Bahar Bayhan: Proje fikri nasıl ortaya çıktı? Neden bir dijital kaynak oluşturmak istediniz?
Eser Yağcı: Mimarlar Odası olarak kendimizi ifade etmekle ilgili yaşadığımız sıkıntıları fark etmemizle başladı. Özellikle kent suçlarına müdahil olma bağlamında meslektaşlarımıza kendimizi anlatabilme, kentle ilgilenen herkese bu bilgileri görünür kılabilecek bir dil oluşturma kaygımız hep vardı. En büyük sıkıntımız tabii kent mücadelelerindeki varlığımızı meslektaşlarımızın unutması. Sürekli yeni bir konu geliyor. Bu bizim için de geçerli; bizim de hatırlayabilmemiz için bütün bilgileri derli toplu görebileceğimiz bu arşive ihtiyaç vardı ve birikime daha kolay erişebileceğimiz bir biçim kazandırmamız gerekiyordu. Zaten megaprojeleristanbul.com gibi bir örnek vardı elimizde. İnsanların paylaşım yapabildiği, proje künyelerini görebildiği bu platform bize ilham verdi. Birtakım tetikleyici olaylar da oldu; odaların yetki dönüşümü meselesi gündeme geldi, aynı alana birden fazla projenin önerilmesi, projelerin el değiştirmesi ve yeni davalara konu olması gibi.
Öncül Kırlangıç: Arşivimiz bizim için de çok açık ve erişilebilir değil. Ayrıca yetki kısıtlamaları nedeniyle belgelere ulaşmak da zorlaşmaya başladı. Mesela ruhsat taraması yapabiliyorduk eskiden. Buradan mesleki denetime gelen birçok kent suçunu tespit edebiliyorduk. Bu kanallar yavaş yavaş kapandıkça bizim alanlarımız da daralmaya ve halihazırdaki çalışmaların akıbeti artan baskı nedeniyle belirsizleşmeye başladı.
EY: Bizim bir ÇED (Çevresel Etki Değerlendirilmesi) komitemiz var; bu komitede danışma kuruluyla farklı alanlardan hocalarımız ve uzmanlar ilgili projelere dair görüşler oluşturuyorlar ve bu davaların altlığı oluşmuş oluyor. Bu tartışmalarla birlikte Şehir Plancıları Odası’yla olan ortak noktalarımız daha da güçlenmiş oldu ve onlarla bir araya geldik.
Caner Doğançayır: Şehir Plancıları Odası sekreteryasında çalışan arkadaşlar coğrafya bilgi sistemlerini kullanarak en azından Oda’nın dava açtığı projeleri haritaya işlemeye başlamışlardı. Ama Oda personelinin emek-zaman kısıtları nedeniyle proje askıya alınmış gibiydi. İki Oda ortak arşivini bir araya getirecek şekilde devam etme kararı alınca tamamen kendini bu işe adayacak, işin coğrafi bilgi sistemlerinden de anlayan, gerek hukuki gerek toplumsal muhalefet alanında mücadelenin örgütlenmesine aşina insanların çalışacağı bir projeye dönüştürme kararı alındı. Ben şehir plancısı olarak, Ömer Farisoğulları harita mühendisi olarak, web yazılımının oturtulması için de Murat Tülek ve Yakup Çetinkaya projeye dahil olduk.
Murat Tülek: Ama Yakup bir süre sonra projeden ayrıldı ve yerine Cengiz yazılımla uğraştı. Kent çalışan araştırmacılar için birçok rapora ve sürece hâkim olmak epey zor. İki Oda’da da çok kıymetli arşivler var, bunların herkes için kolay ulaşılabilir hâle gelmesi en kritik noktaydı.
Mega Projeler’i de 2013 yılından beri Sevil Şeten’le beraber yapıyoruz, o da ilham kaynağı oldu, ama ikisinin arasındaki en temel fark Mega Projeler’in her şeye dışarıdan bakıyor olması. Orada tamamen kamuya açık kaynaklar, gazeteler, çeşitli kurumların arşivleri veya konuya açık olan web siteleri üzerinden izleme yapılıyor. Buradaysa mücadeleyi yürüten kurumlar ve onların arşivlerine ulaşılabiliyor.
Oda’ları da şeffaflaştırmış oluyor bu proje.
ÖK: Buradaki bilgiler özellikle hukuk mücadelesi ağırlıkta olduğu için, bu hukuki dilin de anlaşılır kılınmasını gerektirdi. Örneğin araştırmacılar bir soru sorduğunda, hem dilin ağırlığından hem de arşivlerin karmaşıklığından kaynaklı, bilgiyi hızlı bir şekilde aktaramayabiliyorduk. Örneğin Beyoğlu sitede açıldığından beri bu konuda çok hızlı bilgi aktarımı yapabiliyoruz.
CD: Amaç Oda personeli, bu konuda mücadele edenler, kent araştırmacıları ve de tüm yurttaşlar için erişilebilir internet haritası temelli bir arşiv-bellek oluşturmak.
ÖK: Artık her bilgiye de ulaşamıyorsunuz. Burada özellikle kent araştırmacıları ve akademik bilginin geleceğini düşündüğümüzde, birinci derecede dava belgelerine, bilirkişi raporlarına, sözkonusu planlara ya da Oda’yla ilgili pragmatik bir görüş oluşturulan, her iki Oda için de medyada özellikle karalama kampanyaları yürütüldüğünde onun dayanaksız olduğunu ispatlama açısından da belgeleri erişime sunmak çok önemli. Özellikle şu dönemde Kanal İstanbul tartışılıyorken -ki burada İstanbul’un ölçeğini de aşan bir müdahale sözkonusu- aslında katmanlaşan bir süreç var. Sürekli davalar da yön değiştiriyor ve bizim kapandığını varsaydığımız davalar tekrar gün yüzüne çıkabiliyor. Arşiv dosyalarında dağınık olarak bulduğumuz bilgileri bu proje sayesinde tek platformda görebilme, karşılaştırma, yıllara veya yerlere göre kategorize etme imkânımız oluyor. Bu bilginin yeniden üretimi akademik taraf için de önemli, çünkü aslında bilgi üretimi dava sonuçlarını ya da İstanbul’a yönelik kararları etkileyebiliyor.
CD: Geçmişten de bir örnek vermek gerekirse; Gezi protestoları zamanında dönemin Başbakanı Erdoğan what-aboutism olarak isimlendirilen bir söylem geliştirmişti. “Koç Üniversitesi imara açılırken bunlar neredeydi?” gibi. Şimdi ben arşivi tararken görüyorum ki aslında dava açılmış. O dönemin tozu dumanı içerisinde belki de en önemsiz kalemdi, ancak belki o dönem böyle bir site olsaydı kamuoyuyla linkini paylaşabilirdik.
ÖK: Bir de bu tarafsızlığı da gösteriyor. Müdahil olduğu konularda Oda’ların bilimsel ÇED yapması çok yaygınken, şimdi ÇED yasası tamamen değişti ve Oda’ların elinde, proje tescili zorunlu olmaktan çıktı. Sürekli bir kontrolsüzlük sözkonusu. Konuları politize etme adına değil, ama gerçekten bilimin, insan haklarının, çevre hakkının, çevresel adaletin, hukukun yanında olduğunu göstermesi açısından da, bunu görünür kılmak açısından da çok önemli. Çünkü biz bunu meslektaşlarımıza bile bazen anlatamıyoruz.
MT: Bakanlığın hazırladığı ÇED raporuyla Mimarlar Odası’nın hazırladığı raporun farklı olduğunun altını çizmekte fayda var.
CD: Burada kamu yararından başka bir motivasyonu olmayan bir mücadelenin belgeleri ve kanıtları var; istediğin gibi sorgula, çapraz sorgula, kim neredeymiş gör.
Oda kendi mücadelelerini arşivlerken bu eylemi de bir mücadele yöntemi hâline getirmiş oluyor aslında. Murat sen arşivleme üzerine çok çalışıyorsun. Bu pratik üzerine ve arşivi şeffaflaştırmanın gereği üzerine neler söylemek istersin?
MT: Bu tarz arşivleri kamuya açmak kurumların da kendi içindeki işbirliğini güçlendiren bir şey hâline geliyor. Kendi içindeki işleyişi ve bir şeylerin pratikte daha kolay ulaşılır olması, kurum içindeki insanların da her şeyden haberdar olmasına yarıyor. Yerel yönetimlerde de çok örneği var; herkes her şeyi bilmiyor. Böyle bir platform her kurumun kendi içindeki bilgi akışını da artıracak gibi geliyor.
Ayrıca böyle bir platform, sonraki yıllarda kent mücadelesiyle ilgili yapılacak akademik araştırmaları da çoğaltacak diye varsayabiliriz. Çünkü genelde raporlara ulaşmak için Mimarlar Odası’na gelmek lazım, arşivi bilen birine ulaşmak lazım vs. Şu an Amerika’da doktora yapan biri, internet üzerinden bu malzemeyi kullanabilir hâle geliyor.
CD: Bir mücadele yürütüyoruz ve bazen sonuca ulaşamayabiliyoruz. Hatta davalar ve hukuki mücadeleler lehimize sonuçlanmasına rağmen projeler durdurulmuyor. Her ne kadar dışarıdan bakana teselli gibi görünse de, “En azından tarihe not düşüyoruz” dedirtiyor. Oda’ların yetkisinin elinden alınması sürecinde de birinci motivasyon, bir gün bu arşivler bizim denetimimizden tamamen çıkarsa, bir zamanlar bu Oda’ların varlığının ve yaptıkları bu işlerin kaydının düşülmesi idi.
EY: Oda’nın mücadele tarihini kitaplaştırmak gibi eğilimler oluyordu. O da sonuç olarak Oda’nın perspektifinden sözlü bir tarih anlatısı olarak kalacaktı. Bu projeyle anlatılar daha açık hâle gelerek, gelecekte üzerine ekleneceklerle sürekli gelişen, hafıza yitimine direnecek, hafızayı açık hâle getirecek bir platform oluşturmuş oldu. Bunun arayüzünün ve mimarisinin oluşması da uzun sürdü. Arkadaşların hepsi, gönüllü olarak bağlamları düşündü, kategorileme ve nasıl başlıklar açılabileceği üzerine uzun süre tartıştı.
ÖK: Görünürlük açısından da önemli. İki Oda’nın da çalışma raporları dönem sonunda yayımlanıyor, dergilerde yazılıyor. Sanıyoruz ki tüm bu yayınlar arşivlenmiş oluyor, ancak içerikleri bulmak imkânsız hâle geliyor. Bir kitabın içinde “arama” kısmı olmadığı için birçok bilgi veya rapor gözden kaçabiliyor. Şimdi sitede olanın bitenin ne olduğunu görmek daha kolay. Bir dava dilekçesinin, imar hukukunun nasıl çiğnendiğine dair o kadar detay var ki, bu bilgilere erişmek isteyenler nasıl erişeceğini bilemeyebiliyor. Aracın kendisinin önemi artıyor.
EY: Yorumlamayı da daha objektif hâle getiriyor. Proje öyle bir evrim geçiriyor ki, davayla ilgili alınan önlemler sonucu veya mülkün el değiştirmesiyle öyle bir şeye evrilebiliyor ki, o süreci de, bir proje özelinde kent suçu kavramının da nereden nereye gittiğini görmek kolaylaşıyor. Öncül’ün söylediği gibi o araç karşılaştırma yapmayı kolaylaştırmış oluyor. Hem bir-iki gün sürecek arşiv araştırması kısalmış oluyor, hem de hangi belgenin hangisiyle karşılaştırılması gerektiği görülebiliyor. Bazen bir projeyle ilgili bir dosya başka eşzamanlı bir projede başka bir dosyanın içinde başka bir kategorinin altında olabiliyor.
Biraz bu araştırma sürecinden de bahsedebilir misiniz? Arşivi toparlama ve tasnifleme nasıl ilerledi?
MT: Başta kafamızda oluşan strüktür, arşiv malzemesindeki verilerle uğraşmaya başlayınca değişti. Hiçbirimiz hukukçu değiliz. Hem malzemenin elimize gelmesi, hem anlaşılması hem de tasniflenmesi zor olabiliyor. Bir projeyle ilgili beş-altı dava açılmış olabiliyor.
CD: Rekor Galataport’la beraber Gezi Parkı’nda. Gezi, Topçu Kışlası ve Taksim Meydanı kompleksi için beş ayrı hukuki süreç işliyordu. Tabii bu, Oda’ların hangi konuda ne kadar öncelik verdiğine göre değişiyor. Biz de başlangıçtaki amacımızın karşılığını süreç içerisinde anladık ve aslında arşivin tasnif ve web haritasında okunaklı bir şekilde işlenmesiyle ilgilenmeye başladık. Tabii bu süreçte hiç hâkim olmadığımız bir arşive dalıp onu anlamlandırmayı da iş kalemi hâline getirmiş oluyoruz. Bu aslında Oda’nın tamzamanlı personeliyle bu iş için profesyonel olarak işe başlamış kişilerin koordinasyonunu ve bununla alakalı birtakım yöntemler geliştirilmesini gerektiriyordu. İki Oda’nın arşivinin hangi kısmına kim daha hâkim diye konuşurken aslında kişilerin de bir haritası çıkarılmış oldu, ki biz hem tasnif hem araştırma işini aynı anda yapmak durumunda kalmayalım.
Tabii sadece hukuki süreçlere bakmıyoruz, projeyle ilgili yapılan basın açıklamaları ve etkinlikler de incelendi. Şehir Plancıları Odası’nın kendine has bir dava öncesi itiraz dilekçesiyle kuruma gitme tekniği var, Mimarlar Odası’nın kendi üyeleriyle işlettiği bir ÇED raporu süreci var, basılmış kitaplar olabiliyor… Bunların hepsine baktıkça arşiv yelpazesi genişlemeye başlıyor.
ÖK: Bir de çok uzun bir zaman diliminden bahsediyoruz; 90’lardan başlayan süreçler var. Tarlabaşı, Gökkafes, Park Otel ve Tarlabaşı Bulvarı davaları düşünüldüğünde aslında üzerinden kaç yıl geçmiş, dolayısıyla o dava sürecini yürüten kaç hukukçu, o süreçle ilgilenen kaç mimar var Oda’da…
CD: Mimarlar Odası’nın Yıldız’daki binasından Karaköy’deki binasına taşınması sürecinde de eski evrakların akıbetinin bulanık olduğu bir dönem var. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’nin de kuruluşu zaten 1990. Hukuki meselelere girmesi, kent mücadelelerinde bir aktör hâline gelmesi 90’ların sonunu buluyor. Oda’nın artık kurumsallaşma, evrakları daha sistemli bir şekilde biriktirmesi 2000’lerin başını buluyor. Bu durum, bu tarihler öncesindeki evrakları son etaplara bırakmamıza neden oldu. En nostaljik dava 2000’lerin başına denk geliyor.
Tabii AKP döneminden önce bu mücadeleler hiç verilmemiş gibi bir algı oluşması sağlıklı değil, ama kent mücadelesinin ivmelenmesinin bu döneme gelmesi de doğrudur.
Dalan ve Özal ikilisinin başlattığı süreci mumla aratan başka bir şeye evriliyor Beyoğlu için.
EY: Aslında Oda’da müdahil olma hikâyeleri kişilerin kendi deneyimleriyle de bağlantılı yorumlar oluşturabilir. Bir rapor hukukçu gözüyle farklı yorumlanabilirken, ÇED raporlarını hazırlayan kişi daha farklı yorumlayabiliyor, Şehir Plancıları Odası’na gittiğinizde de aynı şekilde. Birçok bilgi kişilerin kendi hafızasında duruyor. Burada yapılan iş kişilerin hafızaları zorlanarak, onların bakış açılarına da yer verilerek yapıldı. Bilgi arkeolojisi de denebilir bu işe.
Neden Beyoğlu pilot bölge oldu?
EY: İlk mücadele Tarlabaşı’yla başladığı için. Projenin başlangıcı Tarlabaşı Bulvarı mücadelesini bir kitap veya sergi gibi sunmaktı. Oda’nın da en uzun süre müdahil olduğu projelerden, nihayetinde dava uzun sürede kazanılmış olsa da fiili durumda uygulamanın etkileri tüm bölge için çok yıkıcı… Beyoğlu’nun en zorlu alanlardan biri olması, Taksim Yayalaştırma Projesi ve Gezi’yle birlikte en komplike ve en çok davanın açıldığı yer olması gibi birçok etken Beyoğlu’nu önemli kılıyor. Tabii İstanbul’un en çok bilinen, en ulaşılabilir ve en çok belgelenmiş yerinin de Beyoğlu olduğunu bildiğimizden burası iyi bir başlangıç noktasıydı.
CD: İstanbul’un merkezi olması, göz önünde olması, iki Oda’nın da kent merkezinde yapılan müdahalelere çeperdekilere oranla daha hassas olmaları, zaten ofislerinin de burada bulunması ve temas ettikleri alanlar olması gibi nedenler de var. Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası’na göre çeperlerdeki dönüşümlere daha müdahildir, ama o kadar çok plan askıya çıkarılıyor ki… Sonuçta dava paralı bir şey. O nedenle Beyoğlu, Fatih, Üsküdar, Kadıköy, Şişli, Beşiktaş gibi bölgeler ön plana çıkıyor. Beyoğlu da bunların arasında en göz önünde olan ve hızlı değişen semt.
MT: Taksim ve çevresi en çok mücadele örneği görülen yerler olmuş hep. Taksim Camii’nin de ilk tartışmaya açılması neredeyse Menderes’e kadar gidiyor.
ÖK: Beyoğlu çok fazla sembolik vakanın olduğu bir yer. Gezi ne kadar sembolikse Tarlabaşı da öyleydi, AKM de öyle. Sadece yapısal-mekânsal anlamda değil, politik anlamda da sembol değeri olan bir yer. Park Otel’de de şehir dernekleri ve kent hareketlerinin bir aradalığı göze çarpıyor, bu nedenle politik bir duruş da içeriyor.
EY: Kesinlikle katılıyorum. Mimarlar Odası da, Şehir Plancıları Odası da mekânla, kentle ve çevreyle doğrudan ilişkili Oda’lar. Kurulmalarından itibaren yapılı çevreye yönelik bir mesleki politika kurgulama amacını hep odaklarına aldılar. Yurtdışından gelen diğer kurumlar bu kadar politik olmamıza şaşırıyor, çünkü Mimarlar Odası kurulduğundan itibaren kamu yararı ilkesini merkeze aldı. Bu sadece kentle ilişkili değil, insan haklarıyla da ilişkili. Mesleğe doğrudan politikayı ve etik değerlerini oturtan ve kendi meslektaşlarına -doğrudan dikte etmese bile- bu yaklaşımı etkinlikleriyle, müdahil olduğu konularla, davalarla, birtakım mesleki eğitimlerle yaymaya yönelik işler yapan bir kurum. “Mimarlar neden politika yapıyor” deniyor, ama aslında kendi meslek alanlarını köhneleştiren ya da onun bütün hukuki, bilimsel değerlerinin içini boşaltan bu uygulamalara karşı gelinmiş olunuyor. 1980-1990’lardan beri bir bilgi birikimi sözkonusu. Web sitesine bakan kişiler bunu görebilir. Acele kamulaştırma, telif hakları ihlalleri gibi çürümeleri, süreçler içinde onları da görünür hâle getiriyor.
CD: Beyoğlu üzerine şu da söylenebilir: Özellikle son dört-beş senedir Beyoğlu’nun kimliksizleşmesi söyleminin kökeni aslında mekânsal müdahalelere karşı verilen mücadele ve muhalefetin tarihinde, hep o satır aralarında bulunabilecek şeyler. Beyoğlu’nun İstanbul’dan çok dünyanın dört bir tarafından gelecek insanlara hizmet edecek, seyirlik, günübirlik, dakikalık tüketilecek bir yer hâline gelmesinin hepsi kentleşme politikasının adımlarıydı. Demirören, Emek Sineması’nın AVM hâline gelmesi, Majik gibi İstiklâl Caddesi’ndeki pek çok projenin aslında öncülü, İstiklâl Caddesi’nin yayalaştırılması sonucunda insanların gündelik ihtiyaçlarını, sadece kültürel olarak değil, her türlü gündelik ihtiyacın giderileceği dükkânlar yerine turistlerin alışveriş yapabilmesi için açılan dükkânlar furyasıydı.
ÖK: Şöyle bir yanı da var; kamu / toplum yararı yaklaşımı her iki Oda’nın da bütün mücadeleleri sürdürürken belirlediği dil, sanıldığının aksine sadece anıt değeri üzerinden değil, oradaki gündelik hayatın, sosyo-kültürel birikimin, tarihin, belleğin önemini de ele alarak ve buna dikkat çekmeye çalışarak, yani oradaki yaşanmışlığı es geçmeyerek oluştu. Mesela Beyoğlu’na baktığımızda o mekânın hafızası, sadece politikada veya onun mekânsal-fiziksel sınırları içerisinde üretilen bir söylem değil. Beyoğlu özelinde bakıldığında da herkeste bir şey anlatma çabası var. Bugün geldiğimiz Beyoğlu tasviri parça parça döşendi. Birçok alandan verilen mücadelelerin bir anlamı olmadı gibi göründü, çünkü bir şeyler yıkıldı, dönüştürüldü, tanınmaz hâle geldi. Bu mekânlar dönüşmüş olabilir, kaybetmişiz gibi görünebilir, ama bu mücadeleler sayesinde bizde de çok fazla şey değişti. Kendi adıma bütün bu sürecin öğrettiklerini çok değerli buluyorum ve hepsini bir şekilde belgeliyor olmak da bence çok önemli.