İngilizceden çeviren: Eda Sevinin

Giriş

19 Haziran 2021’de merkez üssü İstanbul’un Kartal ilçesi yakınlarında olan düşük kuvvetli (Richter ölçeğine göre 3.9) depremin ardından Ekrem İmamoğlu Twitter’da şu paylaşımı yaptı: “İstanbul’un bugün yaşadığı sarsıntının hiçbir can ve mal kaybına yol açmaması sevindirici ancak #deprem gerçeğinin şehrimizin önemli bir gündemi olduğunu hatırlatması açısından önemli. Geçmiş olsun İstanbul.”[1] Tıpkı İstanbul’da ve ülkenin diğer bölgelerinde yakın zamanda gerçekleşen depremler gibi, bu son depremler[2] de Türkiye’nin 16 milyondan fazla insanı barındıran bu en büyük şehri için herkesi teyakkuza geçirdi. Ne var ki, “sismik gerçeklik” 20 yıl önce Marmara Bölgesi’nde meydana gelen 1999 Depremi’nin ardından aldığı biçimleri almaktan uzak, bu sebeple de kafalarda soru işaretleri oluşturmaya devam ediyor. Kentsel üretim bu riskten korunmak için gereken başlıca eylemlerden biri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Nisan 2021’de yayımladığı İstanbul’un Deprem Gerçeği[3] kitabı, “deprem riskinin” yalnızca “müspet bilimlere” indirgenemeyeceğini gösteriyor. Müspet bilimler ile sosyal bilimler arasında herhangi bir ayrım yapmaktan kaçınmak ve tüm bakış açılarını ciddiyetle değerlendirmek için bu yazıda bir teorik çerçeve olarak bilim ve teknoloji sosyolojisinin (BTA) yolunu izleyeceğim.

BTA perspektifinden yazdığı araştırmasında Elizabeth Angell, “afeti kentsel bir olgu olarak düşünmek için”[4] “toplaşma” (assembly) kavramını tedavüle sokar. Bu kavram “doğal ve kültürel olanın, maddi ve toplumsal olanın, insan ve insan-dışı olanın iç içe geçmişliğini vurgulayarak yalnızca bu tür ikili ayrımlara karşı gelmekle ya da bu ayrımları karmaşıklaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onları yeni biçimlerde kurabilir.” Bu hâliyle tercüme kavramı bizi riski, “bir dizi tercüme ve yeniden düzenlemeye konu olan heterojen öğelerden müteşekkil bir oluşum”[5] olarak anlamaya yönlendirir. Tercüme, bir aktörün, bir grubun diğerleriyle müzakere etmesi için grubun sözcüsü rolünü üstlendiği sürece denir.[6] Bu doğrultuda, riski en aza indirmek, hatta ortadan kaldırmak için ortaya konan kentsel süreçlere dahil olan eyleyenleri (actant) takip etmeyi hedefliyorum. Kentsel üretimde riskin azaltılması süreçlerine ilişkin bazı adımlar insan ve insan-dışı aktörleri bir araya toplar (assemble). Bu yazıda riskin azaltılması ile ilgili kentsel planlama süreçlerinde aktörlerin toplanma biçimlerine odaklanarak risk ve sismik mikrobölgelemenin yanı sıra (6306 sayılı) “afet” yasasıyla ilişkili kamusal problemleri inceleyeceğim. Bunu yaparken de riski dillendiren aktörlerin birbirleriyle eşit şartlarda müzakere etmediklerini ve bu aktörlerin sözcüler tarafından da (riski ifade etmeye) teşvik edilmediklerini göstermek istiyorum. Günümüz İstanbul’unda “sismik gerçeklik” ne anlama geliyor? Başlıca hipotezim şu: Kentsel süreçlerdeki bu toplaşma (assembly) ve tercüme (translation) süreçleri, sismik riskin (deprem riski) biçimini dönüştürüyor.

Tercüme 1: Kamusal bir sorun olarak sismik risk

Sismik risk: İstanbul’un dönüşümüyle yeni biçimler alan bir risk

İstanbul’un yaşadığı her deprem felaketinde, riskin azaltılması için yapılan tavsiyeler ve alınacak önlemler yenilenir. Geçmiş depremlere baktığımızda, kentler için hep teknolojik yenilikler ürettiklerini görüyoruz. Örneğin, 10 Temmuz 1894’te yaşanan deprem, surların yıkılması da dahil olmak üzere İstanbul’da çok fazla hasara sebep oldu. Bu olaylar sonucunda kentte daha geniş caddelerin inşası teşvik edildi, insanlar binalarda ahşap kullanmayı bıraktı (ki bu Tanzimat döneminde başlamıştı) ve deprem rasathanesi kuruldu.

Depremin fiziksel mekanizması aynı kalmış olsa da sonuçları farklılaşıyor. Marmara Bölgesi’ni etkileyen 1999 depremleri, sismik riskten kaynaklanan birçok başka riski de ortaya çıkardı. Öncelikle, inşaat sektörü büyük bir kayıtdışı yerleşim (gecekondu) stoğu devraldığı gerekçesiyle başarısızlıktan sorumlu tutuldu. İnşaat elbette etkilenen tek sektör değildi; 1999 depremi çeşitli alanlara ve boyutlara sızabilme kabiliyetini göstermişti: Bölge sakinlerinin suçlama ve eleştirileri sonucu ortaya çıkan siyasal çalkantılara, enkaz nedeniyle çevreye yönelik tehditlere,[7] 19 Ağustos 1999’da İPRAŞ rafinerisindeki yangınla birlikte gelen endüstriyel risklere, ekonomik kayıplara[8] ya da depremzedelerin güvencesiz prefabrik binalara geçici olarak yerleştirilmesinden doğan toplumsal krizlere tanık olduk. Biçimi çeşitlendiği ve İstanbul’un çeşitli kentsel boyutlarının içinde yerleşik olduğu için, “sismik gerçekliği” belli sınırlar dahilinde tanımlamak ya da sismik riskin eksiksiz bir tanımını yapmak zor. Sismik risk, yalnızca deprem demek değil.

Yerel çıkarlara değil ulusal çıkarlara göre belirlenmiş başka risklere uygun kamusal bir sorun.

Bugün sismik risk artık sektörelleşmiş bir risk değil; 2010’larda cereyan eden terör riski ve Pérouse ve Kaya’nın[9] mallar ve insanlar üzerindeki riskleri de dahil ettiği ekonomik risk gibi diğer risk biçimleriyle de diyalog hâlinde. Birbiriyle ilişkili olan bu risk biçimleri bir araya gelerek risk anlayışını devlet nezdinde yeniden yapılandırdılar: Devlete yönelik risk.[10] Geçtiğimiz on yılda Türkiye’de ortaya çıkan yegâne risk ve afet biçimleri olmaktan çok uzak olan bu olaylar, her şeyden evvel ortaya çıkan risklerin ve kamusal sorunların biçimlerinin yeniden dağıtıldığını gösterdi. Sümbül Kaya ve Jean-François Pérouse, bazı risklerin siyasallaştırıldığını (terör riski, ekonomik ve finansal riskler, mülkiyetle ilişkili riskler, kişisel ve sismik riskler), bazılarının ise siyasal ve ekonomik çıkarlara veya AKP ideolojisine dayanmadığını açıkça gösterdiler. Risk gündeminde sismik riskin dikkate alınması gereken tek konu olmadığının farkında olsak da, ulusal çıkarlara yapılan vurgu bu riskin öne çıkmasına neden oluyor. Ancak burada hangi riskin öne çıkıp çıkmayacağını belirlemede sözcü olarak öne çıkan devlet oluyor. Bu bağlamda kimlerin “toplaştığına” bir göz atalım.

Devlet tarafından belirlenen bir toplaşma (assembly)

Son on yılda Türkiye’yi etkileyen sismik felaketlerin (2011’de Van, 2020’de Elazığ ve İzmir) hemen ardından hükümet yetkilileri tarafından yapılan konuşmalar ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Bu konuşmalar belli çözümleri gerekçelendirirken, afet ve sismik risk yönetiminde paydaşların rollerine başvurarak ve bu rolleri tanımlayarak kamusal eylemleri meşrulaştırma amacı taşıyor. Bu konuşmalarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yekpare ve oldukça merkezi bir yönetim organizasyonu resmi çiziyor. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı’nın sözcü rolüyle destek talep ettiği ve yönetimin önüne koyduğu inşaat ve gayrimenkul geliştirme alanındaki aktörlerin yükselişini görüyoruz. Erdoğan, Van depremiyle ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluk üstlenmesi konusunda şunları dile getirdi: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile bir çalışma içine gireceğiz. Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bunlara yönelik gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, bunları yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve bu binaları biz yıkacağız.”[11]

Bu sözler TOKİ gibi belli başlı aktörlerin öne çıkmasını ve kamulaştırma gibi çeşitli yasal düzenlemelerin uygulanmasını meşrulaştırıyor.[12] Ulusal ölçekte yapılan bu tür konuşmalar, insanları teyakkuza geçirme ve hatta İstanbul sismik riskine karşı alınan önlemleri artırma konusunda da etki yaratıyor. 2004-2017 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Kadir Topbaş, Van depreminin ardından İstanbul’un bina inşa ederek “deprem tehdidinden kurtulması gerektiği”[13] konusunda uyarıda bulundu. Yeni kanalın (Kanal İstanbul) inşası üzerine yeniden canlanan tartışmalara dikkatler kaymışken, Elazığ depreminin ardından biliminsanları İstanbul için dikkatli olunması çağrısı yaptı. Erdoğan, İzmir Depremi’nin ardından, 5 Kasım 2020’de düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda, konuşmasının bir kısmında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla birlikte kentsel dönüşümün hızlandırılması konusuna odaklandı ve şunları ekledi: “Özellikle İstanbul’da bu süreci hızlandırmamız gerekiyor.”[14] 31 Mart 2019’dan bu yana görevde olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Elazığ ve İzmir’de deprem bölgelerini ziyaret ederek konuyla yakından ilgilendiğini göstermişti.[15]

İnşaat sorunu hızla sismik riskin yerini alıyor. Ancak sismik risk inşaatla bağlantılı risklere ya da buna bağlı olarak, yapıların sağlamlığına indirgenemez.

Tercüme 2: Riskin azaltılması kriteri olarak sismik risk

Sismik risk üzerine üretilen bilginin entegre edilmesi

Son on yılda sismik riske dair bilgimiz oldukça gelişti ve Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’nda, yer değiştirmeleri (displacement) sismik dalgalara sebep olan fayların konumları, şekilleri ve dinamikleri konusundaki bilgiler giderek netleşiyor. Son yıllarda gerçekleşen teknik ilerlemeler ve aktarılan maddi imkânlar, Marmara Bölgesi ölçeğinde, bu bölgedeki Kuzey Anadolu Fay Hattı coğrafyası hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı mümkün kıldı. Bazı segmentlerin şekilleri konusundaki tartışmalar devam etse de jeologların ve jeofizik uzmanlarının sismik dalganın kaynağı ve sahaların jeolojik yapıları üzerine yaptıkları çalışmalar, dalga büyüklüğünün değerlendirilmesi ve bir sonraki depremden önce telafi için gereken zaman gibi konular da dahil olmak üzere sismik dalgaya dair nicelleştirilme önerilerini beraberinde getiriyor. Belirsizlikleri de[16] dikkate alan ve içeren bu tehlike bilgisi, “sismik riski” belirlemek için yapılan analizlerin temelini oluşturur.

Ve temsili…

Aslına bakılırsa, tehlike analizinin amacı “zemin etkisini” yani dalganın büyümesine (amplifikasyonuna) katkıda bulunan jeolojik unsurları belirleyebilmektir. Burada hedef, depremin yıkıcılık potansiyelinde rol oynayan bir zeminin yerel koşullarını incelemektir. Bu analiz süreci, bilim insanlarının yanı sıra farklı aktörlerin de bir araya toplandığı bir mikrobölgeleme çalışması ile görünür kılınır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2003 yılında Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’na (JICA) ve Türkiye’den dört üniversiteye (İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi) çağrıda bulundu. Belgeyi oluşturmak için ciddi bir uzman kadrosu seferber edilmiş olsa da sismik riski belgeleyen mikrobölgelemenin nihayetinde yalnızca binaların kırılganlığına dayanarak oluşturulduğu görüldü. “Sismik gerçeklik” yapısal bir değerlendirmeyle ilgiliydi. 2018’den bu yana ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde yürütülen bir projede mikrobölgeleme iki aşamalı çoklu risk yaklaşımıyla uygulanıyor. Başlangıçta depremin yanı sıra toprak kayması, sel ve yangın gibi çeşitli başka riskler de dikkate alınıyor. Buna paralel olarak kentsel biçim, yaşam kalitesi ve çevre koşullarıyla ilgili başka çalışmalar da yürütülüyor (Şekil 1).

Şekil 1. Risklerin mikrobölgelenmesi. Kaynak: İBB Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü Arşivi.

İkinci adımda, bu dört harita bir araya getirilerek “kentsel dönüşüme konu olan sorunlu alanları belirleyecek” nihai bir makrobölgeleme çalışması yapılıyor. Burada, nihai haritada kendilerine atfedilen “ağırlıklara” bağlı olarak öncelik verilen birkaç insan-dışı unsuru topluyoruz. Ne var ki, mekâna bağlı olarak her rengin standartlaştırdığı risk gerçekliklikleri birbirinden çok farklı. Yine de mikrobölgeleme “düzenlemeyi ve bu düzenlemelere yerel açıdan uyumu destekleyen kartografik bir mecradır.”[17] Buna rağmen hep aynı kentsel tepkiyle karşılaşıyoruz: kentsel dönüşüm. Şimdi bunun mevzuatta nasıl değerlendirildiğine göz atalım.

Tercüme 3: Bir yönerge olarak sismik tehlike

6306 Sayılı Yasa: Afet riskini önlemek üzere tartışmalı bir araç

Afet riski altındaki alanların kentsel dönüşümüne ilişkin 2012 yılında yürürlüğe giren yasa, diğer şeylerin yanı sıra risk alanlarını (yıkım ve yeniden inşa yöntemiyle) “dönüştürmek” ve aynı zamanda sürece dahil olacak aktörleri belirlemek üzere mikrobölgelemeye başvurur.[18] Ancak “depremin” vuku bulması bu yasada yer almaz. Riskin tanımı, yasa metninin başında şu şekilde netleştirilmiştir:

“ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Cumhurbaşkanı’nca kararlaştırılan alanı,

d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı veya yapıları” ifade eder.[19]

Yasaya göre, risk değerlendirmesi yalnızca biliminsanlarının değil bölge sakinlerinin, belediyelerin, bakanlıkların veya Cumhurbaşkanı’nın da görev alanına girer. Bu muğlak ve standartlaştırılmış risk tanımı ve mikrobölgelemenin mevzuatta çok küçük bir role sahip olması, Bozkurt ve Malani’nin[20] yaptığı şu gözlemleri açıklayabilir: “risk altında” olarak belirlendiği için dönüştürülen bazı alanlar mikrobölgelemede bu şekilde tercüme edilmemiştir. Dolayısıyla bu yasa çerçevesinde toplanan aktörlere bakmak gerekmektedir.

Yasa aracılığıyla toplanmış yeni aktörler

Bahsi geçen yasa, kentsel dönüşümde üstlenilecek rollerin belirlenmesinde ve risk altındaki alanların tanımlanması hususlarında; yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı’nın ve TOKİ’nin sözcülüğünü üstlenmektedir. Bu aktörler, kentsel dönüşümün uygulanmasında rol alacak diğer aktörleri de bir araya getirirler: TOKİ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve (kentsel dönüşümü gerçekleştirmek üzere) ilçe belediyeleri. Hatta risk altındaki alanlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkili kılınan uzmanlar aracılığıyla mülk sahiplerinin kendileri tarafından bile belirlenebilir. Bu aktörler, bilimsel uzmanlık alanlarından gelmedikleri hâlde risk tanımı yapma yetkisine sahiptirler. Burada, mekâna bağlı olarak sözcü rolünü üstlenenler, kendilerini ifade etme meşruiyetini bazı gruplara tanıyıp bazı başka gruplara tanımadığında, aslında çok çeşitli tanımları olan “sismik gerçeklik” tanımı kent üzerinde somut etkiler yaratır. Mikrobölgeleme sürecinde sismik riskin belirlenmesi sürecine dahil olan biliminsanlarının artık eskisi kadar görünür olmaması da ayrıca dikkat çekicidir. Sismik riskin kamusal bir sorun, riskin kentte önceliklendirilmesi için bir kriter veya bir yönerge olarak analiz edildiği bu aşamada, bu üç tercüme biçiminin kent üzerindeki yansımalarını somut bir biçimde görelim.

Tercüme 4: Kentsel projeye eklenen sismik tehlike: Avcılar örneği

Firuzköy Mahallesi. Fotoğraf: Youenn Gourain

Avcılar’da deprem gerçeği (?)

Avcılar, 1990’ların başında İstanbul’un çeperinde kurulmuş kalabalık bir ilçe[21] ve 1999 depreminden en çok etkilenen bölgelerden biri. İlçe ağırlıklı olarak R4 ve R6 imar tipi binalardan ve göl kenarına kurulmuş gecekondulardan oluşuyor. Eylül 2019’daki 5.4 büyüklüğündeki deprem, 1999’daki depremde[22] hasar alarak zayıflamış binaları taşımak için hâlâ uğraşan belediyenin[23] ihtiyatlılığını artırdı (birinci tercüme). İBB tarafından yapılan mikrobölgelemeye göre, en riskli bölgeler Küçükçekmece Gölü çevresindeki alanlar (ikinci tercüme). Firuzköy bölgesinde ise gecekonduların varlığına ek olarak toprak kayması sorunları var. Bununla birlikte, jeofizikçilerle yapılan görüşmeler,[24] herhangi bir depremin ardından oluşabilecek tsunami riskine ilişkin ek çalışmaların devam ettiğini ve bu nedenle bunun münferit bir olay olarak tanımlanamayacağını gösterdi. İlçedeki birçok alan riskli alan olarak tanımlandı (üçüncü tercüme) ve bu, yasanın meşrulaştırdığı kamulaştırmalarla ilgili pek çok toplumsal risk üzerine düşünmenin de gerekli olduğunu gösteriyor.[25]

İhtilaflı kentsel projeler

Bu kentsel projelerde inşaat amacıyla bir araya gelenler haricinde yeni aktörler de toplanıyor: gayrimenkul geliştiriciler, komisyoncular, ekonomik danışmanlar, müteahhitler, hizmet sağlayıcılar, sigortacılar. Bu aktörler, önceki tercümelere, özellikle binaların kârlılığı ve doluluk oranları açısından risk taşıyan bir ekonomik boyut da katıyorlar. Avcılar, Küçükçekmece Gölü’nün yakınında, doğrudan Kanal İstanbul projesinin güzergâhı üzerinde yer aldığı için arazi spekülasyonlarına sıkça konu oluyor.[26] Ancak, tarım arazilerinin zarar görmesi nedeniyle, Kanal İstanbul ile bağlantılı yeni inşaatların çoğunun tartışmalı olduğu ortaya çıktı.[27] Yaptığım görüşmelere göre, arsa satışlarının yavaşlaması doluluk oranı meselesini sorunlu hâle getiriyor. Çevresel ve ekonomik açıdan tartışmalı olan bu proje,[28] belli inşaat paydaşlarının varlığını meşrulaştırırken çevre kirliliği veya ekolojik tahribat gibi korkuları pekiştirme etkisini de beraberinde getiriyor. “Sismik gerçeklik” yeni risklere doğru yayılıyor.

Kentsel planlamada seçimler: Kim için?

Bu projelerde, pek çok sivil toplum üyesi bu dönüşüm projelerine karşı çıkarak şunları söylüyor: “Halkın sorunlarını biz dillendirmeye çalışıyoruz, gündem yapmaya çalışıyoruz. Bir sürü kararı geri çektirmeye çalışıyoruz.”[29] Avcılar Halkevleri’nin de aralarında bulunduğu pek çok dernek, semt sakinlerine değil, seçkinlere yönelik olduğunu düşündükleri bu kentsel dönüşüm projelerine karşı kampanya yürütüyor. Kamu yetkililerinden insana yakışır ve depreme dayanıklı konut talep ediyorlar.

Evet, Kanal’a karşı protestolar yapıyoruz. Deprem sorunu çözülsün diye protestolar yapıyoruz. Belediyeyle görüşüyoruz, onları zorlamaya çalışıyoruz. (…) Avcılar’ın deprem sorununun hemen çözülmesi lazım diye. Şimdi Avcılar’da, dediğim gibi, 350 bina yıkıldı, yenilendi ama bu çok az.[30]

Buna paralel olarak bu dernekler bir afet riski karşısında insanları bilinçlendirmek ve bölge sakinlerini eğitmek, kısacası uzmanlıklarını aktarmak üzere biliminsanlarını seferber ediyorlar.

Jeofizik Mühendisleri Odası var, onlardan destek istiyoruz. Bizim Halkevi’ndeki mühendisler var, onlardan destek istiyoruz. Onun dışında, psikolog arkadaşlardan destek istiyoruz. Biz önce kendimiz eğitim alıyoruz, aldığımız eğitimlerden sonra da insanlara anlatmaya çalışıyoruz. Doktor arkadaşlar var, onun dışında işte dediğim gibi Tabipler Birliği’nden, TMMOB’dan, jeofizik mühendislerinden… Hepsinden destek alabiliyoruz. Biz talep ettiğimizde gelip bize eğitimler veriyorlar.[31]

Bu şekilde sivil toplum üyeleri, kentsel üretim süreçlerinde giderek görünmez hâle gelen ve risklerin sorumluluğunu üstlenmekle mükellef aktörleri bir araya getirme rolünü üstlenmiş oluyorlar. Peki bu çaba, halihazırda risk taşıyan kentsel üretim süreçlerine bu risklerin karmaşıklığını entegre etmek için yeterli mi?

Sonuç: Riskli bir kentsel üretim sürecinde “sismik gerçeklik” ne anlama geliyor?

İstanbul’da kentleşme süreçlerinde sismik risk yönetiminde insan ve insan-dışı aktörlerin asemblajına (assemblage) dair analizler, Türkiye’nin en büyük kentinin “sismik gerçekliğini” sorgulamayı hedefliyor. Bu yazıda, bu toplaşmalarda seferber edilen çeşitli paydaşlar tarafından yapılan risk tercümeleri yoluyla göstermek istediğim şey ise şuydu: Her ne kadar sürekli belirli çerçeveler içinde tanımlamak istesek de, sismik risk çeşitli nedenlerle, onu sınırlamaya çalıştığımız çerçeveleri her daim aşar. Bunun birinci nedeni, son yıllarda çeşitli riskler (örneğin tsunami riski) arasındaki ilişkilere odaklanan çapraz çalışmalar görsek de sismik riskin sektörel yönetimiyle ilgilidir. Ancak sismik tehlikeye baktığımızda, genellikle aynı bölge üzerinde başka risklerle birlikte ortaya çıktığını görürüz. İkinci olarak, “sismik risk” ancak bu riskin, politik, toplumsal, çevresel veya ekonomik boyutları da içeren “hibrit” riskler ürettiği tüm unsurları, boyutları ve bireyleri göz önünde bulundurduğumuzda anlamlı hâle gelir. Son olarak, bu asamblajlar tüm aktörlerin aynı anda konuşmadığını da gösterdi: Bazıları tartışmaların dışında bırakıldı (bölge sakinleri), diğerleri ön plana çıktı (inşaat sektörünün ekonomik aktörleri) veya sürecin belirli bir aşamasında ortadan kayboldular (jeologlar ve jeofizikçiler). Ancak Avcılar ve İstanbul’daki diğer örnekler, risk yönetimi süreçlerinde şu anda dengelenmemiş olsa da herkesin diyalog kurmasının mümkün olabileceğini gösteriyor. Bu toplaşma yöntemi, İstanbul’daki “sismik gerçekliğe” dair daha gerçekçi bir tasvire dönüşebilir.

Teşekkürler: Bana belgeleri sağlayan ve araştırmamda bu belgeleri kullanmama müsaade eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm ekibine teşekkür ederim.


[1] İmamoğlu, E. [@ekrem_imamoglu] (2021, 19 Haziran). İstanbul’un bugün yaşadığı sarsıntının hiçbir can ve mal kaybına yol açmaması sevindirici ancak #deprem gerçeğinin şehrimizin önemli bir gündemi olduğunu hatırlatması açısından önemli. Geçmiş olsun İstanbul. Twitter. twitter.com/ekrem_imamoglu/status/ 1406228739499962371?s =20&t= QIxuXJiX8xumuxEQbI3H6A (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022)

[2] Türkiye’de yakın zamanda yaşanan depremler arasında 26 Eylül 2019’da İstanbul’da 5.8 büyüklüğündeki, 24 Ocak 2020’de Elazığ’da 6.7 büyüklüğündeki ve 30 Ekim 2020’de İzmir’de 6.9 büyüklüğündeki depremler vardır.

[3] Kuzucu, K., v.d. (2021). İstanbul’un deprem gerçeği. İBB Kültür A.Ş., s. 544.

[4] Angell, E. (2014). Assembling disaster: Earthquakes and urban politics in Istanbul. City, 18(6), 667-678.

[5] November, V. (2006). Le risqué comme objet géographique. Cahiers de géographie du Québec, 50(141), s. 289.

[6] Akrich, M., Callon, M. ve Latour, B. (2006). Sociologie de la traduction: textes fondateurs. Presses des Mines, s. 303.

[7] Pérouse, J. F. (2001). Turquie: l’après-séismes. Institut français d’études anatoliennes, s. 80.

[8] Nokta (1999, 9 Eylül). Depremin Türkiye’ye faturası; Cumhuriyet (1999, 5 Eylül). Ekonomide büyük deprem ne zaman?

[9] Pérouse, J. F. ve Kaya, S. (2018). “249 contro 301”. Ossessione sicuritaria e rassegnazione organizzata nell’affrontarei rischi ambientali, sanitari ed economici: il caso turco. (Ed. S. Palidda) Resistenze ai disastri sanitari, ambientali ed economici nel Mediterraneo içinde. DeriveApprodi. s. 283.

[10] Dorronsoro, G. (2017). L’État-AKP et le gouvernement par la crise. Mouvements, 90(2), 11-18.

[11] Hürriyet. (2011, 26 Ekim). İktidarı kaybetsek de bunu yapacağız. hurriyet.com.tr/gundem/iktidari-kaybetsek-de-bunu-yapacagiz-19088346 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[12] Bu süreç, 2020 yılında yaşanan Elazığ ve İzmir depremlerinde tekrarlandı.

[13] İstanbul’un deprem tehdidinden kurtulması gerektiğini vurgulayan Topbaş, “Tüm siyasilerin desteğini vereceği bu riskten, tehditten kurtulmalıyız. Her zeminde bina yapılır. Bataklıkta bile binalar yapılır. Ama tekniğine uygun yapmalısınız” ifadesini kullandı. Bkz. CNN Türk (2008, 8 Kasım). Depreme hazırlık için bir öneri de Topbaş’tan. cnnturk.com/2011/turkiye/11/08/depreme.hazirlik.icin.bir.oneri.de.topbastan/636053.0/index.html (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[14] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı (2020, 5 Kasım). Ülkemizi tabii afetlere hazırlıklı hâle getirmek için gece gündüz çalışmayı sürdüreceğiz. tccb.gov.tr/haberler/410/122676/-ulkemizi-tabii-afetlere-hazirlikli-h-le-getirmek-icin-gece-gunduz-calismayi-surdurecegiz- (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[15] E.N. Ekrem İmamoğlu 31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimlerini kazanan aday olsa da, mazbatasını ancak 27 Haziran 2019 tarihinde, tekrarlanan yerel seçim sonucunda alabilmişti. 23 Haziran 2019’da gerçekleştirilen 2019 İstanbul ara yerel seçimi, Mart ayındaki yerel seçimden çıkan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı sonucunun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilmesi üzerine yapılan seçimdir.

[16] Bilimsel perspektife göre, tehlikenin nicelleştirilmesi her zaman belirsizlik içerir. Örneğin, “Önümüzdeki 30 yıl içinde %62 +/- %15 (standart sapma) ve sonraki on yıl içinde %32 +/- 12’lik bir güçlü sarsıntı olasılığı bulduk.” Bu değerlendirme İstanbul Deprem Master Planı (2003) için kullanılmıştır. Bkz. Parsons, T., Toda, S., Stein, R. S., Barka, A. ve Dieterich, J. H. (2000). Heightened odds of large earthquakes near istanbul: An interaction-based probability calculation. Science. 288(5466), 661-665.

[17] Reghezza-Zitt, M. (2015). Territorialiser ou ne pas territorialiser le risque et l’incertitude. La gestion territorialisée à l’épreuve du risque d’inondation en Île-de-France. L’Espace Politique: Revue en ligne de géographie politique et de géopolitique. 26.

[18] Bu konuda Nihal Durmaz’ın tez araştırmasına başvurulabilir. Durmaz, N. (2018). L’instrumentalisation des risques de catastrophe dans le processus d’urbanisation néolibérale de la ville d’Istanbul: une analyse à partir des quartiers de Sarigöl et Tozkoparan [Yayımlanmamış doktora tezi]. Université de Strasbourg.

[19] 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Madde 2 (2012, 16 Mayıs). Resmi Gazete, resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/05/20120531-1.htm

[20] Bozkurt, H. ve Malani, S. (2017, 17 Ağustos). The disaster before the disaster. Building resilience in Istanbul. beyond.istanbul. beyond.istanbul/the-disaster-before-the-disaster-building-resilience-in-istanbul-41e74b61bf5f?gi=be392f226b2 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[21] İstanbul Büyükşehir Belediyesi ölçeğinde 2910 kilometrekarelik bir yoğunluk için 2020 yılında ilçenin nüfus yoğunluğu kilometrekare başına yaklaşık 11.500 kişidir.

[22] Hürriyet (2021, 2 Ocak). Depremden 22 yıl sonra Avcılar’daki 199 bina için süre bitti. hurriyet.com.tr/gundem/depremden-22-yil-sonra-avcilardaki-199-bina-icin-sure-bitti-41704471 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[23] Sözcü (2019, 8 Aralık). Avcılar Belediye Başkanı Turan Hançerli ile söyleşi: Deprem sadece Avcılar’ın değil İstanbul’un meselesi. sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/deprem-sadece-avcilarin-degil-istanbulun-meselesi/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[24] Jeofizikçi Savaş Karabulut ile kişisel görüşme (2020, 12 Kasım).

[25] Milliyet Emlak (2021, 30 Haziran). Tehlike saçan binalara çözüm! 6306 sayılı yasa. milliyet.com.tr/emlak/tehlike-sacan-binalara-cozum-6306-sayili-yasa-6542323 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[26] Morvan, Y. ve Logie, S. (2014). Istanbul 2023. Editions B2.

[27] Sözcü (2021, 25 Şubat). Erdoğan’ın “inadına yapacağız” dediği Kanal İstanbul’un rantını kim yiyecek? sozcu.com.tr/2021/emlak/erdoganin-inadina-yapacagiz-dedigi-kanal-istanbulun-rantini-kim-yiyecek-6280544/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[28] Görür, N., Orhon, D., Sözen, S. (Haz., 2020). Kanal İstanbul: Çok disiplinli bilimsel değerlendirme. İBB Kültür A.Ş.

[29] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

[30] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

[31] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

İngilizceden çeviren: Eda Sevinin

Giriş

19 Haziran 2021’de merkez üssü İstanbul’un Kartal ilçesi yakınlarında olan düşük kuvvetli (Richter ölçeğine göre 3.9) depremin ardından Ekrem İmamoğlu Twitter’da şu paylaşımı yaptı: “İstanbul’un bugün yaşadığı sarsıntının hiçbir can ve mal kaybına yol açmaması sevindirici ancak #deprem gerçeğinin şehrimizin önemli bir gündemi olduğunu hatırlatması açısından önemli. Geçmiş olsun İstanbul.”[1] Tıpkı İstanbul’da ve ülkenin diğer bölgelerinde yakın zamanda gerçekleşen depremler gibi, bu son depremler[2] de Türkiye’nin 16 milyondan fazla insanı barındıran bu en büyük şehri için herkesi teyakkuza geçirdi. Ne var ki, “sismik gerçeklik” 20 yıl önce Marmara Bölgesi’nde meydana gelen 1999 Depremi’nin ardından aldığı biçimleri almaktan uzak, bu sebeple de kafalarda soru işaretleri oluşturmaya devam ediyor. Kentsel üretim bu riskten korunmak için gereken başlıca eylemlerden biri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Nisan 2021’de yayımladığı İstanbul’un Deprem Gerçeği[3] kitabı, “deprem riskinin” yalnızca “müspet bilimlere” indirgenemeyeceğini gösteriyor. Müspet bilimler ile sosyal bilimler arasında herhangi bir ayrım yapmaktan kaçınmak ve tüm bakış açılarını ciddiyetle değerlendirmek için bu yazıda bir teorik çerçeve olarak bilim ve teknoloji sosyolojisinin (BTA) yolunu izleyeceğim.

BTA perspektifinden yazdığı araştırmasında Elizabeth Angell, “afeti kentsel bir olgu olarak düşünmek için”[4] “toplaşma” (assembly) kavramını tedavüle sokar. Bu kavram “doğal ve kültürel olanın, maddi ve toplumsal olanın, insan ve insan-dışı olanın iç içe geçmişliğini vurgulayarak yalnızca bu tür ikili ayrımlara karşı gelmekle ya da bu ayrımları karmaşıklaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onları yeni biçimlerde kurabilir.” Bu hâliyle tercüme kavramı bizi riski, “bir dizi tercüme ve yeniden düzenlemeye konu olan heterojen öğelerden müteşekkil bir oluşum”[5] olarak anlamaya yönlendirir. Tercüme, bir aktörün, bir grubun diğerleriyle müzakere etmesi için grubun sözcüsü rolünü üstlendiği sürece denir.[6] Bu doğrultuda, riski en aza indirmek, hatta ortadan kaldırmak için ortaya konan kentsel süreçlere dahil olan eyleyenleri (actant) takip etmeyi hedefliyorum. Kentsel üretimde riskin azaltılması süreçlerine ilişkin bazı adımlar insan ve insan-dışı aktörleri bir araya toplar (assemble). Bu yazıda riskin azaltılması ile ilgili kentsel planlama süreçlerinde aktörlerin toplanma biçimlerine odaklanarak risk ve sismik mikrobölgelemenin yanı sıra (6306 sayılı) “afet” yasasıyla ilişkili kamusal problemleri inceleyeceğim. Bunu yaparken de riski dillendiren aktörlerin birbirleriyle eşit şartlarda müzakere etmediklerini ve bu aktörlerin sözcüler tarafından da (riski ifade etmeye) teşvik edilmediklerini göstermek istiyorum. Günümüz İstanbul’unda “sismik gerçeklik” ne anlama geliyor? Başlıca hipotezim şu: Kentsel süreçlerdeki bu toplaşma (assembly) ve tercüme (translation) süreçleri, sismik riskin (deprem riski) biçimini dönüştürüyor.

Tercüme 1: Kamusal bir sorun olarak sismik risk

Sismik risk: İstanbul’un dönüşümüyle yeni biçimler alan bir risk

İstanbul’un yaşadığı her deprem felaketinde, riskin azaltılması için yapılan tavsiyeler ve alınacak önlemler yenilenir. Geçmiş depremlere baktığımızda, kentler için hep teknolojik yenilikler ürettiklerini görüyoruz. Örneğin, 10 Temmuz 1894’te yaşanan deprem, surların yıkılması da dahil olmak üzere İstanbul’da çok fazla hasara sebep oldu. Bu olaylar sonucunda kentte daha geniş caddelerin inşası teşvik edildi, insanlar binalarda ahşap kullanmayı bıraktı (ki bu Tanzimat döneminde başlamıştı) ve deprem rasathanesi kuruldu.

Depremin fiziksel mekanizması aynı kalmış olsa da sonuçları farklılaşıyor. Marmara Bölgesi’ni etkileyen 1999 depremleri, sismik riskten kaynaklanan birçok başka riski de ortaya çıkardı. Öncelikle, inşaat sektörü büyük bir kayıtdışı yerleşim (gecekondu) stoğu devraldığı gerekçesiyle başarısızlıktan sorumlu tutuldu. İnşaat elbette etkilenen tek sektör değildi; 1999 depremi çeşitli alanlara ve boyutlara sızabilme kabiliyetini göstermişti: Bölge sakinlerinin suçlama ve eleştirileri sonucu ortaya çıkan siyasal çalkantılara, enkaz nedeniyle çevreye yönelik tehditlere,[7] 19 Ağustos 1999’da İPRAŞ rafinerisindeki yangınla birlikte gelen endüstriyel risklere, ekonomik kayıplara[8] ya da depremzedelerin güvencesiz prefabrik binalara geçici olarak yerleştirilmesinden doğan toplumsal krizlere tanık olduk. Biçimi çeşitlendiği ve İstanbul’un çeşitli kentsel boyutlarının içinde yerleşik olduğu için, “sismik gerçekliği” belli sınırlar dahilinde tanımlamak ya da sismik riskin eksiksiz bir tanımını yapmak zor. Sismik risk, yalnızca deprem demek değil.

Yerel çıkarlara değil ulusal çıkarlara göre belirlenmiş başka risklere uygun kamusal bir sorun.

Bugün sismik risk artık sektörelleşmiş bir risk değil; 2010’larda cereyan eden terör riski ve Pérouse ve Kaya’nın[9] mallar ve insanlar üzerindeki riskleri de dahil ettiği ekonomik risk gibi diğer risk biçimleriyle de diyalog hâlinde. Birbiriyle ilişkili olan bu risk biçimleri bir araya gelerek risk anlayışını devlet nezdinde yeniden yapılandırdılar: Devlete yönelik risk.[10] Geçtiğimiz on yılda Türkiye’de ortaya çıkan yegâne risk ve afet biçimleri olmaktan çok uzak olan bu olaylar, her şeyden evvel ortaya çıkan risklerin ve kamusal sorunların biçimlerinin yeniden dağıtıldığını gösterdi. Sümbül Kaya ve Jean-François Pérouse, bazı risklerin siyasallaştırıldığını (terör riski, ekonomik ve finansal riskler, mülkiyetle ilişkili riskler, kişisel ve sismik riskler), bazılarının ise siyasal ve ekonomik çıkarlara veya AKP ideolojisine dayanmadığını açıkça gösterdiler. Risk gündeminde sismik riskin dikkate alınması gereken tek konu olmadığının farkında olsak da, ulusal çıkarlara yapılan vurgu bu riskin öne çıkmasına neden oluyor. Ancak burada hangi riskin öne çıkıp çıkmayacağını belirlemede sözcü olarak öne çıkan devlet oluyor. Bu bağlamda kimlerin “toplaştığına” bir göz atalım.

Devlet tarafından belirlenen bir toplaşma (assembly)

Son on yılda Türkiye’yi etkileyen sismik felaketlerin (2011’de Van, 2020’de Elazığ ve İzmir) hemen ardından hükümet yetkilileri tarafından yapılan konuşmalar ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Bu konuşmalar belli çözümleri gerekçelendirirken, afet ve sismik risk yönetiminde paydaşların rollerine başvurarak ve bu rolleri tanımlayarak kamusal eylemleri meşrulaştırma amacı taşıyor. Bu konuşmalarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yekpare ve oldukça merkezi bir yönetim organizasyonu resmi çiziyor. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı’nın sözcü rolüyle destek talep ettiği ve yönetimin önüne koyduğu inşaat ve gayrimenkul geliştirme alanındaki aktörlerin yükselişini görüyoruz. Erdoğan, Van depremiyle ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluk üstlenmesi konusunda şunları dile getirdi: “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile bir çalışma içine gireceğiz. Artık şehirlerimizde kaçak yapı, gecekondu, bunlara yönelik gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, bunları yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve bu binaları biz yıkacağız.”[11]

Bu sözler TOKİ gibi belli başlı aktörlerin öne çıkmasını ve kamulaştırma gibi çeşitli yasal düzenlemelerin uygulanmasını meşrulaştırıyor.[12] Ulusal ölçekte yapılan bu tür konuşmalar, insanları teyakkuza geçirme ve hatta İstanbul sismik riskine karşı alınan önlemleri artırma konusunda da etki yaratıyor. 2004-2017 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Kadir Topbaş, Van depreminin ardından İstanbul’un bina inşa ederek “deprem tehdidinden kurtulması gerektiği”[13] konusunda uyarıda bulundu. Yeni kanalın (Kanal İstanbul) inşası üzerine yeniden canlanan tartışmalara dikkatler kaymışken, Elazığ depreminin ardından biliminsanları İstanbul için dikkatli olunması çağrısı yaptı. Erdoğan, İzmir Depremi’nin ardından, 5 Kasım 2020’de düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda, konuşmasının bir kısmında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla birlikte kentsel dönüşümün hızlandırılması konusuna odaklandı ve şunları ekledi: “Özellikle İstanbul’da bu süreci hızlandırmamız gerekiyor.”[14] 31 Mart 2019’dan bu yana görevde olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Elazığ ve İzmir’de deprem bölgelerini ziyaret ederek konuyla yakından ilgilendiğini göstermişti.[15]

İnşaat sorunu hızla sismik riskin yerini alıyor. Ancak sismik risk inşaatla bağlantılı risklere ya da buna bağlı olarak, yapıların sağlamlığına indirgenemez.

Tercüme 2: Riskin azaltılması kriteri olarak sismik risk

Sismik risk üzerine üretilen bilginin entegre edilmesi

Son on yılda sismik riske dair bilgimiz oldukça gelişti ve Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’nda, yer değiştirmeleri (displacement) sismik dalgalara sebep olan fayların konumları, şekilleri ve dinamikleri konusundaki bilgiler giderek netleşiyor. Son yıllarda gerçekleşen teknik ilerlemeler ve aktarılan maddi imkânlar, Marmara Bölgesi ölçeğinde, bu bölgedeki Kuzey Anadolu Fay Hattı coğrafyası hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı mümkün kıldı. Bazı segmentlerin şekilleri konusundaki tartışmalar devam etse de jeologların ve jeofizik uzmanlarının sismik dalganın kaynağı ve sahaların jeolojik yapıları üzerine yaptıkları çalışmalar, dalga büyüklüğünün değerlendirilmesi ve bir sonraki depremden önce telafi için gereken zaman gibi konular da dahil olmak üzere sismik dalgaya dair nicelleştirilme önerilerini beraberinde getiriyor. Belirsizlikleri de[16] dikkate alan ve içeren bu tehlike bilgisi, “sismik riski” belirlemek için yapılan analizlerin temelini oluşturur.

Ve temsili…

Aslına bakılırsa, tehlike analizinin amacı “zemin etkisini” yani dalganın büyümesine (amplifikasyonuna) katkıda bulunan jeolojik unsurları belirleyebilmektir. Burada hedef, depremin yıkıcılık potansiyelinde rol oynayan bir zeminin yerel koşullarını incelemektir. Bu analiz süreci, bilim insanlarının yanı sıra farklı aktörlerin de bir araya toplandığı bir mikrobölgeleme çalışması ile görünür kılınır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2003 yılında Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’na (JICA) ve Türkiye’den dört üniversiteye (İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi) çağrıda bulundu. Belgeyi oluşturmak için ciddi bir uzman kadrosu seferber edilmiş olsa da sismik riski belgeleyen mikrobölgelemenin nihayetinde yalnızca binaların kırılganlığına dayanarak oluşturulduğu görüldü. “Sismik gerçeklik” yapısal bir değerlendirmeyle ilgiliydi. 2018’den bu yana ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde yürütülen bir projede mikrobölgeleme iki aşamalı çoklu risk yaklaşımıyla uygulanıyor. Başlangıçta depremin yanı sıra toprak kayması, sel ve yangın gibi çeşitli başka riskler de dikkate alınıyor. Buna paralel olarak kentsel biçim, yaşam kalitesi ve çevre koşullarıyla ilgili başka çalışmalar da yürütülüyor (Şekil 1).

Şekil 1. Risklerin mikrobölgelenmesi. Kaynak: İBB Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü Arşivi.

İkinci adımda, bu dört harita bir araya getirilerek “kentsel dönüşüme konu olan sorunlu alanları belirleyecek” nihai bir makrobölgeleme çalışması yapılıyor. Burada, nihai haritada kendilerine atfedilen “ağırlıklara” bağlı olarak öncelik verilen birkaç insan-dışı unsuru topluyoruz. Ne var ki, mekâna bağlı olarak her rengin standartlaştırdığı risk gerçekliklikleri birbirinden çok farklı. Yine de mikrobölgeleme “düzenlemeyi ve bu düzenlemelere yerel açıdan uyumu destekleyen kartografik bir mecradır.”[17] Buna rağmen hep aynı kentsel tepkiyle karşılaşıyoruz: kentsel dönüşüm. Şimdi bunun mevzuatta nasıl değerlendirildiğine göz atalım.

Tercüme 3: Bir yönerge olarak sismik tehlike

6306 Sayılı Yasa: Afet riskini önlemek üzere tartışmalı bir araç

Afet riski altındaki alanların kentsel dönüşümüne ilişkin 2012 yılında yürürlüğe giren yasa, diğer şeylerin yanı sıra risk alanlarını (yıkım ve yeniden inşa yöntemiyle) “dönüştürmek” ve aynı zamanda sürece dahil olacak aktörleri belirlemek üzere mikrobölgelemeye başvurur.[18] Ancak “depremin” vuku bulması bu yasada yer almaz. Riskin tanımı, yasa metninin başında şu şekilde netleştirilmiştir:

“ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Cumhurbaşkanı’nca kararlaştırılan alanı,

d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı veya yapıları” ifade eder.[19]

Yasaya göre, risk değerlendirmesi yalnızca biliminsanlarının değil bölge sakinlerinin, belediyelerin, bakanlıkların veya Cumhurbaşkanı’nın da görev alanına girer. Bu muğlak ve standartlaştırılmış risk tanımı ve mikrobölgelemenin mevzuatta çok küçük bir role sahip olması, Bozkurt ve Malani’nin[20] yaptığı şu gözlemleri açıklayabilir: “risk altında” olarak belirlendiği için dönüştürülen bazı alanlar mikrobölgelemede bu şekilde tercüme edilmemiştir. Dolayısıyla bu yasa çerçevesinde toplanan aktörlere bakmak gerekmektedir.

Yasa aracılığıyla toplanmış yeni aktörler

Bahsi geçen yasa, kentsel dönüşümde üstlenilecek rollerin belirlenmesinde ve risk altındaki alanların tanımlanması hususlarında; yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı’nın ve TOKİ’nin sözcülüğünü üstlenmektedir. Bu aktörler, kentsel dönüşümün uygulanmasında rol alacak diğer aktörleri de bir araya getirirler: TOKİ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve (kentsel dönüşümü gerçekleştirmek üzere) ilçe belediyeleri. Hatta risk altındaki alanlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkili kılınan uzmanlar aracılığıyla mülk sahiplerinin kendileri tarafından bile belirlenebilir. Bu aktörler, bilimsel uzmanlık alanlarından gelmedikleri hâlde risk tanımı yapma yetkisine sahiptirler. Burada, mekâna bağlı olarak sözcü rolünü üstlenenler, kendilerini ifade etme meşruiyetini bazı gruplara tanıyıp bazı başka gruplara tanımadığında, aslında çok çeşitli tanımları olan “sismik gerçeklik” tanımı kent üzerinde somut etkiler yaratır. Mikrobölgeleme sürecinde sismik riskin belirlenmesi sürecine dahil olan biliminsanlarının artık eskisi kadar görünür olmaması da ayrıca dikkat çekicidir. Sismik riskin kamusal bir sorun, riskin kentte önceliklendirilmesi için bir kriter veya bir yönerge olarak analiz edildiği bu aşamada, bu üç tercüme biçiminin kent üzerindeki yansımalarını somut bir biçimde görelim.

Tercüme 4: Kentsel projeye eklenen sismik tehlike: Avcılar örneği

Firuzköy Mahallesi. Fotoğraf: Youenn Gourain

Avcılar’da deprem gerçeği (?)

Avcılar, 1990’ların başında İstanbul’un çeperinde kurulmuş kalabalık bir ilçe[21] ve 1999 depreminden en çok etkilenen bölgelerden biri. İlçe ağırlıklı olarak R4 ve R6 imar tipi binalardan ve göl kenarına kurulmuş gecekondulardan oluşuyor. Eylül 2019’daki 5.4 büyüklüğündeki deprem, 1999’daki depremde[22] hasar alarak zayıflamış binaları taşımak için hâlâ uğraşan belediyenin[23] ihtiyatlılığını artırdı (birinci tercüme). İBB tarafından yapılan mikrobölgelemeye göre, en riskli bölgeler Küçükçekmece Gölü çevresindeki alanlar (ikinci tercüme). Firuzköy bölgesinde ise gecekonduların varlığına ek olarak toprak kayması sorunları var. Bununla birlikte, jeofizikçilerle yapılan görüşmeler,[24] herhangi bir depremin ardından oluşabilecek tsunami riskine ilişkin ek çalışmaların devam ettiğini ve bu nedenle bunun münferit bir olay olarak tanımlanamayacağını gösterdi. İlçedeki birçok alan riskli alan olarak tanımlandı (üçüncü tercüme) ve bu, yasanın meşrulaştırdığı kamulaştırmalarla ilgili pek çok toplumsal risk üzerine düşünmenin de gerekli olduğunu gösteriyor.[25]

İhtilaflı kentsel projeler

Bu kentsel projelerde inşaat amacıyla bir araya gelenler haricinde yeni aktörler de toplanıyor: gayrimenkul geliştiriciler, komisyoncular, ekonomik danışmanlar, müteahhitler, hizmet sağlayıcılar, sigortacılar. Bu aktörler, önceki tercümelere, özellikle binaların kârlılığı ve doluluk oranları açısından risk taşıyan bir ekonomik boyut da katıyorlar. Avcılar, Küçükçekmece Gölü’nün yakınında, doğrudan Kanal İstanbul projesinin güzergâhı üzerinde yer aldığı için arazi spekülasyonlarına sıkça konu oluyor.[26] Ancak, tarım arazilerinin zarar görmesi nedeniyle, Kanal İstanbul ile bağlantılı yeni inşaatların çoğunun tartışmalı olduğu ortaya çıktı.[27] Yaptığım görüşmelere göre, arsa satışlarının yavaşlaması doluluk oranı meselesini sorunlu hâle getiriyor. Çevresel ve ekonomik açıdan tartışmalı olan bu proje,[28] belli inşaat paydaşlarının varlığını meşrulaştırırken çevre kirliliği veya ekolojik tahribat gibi korkuları pekiştirme etkisini de beraberinde getiriyor. “Sismik gerçeklik” yeni risklere doğru yayılıyor.

Kentsel planlamada seçimler: Kim için?

Bu projelerde, pek çok sivil toplum üyesi bu dönüşüm projelerine karşı çıkarak şunları söylüyor: “Halkın sorunlarını biz dillendirmeye çalışıyoruz, gündem yapmaya çalışıyoruz. Bir sürü kararı geri çektirmeye çalışıyoruz.”[29] Avcılar Halkevleri’nin de aralarında bulunduğu pek çok dernek, semt sakinlerine değil, seçkinlere yönelik olduğunu düşündükleri bu kentsel dönüşüm projelerine karşı kampanya yürütüyor. Kamu yetkililerinden insana yakışır ve depreme dayanıklı konut talep ediyorlar.

Evet, Kanal’a karşı protestolar yapıyoruz. Deprem sorunu çözülsün diye protestolar yapıyoruz. Belediyeyle görüşüyoruz, onları zorlamaya çalışıyoruz. (…) Avcılar’ın deprem sorununun hemen çözülmesi lazım diye. Şimdi Avcılar’da, dediğim gibi, 350 bina yıkıldı, yenilendi ama bu çok az.[30]

Buna paralel olarak bu dernekler bir afet riski karşısında insanları bilinçlendirmek ve bölge sakinlerini eğitmek, kısacası uzmanlıklarını aktarmak üzere biliminsanlarını seferber ediyorlar.

Jeofizik Mühendisleri Odası var, onlardan destek istiyoruz. Bizim Halkevi’ndeki mühendisler var, onlardan destek istiyoruz. Onun dışında, psikolog arkadaşlardan destek istiyoruz. Biz önce kendimiz eğitim alıyoruz, aldığımız eğitimlerden sonra da insanlara anlatmaya çalışıyoruz. Doktor arkadaşlar var, onun dışında işte dediğim gibi Tabipler Birliği’nden, TMMOB’dan, jeofizik mühendislerinden… Hepsinden destek alabiliyoruz. Biz talep ettiğimizde gelip bize eğitimler veriyorlar.[31]

Bu şekilde sivil toplum üyeleri, kentsel üretim süreçlerinde giderek görünmez hâle gelen ve risklerin sorumluluğunu üstlenmekle mükellef aktörleri bir araya getirme rolünü üstlenmiş oluyorlar. Peki bu çaba, halihazırda risk taşıyan kentsel üretim süreçlerine bu risklerin karmaşıklığını entegre etmek için yeterli mi?

Sonuç: Riskli bir kentsel üretim sürecinde “sismik gerçeklik” ne anlama geliyor?

İstanbul’da kentleşme süreçlerinde sismik risk yönetiminde insan ve insan-dışı aktörlerin asemblajına (assemblage) dair analizler, Türkiye’nin en büyük kentinin “sismik gerçekliğini” sorgulamayı hedefliyor. Bu yazıda, bu toplaşmalarda seferber edilen çeşitli paydaşlar tarafından yapılan risk tercümeleri yoluyla göstermek istediğim şey ise şuydu: Her ne kadar sürekli belirli çerçeveler içinde tanımlamak istesek de, sismik risk çeşitli nedenlerle, onu sınırlamaya çalıştığımız çerçeveleri her daim aşar. Bunun birinci nedeni, son yıllarda çeşitli riskler (örneğin tsunami riski) arasındaki ilişkilere odaklanan çapraz çalışmalar görsek de sismik riskin sektörel yönetimiyle ilgilidir. Ancak sismik tehlikeye baktığımızda, genellikle aynı bölge üzerinde başka risklerle birlikte ortaya çıktığını görürüz. İkinci olarak, “sismik risk” ancak bu riskin, politik, toplumsal, çevresel veya ekonomik boyutları da içeren “hibrit” riskler ürettiği tüm unsurları, boyutları ve bireyleri göz önünde bulundurduğumuzda anlamlı hâle gelir. Son olarak, bu asamblajlar tüm aktörlerin aynı anda konuşmadığını da gösterdi: Bazıları tartışmaların dışında bırakıldı (bölge sakinleri), diğerleri ön plana çıktı (inşaat sektörünün ekonomik aktörleri) veya sürecin belirli bir aşamasında ortadan kayboldular (jeologlar ve jeofizikçiler). Ancak Avcılar ve İstanbul’daki diğer örnekler, risk yönetimi süreçlerinde şu anda dengelenmemiş olsa da herkesin diyalog kurmasının mümkün olabileceğini gösteriyor. Bu toplaşma yöntemi, İstanbul’daki “sismik gerçekliğe” dair daha gerçekçi bir tasvire dönüşebilir.

Teşekkürler: Bana belgeleri sağlayan ve araştırmamda bu belgeleri kullanmama müsaade eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm ekibine teşekkür ederim.


[1] İmamoğlu, E. [@ekrem_imamoglu] (2021, 19 Haziran). İstanbul’un bugün yaşadığı sarsıntının hiçbir can ve mal kaybına yol açmaması sevindirici ancak #deprem gerçeğinin şehrimizin önemli bir gündemi olduğunu hatırlatması açısından önemli. Geçmiş olsun İstanbul. Twitter. twitter.com/ekrem_imamoglu/status/ 1406228739499962371?s =20&t= QIxuXJiX8xumuxEQbI3H6A (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022)

[2] Türkiye’de yakın zamanda yaşanan depremler arasında 26 Eylül 2019’da İstanbul’da 5.8 büyüklüğündeki, 24 Ocak 2020’de Elazığ’da 6.7 büyüklüğündeki ve 30 Ekim 2020’de İzmir’de 6.9 büyüklüğündeki depremler vardır.

[3] Kuzucu, K., v.d. (2021). İstanbul’un deprem gerçeği. İBB Kültür A.Ş., s. 544.

[4] Angell, E. (2014). Assembling disaster: Earthquakes and urban politics in Istanbul. City, 18(6), 667-678.

[5] November, V. (2006). Le risqué comme objet géographique. Cahiers de géographie du Québec, 50(141), s. 289.

[6] Akrich, M., Callon, M. ve Latour, B. (2006). Sociologie de la traduction: textes fondateurs. Presses des Mines, s. 303.

[7] Pérouse, J. F. (2001). Turquie: l’après-séismes. Institut français d’études anatoliennes, s. 80.

[8] Nokta (1999, 9 Eylül). Depremin Türkiye’ye faturası; Cumhuriyet (1999, 5 Eylül). Ekonomide büyük deprem ne zaman?

[9] Pérouse, J. F. ve Kaya, S. (2018). “249 contro 301”. Ossessione sicuritaria e rassegnazione organizzata nell’affrontarei rischi ambientali, sanitari ed economici: il caso turco. (Ed. S. Palidda) Resistenze ai disastri sanitari, ambientali ed economici nel Mediterraneo içinde. DeriveApprodi. s. 283.

[10] Dorronsoro, G. (2017). L’État-AKP et le gouvernement par la crise. Mouvements, 90(2), 11-18.

[11] Hürriyet. (2011, 26 Ekim). İktidarı kaybetsek de bunu yapacağız. hurriyet.com.tr/gundem/iktidari-kaybetsek-de-bunu-yapacagiz-19088346 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[12] Bu süreç, 2020 yılında yaşanan Elazığ ve İzmir depremlerinde tekrarlandı.

[13] İstanbul’un deprem tehdidinden kurtulması gerektiğini vurgulayan Topbaş, “Tüm siyasilerin desteğini vereceği bu riskten, tehditten kurtulmalıyız. Her zeminde bina yapılır. Bataklıkta bile binalar yapılır. Ama tekniğine uygun yapmalısınız” ifadesini kullandı. Bkz. CNN Türk (2008, 8 Kasım). Depreme hazırlık için bir öneri de Topbaş’tan. cnnturk.com/2011/turkiye/11/08/depreme.hazirlik.icin.bir.oneri.de.topbastan/636053.0/index.html (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[14] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı (2020, 5 Kasım). Ülkemizi tabii afetlere hazırlıklı hâle getirmek için gece gündüz çalışmayı sürdüreceğiz. tccb.gov.tr/haberler/410/122676/-ulkemizi-tabii-afetlere-hazirlikli-h-le-getirmek-icin-gece-gunduz-calismayi-surdurecegiz- (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[15] E.N. Ekrem İmamoğlu 31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimlerini kazanan aday olsa da, mazbatasını ancak 27 Haziran 2019 tarihinde, tekrarlanan yerel seçim sonucunda alabilmişti. 23 Haziran 2019’da gerçekleştirilen 2019 İstanbul ara yerel seçimi, Mart ayındaki yerel seçimden çıkan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı sonucunun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilmesi üzerine yapılan seçimdir.

[16] Bilimsel perspektife göre, tehlikenin nicelleştirilmesi her zaman belirsizlik içerir. Örneğin, “Önümüzdeki 30 yıl içinde %62 +/- %15 (standart sapma) ve sonraki on yıl içinde %32 +/- 12’lik bir güçlü sarsıntı olasılığı bulduk.” Bu değerlendirme İstanbul Deprem Master Planı (2003) için kullanılmıştır. Bkz. Parsons, T., Toda, S., Stein, R. S., Barka, A. ve Dieterich, J. H. (2000). Heightened odds of large earthquakes near istanbul: An interaction-based probability calculation. Science. 288(5466), 661-665.

[17] Reghezza-Zitt, M. (2015). Territorialiser ou ne pas territorialiser le risque et l’incertitude. La gestion territorialisée à l’épreuve du risque d’inondation en Île-de-France. L’Espace Politique: Revue en ligne de géographie politique et de géopolitique. 26.

[18] Bu konuda Nihal Durmaz’ın tez araştırmasına başvurulabilir. Durmaz, N. (2018). L’instrumentalisation des risques de catastrophe dans le processus d’urbanisation néolibérale de la ville d’Istanbul: une analyse à partir des quartiers de Sarigöl et Tozkoparan [Yayımlanmamış doktora tezi]. Université de Strasbourg.

[19] 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Madde 2 (2012, 16 Mayıs). Resmi Gazete, resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/05/20120531-1.htm

[20] Bozkurt, H. ve Malani, S. (2017, 17 Ağustos). The disaster before the disaster. Building resilience in Istanbul. beyond.istanbul. beyond.istanbul/the-disaster-before-the-disaster-building-resilience-in-istanbul-41e74b61bf5f?gi=be392f226b2 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[21] İstanbul Büyükşehir Belediyesi ölçeğinde 2910 kilometrekarelik bir yoğunluk için 2020 yılında ilçenin nüfus yoğunluğu kilometrekare başına yaklaşık 11.500 kişidir.

[22] Hürriyet (2021, 2 Ocak). Depremden 22 yıl sonra Avcılar’daki 199 bina için süre bitti. hurriyet.com.tr/gundem/depremden-22-yil-sonra-avcilardaki-199-bina-icin-sure-bitti-41704471 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[23] Sözcü (2019, 8 Aralık). Avcılar Belediye Başkanı Turan Hançerli ile söyleşi: Deprem sadece Avcılar’ın değil İstanbul’un meselesi. sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/deprem-sadece-avcilarin-degil-istanbulun-meselesi/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[24] Jeofizikçi Savaş Karabulut ile kişisel görüşme (2020, 12 Kasım).

[25] Milliyet Emlak (2021, 30 Haziran). Tehlike saçan binalara çözüm! 6306 sayılı yasa. milliyet.com.tr/emlak/tehlike-sacan-binalara-cozum-6306-sayili-yasa-6542323 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[26] Morvan, Y. ve Logie, S. (2014). Istanbul 2023. Editions B2.

[27] Sözcü (2021, 25 Şubat). Erdoğan’ın “inadına yapacağız” dediği Kanal İstanbul’un rantını kim yiyecek? sozcu.com.tr/2021/emlak/erdoganin-inadina-yapacagiz-dedigi-kanal-istanbulun-rantini-kim-yiyecek-6280544/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[28] Görür, N., Orhon, D., Sözen, S. (Haz., 2020). Kanal İstanbul: Çok disiplinli bilimsel değerlendirme. İBB Kültür A.Ş.

[29] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

[30] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

[31] Avcılar Halkevleri üyesi ile kişisel görüşme.

DÖN