Bu dosyada kırılgan grupların deprem koşullarında maruz kaldıkları toplumsal ve mekânsal adaletsizlikleri mercek altına alıyoruz. Derin Yoksulluk Ağı’ndan Selen Yüksel, 65+ Yaşlı Hakları Derneği’nden Ferhat Boratav ve Rümeyza Kazancıoğlu, Engeli Kadın Derneği’nden Bahar Yavuz, Van Kadın Derneği’nden Zozan Özgökçe, Şehir Dedektifi’nden Gizem Kıygı ve Göç Araştırmaları Derneği’nden Esra Demirkol Colosio’ya kendi çalışma alanlarından cevaplamaları üzere şu dört soruyu yönelttik:[1]

  1. Türkiye’de depreme hazırlık planlarında/politikalarında/stratejilerinde mültecilerin, göçmenlerin/kadınların/yaşlıların/engellilerin/çocukların/yoksulların görünürlüğünü nasıl değerlendirirsiniz?
  2. Önceki deprem deneyimlerine bakarak bu grupların depremden nasıl etkilendiği/etkileneceği üzerine neler söylersiniz?
  3. Bu etkiler nasıl azaltılabilir?
  4. Sizce depreme hazırlık  politikasının adaletli olmasını sağlayan belli başlı özellikler neler olmalıdır?

Bu soruların cevapları ışığında depremin etkilerinin her grup için nasıl farklılaştığını, strateji ve eylem planlarının yeterli olup olmadığını öğreniyoruz.


Depremde Kadın Olmak

Zozan Özgökçe, Van Kadın Derneği

1- Deprem hazırlık planlarında bile –ki ciddi hazırlıklar olduğunu görmüyoruz– kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalar, LGBTİ’ler, engelliler için hiçbir strateji olmadığı gibi bu grupların görünürlükleri de yoktur. Biz kadın örgütleri olarak kadın odaklı deprem hazırlık stratejilerini savunuyoruz. Kadınlar tektip değildir tabii ki; medeni durumları, çocuk sayıları, yaşları, cinsel yönelimleri, zihinsel/fiziksel hastalık durumları hatta çocuklarının hastalık durumları bile kadınların deprem döneminde farklı hizmetler almasını gerektirmektedir. Van Depremi’nde biz bunu çok yakından gördük. Neredeyse bu ülkenin her kenti, her ilçesi, her köyü ezici bir çoğunlukla erkekler tarafından yönetiliyor. Kadınların ve çocuklarının ihtiyaçları, yaşadıkları evlerin durumu, yaşları, medeni durumları, sağlık durumlarıyla ilgili sistemde herhangi bir veri bulunmuyor. Deprem ânında toplanma alanları bile belli değil. 2011 Van Depremi kış aylarını çok sert geçirdiğimiz bir yıl oldu. Ekim ve Kasım’da meydana gelen her iki depremde ailelere örneğin çadır dağıtımı adaletsiz ve düzensiz bir şekilde yapıldı. Hatta ilk başta dağıtılmadı. Havaalanına gelen çadırları halkın alması istendi. Çadır almaya kadınlar çok zor koşullarda gitti. Toplu taşıma aksadı. O soğukta kilometrelerce yürüyerek taşıyamayacakları çadırlar için eziyet çeken kadınlar oldu.

Deprem zamanları, sosyoekonomik durumun hem çok belirleyici olduğu hem de herkesin eşitlendiği bir dönem olabiliyor. Market raflarının boş olduğu, üzerinde bir kap yemek yapacak ocağın olmadığı bir dönemde paranın geçersiz olduğunu Van Depremi’nde gördük. Diğer yandan depremin etkileri insanların sınıfsal farklılıklarına göre de değişiklik gösterdi. Ekonomik durumu biraz iyi olan, bir dönem çalışmasa bile yaşamını sürdürmeye yetecek ekonomik gücü olanlar, ailesinde yaşlısı, hastası olmayan ve başka illerde akrabaları olan insanlar bu kenti özel araçları veya uçaklarla terk ettiler. Geriye yalnız kadınlar, çokçocuklu aileler, başka kentlerdeki akrabaları da yoksul olanlar, engellisi bulunan aileler kaldı. İş yok güç yok. Derme çatma çadırlarda yaşamlarını sürmeyi kaderleri bildiler. Kalanlar ikiye ayrıldı hemen hizmet sunucular tarafından: devlete yakın olanlar ve olmayanlar. Devlet ve belediye, iktidar savaşına deprem sonrasında da devam etmek üzere, birbirlerine bilenmişlerdi zaten. Artık herkesin kendi mağduru vardı. Deprem sonrası yaşanan yarılma, kimin tarafında olduğumuz ile ilgiliydi. Tüm otoriteler bununla ilgilendi öncelikle. Deprem sonrası mevcut yardımların dağıtımındaki adaletsizlik bu zeminde değerlendirildi. Depremin hemen ertesinde Belediyeler, Kaymakamlıklar ve Valilik arasındaki koordinasyonsuzluk, aynı şekilde her birinin sivil toplum örgütleri ile koordinasyonsuzluğuna neden oldu. Karar vericiler ve uygulayıcılar erkekler olduğu için stratejik planların uygulanabilirliği olmadığı gibi kadınlar tüm uygulamalarda görünür değiller.

2- Eşitliğin, adaletin olmadığı bir düzende doğal afetin olması insanlarda aile ile kenetlenme ihtiyacını doğuruyor. Sığınma evinde kalan kadınlardan çocuklarından ayrı olanlar, ailelerinden ayrı olanlar çok zor durumda kaldılar. Kurulan çadırkentlerde yaşlılara, çocuklara yönelik bir düzenleme yapılmadı. Banyo, tuvalet gibi ihtiyaçların görüleceği yerlere yakın çadırlara yaşlılar, yatalak hastalar yerleştirilmedi. Yaşlıların ve yatalak hastaların bakımları kadınların üzerinde bir yük olduğu ve banyoya, tuvalete sırtta taşınmak zorunda kaldıkları için şartlar daha da zorlaştı. Deprem zamanları dışında da desteğe ihtiyacı olan bireylerin ihtiyaçları çadır hayatındaki yoksunluklarla beraber daha da fazlalaşıyor ve hayat daha da zorlaşıyor.

3- Van Kadın Derneği (VAKAD) özellikle deprem sonrası yaptığı çalışmalarla önemli bir duruş sergiledi. Depremden en çok zarar gören 24 köyü gezdi, her köyde beş gün kaldı. Oradaki sorunları raporlaştırdı. Resmi kurumlara buradaki sorunları iletti. Deprem zamanı tüm Van halkının yaşadığı hak ihlallerini gündeme taşıdı. Ayrıca birçok kadın örgütü ile ortak bir ağ kurdu. Kadınlardan kadınlara akan bir dayanışma ağı oluşturdu. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerdeki kadın örgütleri kadın ve çocukların ihtiyacı olabilecek iç çamaşır, hijyenik ped, çocuk bezi, mama gibi özel ürünleri karşılamaya yönelik kampanyalar organize etti. VAKAD’ın gönüllü çalışmalarına katılmak üzere Van’a nerdeyse her ilden ve dünyanın çeşitli yerlerinden gönüllüler geldi. Çok güzel, organize bir iş çıkardık. Marmara Depremi’nde çalışmış arkadaşlardan deneyim transferi de çok önemliydi. Yardımların adil dağıtımı gerçekleşti ve aileye, kişiye göre dayanışma zemini oluşturuldu.

23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinde yaşadıklarımız bizim üzerimizde ciddi bir güvensizlik yarattı. Cinsiyetçi ve milliyetçi politikaların tüm uygulamaları üzerimize boşaltıldı.

23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinin öncesinde TÜİK 2011 verilerine göre 1.035.418 nüfuslu ilimizin 509.630’unu kadın nüfusu oluşturmaktaydı. Depremde ölümler hakkında net bir bilgi olmadığı gibi, deprem sonrası başka illere göç ile ilgili bir bilgi paylaşımı da olmadı. Deprem öncesi net olan nüfus bilgisinin değişimi konusunda bir çalışma yapılmamıştır. Halbuki deprem yaşamımızda bir yarılma yarattı; hayatımız depremden önce, depremden sonra olarak ikiye ayrıldı. Fay hatları sadece doğal afet olarak hayatımıza girmedi, yaşamımızı değiştirdi. Yaşam alışkanlıklarımızdan tutun duygu bütünlüğümüze kadar pek çok şeyi zedeledi. Doğa karşısında hepimiz çaresiz kaldık. Bir de doğal afet sonrası elinde kaynakları bulunduran yerel otoriteler bizlerin içindeki güven duygusunu zedeledi. Bizler, yıllardır bölgede yaşayan insanlar ölüme ve çaresizliğe nasıl terk edildiğimizi çok yakından gördük. Yardım kamyonları, tırları şehre sokulmadı. Deprem akşamı hiçbir yerde ekmek bulunmazken Yüksekova’dan kamyonlar dolusu ekmek gönderildi ancak kamyonlar şehre sokulmadı. Sonraki günlerde de bu durum devam etti. Çadırlar ulaşmadı, ulaşan çadırlar adaletsiz dağıtıldı. Tekrar bir doğal afet sözkonusu olursa Van halkı derin bir hezeyana kapılacaktır. Çünkü 23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinde yaşadıklarımız bizim üzerimizde ciddi bir güvensizlik yarattı. Cinsiyetçi ve milliyetçi politikaların tüm uygulamaları üzerimize boşaltıldı. Bu konuda VAKAD olarak “Afetlerde Devletin Milliyetçi Politikalarının Yıkıcılığı ve Kadınlar; Van Depremi Örneği” adlı bir rapor hazırladık. Televizyonlarda büyük büyük kampanyalar yapıldı ancak Van’a yapılan yardımlar hakkında Valilik ve AFAD tek bir açıklama bile yapmadı. Bilgi Edinme Kanunu kapsamında sorduğumuz sorulara verilen yanıt ise çok sığ ve dar kapsamlıydı. Yapılan yardımların adil bir şekilde dağıtıldığı iddia ediliyordu. Ancak ne kadar, nasıl yardımlar yapılmış gibi bilgiler kamuoyundan saklandı.

Valilik ve AFAD’a bağlı depolarda çıkan yangın da biz Vanlıların içinde yangın etkisi yaratmıştır. “Herkes başının çaresine baksın, yardım isteyenler bize ulaşsın” mantığı ile hareket edilen ve bir planın, projenin olmadığı bir süreçten geçtik. Belediyeler ve kamu kurumlarının yardım listelerine girmek isteyenlerin oluşturduğu uzun kuyruklar, bir kap yemek için sabahın erken saatlerinde ellerinde tencerelerle bekleyen insanlar bile deprem sürecinin ne kadar korkunç, insanı öncelemeyen bir sistem olduğunu açıkça göstermekteydi. İnsanlar, kendilerine gönderilen eşyalara ulaşmak için birbirini ezmek durumunda kaldı. Erkekler o sıraların en önündeydi. Kadınlar ve çocuklar ezilenler arasındaydı. Biz bu duruma ne ortak ne de şahit olmak istediğimizden hiçbir destek paketini bu şekilde ulaştırmadık. Her başvurucu için depomuzda özel paketler hazırladık ve onları ellerimizle teslim ettik. Kadınlar arabayı kullananın, paketi taşıyanın, telefonu açanın kadın olduğunu görünce hem şaşırıyor hem de seviniyordu. “Kadın başına sen ne yapabilirsin ki…” cümlesiyle büyüyen bizler için o günler birer kanıt laboratuvarıydı. Neler yapabildiğimizi gördüğümüz her an biraz daha güçlendik. Her mahalleden çalışmalarımıza gönüllü olan genç kadınlar çıktı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce gönüllü Van’daki bu feminist afet çalışmasına katıldı. Neredeyse tüm şehirlerden Van’a dayanışma köprüleri kurulmuştu. Kadın dayanışmasının ne demek olduğunu çok yakından gördük. Deprem süresince “yardım”ların adil olarak dağıtılmaması, dağıtımdaki koordinasyonsuzluk ve ayrımcılık bize “Kimseden bir şey istemiyoruz, kadın dayanışması var” dedirtti. Dernek olarak biz de Türkiye’deki kadın örgütleri olarak kendi bağımsız çalışma alanımızı kendimiz oluşturduk. Kadınlardan kadınlara akan bir ağ oluşturduk. Her koliyi kaldırdığımızda, çalan her telefonu açtığımızda, her çadırı kurduğumuzda, arabamız bozulduğu zaman her itişimizde, kar altında her üşüdüğümüzde “Yaşasın Kadın Dayanışması, Yaşasın Feminist Mücadele” dedik.

4- Öncelikle bu kentte yaşayan herkes hakkında bir veri bankasının oluşturulması gerekmektedir. Öncelikli gruplar belirlenmeli ve afet ânında onların hayati ihtiyaçları karşılanabilmeli. Cinsiyete dayalı bir afet koordinasyonu yapılmalı. Kamusal hizmetler insan odaklı olmalı. Buna odaklanan her hizmet değerli ve etkili olacaktır.


Afetler ve Yaşlılar

Ferhat Boratav ve Rümeyza Kazancıoğlu, 65+ Yaşlı Hakları Derneği

1- Elimizde üç resmi belge var: Birincisi, AFAD tarafından Şubat 2015’te yayınlanan Afet ve Acil Durumlara İlişkin Temel Mevzuat. Konuyla ilgili her türlü yasal düzenlemeyi içeren bu kitapçıkta, “yaşlı” ifadesini arıyoruz. Araya araya, 18.06.2013 tarihli İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmelik’in 10. maddesini buluyoruz. “Acil durum müdahale ve tahliye yöntemleri” başlığı altında, 4. bentte “İşyerlerinde yaşlı, engelli, gebe veya kreş var ise çocuklara tahliye esnasında refakat edilmesi için tedbirler alınır.” diyor.

Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı 2012-2023’te ise “C.2.3.1. Riskli birey grupları ile afet riski belirleme çabalarını birleştirecek ulusal düzeyde bir toplantı yapılarak gerekli düzenlemeler gerçekleştirilecektir.” denmektedir.

Afet ve acil durumlarda görev alacak bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile yapılan değerlendirmeler sonucunda AFAD tarafından hazırlanmış olan Türkiye Afet Müdahale Planı’nda yaşlı terimi geçmemektedir. Afetzedeler ve afetten etkilenenler tek kategoride değerlendirilmiştir. Varsayımlar başlığı altında ise “Olay bölgesinde incinebilir gruplar ve yabancı uyruklu kişilerin olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.” denmektedir. Ancak incinebilir grupların kim olduğu tanımlanmamıştır.

Özetle, afet durumlarıyla ilgili planlarda, strateji belgelerinde henüz “yaşlının adı yok” dersek, hata yapmış olmayız.

2- Afetler toplumun tamamını etkilese de bu etkiler toplumun farklı kesimlerine orantısız bir biçimde yansıyor. Yaşlı bireyler diğerlerine göre afetlerin etkilerine daha fazla maruz kalabiliyor. Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişme Raporu’nda da  çocuklar ve engellilerin yanı sıra afetlerden en çok etkilenen ve en kırılgan grubun yaşlılar olduğu ifade ediliyor. Bu nedenle, afetlerle mücadele hazırlıklarında yaşlıların daha farklı bir kategoride yer alması büyük önem taşıyor.

Afetlerde yaşlıların ne kadar kırılgan olduğunu birkaç örnekle anlatayım: 1995’teki büyük Kobe Depremi’nde ölenlerin yarısından fazlası 60 yaş üstü insanlardı. Aynı durum Guatemala ve Ermenistan depremlerinde de sözkonusu; yaşlılarda daha yüksek ölüm oranları gözlendi.

2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve tsunamide ölenlerin yaklaşık yüzde 65’i 60 yaş üzeri insanlardı. Uzmanlara göre, bu olayda ölenlerin önemli bir kısmının yaşlılardan oluşmasının nedeni, yaşlıların hareket ve savunma kabiliyetlerinin zayıf olması. Afetlerde, yeterli hazırlığı olmayan, kurtarılma ve tahliye nedeniyle ilaca ulaşamadığı için tedavi dozunu alamayan kronik hastalığa sahip yaşlı bireylerin hastalıkları ağırlaşıyor; hastalığın kontrolü için hastaneye yatış gerektiğinden kısa ve uzun dönemde hem sağlık hem sosyoekonomik sonuçları daha kötü hâle geliyor. Japonya Depremi’nde, ilaca ulaşamayan astım hastası bireylerin semptomlarının ağırlaştığı, yaşanan stresle birlikte diyabet hastalarının kan şekeri regülasyonunun bozulduğu, kan basıncının kontrolden çıkmasına bağlı kalp sorunlarının arttığı da tespit edilmiş.

Amerika’da Katrina Kasırgası’nda ölenlerin yaklaşık yarısı 75 yaş üstü kişiler. Gene ABD’de 2012’de yapılan bir araştırma, 50 yaş üstü her altı yetişkinden birinin acil bir durumda evini boşaltmak için yardıma ihtiyacı olacağını ve neredeyse her 10 kişiden birinin de evdeki yakınlarının ötesinde yardıma ihtiyacı olacağını gösterdi.

Riskin bu kadar büyük olmasına karşın, doğal bir felaket durumu için hazırlık planlayan yaşlıların oranı, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dörtte birden de az.

Yaşlıların afetlere karşı kırılganlığı afet sonrasında da devam ediyor. Kobe Depremi sonrasında barınaklarda/kamplarda kalan yaşlılardan yüzde 83’ü sosyal izolasyon nedeniyle hayatını kaybediyor. Afet sonrasında ruhsal esenliğin sağlanması ve iyileşme sürecinde eş, arkadaş ve aile üyeleri diğer yaş gruplarına oranla yaşlılar için daha önemli oluyor. Buna karşılık, afet sonrasında yaşlılar için sosyal ağlar daha da azalıyor. Bu durum da rehabilitasyonu olumsuz etkiliyor.

Yaşlıların ekonomik kırılganlıkları afet sonrası finansal yardımlara muhtaç olma riskini artırıyor. Örneğin, 1979 Teksas Kasırgası sonrasında afet öncesindeki yaşam standartlarının altında yaşadığını ifade eden yaşlı oranı yüzde 32 iken, yaşlı olmayan kesimde bu oranın yüzde 12,5 olduğunu, bir yıl sonra yapılan araştırmada da ekonomik durumlarının iyileştiğini söyleyen yaşlıların oranı yüzde 34 iken, yaşlı olmayan afetzedelerde bu oranın yüzde 50’lere vardığını görüyoruz.

Ülkemizde yaşanan Marmara ve Van depremlerinde de farklı illerdeki kuruluşlara gönderilmek durumunda kalan yaşlıların gündelik yaşam rutinleri bozulmuş, zaten kırılgan olan psikolojik ve sosyal yaşamları derinden etkilenerek adaptasyon güçlükleri yaşamışlardı. Bu durum ciddi travmalara yol açmıştı.

3- Önceden tüm afetlere yönelik planlar yapılması, hem kişi tarafında hem de kurumlar tarafında olumsuz etkileri azaltmakta belirgin şekilde yardımcı olacaktır. Deprem hazırlıklıkları yaşlı bireyler için de herkes için olduğu gibi evde başlamalıdır. Evde hazırlık, duvara monte edilmiş de olsa ağır eşyaları yataklardan ve kanepelerden uzaklaştırmayı, kitaplık gibi uzun armatürleri duvara sabitlemeyi ve genel olarak cihazların ve değerli eşyaların büyük bir sarsıntıya dayanabileceğinden emin olmayı içerir. Bununla ilgili pratik öneriler var, bunları bulmak da mümkün.

Bir deprem başladığını hissettiğinizde evde nereye gideceğinizi biliyor musunuz? Arabanızdaysanız ne yapmalısınız? Çöken bir yapının içinde sıkışıp kalırsanız ne yapmalısınız? Bu soruların cevaplarını her yaş grubuna öğretmeye çalışmamıza rağmen yaşlılarda bulunabilecek hareket kısıtlığı nedeni ile yaşlıların ânında önlem alması mümkün olmayabilir. Dolayısıyla kendilerine değişik senaryolarla deprem anında yapılabilecekleri onlara ulaşabilecek mecralardan anlatmamız gerekecektir. Örneğin sadece dijital mecradan yapılan bir bilinçlendirme kampanyasının yaşlılara ulaşma şansı çok daha düşüktür, bunu öngörmemiz gerekir.

Afet öncesi hazırlıklar yapılırken, standart önerilere ek olarak, yaşlılara özel bir afet çantası oluşturulmalıdır. Özellikle bir haftalık ilaç ve mutlaka ilaç listesi bunun içinde olmalıdır. Ayrıca temel tıbbi ekipman için malzemelere sahip olmak gerekecektir. Mesela işitme cihazları için piller, yedek gözlük, yedek protezler, gerekiyorsa kan şekeri ve kan basıncını takip etmek için aletler, yedek oksijen tankları hazırda bulundurmak gerekebilir. Tabii bunları bulundurmak ekstra bir masraf; dolayısıyla aile bütçelerinde ya da sosyal güvence uygulamalarında bunları hesaba katmak gerekiyor.

4- Birleşmiş Milletler 2002’de Madrid’de İkinci Dünya Yaşlanma Meclisi’ni düzenledi ve burada 2002 Yaşlanma Uluslararası Eylem Planı kabul edildi. Bu Eylem Planı, pek çok konuda olduğu gibi, doğal afetler ve acil durumlar için de bize yol gösteriyor ve diyor ki: “Doğal afetlerde ve diğer acil durumlarda yaşlılar, aile bireylerinden ve dostlarından uzak kalmaları, beslenme ve barınak bulma olanaklarının daha az olması nedeniyle zarar görmeye açıktır ve bu durumun öneminin kavranması gerekir.” Biz de, buradan yola çıkarak “Afet durumunda yaşlılar kırılgan grup olarak değerlendirilmelidir” diyoruz.

Hatta yaşlıların belirli altgrupları çeşitli nedenlerle diğerlerinden daha savunmasızdır: Bazıları tehlikelerden uzaklaşmak veya gerekli yardımı almak için diğerlerine bağımlıdır, bazıları ise topluluk kaynaklarına kolay erişime sahip değildir. Yine, bazılarının tahliye bildirimlerini duymalarını veya bunlara uymalarını, yerel makamlar tarafından belirtilen güvenlik talimatlarını tam olarak anlamalarını ve uygulamalarını engelleyen durumları vardır.

Her bir bölgede yaşlı nüfus oranı yeniden gözden geçirilerek afet hazırlıklarında mali açıdan da bu grubun ilave ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.

Fiziksel veya bilişsel engelli yaşlılar, afetlerin neden olduğu kriz ve sosyal örgütlenme dönemlerinde ve bu olayları takip eden haftalar, aylar ve yıllarda savunmasız veya dezavantajlı olan nüfus altgrupları arasında yer almaktadır.

Bu nedenle tüm afet hazırlık planlarında yaşlı bireyler için özelleştirilmiş öneriler ve uygulamalar geliştirilmelidir. Uygulamalar, korunma ve hazırlık önerilerinden başlayarak afet sonrasında erken dönem ve geç dönem rehabilitasyon hizmetlerini de kapsamalıdır. Her bir bölgede yaşlı nüfus oranı yeniden gözden geçirilerek afet hazırlıklarında mali açıdan da bu grubun ilave ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır. Afet müdahale planları hazırlanırken bölge kırılganlıklarını içeren haritalandırmaların yapılması ve buna o nüfusun soysal sermaye seviyesinin de dahil edilmesi problemin üstesinden gelmek adına önemli bir katkı sunabilir.

Özellikle öncelikli olan, olası bir afet durumunda zarar görebilecek olan yaşlı bireylerin, çeşitli kurumlarda dağınık hâlde bulunan bilgilerinin (emekli kayıtları, iletişim bilgileri, medikal kayıtlar, uzaktaki akrabalarının bilgileri vb.) adrese dayalı ve ihtiyaçlarına yönelik kayıt altına alınması ve güncellenmesidir (Tabii veri koruma ve paylaşma ilkelerine uyularak). Böylece risk altındaki kırılgan nüfusun tespit edilmesi mümkün olacaktır.

Özellikle fiziksel ve bilişsel engeli bulunan bazı yaşlıların diğerleriyle kıyaslandığında afet sürecinde bağımlılık düzeyi daha yüksek, temel hizmetlere erişimleri daha zor, afetlerle ilgili bilgilendirme süreci kanalları daha tıkalıdır. Bu nedenlerle bu kesim, afetlerin ortaya çıkardığı sosyal düzensizliklerin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalıyor. Önemli bir sağlık sorunu olan, engelli ve bağımlılık düzeyi yüksek yaşlılar yüksek risk grubunda yer alıyor. Huzurevleri, Huzurevi ve Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Özel Huzurevleri ile Yaşlı Bakım Merkezleri, Yaşlı Hizmet Merkezleri Gündüzlü Dayanışma Hizmetleri ve Yaşlı Yaşam Evlerinde bulunan kişiler için de afet planlamalarının standart planlamalardan farklı yapılması gerekecektir.

Afetlerle daha iyi baş edebilmek, daha az zarar görmek için kişilerin ve sosyal grupların sosyal bağları, güç ilişkileri, bilgi ve yetenekleri, toplumsal cinsiyet rolleri, sağlık ve ekonomik gelişmişlik düzeyleri, nerede, hangi koşullarda barındıkları, yaşadıkları çok önemli faktörler. Bu faktörler açısından bakıldığında kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler genel olarak daha zayıf konumdalar. Demek ki, toplumun önemli çoğunluğunu oluşturan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler özelinde her bir grubun ayrı ayrı dikkate alınacağı çalışmaların yapılması ve bu çalışmaların sonuçlarının da afet yönetimi sistemine dahil edilmesi gerekiyor.


İzmir Depremi sonrasında afet toplanma alanı. Fotoğraf: Mert Çakır

Çocuk Odaklı Afet Planlaması Nedir ve Neden Gereklidir?

Gizem Kıygı, Şehir Dedektifi

Türkiye coğrafi olarak farklı afet risklerini barındıran bir ülke. Var olan risklere iklim ve biyoçeşitlilik krizinin getirileri eklenince çoğunlukla yönetilemeyen bir tablo ortaya çıkıyor. Covid-19 pandemisinin üzerine gelen 30 Ekim 2020 İzmir Depremi, 2021 yazında ülkenin güneyinde çıkan yangınlar, Karadeniz’deki sel felaketleri yönetilemeyen tablonun en güncel örnekleri olarak sıralanabilir. Bu örnekler aynı zamanda yapıyı (yani inşaat faaliyetini) temel alan fiziksel sağlamlık üzerine kurulu afet yönetim anlayışının artık çalışmadığının göstergeleri.

Şüphesiz yapı temelli fiziksel sağlamlık kelimenin tam anlamıyla hayati bir öneme sahip. Ancak çoğunlukla insan ve doğa yerine yapıyı odağına alan, afeti tektipleştirip kentsel dönüşüme yaslanan bu önlem mekanizmasının yok saydıkları, meselenin çok büyük bir bölümünü oluşturuyor. Kentsel kamusal alanların güvenliği, ulaşımın işlemesi ve ihtiyaçları ulaştırmaya devam etmesi, toplanma alanlarının niteliği, yaşlıların, engellilerin, göçmenlerin, çocukların ihtiyaçları ve genel olarak ruh sağlığını da içine alan kapsayıcı iyilik hâli meselenin yok sayılan bölümünde kalıyor.

Çocuk hakları alanında çalışan birçok küresel kurum yayımladığı raporlarda, çocukların afet durumlarından yetişkinlerden daha fazla etkilendiğini belirtiyor.[2] Buna karşılık afet durumlarında çocukların ihtiyaçlarının kapsamlı bir şekilde gözetilmesine ışık tutacak resmi veriden bile büyük ölçüde yoksunuz. Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı izleme raporları ise çocukların afet durumlarında sağlık ve eğitim haklarına erişemediklerini, her türlü ihmal ve istismardan korunabilecekleri mekanizmalardan mahrum kaldıklarını, gelişimleri gözetilmeden kurgulanan toplanma ve geçici barınma alanlarında zarar görebildiklerini (soba kaynaklı yanmalar ve elektrik çarpması gibi), fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalabildiklerini ortaya koyuyor.[3]

Çocuk odaklı afet planlaması, farklı çocukların ihtiyaçlarını gözeten, bu ihtiyaçları tespit edebilen, gerekli destekleri sağlayabilecek birimleri kurabilen bir mekanizmalar bütünüdür. Bu mekanizmalar bütünü; afet öncesinde çocuğun yetişkin refakati olmadan afetle karşılaşma durumunda çocuğa erişilebilmesini, bilgilendirici materyallerin çocukların anadiline göre hazırlanmasını, afet sırasında kullanılacak yapı birimlerinin çocuklar gözetilerek tasarlanmasını, afetten etkilenen çocukların ihtiyaçlarının tespiti ve verinin oluşturulması için ayrıca çalışmalar yapılmasını, toplanma ve geçici barınma alanlarının çocukların gelişimsel özellikleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak tasarlanmasını, eğitim, sağlık ve oyun hakkının tesis edilmesini, ruhsal sağlığı gözeten desteklerin sağlanmasını, her türlü ayrımcılığın önlenmesini ve çok daha fazlasını kapsıyor. Türkiye’de afet durumlarında basının ve sosyal medyanın oluşturduğu mağdur çocuk temsilinin aksine, böyle zamanlarda çocukların hak özneleri olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Bu temsilin eleştirisine bu yazı kapsamında girmeyeceğim, ancak mekanizmalar bütünü vurgusu tam da bu nedenle çok gerekli. Benzer bir şekilde, çocuğun oyun hakkını çocuğa tanınan tek hak olarak indirgememek ve afet durumlarında ortaya çıkan güvenlik zafiyetini hak temelli çocuk koruma mekanizmalarıyla güçlendirmek için de bu hatırlatma kanımca önemli.

Afet geçiren yerleşimlerde yapılan bilimsel çalışmalar, gündelik hayatta okul, park, sağlık ocağı gibi mekânsal kaynaklarını dayanışma ve işbirliği içinde kullanan mahallelerin afetlere karşı sosyal olarak daha dayanıklı olduğunu, özellikle eğitim alanlarının mekânı paylaşan topluluklar için onarıcı rol üstlenebildiğini gösteriyor. Her türlü mekânsal dirençte olduğu gibi işbirliği ve dayanışma, herkesi kapsayacak çocuk odaklı afet planlaması için de anahtar unsur olarak görünüyor.

Çocuk odaklı afet planlaması üzerine daha geniş kapsamlı düşünmek isteyenler Çoçuk Koruma Merkezlerini Destekleme Derneği tarafından yayınlanan Salgın ve Doğal Afetler Sırasında Çocukların Korunması Raporu[4] ile Eğitim Reformu Girişimi tarafından yayınlanan EİR 2021: Eğitim Ortamları Dosyası’nı[5] inceleyebilirler.


Depremde Göçmen/Mülteci Olmak

Esra Demirkol Colosio, Göç Araştırmaları Derneği

1- Türkiye bir afet ülkesi olarak tanımlanmaktadır. Dahası, depremler nedeniyle insan kaybı açısından dünyada üçüncü, etkilenen insan sayısı açısından sekizinci sırada yer almakta, ülkede her yıl en az 5 ile 6 büyüklüğünde bir deprem yaşanmaktadır.[6] Buna rağmen, deprem özelinde ilk yasal düzenleme, 30.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği 1939 Erzincan Depremi[7] sonrasında yapılmıştır.[8] Bu yasayı takiben, özellikle 1999 Marmara Depremi sonrasında, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacaklara dair birçok yasa ve kanun yürürlüğe girmiştir. Fakat maalesef mevcut mevzuatlar incelendiğinde, depreme yönelik afet planlamalarında, hiçbir şekilde göçmenlere/mültecilere yer verilmediğini görüyoruz.

2- Birçok göçmenin/mültecinin yaşadığı konutlar, kamu altyapılarının düzgün bir şekilde sağlanmadığı ve hizmetlere erişimin (sağlık, eğitim, acil durum, vb.) olmadığı yerlerde bulunmaktadır. Barınma koşullarının iyileştirilmesi ve daha güvenli hâle getirilmesi konusunda ciddi sıkıntıların yaşandığı bu alanların taşıma kapasitesi her geçen gün artan yoksullukla beraber daha da aşınmaktadır. Bu alanlarda artan nüfus için, afet risklerine yönelik çalışmalar açısından tablo çok da parlak değildir: Pek çok resmi olmayan yerleşim yerinin afetler tarafından yıkıcı şekilde etkilenme ihtimali yüksektir. Ayrıca, kırdan kentlere göç edenlerin ve uluslararası göçmenlerin büyük bir kısmı için, kırılganlık hâli, genellikle vatandaşlık haklarından dışlanmaları ve çeşitli hizmetlere erişimlerinin zorluğu nedeniyle daha da kötüleşmektedir.

Örneğin 2011 Van Depremi[9] ve 2020 İzmir Depremi[10] sonrasında göçmenlere/mültecilere halihazırda var olan karşıtlığın daha da arttığını, göçmenlerin/mültecilerin yardımlara ulaşma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadıklarını gözlemledik. 2011 Van Depremi’nden sonra yapılan bir çalışma, ilde yaşayan Afgan ve İranlı sığınmacıların gönderilen yardımlardan yeterince faydalanamadığını ortaya koymuştur.[11] Özellikle de aynı dönemde göçmenlere/mültecilere yönelik hoşnutsuzluğun giderek artmaya başlaması, onlara yapılacak her türlü yardımın eleştirilmesini de beraberinde getirmiştir. 2020 İzmir Depremi sonrasında da, göçmenler/mülteciler benzer deneyimlere maruz kalmışlardır. İnsan Hakları Derneği’nin deprem sonrasında hazırlamış olduğu rapora göre Suriyeli mülteciler, depremden etkilenen herkes için kurulan çadır kent alanına alınmamaları yönünde ayrımcı bir tepkiyle karşı karşıya kalmışlardır.[12]

Türkiye’de deprem kuşağında yer alan birçok şehirde, herhangi bir afet durumundan bağımsız olarak gittikçe kuvvetlenen göçmen karşıtlığı, bir deprem vakasının yaşanmasının sonrasında durumun çok da farklı olmayacağını düşündürmektedir. Dolayısıyla, gelecekte yaşanabilecek diğer afetlerde de benzer ayrımcı söylemlerin derinleştiği vakalar görülebilir.

3- Öncelikle, bütün göçmenlerin/mültecilerin tek ve aynı çatı altında toplanarak homojen bir grup olarak görülmemesi gerekmektedir. Bununla birlikte göçmenlerin/mültecilerin yaşanabilir konutlara, çeşitli hizmetlere (sağlık, eğitim, vb.) ve formel iş olanaklarına erişimde yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle kentsel yoksul grubun önemli bir bölümünü oluşturduklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.[13] Birçok göçmen/mülteci düşük ücretli, uzun saatli ve güvencesiz işlerde çalışmakta; temel altyapı sistemlerinden yoksun ve çoklu afetlerin getireceği yıkımlara karşı korumasız olan yerleşim alanlarında yaşamaktadır. Göçmenler/mülteciler de dahil olmak üzere, sosyal olarak kırılgan olan tüm grupları kapsayan, çeşitli hanehalkları ve bireylerin farklı ihtiyaçlarını tanıyan girişimlerin ve programların geliştirilmesi gerekmektedir. Sivil toplum ve yerel yönetimler arasındaki işbirliği, göçmenlerin/mültecilerin afetlere karşı dirençliliğinin artırılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Son olarak, gelecekte yaşanabilecek afetlere karşı, afet sonrası göçmenlere/mültecilere yönelik karşıtlığın daha da artmaması için sosyal alanda çalışmalar yapılması gerekmektedir.

4- Öncelikli olarak adil konut ve toplulukların afetlere karşı direncinin artırılmasına imkân sağlayacak politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Adil konut politikası ile herkesin erişebileceği, dayanıklı altyapıya öncelik veren konutların inşa edilmesi, sadece depremi değil aynı zamanda olası bir deprem durumunda meydana gelebilecek diğer afetleri de göz önünde bulundurmak, bütüncül bir yaklaşım ile afet politikalarının geliştirilmesine yardımcı olacaktır. Toplumun tüm kesimlerinin göz önünde bulundurularak politikaların geliştirilmesi, özellikle toplum tarafından ayrımcılığa maruz kalan göçmen/mülteci gruplarının dirençliliğinin artırılmasına yönelik çalışmaların yapılması, depremi ve beraberinde getirebileceği diğer afetler karşısında her vatandaşın eşit kaynaklara erişimine olanak sağlayacaktır.


Deprem ve Yoksulluk

Selen Yüksel, Derin Yoksulluk Ağı

1- Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda (2012-2023) zarar görebilirlikleri yüksek, “riskli birey” gruplarına özel önlemler alınması gerektiği vurgusu yapılıyor fakat bu riskli gruplar kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler olarak belirtiliyor. “Riskli birey” kavramı “korunmaya muhtaç” algısıyla şekillenirken depremde zarar görebilirlikleri yüksek birçok grup gibi ekonomik yoksulluk ve sosyal dışlanmaya maruz kalan kişiler eylem planı içinde yer bulamıyor. Bunun yanında, deprem öncesi alınacak önlemlere dair deprem sigortasının zorunlu hâle getirilmesi gibi bireysel ve ekonomik imkânlara bağlı deprem hasarını önleme yöntemlerinden bahsediliyor. Depreme dayanıklı yapılaşmanın sağlanması temel stratejilerden biri olarak göze çarpıyor. Bu strateji kapsamında binaların risk tespitlerinin yapılması, deprem riski bulunan binaların “kentsel yenileme” adıyla yeniden inşa edilmesi öneriliyor. “Kentsel yenileme” politikaları, oturdukları bölgede ikamet ve yapılaşma izni olmadan yaşamını sürdüren birçok yoksul kişiyi görmezden geliyor, bu bölgelerdeki yapıların, kişilerin barınma hakkını koruyarak depreme dayanıklı hâle getirilmesine yönelik herhangi bir strateji eylem planında yer bulmuyor.

2- Çok yakında gerçekleşen İzmir Depremi’nde de görüldüğü üzere genellikle depreme dayanıksız, yapılaşma izni olmadan yapılan evler depremden en fazla etkilenen yapılar oluyor. Bu yapıların sakinleri ise daha güvenli yaşam standartlarına erişmeleri önünde engeller bulunan yoksul kişilerden oluşuyor. Deprem gibi doğal afetler kişileri yalnızca evsiz bırakmıyor; aynı zamanda günlük ve güvencesiz işlerde çalışan kişilerin işlerinin sekteye uğramasına sebep oluyor. Afet bölgelerinde devam ettirilemeyen kâğıt toplayıcılığı, hurdacılık, çiçekçilik gibi mesleklere sahip kişiler afet sonrası dönemde günlük işlerini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Günlük ve güvencesiz çalışmanın getirdiği “günlük kazanç günlük besin” döngüsünün sekteye uğraması, kişilerin en temel ihtiyaçlarına da erişememelerine sebep oluyor. Afetin ardından kendilerini güvenceye alacak, ihtiyaçlarına erişimlerini bir süre sağlayabilecek, sağlıklı yaşam standartlarına uygun geçici barınma alanlarına ulaşabilecek herhangi bir birikimi olmayan kişiler yaşam alanlarını kaybetmekle birlikte açlık, temiz suya erişememe ve salgın hastalık riskleriyle de karşı karşıya kalıyorlar. Bu süreçte, kişiler deprem desteklerinden faydalanırken ve geçici afet barınma merkezlerinde konaklarken sosyal dışlanma da artıyor.

3- Öncelikle, afet ve acil durumlara yönelik stratejiler oluşturulurken yoksulluğu deneyimleyen kişiler, strateji planları oluşturma aşamasına dahil edilmeli ve planlar bu kişilerin ihtiyaçlarını içermelidir.  Afet sonrası süreçte barınma, temel besin, ücretsiz sağlık hizmetleri ve temiz suya erişimi güvence altına alacak stratejiler geliştirilmelidir. Yerinde dönüşüm planları ile kişilerin yaşam alanlarını yok etmeden, yaşam şekillerine uygun, rant odaklı düşünce sisteminden uzak biçimde güvenli ve sağlıklı yapılar inşa edilmelidir.

4- Ülkede yaşayan her bireyin afet süresince ve sonrasında hak ve ihtiyaçlarına erişimini önceleyen, katılımcı süreçlerle oluşturulmuş, sosyal adalet, eşitlik ve insan hakları odaklı, önleyici politikaların (“kentsel yenileme”) oluşturabileceği riskleri önlemeye yönelik stratejileri de içeren bir depreme hazırlık politikasına ihtiyaç var.


Depremde Engelli Olmak

Bahar Yavuz, Engelli Kadın Derneği

Deprem, tektonik hareketliliğin yoğun olduğu tüm bölgelerde önemli bir gündem oluşturur. Türkiye de benzer bir biçimde depremlerin etkisinde kalan bir ülkedir. Üstelik deprem sonrası olumsuz etkiler, öncesi ve sonrasına dair farklı ihtiyaç ve durumları gözeterek doğru planlamalar gerçekleştirilmediğinden acı verici sonuçlara daha çok yol açmaktadır. Bu anlamda normal zamanlarda birçok hizmete ayrımcılık, yok sayılma ve ihtiyaçlarına uygun hizmetin zaten verilmiyor olması gibi sebeplerle erişemeyen kişiler, deprem gibi afet durumlarında afet ânı ve sonrasında daha çok zarar görür. Örneğin 2011 Japonya Depremi’nde fiziksel, ruhsal ve zihinsel engelli birey kayıplarının genel nüfusa oranla 2 kat daha fazla olduğu belirtilmiştir.[14] Oysaki Türkiye’nin de ilk imzacılarından olduğu, kabulü sürecinde engelliler için insan hakları temelli bakış getirerek önemli bir paradigma değişikliği yaratan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin 11. maddesi “İnsani acil durumlar ve tehlikeli durumlar” üzerinedir ve taraf devletlerin “engelli kişilerin korunması ve güvenliğinin sağlanması amacıyla gerekli bütün önlemleri alacakları” belirtilmiştir.[15]

Öncesi ve Engelliler

Olağanüstü hâllerde görülmemeyi çoğu konuda deneyimleyen önemli gruplardan biri olan engelliler, deprem gibi afetlere ilişkin müdahalelerin süreç planlamalarında yalnızca bir motif olarak yer alırlar. Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planlaması, engellilerin gözetileceği belirtilen, uygulamaya yansımasını takip edemediğimiz önemli bir strateji planıdır.[16] Bununla beraber 2019 yılında yürürlüğe giren güncel Deprem Tehlike Haritası’nın risk haritası olarak değerlendirilebilmesi için nüfus ve yapılara dair zarar ve etkilenmelerin hesaplanması ve güncel bilgilerin bulunması gerektiğine dair bir not, dokümanın yer aldığı sayfaya eklenmiştir[17] ki böyle bir ortamda engelli bireylerin karşı karşıya geleceği riskler ve ihtiyaçlara yönelik etkin adımlar için daha çok beklemek gerekeceği anlaşılmaktadır. Üstelik engelli bireyler üzerine yapılan sınırlı araştırmalar deprem ve afet farkındalığını yükseltmeye yönelik olurken veya bu meseleyi engelli bireyler ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına yüklerken, AFAD gibi bizzat devlet kuruluşu veya kamu destekli yerlerin imkânlarını engellilik bağlamında deprem haritalama, analiz ve risk yönetimini planlama ve uygun adımların hayata geçmesi konusunda kullanmalarına ilişkin yönlendirici bir söylem mevcut değildir.[18] Engelli bireyler ve ailelerine afet farkındalık eğitimi verildiğine dair yapılan birçok haberde de yetkili kurumların kendilerini ilgilendiren sorumluluklara ilişkin açıklamalarına rastlanmaması bu tespiti desteklemektedir. Yani geldiğimiz noktada engellilerin depremden etkilendiğini akademik çalışmalarla, haberlerden ve alanda çalışan kişiler olarak vakalardan bilsek de gerçek etkiler ve risklere ilişkin veri temelli bir kaynağa sahip değiliz. Nitekim engellilerin normal zamanlardaki durumuna ilişkin bir veri sistemine sahip olmadığımız için, engellilerin yaşadığı yerler, sosyoekonomik durum ve deprem alanları ilişkisi vb. güncel etkilere ilişkin çıkarım yapmak da mümkün olmamaktadır.

Engellilerin belki de yerinden kıpırdamamasının daha güvenli olacağının düşünüldüğü değerlendirmesini yapmak tuhaf olmayacaktır.

Deprem sonrasına ilişkin engelli bireylerin kurtarılma anlarının çoğunlukla bir dram olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Toplumda edilgen kişiler olarak görülen engelli bireyler, erişilebilirlik ve insan yaşamını gözeterek inşa edilmeyen mekânlardan komşuları, aile üyeleri veya görevliler tarafından kurtarıldığında acıma duygularıyla eşleşen sahneler ortaya çıkmaktadır.[19] Bununla birlikte halihazırda sayıları azalan ve herkes için ulaşılabilir olmayan deprem toplanma alanları farklı engel gruplarından insanların erişimine uygun tasarlanmadığı, buralara ulaşım erişilebilir olmadığı ve bu alanlara ilişkin bilgilendirmeler de erişilebilir olmadığı için engellilerin belki de yerinden kıpırdamamasının daha güvenli olacağının düşünüldüğü değerlendirmesini yapmak tuhaf olmayacaktır.[20]

Deprem Ânı ve Getirdikleri

Deprem durumunda engelli bireylerin daha az zarar görmesi için yaşadıkları evlerin depreme dayanıklı olması, engelli bireylerin deprem ânında kendileri için tehlike oluşturmayacak eşyalara sahip olması, her zaman günlük kullandıkları ürün ve araçlara kolaylıkla erişebiliyor olmaları büyük önem taşımaktadır.[21] Deprem meydana geldiğinde engelli bireyler böyle bir ortamda doğru bilgilendirildikleri ve kapsamlı bir acil afet planı yaptıkları takdirde daha az hasarla kurtarılabileceklerdir.[22] Yine deprem sonrası toplanma alanlarının, bilgilendirmelerin ve sunulan hizmetlerin tüm engelliler için erişilebilir olması, engelli bireylerde görülecek travmatik stres tepkilerinin travma sonrası stres bozukluğuna dönüşmesinin önlenmesi ve ihtiyaçların zamanında giderilmesi açısından etkili olacaktır.

Deprem ve Adaletli Politika

Deprem hazırlık politikasının adaletinden söz edilebilmesi için birçok farklı kurumun bir arada çalışacağı ve sorumluluk alacağı bir sürecin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Alandaki gözlem ve çıkarımları göz önünde bulundurduğumuzda aşağı yukarı şöyle bir planlama düşünülebilir:

  • Engelli bireylere yönelik güncel verinin, afet durumlarında gerekecek bilgiler içererek oluşturulması öncelikli hedef olmalıdır.
  • Bütün engelliler için, engel durumları da gözetilerek acil durum planı oluşturmaya yönelik bilgilendirici materyaller hazırlanmalı ve kendilerine ulaştırılmalıdır. Bu konuda hazırlık çalışmasında alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir. Tıpkı pandemi sürecinde insanların bilgilendirilmesine yönelik oluşturulan e-nabız gibi kanallar kullanılarak, internet erişimi olmayanlar telefonla aranarak engellilere içerikler ulaştırılabilir veya engelliler hazırlanan içeriklere dair bilgilendirilebilir.
  • Depreme dayanıklı evler yapılırken erişilebilirlik standartları engelliler için gözetilerek inşa edilmelidir. Bu yapılar tasarlanırken acil durum tahliyelerinde engelli bireylerin de olacağı ihtimali gözetilmeli, ilgili planlamalar için alandaki yetkin ve hak temelli sivil toplum kuruluşlarının görüşü alınmalıdır. Buna ek olarak dünyadaki uygulamalar takip edilmeli, eksik kalınan noktalarda iyi örnekler değerlendirilmelidir.
  • Hem deprem gibi afet durumları konusunda eğitim veren kişiler hem de deprem hâllerinde görevli kurtarma ekibinden psikososyal destek ekibine kadar herkesin engelliliğe dair hak temelli bir bakışa sahip olabilmesi için düzenli bilgilendirmeler planlanmalıdır. Acil durumlarda göreve gitmeden önce bu kişilere verilmek üzere bir cep kitabı ve kısa video üretilip yaygınlaştırılmalıdır.
  • Tüm bunların gerçekleştirilmesi için, ilgili kurumların reklam yapmak veya proje üretip para kazanmak gibi gayelerden sıyrılıp var olan kaynağın koordinasyonunu gerçekleştirip nitelikli adımlar atacak bir ekibe ve çalışmalarına ayırması gereklidir.

Sonuç Depremler dahil olmak üzere tüm acil durumlar insanlar ve tüm canlılar için olağanüstü ve büyük ölçüde negatif etki potansiyeli taşıyan durumlardır. Bu nedenle her kesim için erişilebilir, ulaşılabilir acil durum strateji ve planları üretmek daha az zararla karşılaşmak açısından koruyucu olacaktır. Bu anlamda daha büyük risklerle karşı karşıya kalması muhtemel olan engellilerin güvenli ve afete dayanıklı yaşam alanlarının kurgulanmasından başlayarak tüm süreçlerde düşünülmesi oldukça önemlidir. Bu amaçla engelliler dahil herkesi kapsayarak hazırlanacak, güçlendirici ve ayakları yere basan bir politikaya ihtiyaç olduğu sonucuyla bitirmek yerinde olacaktır. Umarız bu sayı gerekli kişi ve kurumların harekete geçmesi için bir itici güç oluşturur.


[1] Dosyaya katkıda bulunan yazarlarımızın bazısı soruları röportaj düzeninde yanıtlarken bazısı düzyazı olarak yanıtlamayı tercih etti.

[2] Küppers, B., Mischo, F., Pazdzierny, T. ve Strube, F. (2018). Most disaster victims are children. World risk report 2018 (s. 26-35) içinde; UNICEF (2017). UNICEF humanitarian action for children 2017.

[3] BUSOS, Çocuk Hakları Merkezi, Derin Yoksulluk Ağı, Rengarenk Umutlar Derneği (2020). 30 Ekim 2020 İzmir-Seferihisar depremi çocuk hakları temelli gözlem raporu-1. chm.fisa.org.tr/30-ekim-2020-izmir-seferihisar-depremi-cocuk-haklari-temelli-gozlem-raporu-1/

[4] ÇOKMED (2021). Salgın ve doğal afetler sırasında çocukların korunması: Çocuk hakları örgütleri için bir izleme raporu. cokmed.net/salgin (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[5] ERG (2021). Eğitim izleme raporu 2021: Eğitim ortamları. egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2021-egitim-ortamlari/

[6] AFAD (t.y.). AFAD ve tarihçesi. afad.gov.tr/afad-hakkinda (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[7] AFAD (t.y.). 27 Aralık 1939 Erzincan depremi. deprem.afad.gov.tr/tarihteBuAy?id=65 (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[8] Kemaloğlu, M. (2015). Türkiye’de afet yönetiminin tarihi ve yasal gelişimi. Akademik Bakış Dergisi, 52, 126-147.

[9] Ataman, S. (2012, 22 Ekim). Depremde mülteci olmak (Gül Kıran ve F. Nazan Eroğlu ile röportaj). multeci.net/2012/10/depremde-muelteci-olmak/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[10] Mülteci Medyası (2020, 5 Kasım). Teyitsiz bir video üzerinden suriyeli mülteciler hedef gösterildi. multecimedyasi.org/2020/11/05/teyitsiz-bir-video-uzerinden-suriyeli-multeciler-hedef-gosterildi/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[11] Deniz, O., Yıldız, M. Z. (2016). 2011 depreminin Van kentindeki sığınmacılar üzerine etkisi. Doğu Coğrafya Dergisi, 21(35), 63-74. dergipark.org.tr/tr/download/article-file/224164 (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[12] İHD (2020, 24 Aralık). 30 Ekim 2020 İzmir Depremi gözlem raporu. ihd.org.tr/30-ekim-2020-izmir-depremi-gozlem-raporu/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[13] Pınarcıoğlu, M., Işık, O. (2008) Not only helpless but also hopeless: Changing dynamics of urban poverty in Turkey, the case of Sultanbeyli, Istanbul. European Planning Studies, 16(10), 1353-1370.

[14] Relief Web (2020, 3 Aralık). During disaster displacement, people with disabilities are too often forgotten. reliefweb.int/report/world/during-disaster-displacement-people-disabilities-are-too-often-forgotten (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[15] İHD (1981, 3 Eylül). Engelli kişilerin haklarına dair uluslararası sözleşme ve seçmeli protokol. ihd.org.tr/engellker-haklarina-da-uluslararasi-slee-ve-secmeli-protokol/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[16] AFAD (2013). Ulusal deprem stratejisi ve eylem planı 2012-2023. deprem.afad.gov.tr/downloadDocument?id=1643 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[17] AFAD (2018). Türkiye deprem tehlike haritası. deprem.afad.gov.tr/deprem-tehlike-haritasi (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[18] Tonak, H. A. ve Kitiş, A. (2020). Deprem ve yangın afetlerinde engelli: Anlatımsal bir derleme. Ergoterapi ve Rehabilitasyon Dergisi, 8(1), 77-84; Açıkalın Rashhem, O. ve Aslangiri, F. (2019). Engellilerin afete dirençliliği ve Van’da yerel örgütlenme. Resilience Journal/Dirençlilik Dergisi, 3(1), 71-83.

[19] Anadolu Ajansı (2020, 6 Şubat). Enkaz altından kurtardığı engelli babasının yanından ayrılmıyor. aa.com.tr/tr/vg/video-galeri/enkaz-altindan-kurtardigi-engelli-babasinin-yanindan-ayrilmiyor/148; Haberler.com (2017, 4 Mart). Enkazın altında kalan 85 yaşındaki engelliyi komşuları kurtardı. haberler.com/enkazin-altinda-kalan-85-yasindaki-engelliyi-9331821-haberi/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[20] Demirtaş, E. (2020, 19 Şubat). Engellilere yönelik hazırlık yapılmıyor. Gazete Kadıköy, gazetekadikoy.com.tr/gundem/engellilere-ynelik-hazirlik-yapilmiyor (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[21] Aryankhesal, A., Pakjouei, S. ve Kamali, M. (2017). Safety needs of people with disabilities during earthquakes. Disaster Medicine and Public Health Preparedness, 12(5), 1-7.

[22] A.g.y.

Bu dosyada kırılgan grupların deprem koşullarında maruz kaldıkları toplumsal ve mekânsal adaletsizlikleri mercek altına alıyoruz. Derin Yoksulluk Ağı’ndan Selen Yüksel, 65+ Yaşlı Hakları Derneği’nden Ferhat Boratav ve Rümeyza Kazancıoğlu, Engeli Kadın Derneği’nden Bahar Yavuz, Van Kadın Derneği’nden Zozan Özgökçe, Şehir Dedektifi’nden Gizem Kıygı ve Göç Araştırmaları Derneği’nden Esra Demirkol Colosio’ya kendi çalışma alanlarından cevaplamaları üzere şu dört soruyu yönelttik:[1]

  1. Türkiye’de depreme hazırlık planlarında/politikalarında/stratejilerinde mültecilerin, göçmenlerin/kadınların/yaşlıların/engellilerin/çocukların/yoksulların görünürlüğünü nasıl değerlendirirsiniz?
  2. Önceki deprem deneyimlerine bakarak bu grupların depremden nasıl etkilendiği/etkileneceği üzerine neler söylersiniz?
  3. Bu etkiler nasıl azaltılabilir?
  4. Sizce depreme hazırlık  politikasının adaletli olmasını sağlayan belli başlı özellikler neler olmalıdır?

Bu soruların cevapları ışığında depremin etkilerinin her grup için nasıl farklılaştığını, strateji ve eylem planlarının yeterli olup olmadığını öğreniyoruz.


Depremde Kadın Olmak

Zozan Özgökçe, Van Kadın Derneği

1- Deprem hazırlık planlarında bile –ki ciddi hazırlıklar olduğunu görmüyoruz– kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalar, LGBTİ’ler, engelliler için hiçbir strateji olmadığı gibi bu grupların görünürlükleri de yoktur. Biz kadın örgütleri olarak kadın odaklı deprem hazırlık stratejilerini savunuyoruz. Kadınlar tektip değildir tabii ki; medeni durumları, çocuk sayıları, yaşları, cinsel yönelimleri, zihinsel/fiziksel hastalık durumları hatta çocuklarının hastalık durumları bile kadınların deprem döneminde farklı hizmetler almasını gerektirmektedir. Van Depremi’nde biz bunu çok yakından gördük. Neredeyse bu ülkenin her kenti, her ilçesi, her köyü ezici bir çoğunlukla erkekler tarafından yönetiliyor. Kadınların ve çocuklarının ihtiyaçları, yaşadıkları evlerin durumu, yaşları, medeni durumları, sağlık durumlarıyla ilgili sistemde herhangi bir veri bulunmuyor. Deprem ânında toplanma alanları bile belli değil. 2011 Van Depremi kış aylarını çok sert geçirdiğimiz bir yıl oldu. Ekim ve Kasım’da meydana gelen her iki depremde ailelere örneğin çadır dağıtımı adaletsiz ve düzensiz bir şekilde yapıldı. Hatta ilk başta dağıtılmadı. Havaalanına gelen çadırları halkın alması istendi. Çadır almaya kadınlar çok zor koşullarda gitti. Toplu taşıma aksadı. O soğukta kilometrelerce yürüyerek taşıyamayacakları çadırlar için eziyet çeken kadınlar oldu.

Deprem zamanları, sosyoekonomik durumun hem çok belirleyici olduğu hem de herkesin eşitlendiği bir dönem olabiliyor. Market raflarının boş olduğu, üzerinde bir kap yemek yapacak ocağın olmadığı bir dönemde paranın geçersiz olduğunu Van Depremi’nde gördük. Diğer yandan depremin etkileri insanların sınıfsal farklılıklarına göre de değişiklik gösterdi. Ekonomik durumu biraz iyi olan, bir dönem çalışmasa bile yaşamını sürdürmeye yetecek ekonomik gücü olanlar, ailesinde yaşlısı, hastası olmayan ve başka illerde akrabaları olan insanlar bu kenti özel araçları veya uçaklarla terk ettiler. Geriye yalnız kadınlar, çokçocuklu aileler, başka kentlerdeki akrabaları da yoksul olanlar, engellisi bulunan aileler kaldı. İş yok güç yok. Derme çatma çadırlarda yaşamlarını sürmeyi kaderleri bildiler. Kalanlar ikiye ayrıldı hemen hizmet sunucular tarafından: devlete yakın olanlar ve olmayanlar. Devlet ve belediye, iktidar savaşına deprem sonrasında da devam etmek üzere, birbirlerine bilenmişlerdi zaten. Artık herkesin kendi mağduru vardı. Deprem sonrası yaşanan yarılma, kimin tarafında olduğumuz ile ilgiliydi. Tüm otoriteler bununla ilgilendi öncelikle. Deprem sonrası mevcut yardımların dağıtımındaki adaletsizlik bu zeminde değerlendirildi. Depremin hemen ertesinde Belediyeler, Kaymakamlıklar ve Valilik arasındaki koordinasyonsuzluk, aynı şekilde her birinin sivil toplum örgütleri ile koordinasyonsuzluğuna neden oldu. Karar vericiler ve uygulayıcılar erkekler olduğu için stratejik planların uygulanabilirliği olmadığı gibi kadınlar tüm uygulamalarda görünür değiller.

2- Eşitliğin, adaletin olmadığı bir düzende doğal afetin olması insanlarda aile ile kenetlenme ihtiyacını doğuruyor. Sığınma evinde kalan kadınlardan çocuklarından ayrı olanlar, ailelerinden ayrı olanlar çok zor durumda kaldılar. Kurulan çadırkentlerde yaşlılara, çocuklara yönelik bir düzenleme yapılmadı. Banyo, tuvalet gibi ihtiyaçların görüleceği yerlere yakın çadırlara yaşlılar, yatalak hastalar yerleştirilmedi. Yaşlıların ve yatalak hastaların bakımları kadınların üzerinde bir yük olduğu ve banyoya, tuvalete sırtta taşınmak zorunda kaldıkları için şartlar daha da zorlaştı. Deprem zamanları dışında da desteğe ihtiyacı olan bireylerin ihtiyaçları çadır hayatındaki yoksunluklarla beraber daha da fazlalaşıyor ve hayat daha da zorlaşıyor.

3- Van Kadın Derneği (VAKAD) özellikle deprem sonrası yaptığı çalışmalarla önemli bir duruş sergiledi. Depremden en çok zarar gören 24 köyü gezdi, her köyde beş gün kaldı. Oradaki sorunları raporlaştırdı. Resmi kurumlara buradaki sorunları iletti. Deprem zamanı tüm Van halkının yaşadığı hak ihlallerini gündeme taşıdı. Ayrıca birçok kadın örgütü ile ortak bir ağ kurdu. Kadınlardan kadınlara akan bir dayanışma ağı oluşturdu. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerdeki kadın örgütleri kadın ve çocukların ihtiyacı olabilecek iç çamaşır, hijyenik ped, çocuk bezi, mama gibi özel ürünleri karşılamaya yönelik kampanyalar organize etti. VAKAD’ın gönüllü çalışmalarına katılmak üzere Van’a nerdeyse her ilden ve dünyanın çeşitli yerlerinden gönüllüler geldi. Çok güzel, organize bir iş çıkardık. Marmara Depremi’nde çalışmış arkadaşlardan deneyim transferi de çok önemliydi. Yardımların adil dağıtımı gerçekleşti ve aileye, kişiye göre dayanışma zemini oluşturuldu.

23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinde yaşadıklarımız bizim üzerimizde ciddi bir güvensizlik yarattı. Cinsiyetçi ve milliyetçi politikaların tüm uygulamaları üzerimize boşaltıldı.

23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinin öncesinde TÜİK 2011 verilerine göre 1.035.418 nüfuslu ilimizin 509.630’unu kadın nüfusu oluşturmaktaydı. Depremde ölümler hakkında net bir bilgi olmadığı gibi, deprem sonrası başka illere göç ile ilgili bir bilgi paylaşımı da olmadı. Deprem öncesi net olan nüfus bilgisinin değişimi konusunda bir çalışma yapılmamıştır. Halbuki deprem yaşamımızda bir yarılma yarattı; hayatımız depremden önce, depremden sonra olarak ikiye ayrıldı. Fay hatları sadece doğal afet olarak hayatımıza girmedi, yaşamımızı değiştirdi. Yaşam alışkanlıklarımızdan tutun duygu bütünlüğümüze kadar pek çok şeyi zedeledi. Doğa karşısında hepimiz çaresiz kaldık. Bir de doğal afet sonrası elinde kaynakları bulunduran yerel otoriteler bizlerin içindeki güven duygusunu zedeledi. Bizler, yıllardır bölgede yaşayan insanlar ölüme ve çaresizliğe nasıl terk edildiğimizi çok yakından gördük. Yardım kamyonları, tırları şehre sokulmadı. Deprem akşamı hiçbir yerde ekmek bulunmazken Yüksekova’dan kamyonlar dolusu ekmek gönderildi ancak kamyonlar şehre sokulmadı. Sonraki günlerde de bu durum devam etti. Çadırlar ulaşmadı, ulaşan çadırlar adaletsiz dağıtıldı. Tekrar bir doğal afet sözkonusu olursa Van halkı derin bir hezeyana kapılacaktır. Çünkü 23 Ekim ve 9 Kasım depremlerinde yaşadıklarımız bizim üzerimizde ciddi bir güvensizlik yarattı. Cinsiyetçi ve milliyetçi politikaların tüm uygulamaları üzerimize boşaltıldı. Bu konuda VAKAD olarak “Afetlerde Devletin Milliyetçi Politikalarının Yıkıcılığı ve Kadınlar; Van Depremi Örneği” adlı bir rapor hazırladık. Televizyonlarda büyük büyük kampanyalar yapıldı ancak Van’a yapılan yardımlar hakkında Valilik ve AFAD tek bir açıklama bile yapmadı. Bilgi Edinme Kanunu kapsamında sorduğumuz sorulara verilen yanıt ise çok sığ ve dar kapsamlıydı. Yapılan yardımların adil bir şekilde dağıtıldığı iddia ediliyordu. Ancak ne kadar, nasıl yardımlar yapılmış gibi bilgiler kamuoyundan saklandı.

Valilik ve AFAD’a bağlı depolarda çıkan yangın da biz Vanlıların içinde yangın etkisi yaratmıştır. “Herkes başının çaresine baksın, yardım isteyenler bize ulaşsın” mantığı ile hareket edilen ve bir planın, projenin olmadığı bir süreçten geçtik. Belediyeler ve kamu kurumlarının yardım listelerine girmek isteyenlerin oluşturduğu uzun kuyruklar, bir kap yemek için sabahın erken saatlerinde ellerinde tencerelerle bekleyen insanlar bile deprem sürecinin ne kadar korkunç, insanı öncelemeyen bir sistem olduğunu açıkça göstermekteydi. İnsanlar, kendilerine gönderilen eşyalara ulaşmak için birbirini ezmek durumunda kaldı. Erkekler o sıraların en önündeydi. Kadınlar ve çocuklar ezilenler arasındaydı. Biz bu duruma ne ortak ne de şahit olmak istediğimizden hiçbir destek paketini bu şekilde ulaştırmadık. Her başvurucu için depomuzda özel paketler hazırladık ve onları ellerimizle teslim ettik. Kadınlar arabayı kullananın, paketi taşıyanın, telefonu açanın kadın olduğunu görünce hem şaşırıyor hem de seviniyordu. “Kadın başına sen ne yapabilirsin ki…” cümlesiyle büyüyen bizler için o günler birer kanıt laboratuvarıydı. Neler yapabildiğimizi gördüğümüz her an biraz daha güçlendik. Her mahalleden çalışmalarımıza gönüllü olan genç kadınlar çıktı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce gönüllü Van’daki bu feminist afet çalışmasına katıldı. Neredeyse tüm şehirlerden Van’a dayanışma köprüleri kurulmuştu. Kadın dayanışmasının ne demek olduğunu çok yakından gördük. Deprem süresince “yardım”ların adil olarak dağıtılmaması, dağıtımdaki koordinasyonsuzluk ve ayrımcılık bize “Kimseden bir şey istemiyoruz, kadın dayanışması var” dedirtti. Dernek olarak biz de Türkiye’deki kadın örgütleri olarak kendi bağımsız çalışma alanımızı kendimiz oluşturduk. Kadınlardan kadınlara akan bir ağ oluşturduk. Her koliyi kaldırdığımızda, çalan her telefonu açtığımızda, her çadırı kurduğumuzda, arabamız bozulduğu zaman her itişimizde, kar altında her üşüdüğümüzde “Yaşasın Kadın Dayanışması, Yaşasın Feminist Mücadele” dedik.

4- Öncelikle bu kentte yaşayan herkes hakkında bir veri bankasının oluşturulması gerekmektedir. Öncelikli gruplar belirlenmeli ve afet ânında onların hayati ihtiyaçları karşılanabilmeli. Cinsiyete dayalı bir afet koordinasyonu yapılmalı. Kamusal hizmetler insan odaklı olmalı. Buna odaklanan her hizmet değerli ve etkili olacaktır.


Afetler ve Yaşlılar

Ferhat Boratav ve Rümeyza Kazancıoğlu, 65+ Yaşlı Hakları Derneği

1- Elimizde üç resmi belge var: Birincisi, AFAD tarafından Şubat 2015’te yayınlanan Afet ve Acil Durumlara İlişkin Temel Mevzuat. Konuyla ilgili her türlü yasal düzenlemeyi içeren bu kitapçıkta, “yaşlı” ifadesini arıyoruz. Araya araya, 18.06.2013 tarihli İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmelik’in 10. maddesini buluyoruz. “Acil durum müdahale ve tahliye yöntemleri” başlığı altında, 4. bentte “İşyerlerinde yaşlı, engelli, gebe veya kreş var ise çocuklara tahliye esnasında refakat edilmesi için tedbirler alınır.” diyor.

Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı 2012-2023’te ise “C.2.3.1. Riskli birey grupları ile afet riski belirleme çabalarını birleştirecek ulusal düzeyde bir toplantı yapılarak gerekli düzenlemeler gerçekleştirilecektir.” denmektedir.

Afet ve acil durumlarda görev alacak bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile yapılan değerlendirmeler sonucunda AFAD tarafından hazırlanmış olan Türkiye Afet Müdahale Planı’nda yaşlı terimi geçmemektedir. Afetzedeler ve afetten etkilenenler tek kategoride değerlendirilmiştir. Varsayımlar başlığı altında ise “Olay bölgesinde incinebilir gruplar ve yabancı uyruklu kişilerin olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.” denmektedir. Ancak incinebilir grupların kim olduğu tanımlanmamıştır.

Özetle, afet durumlarıyla ilgili planlarda, strateji belgelerinde henüz “yaşlının adı yok” dersek, hata yapmış olmayız.

2- Afetler toplumun tamamını etkilese de bu etkiler toplumun farklı kesimlerine orantısız bir biçimde yansıyor. Yaşlı bireyler diğerlerine göre afetlerin etkilerine daha fazla maruz kalabiliyor. Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişme Raporu’nda da  çocuklar ve engellilerin yanı sıra afetlerden en çok etkilenen ve en kırılgan grubun yaşlılar olduğu ifade ediliyor. Bu nedenle, afetlerle mücadele hazırlıklarında yaşlıların daha farklı bir kategoride yer alması büyük önem taşıyor.

Afetlerde yaşlıların ne kadar kırılgan olduğunu birkaç örnekle anlatayım: 1995’teki büyük Kobe Depremi’nde ölenlerin yarısından fazlası 60 yaş üstü insanlardı. Aynı durum Guatemala ve Ermenistan depremlerinde de sözkonusu; yaşlılarda daha yüksek ölüm oranları gözlendi.

2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve tsunamide ölenlerin yaklaşık yüzde 65’i 60 yaş üzeri insanlardı. Uzmanlara göre, bu olayda ölenlerin önemli bir kısmının yaşlılardan oluşmasının nedeni, yaşlıların hareket ve savunma kabiliyetlerinin zayıf olması. Afetlerde, yeterli hazırlığı olmayan, kurtarılma ve tahliye nedeniyle ilaca ulaşamadığı için tedavi dozunu alamayan kronik hastalığa sahip yaşlı bireylerin hastalıkları ağırlaşıyor; hastalığın kontrolü için hastaneye yatış gerektiğinden kısa ve uzun dönemde hem sağlık hem sosyoekonomik sonuçları daha kötü hâle geliyor. Japonya Depremi’nde, ilaca ulaşamayan astım hastası bireylerin semptomlarının ağırlaştığı, yaşanan stresle birlikte diyabet hastalarının kan şekeri regülasyonunun bozulduğu, kan basıncının kontrolden çıkmasına bağlı kalp sorunlarının arttığı da tespit edilmiş.

Amerika’da Katrina Kasırgası’nda ölenlerin yaklaşık yarısı 75 yaş üstü kişiler. Gene ABD’de 2012’de yapılan bir araştırma, 50 yaş üstü her altı yetişkinden birinin acil bir durumda evini boşaltmak için yardıma ihtiyacı olacağını ve neredeyse her 10 kişiden birinin de evdeki yakınlarının ötesinde yardıma ihtiyacı olacağını gösterdi.

Riskin bu kadar büyük olmasına karşın, doğal bir felaket durumu için hazırlık planlayan yaşlıların oranı, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dörtte birden de az.

Yaşlıların afetlere karşı kırılganlığı afet sonrasında da devam ediyor. Kobe Depremi sonrasında barınaklarda/kamplarda kalan yaşlılardan yüzde 83’ü sosyal izolasyon nedeniyle hayatını kaybediyor. Afet sonrasında ruhsal esenliğin sağlanması ve iyileşme sürecinde eş, arkadaş ve aile üyeleri diğer yaş gruplarına oranla yaşlılar için daha önemli oluyor. Buna karşılık, afet sonrasında yaşlılar için sosyal ağlar daha da azalıyor. Bu durum da rehabilitasyonu olumsuz etkiliyor.

Yaşlıların ekonomik kırılganlıkları afet sonrası finansal yardımlara muhtaç olma riskini artırıyor. Örneğin, 1979 Teksas Kasırgası sonrasında afet öncesindeki yaşam standartlarının altında yaşadığını ifade eden yaşlı oranı yüzde 32 iken, yaşlı olmayan kesimde bu oranın yüzde 12,5 olduğunu, bir yıl sonra yapılan araştırmada da ekonomik durumlarının iyileştiğini söyleyen yaşlıların oranı yüzde 34 iken, yaşlı olmayan afetzedelerde bu oranın yüzde 50’lere vardığını görüyoruz.

Ülkemizde yaşanan Marmara ve Van depremlerinde de farklı illerdeki kuruluşlara gönderilmek durumunda kalan yaşlıların gündelik yaşam rutinleri bozulmuş, zaten kırılgan olan psikolojik ve sosyal yaşamları derinden etkilenerek adaptasyon güçlükleri yaşamışlardı. Bu durum ciddi travmalara yol açmıştı.

3- Önceden tüm afetlere yönelik planlar yapılması, hem kişi tarafında hem de kurumlar tarafında olumsuz etkileri azaltmakta belirgin şekilde yardımcı olacaktır. Deprem hazırlıklıkları yaşlı bireyler için de herkes için olduğu gibi evde başlamalıdır. Evde hazırlık, duvara monte edilmiş de olsa ağır eşyaları yataklardan ve kanepelerden uzaklaştırmayı, kitaplık gibi uzun armatürleri duvara sabitlemeyi ve genel olarak cihazların ve değerli eşyaların büyük bir sarsıntıya dayanabileceğinden emin olmayı içerir. Bununla ilgili pratik öneriler var, bunları bulmak da mümkün.

Bir deprem başladığını hissettiğinizde evde nereye gideceğinizi biliyor musunuz? Arabanızdaysanız ne yapmalısınız? Çöken bir yapının içinde sıkışıp kalırsanız ne yapmalısınız? Bu soruların cevaplarını her yaş grubuna öğretmeye çalışmamıza rağmen yaşlılarda bulunabilecek hareket kısıtlığı nedeni ile yaşlıların ânında önlem alması mümkün olmayabilir. Dolayısıyla kendilerine değişik senaryolarla deprem anında yapılabilecekleri onlara ulaşabilecek mecralardan anlatmamız gerekecektir. Örneğin sadece dijital mecradan yapılan bir bilinçlendirme kampanyasının yaşlılara ulaşma şansı çok daha düşüktür, bunu öngörmemiz gerekir.

Afet öncesi hazırlıklar yapılırken, standart önerilere ek olarak, yaşlılara özel bir afet çantası oluşturulmalıdır. Özellikle bir haftalık ilaç ve mutlaka ilaç listesi bunun içinde olmalıdır. Ayrıca temel tıbbi ekipman için malzemelere sahip olmak gerekecektir. Mesela işitme cihazları için piller, yedek gözlük, yedek protezler, gerekiyorsa kan şekeri ve kan basıncını takip etmek için aletler, yedek oksijen tankları hazırda bulundurmak gerekebilir. Tabii bunları bulundurmak ekstra bir masraf; dolayısıyla aile bütçelerinde ya da sosyal güvence uygulamalarında bunları hesaba katmak gerekiyor.

4- Birleşmiş Milletler 2002’de Madrid’de İkinci Dünya Yaşlanma Meclisi’ni düzenledi ve burada 2002 Yaşlanma Uluslararası Eylem Planı kabul edildi. Bu Eylem Planı, pek çok konuda olduğu gibi, doğal afetler ve acil durumlar için de bize yol gösteriyor ve diyor ki: “Doğal afetlerde ve diğer acil durumlarda yaşlılar, aile bireylerinden ve dostlarından uzak kalmaları, beslenme ve barınak bulma olanaklarının daha az olması nedeniyle zarar görmeye açıktır ve bu durumun öneminin kavranması gerekir.” Biz de, buradan yola çıkarak “Afet durumunda yaşlılar kırılgan grup olarak değerlendirilmelidir” diyoruz.

Hatta yaşlıların belirli altgrupları çeşitli nedenlerle diğerlerinden daha savunmasızdır: Bazıları tehlikelerden uzaklaşmak veya gerekli yardımı almak için diğerlerine bağımlıdır, bazıları ise topluluk kaynaklarına kolay erişime sahip değildir. Yine, bazılarının tahliye bildirimlerini duymalarını veya bunlara uymalarını, yerel makamlar tarafından belirtilen güvenlik talimatlarını tam olarak anlamalarını ve uygulamalarını engelleyen durumları vardır.

Her bir bölgede yaşlı nüfus oranı yeniden gözden geçirilerek afet hazırlıklarında mali açıdan da bu grubun ilave ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.

Fiziksel veya bilişsel engelli yaşlılar, afetlerin neden olduğu kriz ve sosyal örgütlenme dönemlerinde ve bu olayları takip eden haftalar, aylar ve yıllarda savunmasız veya dezavantajlı olan nüfus altgrupları arasında yer almaktadır.

Bu nedenle tüm afet hazırlık planlarında yaşlı bireyler için özelleştirilmiş öneriler ve uygulamalar geliştirilmelidir. Uygulamalar, korunma ve hazırlık önerilerinden başlayarak afet sonrasında erken dönem ve geç dönem rehabilitasyon hizmetlerini de kapsamalıdır. Her bir bölgede yaşlı nüfus oranı yeniden gözden geçirilerek afet hazırlıklarında mali açıdan da bu grubun ilave ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır. Afet müdahale planları hazırlanırken bölge kırılganlıklarını içeren haritalandırmaların yapılması ve buna o nüfusun soysal sermaye seviyesinin de dahil edilmesi problemin üstesinden gelmek adına önemli bir katkı sunabilir.

Özellikle öncelikli olan, olası bir afet durumunda zarar görebilecek olan yaşlı bireylerin, çeşitli kurumlarda dağınık hâlde bulunan bilgilerinin (emekli kayıtları, iletişim bilgileri, medikal kayıtlar, uzaktaki akrabalarının bilgileri vb.) adrese dayalı ve ihtiyaçlarına yönelik kayıt altına alınması ve güncellenmesidir (Tabii veri koruma ve paylaşma ilkelerine uyularak). Böylece risk altındaki kırılgan nüfusun tespit edilmesi mümkün olacaktır.

Özellikle fiziksel ve bilişsel engeli bulunan bazı yaşlıların diğerleriyle kıyaslandığında afet sürecinde bağımlılık düzeyi daha yüksek, temel hizmetlere erişimleri daha zor, afetlerle ilgili bilgilendirme süreci kanalları daha tıkalıdır. Bu nedenlerle bu kesim, afetlerin ortaya çıkardığı sosyal düzensizliklerin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalıyor. Önemli bir sağlık sorunu olan, engelli ve bağımlılık düzeyi yüksek yaşlılar yüksek risk grubunda yer alıyor. Huzurevleri, Huzurevi ve Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Özel Huzurevleri ile Yaşlı Bakım Merkezleri, Yaşlı Hizmet Merkezleri Gündüzlü Dayanışma Hizmetleri ve Yaşlı Yaşam Evlerinde bulunan kişiler için de afet planlamalarının standart planlamalardan farklı yapılması gerekecektir.

Afetlerle daha iyi baş edebilmek, daha az zarar görmek için kişilerin ve sosyal grupların sosyal bağları, güç ilişkileri, bilgi ve yetenekleri, toplumsal cinsiyet rolleri, sağlık ve ekonomik gelişmişlik düzeyleri, nerede, hangi koşullarda barındıkları, yaşadıkları çok önemli faktörler. Bu faktörler açısından bakıldığında kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler genel olarak daha zayıf konumdalar. Demek ki, toplumun önemli çoğunluğunu oluşturan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler özelinde her bir grubun ayrı ayrı dikkate alınacağı çalışmaların yapılması ve bu çalışmaların sonuçlarının da afet yönetimi sistemine dahil edilmesi gerekiyor.


İzmir Depremi sonrasında afet toplanma alanı. Fotoğraf: Mert Çakır

Çocuk Odaklı Afet Planlaması Nedir ve Neden Gereklidir?

Gizem Kıygı, Şehir Dedektifi

Türkiye coğrafi olarak farklı afet risklerini barındıran bir ülke. Var olan risklere iklim ve biyoçeşitlilik krizinin getirileri eklenince çoğunlukla yönetilemeyen bir tablo ortaya çıkıyor. Covid-19 pandemisinin üzerine gelen 30 Ekim 2020 İzmir Depremi, 2021 yazında ülkenin güneyinde çıkan yangınlar, Karadeniz’deki sel felaketleri yönetilemeyen tablonun en güncel örnekleri olarak sıralanabilir. Bu örnekler aynı zamanda yapıyı (yani inşaat faaliyetini) temel alan fiziksel sağlamlık üzerine kurulu afet yönetim anlayışının artık çalışmadığının göstergeleri.

Şüphesiz yapı temelli fiziksel sağlamlık kelimenin tam anlamıyla hayati bir öneme sahip. Ancak çoğunlukla insan ve doğa yerine yapıyı odağına alan, afeti tektipleştirip kentsel dönüşüme yaslanan bu önlem mekanizmasının yok saydıkları, meselenin çok büyük bir bölümünü oluşturuyor. Kentsel kamusal alanların güvenliği, ulaşımın işlemesi ve ihtiyaçları ulaştırmaya devam etmesi, toplanma alanlarının niteliği, yaşlıların, engellilerin, göçmenlerin, çocukların ihtiyaçları ve genel olarak ruh sağlığını da içine alan kapsayıcı iyilik hâli meselenin yok sayılan bölümünde kalıyor.

Çocuk hakları alanında çalışan birçok küresel kurum yayımladığı raporlarda, çocukların afet durumlarından yetişkinlerden daha fazla etkilendiğini belirtiyor.[2] Buna karşılık afet durumlarında çocukların ihtiyaçlarının kapsamlı bir şekilde gözetilmesine ışık tutacak resmi veriden bile büyük ölçüde yoksunuz. Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı izleme raporları ise çocukların afet durumlarında sağlık ve eğitim haklarına erişemediklerini, her türlü ihmal ve istismardan korunabilecekleri mekanizmalardan mahrum kaldıklarını, gelişimleri gözetilmeden kurgulanan toplanma ve geçici barınma alanlarında zarar görebildiklerini (soba kaynaklı yanmalar ve elektrik çarpması gibi), fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalabildiklerini ortaya koyuyor.[3]

Çocuk odaklı afet planlaması, farklı çocukların ihtiyaçlarını gözeten, bu ihtiyaçları tespit edebilen, gerekli destekleri sağlayabilecek birimleri kurabilen bir mekanizmalar bütünüdür. Bu mekanizmalar bütünü; afet öncesinde çocuğun yetişkin refakati olmadan afetle karşılaşma durumunda çocuğa erişilebilmesini, bilgilendirici materyallerin çocukların anadiline göre hazırlanmasını, afet sırasında kullanılacak yapı birimlerinin çocuklar gözetilerek tasarlanmasını, afetten etkilenen çocukların ihtiyaçlarının tespiti ve verinin oluşturulması için ayrıca çalışmalar yapılmasını, toplanma ve geçici barınma alanlarının çocukların gelişimsel özellikleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak tasarlanmasını, eğitim, sağlık ve oyun hakkının tesis edilmesini, ruhsal sağlığı gözeten desteklerin sağlanmasını, her türlü ayrımcılığın önlenmesini ve çok daha fazlasını kapsıyor. Türkiye’de afet durumlarında basının ve sosyal medyanın oluşturduğu mağdur çocuk temsilinin aksine, böyle zamanlarda çocukların hak özneleri olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Bu temsilin eleştirisine bu yazı kapsamında girmeyeceğim, ancak mekanizmalar bütünü vurgusu tam da bu nedenle çok gerekli. Benzer bir şekilde, çocuğun oyun hakkını çocuğa tanınan tek hak olarak indirgememek ve afet durumlarında ortaya çıkan güvenlik zafiyetini hak temelli çocuk koruma mekanizmalarıyla güçlendirmek için de bu hatırlatma kanımca önemli.

Afet geçiren yerleşimlerde yapılan bilimsel çalışmalar, gündelik hayatta okul, park, sağlık ocağı gibi mekânsal kaynaklarını dayanışma ve işbirliği içinde kullanan mahallelerin afetlere karşı sosyal olarak daha dayanıklı olduğunu, özellikle eğitim alanlarının mekânı paylaşan topluluklar için onarıcı rol üstlenebildiğini gösteriyor. Her türlü mekânsal dirençte olduğu gibi işbirliği ve dayanışma, herkesi kapsayacak çocuk odaklı afet planlaması için de anahtar unsur olarak görünüyor.

Çocuk odaklı afet planlaması üzerine daha geniş kapsamlı düşünmek isteyenler Çoçuk Koruma Merkezlerini Destekleme Derneği tarafından yayınlanan Salgın ve Doğal Afetler Sırasında Çocukların Korunması Raporu[4] ile Eğitim Reformu Girişimi tarafından yayınlanan EİR 2021: Eğitim Ortamları Dosyası’nı[5] inceleyebilirler.


Depremde Göçmen/Mülteci Olmak

Esra Demirkol Colosio, Göç Araştırmaları Derneği

1- Türkiye bir afet ülkesi olarak tanımlanmaktadır. Dahası, depremler nedeniyle insan kaybı açısından dünyada üçüncü, etkilenen insan sayısı açısından sekizinci sırada yer almakta, ülkede her yıl en az 5 ile 6 büyüklüğünde bir deprem yaşanmaktadır.[6] Buna rağmen, deprem özelinde ilk yasal düzenleme, 30.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği 1939 Erzincan Depremi[7] sonrasında yapılmıştır.[8] Bu yasayı takiben, özellikle 1999 Marmara Depremi sonrasında, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacaklara dair birçok yasa ve kanun yürürlüğe girmiştir. Fakat maalesef mevcut mevzuatlar incelendiğinde, depreme yönelik afet planlamalarında, hiçbir şekilde göçmenlere/mültecilere yer verilmediğini görüyoruz.

2- Birçok göçmenin/mültecinin yaşadığı konutlar, kamu altyapılarının düzgün bir şekilde sağlanmadığı ve hizmetlere erişimin (sağlık, eğitim, acil durum, vb.) olmadığı yerlerde bulunmaktadır. Barınma koşullarının iyileştirilmesi ve daha güvenli hâle getirilmesi konusunda ciddi sıkıntıların yaşandığı bu alanların taşıma kapasitesi her geçen gün artan yoksullukla beraber daha da aşınmaktadır. Bu alanlarda artan nüfus için, afet risklerine yönelik çalışmalar açısından tablo çok da parlak değildir: Pek çok resmi olmayan yerleşim yerinin afetler tarafından yıkıcı şekilde etkilenme ihtimali yüksektir. Ayrıca, kırdan kentlere göç edenlerin ve uluslararası göçmenlerin büyük bir kısmı için, kırılganlık hâli, genellikle vatandaşlık haklarından dışlanmaları ve çeşitli hizmetlere erişimlerinin zorluğu nedeniyle daha da kötüleşmektedir.

Örneğin 2011 Van Depremi[9] ve 2020 İzmir Depremi[10] sonrasında göçmenlere/mültecilere halihazırda var olan karşıtlığın daha da arttığını, göçmenlerin/mültecilerin yardımlara ulaşma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadıklarını gözlemledik. 2011 Van Depremi’nden sonra yapılan bir çalışma, ilde yaşayan Afgan ve İranlı sığınmacıların gönderilen yardımlardan yeterince faydalanamadığını ortaya koymuştur.[11] Özellikle de aynı dönemde göçmenlere/mültecilere yönelik hoşnutsuzluğun giderek artmaya başlaması, onlara yapılacak her türlü yardımın eleştirilmesini de beraberinde getirmiştir. 2020 İzmir Depremi sonrasında da, göçmenler/mülteciler benzer deneyimlere maruz kalmışlardır. İnsan Hakları Derneği’nin deprem sonrasında hazırlamış olduğu rapora göre Suriyeli mülteciler, depremden etkilenen herkes için kurulan çadır kent alanına alınmamaları yönünde ayrımcı bir tepkiyle karşı karşıya kalmışlardır.[12]

Türkiye’de deprem kuşağında yer alan birçok şehirde, herhangi bir afet durumundan bağımsız olarak gittikçe kuvvetlenen göçmen karşıtlığı, bir deprem vakasının yaşanmasının sonrasında durumun çok da farklı olmayacağını düşündürmektedir. Dolayısıyla, gelecekte yaşanabilecek diğer afetlerde de benzer ayrımcı söylemlerin derinleştiği vakalar görülebilir.

3- Öncelikle, bütün göçmenlerin/mültecilerin tek ve aynı çatı altında toplanarak homojen bir grup olarak görülmemesi gerekmektedir. Bununla birlikte göçmenlerin/mültecilerin yaşanabilir konutlara, çeşitli hizmetlere (sağlık, eğitim, vb.) ve formel iş olanaklarına erişimde yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle kentsel yoksul grubun önemli bir bölümünü oluşturduklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.[13] Birçok göçmen/mülteci düşük ücretli, uzun saatli ve güvencesiz işlerde çalışmakta; temel altyapı sistemlerinden yoksun ve çoklu afetlerin getireceği yıkımlara karşı korumasız olan yerleşim alanlarında yaşamaktadır. Göçmenler/mülteciler de dahil olmak üzere, sosyal olarak kırılgan olan tüm grupları kapsayan, çeşitli hanehalkları ve bireylerin farklı ihtiyaçlarını tanıyan girişimlerin ve programların geliştirilmesi gerekmektedir. Sivil toplum ve yerel yönetimler arasındaki işbirliği, göçmenlerin/mültecilerin afetlere karşı dirençliliğinin artırılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Son olarak, gelecekte yaşanabilecek afetlere karşı, afet sonrası göçmenlere/mültecilere yönelik karşıtlığın daha da artmaması için sosyal alanda çalışmalar yapılması gerekmektedir.

4- Öncelikli olarak adil konut ve toplulukların afetlere karşı direncinin artırılmasına imkân sağlayacak politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Adil konut politikası ile herkesin erişebileceği, dayanıklı altyapıya öncelik veren konutların inşa edilmesi, sadece depremi değil aynı zamanda olası bir deprem durumunda meydana gelebilecek diğer afetleri de göz önünde bulundurmak, bütüncül bir yaklaşım ile afet politikalarının geliştirilmesine yardımcı olacaktır. Toplumun tüm kesimlerinin göz önünde bulundurularak politikaların geliştirilmesi, özellikle toplum tarafından ayrımcılığa maruz kalan göçmen/mülteci gruplarının dirençliliğinin artırılmasına yönelik çalışmaların yapılması, depremi ve beraberinde getirebileceği diğer afetler karşısında her vatandaşın eşit kaynaklara erişimine olanak sağlayacaktır.


Deprem ve Yoksulluk

Selen Yüksel, Derin Yoksulluk Ağı

1- Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda (2012-2023) zarar görebilirlikleri yüksek, “riskli birey” gruplarına özel önlemler alınması gerektiği vurgusu yapılıyor fakat bu riskli gruplar kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler olarak belirtiliyor. “Riskli birey” kavramı “korunmaya muhtaç” algısıyla şekillenirken depremde zarar görebilirlikleri yüksek birçok grup gibi ekonomik yoksulluk ve sosyal dışlanmaya maruz kalan kişiler eylem planı içinde yer bulamıyor. Bunun yanında, deprem öncesi alınacak önlemlere dair deprem sigortasının zorunlu hâle getirilmesi gibi bireysel ve ekonomik imkânlara bağlı deprem hasarını önleme yöntemlerinden bahsediliyor. Depreme dayanıklı yapılaşmanın sağlanması temel stratejilerden biri olarak göze çarpıyor. Bu strateji kapsamında binaların risk tespitlerinin yapılması, deprem riski bulunan binaların “kentsel yenileme” adıyla yeniden inşa edilmesi öneriliyor. “Kentsel yenileme” politikaları, oturdukları bölgede ikamet ve yapılaşma izni olmadan yaşamını sürdüren birçok yoksul kişiyi görmezden geliyor, bu bölgelerdeki yapıların, kişilerin barınma hakkını koruyarak depreme dayanıklı hâle getirilmesine yönelik herhangi bir strateji eylem planında yer bulmuyor.

2- Çok yakında gerçekleşen İzmir Depremi’nde de görüldüğü üzere genellikle depreme dayanıksız, yapılaşma izni olmadan yapılan evler depremden en fazla etkilenen yapılar oluyor. Bu yapıların sakinleri ise daha güvenli yaşam standartlarına erişmeleri önünde engeller bulunan yoksul kişilerden oluşuyor. Deprem gibi doğal afetler kişileri yalnızca evsiz bırakmıyor; aynı zamanda günlük ve güvencesiz işlerde çalışan kişilerin işlerinin sekteye uğramasına sebep oluyor. Afet bölgelerinde devam ettirilemeyen kâğıt toplayıcılığı, hurdacılık, çiçekçilik gibi mesleklere sahip kişiler afet sonrası dönemde günlük işlerini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Günlük ve güvencesiz çalışmanın getirdiği “günlük kazanç günlük besin” döngüsünün sekteye uğraması, kişilerin en temel ihtiyaçlarına da erişememelerine sebep oluyor. Afetin ardından kendilerini güvenceye alacak, ihtiyaçlarına erişimlerini bir süre sağlayabilecek, sağlıklı yaşam standartlarına uygun geçici barınma alanlarına ulaşabilecek herhangi bir birikimi olmayan kişiler yaşam alanlarını kaybetmekle birlikte açlık, temiz suya erişememe ve salgın hastalık riskleriyle de karşı karşıya kalıyorlar. Bu süreçte, kişiler deprem desteklerinden faydalanırken ve geçici afet barınma merkezlerinde konaklarken sosyal dışlanma da artıyor.

3- Öncelikle, afet ve acil durumlara yönelik stratejiler oluşturulurken yoksulluğu deneyimleyen kişiler, strateji planları oluşturma aşamasına dahil edilmeli ve planlar bu kişilerin ihtiyaçlarını içermelidir.  Afet sonrası süreçte barınma, temel besin, ücretsiz sağlık hizmetleri ve temiz suya erişimi güvence altına alacak stratejiler geliştirilmelidir. Yerinde dönüşüm planları ile kişilerin yaşam alanlarını yok etmeden, yaşam şekillerine uygun, rant odaklı düşünce sisteminden uzak biçimde güvenli ve sağlıklı yapılar inşa edilmelidir.

4- Ülkede yaşayan her bireyin afet süresince ve sonrasında hak ve ihtiyaçlarına erişimini önceleyen, katılımcı süreçlerle oluşturulmuş, sosyal adalet, eşitlik ve insan hakları odaklı, önleyici politikaların (“kentsel yenileme”) oluşturabileceği riskleri önlemeye yönelik stratejileri de içeren bir depreme hazırlık politikasına ihtiyaç var.


Depremde Engelli Olmak

Bahar Yavuz, Engelli Kadın Derneği

Deprem, tektonik hareketliliğin yoğun olduğu tüm bölgelerde önemli bir gündem oluşturur. Türkiye de benzer bir biçimde depremlerin etkisinde kalan bir ülkedir. Üstelik deprem sonrası olumsuz etkiler, öncesi ve sonrasına dair farklı ihtiyaç ve durumları gözeterek doğru planlamalar gerçekleştirilmediğinden acı verici sonuçlara daha çok yol açmaktadır. Bu anlamda normal zamanlarda birçok hizmete ayrımcılık, yok sayılma ve ihtiyaçlarına uygun hizmetin zaten verilmiyor olması gibi sebeplerle erişemeyen kişiler, deprem gibi afet durumlarında afet ânı ve sonrasında daha çok zarar görür. Örneğin 2011 Japonya Depremi’nde fiziksel, ruhsal ve zihinsel engelli birey kayıplarının genel nüfusa oranla 2 kat daha fazla olduğu belirtilmiştir.[14] Oysaki Türkiye’nin de ilk imzacılarından olduğu, kabulü sürecinde engelliler için insan hakları temelli bakış getirerek önemli bir paradigma değişikliği yaratan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin 11. maddesi “İnsani acil durumlar ve tehlikeli durumlar” üzerinedir ve taraf devletlerin “engelli kişilerin korunması ve güvenliğinin sağlanması amacıyla gerekli bütün önlemleri alacakları” belirtilmiştir.[15]

Öncesi ve Engelliler

Olağanüstü hâllerde görülmemeyi çoğu konuda deneyimleyen önemli gruplardan biri olan engelliler, deprem gibi afetlere ilişkin müdahalelerin süreç planlamalarında yalnızca bir motif olarak yer alırlar. Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planlaması, engellilerin gözetileceği belirtilen, uygulamaya yansımasını takip edemediğimiz önemli bir strateji planıdır.[16] Bununla beraber 2019 yılında yürürlüğe giren güncel Deprem Tehlike Haritası’nın risk haritası olarak değerlendirilebilmesi için nüfus ve yapılara dair zarar ve etkilenmelerin hesaplanması ve güncel bilgilerin bulunması gerektiğine dair bir not, dokümanın yer aldığı sayfaya eklenmiştir[17] ki böyle bir ortamda engelli bireylerin karşı karşıya geleceği riskler ve ihtiyaçlara yönelik etkin adımlar için daha çok beklemek gerekeceği anlaşılmaktadır. Üstelik engelli bireyler üzerine yapılan sınırlı araştırmalar deprem ve afet farkındalığını yükseltmeye yönelik olurken veya bu meseleyi engelli bireyler ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına yüklerken, AFAD gibi bizzat devlet kuruluşu veya kamu destekli yerlerin imkânlarını engellilik bağlamında deprem haritalama, analiz ve risk yönetimini planlama ve uygun adımların hayata geçmesi konusunda kullanmalarına ilişkin yönlendirici bir söylem mevcut değildir.[18] Engelli bireyler ve ailelerine afet farkındalık eğitimi verildiğine dair yapılan birçok haberde de yetkili kurumların kendilerini ilgilendiren sorumluluklara ilişkin açıklamalarına rastlanmaması bu tespiti desteklemektedir. Yani geldiğimiz noktada engellilerin depremden etkilendiğini akademik çalışmalarla, haberlerden ve alanda çalışan kişiler olarak vakalardan bilsek de gerçek etkiler ve risklere ilişkin veri temelli bir kaynağa sahip değiliz. Nitekim engellilerin normal zamanlardaki durumuna ilişkin bir veri sistemine sahip olmadığımız için, engellilerin yaşadığı yerler, sosyoekonomik durum ve deprem alanları ilişkisi vb. güncel etkilere ilişkin çıkarım yapmak da mümkün olmamaktadır.

Engellilerin belki de yerinden kıpırdamamasının daha güvenli olacağının düşünüldüğü değerlendirmesini yapmak tuhaf olmayacaktır.

Deprem sonrasına ilişkin engelli bireylerin kurtarılma anlarının çoğunlukla bir dram olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Toplumda edilgen kişiler olarak görülen engelli bireyler, erişilebilirlik ve insan yaşamını gözeterek inşa edilmeyen mekânlardan komşuları, aile üyeleri veya görevliler tarafından kurtarıldığında acıma duygularıyla eşleşen sahneler ortaya çıkmaktadır.[19] Bununla birlikte halihazırda sayıları azalan ve herkes için ulaşılabilir olmayan deprem toplanma alanları farklı engel gruplarından insanların erişimine uygun tasarlanmadığı, buralara ulaşım erişilebilir olmadığı ve bu alanlara ilişkin bilgilendirmeler de erişilebilir olmadığı için engellilerin belki de yerinden kıpırdamamasının daha güvenli olacağının düşünüldüğü değerlendirmesini yapmak tuhaf olmayacaktır.[20]

Deprem Ânı ve Getirdikleri

Deprem durumunda engelli bireylerin daha az zarar görmesi için yaşadıkları evlerin depreme dayanıklı olması, engelli bireylerin deprem ânında kendileri için tehlike oluşturmayacak eşyalara sahip olması, her zaman günlük kullandıkları ürün ve araçlara kolaylıkla erişebiliyor olmaları büyük önem taşımaktadır.[21] Deprem meydana geldiğinde engelli bireyler böyle bir ortamda doğru bilgilendirildikleri ve kapsamlı bir acil afet planı yaptıkları takdirde daha az hasarla kurtarılabileceklerdir.[22] Yine deprem sonrası toplanma alanlarının, bilgilendirmelerin ve sunulan hizmetlerin tüm engelliler için erişilebilir olması, engelli bireylerde görülecek travmatik stres tepkilerinin travma sonrası stres bozukluğuna dönüşmesinin önlenmesi ve ihtiyaçların zamanında giderilmesi açısından etkili olacaktır.

Deprem ve Adaletli Politika

Deprem hazırlık politikasının adaletinden söz edilebilmesi için birçok farklı kurumun bir arada çalışacağı ve sorumluluk alacağı bir sürecin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Alandaki gözlem ve çıkarımları göz önünde bulundurduğumuzda aşağı yukarı şöyle bir planlama düşünülebilir:

  • Engelli bireylere yönelik güncel verinin, afet durumlarında gerekecek bilgiler içererek oluşturulması öncelikli hedef olmalıdır.
  • Bütün engelliler için, engel durumları da gözetilerek acil durum planı oluşturmaya yönelik bilgilendirici materyaller hazırlanmalı ve kendilerine ulaştırılmalıdır. Bu konuda hazırlık çalışmasında alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir. Tıpkı pandemi sürecinde insanların bilgilendirilmesine yönelik oluşturulan e-nabız gibi kanallar kullanılarak, internet erişimi olmayanlar telefonla aranarak engellilere içerikler ulaştırılabilir veya engelliler hazırlanan içeriklere dair bilgilendirilebilir.
  • Depreme dayanıklı evler yapılırken erişilebilirlik standartları engelliler için gözetilerek inşa edilmelidir. Bu yapılar tasarlanırken acil durum tahliyelerinde engelli bireylerin de olacağı ihtimali gözetilmeli, ilgili planlamalar için alandaki yetkin ve hak temelli sivil toplum kuruluşlarının görüşü alınmalıdır. Buna ek olarak dünyadaki uygulamalar takip edilmeli, eksik kalınan noktalarda iyi örnekler değerlendirilmelidir.
  • Hem deprem gibi afet durumları konusunda eğitim veren kişiler hem de deprem hâllerinde görevli kurtarma ekibinden psikososyal destek ekibine kadar herkesin engelliliğe dair hak temelli bir bakışa sahip olabilmesi için düzenli bilgilendirmeler planlanmalıdır. Acil durumlarda göreve gitmeden önce bu kişilere verilmek üzere bir cep kitabı ve kısa video üretilip yaygınlaştırılmalıdır.
  • Tüm bunların gerçekleştirilmesi için, ilgili kurumların reklam yapmak veya proje üretip para kazanmak gibi gayelerden sıyrılıp var olan kaynağın koordinasyonunu gerçekleştirip nitelikli adımlar atacak bir ekibe ve çalışmalarına ayırması gereklidir.

Sonuç Depremler dahil olmak üzere tüm acil durumlar insanlar ve tüm canlılar için olağanüstü ve büyük ölçüde negatif etki potansiyeli taşıyan durumlardır. Bu nedenle her kesim için erişilebilir, ulaşılabilir acil durum strateji ve planları üretmek daha az zararla karşılaşmak açısından koruyucu olacaktır. Bu anlamda daha büyük risklerle karşı karşıya kalması muhtemel olan engellilerin güvenli ve afete dayanıklı yaşam alanlarının kurgulanmasından başlayarak tüm süreçlerde düşünülmesi oldukça önemlidir. Bu amaçla engelliler dahil herkesi kapsayarak hazırlanacak, güçlendirici ve ayakları yere basan bir politikaya ihtiyaç olduğu sonucuyla bitirmek yerinde olacaktır. Umarız bu sayı gerekli kişi ve kurumların harekete geçmesi için bir itici güç oluşturur.


[1] Dosyaya katkıda bulunan yazarlarımızın bazısı soruları röportaj düzeninde yanıtlarken bazısı düzyazı olarak yanıtlamayı tercih etti.

[2] Küppers, B., Mischo, F., Pazdzierny, T. ve Strube, F. (2018). Most disaster victims are children. World risk report 2018 (s. 26-35) içinde; UNICEF (2017). UNICEF humanitarian action for children 2017.

[3] BUSOS, Çocuk Hakları Merkezi, Derin Yoksulluk Ağı, Rengarenk Umutlar Derneği (2020). 30 Ekim 2020 İzmir-Seferihisar depremi çocuk hakları temelli gözlem raporu-1. chm.fisa.org.tr/30-ekim-2020-izmir-seferihisar-depremi-cocuk-haklari-temelli-gozlem-raporu-1/

[4] ÇOKMED (2021). Salgın ve doğal afetler sırasında çocukların korunması: Çocuk hakları örgütleri için bir izleme raporu. cokmed.net/salgin (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[5] ERG (2021). Eğitim izleme raporu 2021: Eğitim ortamları. egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2021-egitim-ortamlari/

[6] AFAD (t.y.). AFAD ve tarihçesi. afad.gov.tr/afad-hakkinda (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[7] AFAD (t.y.). 27 Aralık 1939 Erzincan depremi. deprem.afad.gov.tr/tarihteBuAy?id=65 (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[8] Kemaloğlu, M. (2015). Türkiye’de afet yönetiminin tarihi ve yasal gelişimi. Akademik Bakış Dergisi, 52, 126-147.

[9] Ataman, S. (2012, 22 Ekim). Depremde mülteci olmak (Gül Kıran ve F. Nazan Eroğlu ile röportaj). multeci.net/2012/10/depremde-muelteci-olmak/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[10] Mülteci Medyası (2020, 5 Kasım). Teyitsiz bir video üzerinden suriyeli mülteciler hedef gösterildi. multecimedyasi.org/2020/11/05/teyitsiz-bir-video-uzerinden-suriyeli-multeciler-hedef-gosterildi/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[11] Deniz, O., Yıldız, M. Z. (2016). 2011 depreminin Van kentindeki sığınmacılar üzerine etkisi. Doğu Coğrafya Dergisi, 21(35), 63-74. dergipark.org.tr/tr/download/article-file/224164 (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[12] İHD (2020, 24 Aralık). 30 Ekim 2020 İzmir Depremi gözlem raporu. ihd.org.tr/30-ekim-2020-izmir-depremi-gozlem-raporu/ (Erişim tarihi: 29 Eylül 2021).

[13] Pınarcıoğlu, M., Işık, O. (2008) Not only helpless but also hopeless: Changing dynamics of urban poverty in Turkey, the case of Sultanbeyli, Istanbul. European Planning Studies, 16(10), 1353-1370.

[14] Relief Web (2020, 3 Aralık). During disaster displacement, people with disabilities are too often forgotten. reliefweb.int/report/world/during-disaster-displacement-people-disabilities-are-too-often-forgotten (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[15] İHD (1981, 3 Eylül). Engelli kişilerin haklarına dair uluslararası sözleşme ve seçmeli protokol. ihd.org.tr/engellker-haklarina-da-uluslararasi-slee-ve-secmeli-protokol/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[16] AFAD (2013). Ulusal deprem stratejisi ve eylem planı 2012-2023. deprem.afad.gov.tr/downloadDocument?id=1643 (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[17] AFAD (2018). Türkiye deprem tehlike haritası. deprem.afad.gov.tr/deprem-tehlike-haritasi (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[18] Tonak, H. A. ve Kitiş, A. (2020). Deprem ve yangın afetlerinde engelli: Anlatımsal bir derleme. Ergoterapi ve Rehabilitasyon Dergisi, 8(1), 77-84; Açıkalın Rashhem, O. ve Aslangiri, F. (2019). Engellilerin afete dirençliliği ve Van’da yerel örgütlenme. Resilience Journal/Dirençlilik Dergisi, 3(1), 71-83.

[19] Anadolu Ajansı (2020, 6 Şubat). Enkaz altından kurtardığı engelli babasının yanından ayrılmıyor. aa.com.tr/tr/vg/video-galeri/enkaz-altindan-kurtardigi-engelli-babasinin-yanindan-ayrilmiyor/148; Haberler.com (2017, 4 Mart). Enkazın altında kalan 85 yaşındaki engelliyi komşuları kurtardı. haberler.com/enkazin-altinda-kalan-85-yasindaki-engelliyi-9331821-haberi/ (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[20] Demirtaş, E. (2020, 19 Şubat). Engellilere yönelik hazırlık yapılmıyor. Gazete Kadıköy, gazetekadikoy.com.tr/gundem/engellilere-ynelik-hazirlik-yapilmiyor (Erişim tarihi: 3 Nisan 2022).

[21] Aryankhesal, A., Pakjouei, S. ve Kamali, M. (2017). Safety needs of people with disabilities during earthquakes. Disaster Medicine and Public Health Preparedness, 12(5), 1-7.

[22] A.g.y.

DÖN