuruyoruz ve onlara 36 saatlik bir eğitim veriyoruz. Sonra o ekip AFAD’la koordinasyonda görevli olarak işbirliği ile bütün çalışmaları koordine ediyorlar ve ilçenin afetle ilgili olan biriminde de görev alarak kendi yaşadıkları yerdeki afet riskleri konusunda masada söz sahibi olabiliyorlar. Sorunları ve çözüm önerilerini de aktarabiliyorlar, bunları takip edebiliyorlar.
Deprem sonrasında MAG nasıl koordine oluyor?
En son iki yıl önce olan 5.8 büyüklüğündeki depremde İstanbul’un birçok yerinde çok sayıda ağır hasarlı, orta hasarlı binalar ortaya çıktı. Neticede MAG aktif olarak hemen sahaya indi ve çalıştı. Bu bizim için önemli bir gösterge. Özellikle Avcılar’da daha fazla sayıda hasar olduğu için Avcılar’daki MAG ekibi deprem olur olmaz hızlı bir şekilde, en fazla 15-20 dk içinde sahaya inerek öncelikle mahallesindeki insanları sakinleştirdiler ve yaşanan depremle ilgili bilgi aktararak neler yapılması gerektiği konusunda bir organizasyona girdiler. Mesela hemen E-5’in kenarında minaresi yıkılan caminin etrafında hızlı bir şekilde güvenlik önlemleri aldılar. Kendi mahallelerinde yaşanan hasar tespitleri ile ilgili hem fotoğraf ve video çekerek AFAD’a bilgi aktardılar hem de aynı zamanda Avcılar Belediyesi’ne doğrudan bilgi aktararak hızlı bir şekilde onların da mahalleleri ile ilgili bilgi sahibi olmalarını sağladılar. Hasarlı olan bölgede görevlilerle birlikte binaların tahliyelerinde görev aldılar.
Türkiye’de hem devletin hem toplumun deprem algısı nasıl sizce? Toplumsal olarak depreme yönelik farkındalığımız yeterli düzeyde mi?
17 Ağustos’taki gibi değil tabii. 17 Ağustos’ta biz ne kadar hazırlıksız olduğumuzu, ne kadar bilgisiz olduğumuzu gördük. Dolayısıyla beklenmeyen bir şeydi ama aslında Türkiye’de hasar verici depremlerin sıklıkla gerçekleştiğini biliyorduk. Ama toplumda şöyle bir genel kanı var: Deprem bizim kaderimiz ve biz bunu değiştiremeyiz. Dolayısıyla deprem olduğu zaman insanların hayatlarını kaybetmesi, binaların yıkılması gayet normal bir durum, bunlarla ilgili yapabileceğimiz pek bir şey yok, bu bizim kaderimiz diye bir anlayış vardı. ama 17 Ağustos’tan sonra yapılan çalışmalar bunun kader değil bir doğa olayı olduğunu gösterdi ve önlemler alınırsa zararların önemli ölçüde azaltılabileceği düşüncesini yerleştirmeye çalışıyoruz. Bu biraz başarılı oldu ama toplumda hâlâ “deprem bizim çok fazla baş edebileceğimiz bir şey değil, o yüzden de yapacak bir şeyimiz yok” anlayışı hâkim. Bu da toplum içerisinde gönüllülerin çalışmasını engelleyen bir faktör. Diğer bir faktör ise insanların ekonomik durumları, sosyal durumları. Bunlar da yine bu tip çalışmalarda olmalarını engelleyen bir durum. Yani insanların hayatında afetlere hazırlık, evlerindeki riski azaltma gibi çalışmalar belki en son sıralarda ya da hiç değil. Örneğin ekonomik durumları onların daha sağlam ev almalarına imkân vermiyor. Veya basit önlemlerle evlerindeki zararın giderilebileceğini düşünmedikleri için kadercilik anlayışı devam ediyor. Deprem sanki hiç olmayacakmış gibi hafızasından silerek yaşamaya devam ediyor. Halbuki 17 Ağustos’ta birçok insan “biz Erzincan depremini yaşadık, Bingöl depremini yaşadık geldik buraya Gölcük’e, İstanbul’a, yine aynı şekilde yaşadık” diyordu. Depremi yaşamış bir insan daha hazırlıklı olması gerekirken bunu hafızasından atarak o şekilde yaşamaya devam ediyor. Hazırlanmayı hiç öngörmüyor. Geçmişte yaşadıkları acıları, kaybettiklerinin acıları, onları, bunu hafızasından silmeye ve bir şekilde yaşamaya devam etmeye zorluyor. Biz bunu tersine çevirmeye çalışıyoruz aslında. Biz bunları yaparsak afetlerle baş edebiliriz. Ama bunu sadece kamunun çabalarıyla değil aynı zamanda toplum içerisindeki liderlerin artmasıyla gerçekleştirebiliriz. Aslında MAG, mahallesinde bir toplum lideri yetiştirme projesidir. Sözü dinlenen, doğru davranan, adaletli davranan, bilgiyi komşusuna aktarabilen lider insanlar şeklinde bir ekip yaratmaya çalışmak.
1999 Marmara Depremi’nden bu yana afete yönelik politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle depreme dayanıklı kentleri yaratmada başarılı bulduğunuz veya eksik bulduğunuz politikalar var mı?
O konuda çok başarılı olduğumuz söylenemez. İstanbul’u örnek verirsek, İstanbul’da 17 Ağustos depremi olduğu zaman yaklaşık 1,5 milyon bina vardı. Bugün yaklaşık 3 milyon bina var. İstanbul’un nüfusu o zaman 9-10 milyondu şu an 16-18 milyon aralığında. 17 Ağustos Depremi’nde zarar görmüş ve yeni bir depremi bekleyen bir kentin bu kadar kısa bir zaman içinde orantısız ve denetimsiz bir şekilde büyümüş olması büyük bir risk. Yani biz o dönemki hasar tespitlerimizi bugün ikiye üçe katlamış durumdayız. Aynı zamanda İstanbul’daki yapılaşma ya da önerilen projelerin neredeyse hiçbiri afet riskleri göz önüne alınarak yapılan şeyler değil. İlçenin kayar noktalarında, heyelan bölgelerinde devasa yapıların yapıldığını görüyoruz. Dolayısıyla biz o tarihten bu yana bu konuda çok önemli adımların atıldığını söyleyemeyiz. 22 yılda İstanbul’da depremde açık olması gereken, zarar görmemesi gereken altyapıların, kamu binalarının önemli ölçüde güçlendirildiğini biliyoruz. Ama 5.8 büyüklüğündeki depremde bile yeni yapılan okulların ağır hasarlı olduğunu gözlemledik. Dolayısıyla hem toplumdaki afet kültürünün hem de şehircilik anlayışının birlikte doğru bir şekilde yürümediğini söyleyebiliriz. Risklerimiz ve zarar görebilirliğimiz giderek artıyor. En son İzmir Depremi’nde gördüğümüz gibi Bayraklı’nın olduğu bölgede, eskiden su yataklarının olduğu bilinen bir yere kocaman bir şehir dikildi ve orta dereceli bir depremde birçok bina yıkıldı, birçoğu da ağır hasar aldı. Kentte yaklaşık 70 km ötede olan orta büyüklükte bir depremde bu hasarların olmaması gerekiyordu. Nedeni, o bölgenin depremselliği ya da diğer afetlere neden olabilecek etmenler incelenmeden, dikkate alınmadan yerleşimin kurulması.
İstanbul’da çok geçmişten beri belki 30-40 yıldır kentsel dönüşüm çalışmaları uygulanıyor. Kentsel dönüşüm mutlaka olmalı ama tamamıyla deprem odaklı, insanların yaşadıkları bölgelerdeki binaları daha güvenli, daha yaşanabilir, çevresiyle altyapısıyla daha güvenli hâle getirecek bir mantıkta yapılmalı. Bunun bir güvencesi olmalı. Yani insanların ekonomilerinin kötü olması kentsel dönüşümün yapılmasının önünde engel olmamalı. Hem devletin güvencesiyle hem de bir şehircilik mantığıyla daha güvenli, yaşanabilir kentlere doğru dönüştürülmeli ve bu modeller üzerinde durulmalı. Daha önceden bu tür projeler rant odaklı gerçekleştiği için alt gelir grubundaki insanlar dönüşümden faydalanmak yerine kendi alanlarından kovuldular. İstanbul’da bunun birçok örneği var. Terk etmek zorunda kaldılar. Mesela Zeytinburnu’nda yapılan kentsel dönüşümde Sümer Mahallesi’ndeki, Veliefendi Mahallesi’ndeki kentsel dönüşüm alanlarında binalarını dönüşüme sokan insanların büyük çoğunluğu o binalarda artık oturamıyor. Çünkü onların ekonomik durumları buralarda oturmaya imkân vermiyor ve binalarını satarak oradan çıkmak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla bu modellerden vazgeçip tamamıyla devletin güvencesi altında, insanların kendi yaşadıkları yerlerde daha güvenli yaşayabilecekleri bir kentsel dönüşüm anlayışı uygulanmalıdır. Önerebileceğimiz en doğru model bu olabilir.
Afet yönetimi ve politikaları nasıl iyileştirilebilir? Sizce depreme hazırlık politikasının adaletli olması için belli başlı özellikleri neler olmalı? En küçük ölçekten en büyük ölçeğe neler yapılmalı? Somut olarak nasıl adımlar atılmalı?
Bütünleşik afet yönetiminin uygulanabilmesi için iyi bir koordinasyona ihtiyaç var. Türkiye Afet Müdahale Planlaması aslında kâğıt üzerinde gayet güzel bir model ama uygulanabilir olması lazım. Elazığ Depremi’ne, İzmir Depremi’ne baktığımız zaman, Muğla’da, Antalya’daki yangın bölgelerinde yapılan çalışmalara baktığımız zaman ya da Kastamonu’da yaşanan sel afetine baktığımız zaman biz buralarda bütünleşik afet yönetimini göremiyoruz. Çünkü koordinasyonla ilgili bir sorun var. Evet, kurumlar gayet güzel çalıştı, AFAD gayet güzel çalıştı ama bunların bütünleşik olması lazım. İzmir Depremi’nde İzmir Büyükşehir Belediyesi ayrı çalışırsa AFAD ayrı çalışırsa burada bütünleşik afet yönetiminden söz edemeyiz. Yani hem kaynakların kullanılması anlamında hem müdahaleler anlamında farklılıklar ortaya çıkar ve birbiri ile çatışır hâle gelir. Neticede biz bunları bütün afetlerde yaşıyoruz. En son Muğla yangınlarında bunu gördük. Yerel belediyelerin, Muğla Belediyesi’nin söylemleri farklı, merkezi idarenin söylemleri farklı ve toplum birçok tartışmanın içine itildi. Afete müdahalenin kesinlikle bir siyaseti olmalı ama siyasi ayrıştırıcılığı olmamalı çünkü herkes zarar görüyor. Her siyasinin kendisine oy vereni zarar görüyor. Bunlar afette hiç olmaması gereken şeyler çünkü insanlar zaten afetlerde psikolojileri düştüğü zaman afetin zararlarına daha açık hâle geliyor. Dolayısıyla moral motivasyon, güven ilişkileri çok önemli.
Bir de afete hazırlıkla ilgili sorunlar var. Kastamonu’da gördüğümüz gibi, dere yataklarının üzerine kasabaların, köylerin kurulmasına kesinlikle müsaade edilmemeli. Varsa böyle yerlerin daha güvenli hâle gelmesi sağlanmalı. Bunların hepsinin uygulanabilir bir politika örneği olarak ortaya koyulması lazım.
Alan ve yetki ile ilgili birtakım sıkıntılar var. Bürokrasiler ortadan kaldırılmalı ve AFAD o andan itibaren tek yetkili olarak bütün bakanlıklarla işbirliğinde olmalı ve o an yetkili olabilecek bütün unsurları koordine edebilir hâle gelmeli. İlk saniyeden itibaren bunu yapabiliyor olması lazım. Bürokrasi bunu geciktiriyor. Bunlar da Türkiye’nin afet siyasetiyle ilgili önüne koyması ve hızla çözmesi gereken sorunlardan bir tanesi.
Çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Mahalle Afet Gönüllüleri önemli bir proje. Ama buna sadece bir proje olarak bakmamak lazım. Aynı zamanda toplumun kendisinin içinde yer alarak kendi hayatını afetlere karşı daha güvenli hâle getirebileceği hatta yaşamını daha güvenli ve kaliteli hâle getirebileceği bir çalışma. Toplumun her kesiminin bulunduğu mahallede MAG eğitimlerini almak ve hatta zamanı ve enerjisi buna uygunsa “ben bu çalışmayı kendi mahallemde sorumlu olarak yürütebilirim” diyerek bu projenin asli sahibi olmalarını diliyorum. Bu gerçekleşirse, bu proje toplumda daha yaygın hâle gelirse afetler karşısında da dirençli şehirler, dirençli toplum ancak o zaman oluşabilir. O yüzden de Türkiye’de 18 yaşını doldurmuş herkesi kendi mahallesinde MAG projesini uygulamaya davet ediyoruz. Bu konuda bizimle irtibata geçmeleri yeterli. www.magame.org.tr adresinden bizimle irtibata geçerlerse biz onların bulunduğu mahallede hiç ücret almadan bu eğitimleri verebiliriz.