1910 yılındaki Hayırsızada vakası, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başaramamış, gecikmiş modernleşme tecrübemize ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi.1 Sivriada’dan sonra da yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçekleşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen İstanbul, köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir. Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşiğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken köpekler sokaklardan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan ormanlara, sanayi havzalarını birbirine bağlayan, insan yerleşiminden uzak arazilerde ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekansal ayrışma ve dışlanmanın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu yazıda İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyeleri eliyle toplatılarak yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin izini sürüyorum. İstanbul’daki kentsel dönüşüme dair giderek büyüyen yazında bugüne dek ihmal edilmiş olan “çeper-çevre” (peri-urban) alanlara odaklanarak marjinal kent coğrafyalarının dönüşümünde kritik öneme sahip olduğunu savunduğum, örtük ama kuvvetli dinamikleri inceliyorum: Haziran 2012 ile Ağustos 2017 tarihleri arasında, İstanbul’un kuzeybatı çeperleri boyunca uzanan, Sarıyer’e bağlı Kısırkaya mahallesinde2 gerçekleştirdiğim saha araştırmasının bulguları ışığında binlerce sokak köpeğinin kapatılarak öldürüldüğü bakım ve rehabilitasyon merkezlerini de içini alarak genişleyen “hayvan tecrit coğrafyalarını”, bu coğrafyalardaki materyal, coğrafi, siyasi dönüşümleri, sürgün edilen köpeklerin içine çekildiği şiddet sarmalını, bu dönüşümlere paralel olarak değişen “kanun kullanımı” ilişkisini, yoksulluk, yoksunluk ve dışlanma tecrübeleriyle tahrif edilen hak ve adalet anlayışını tartışıyorum.
İstanbul’un köpeksizleşmesi olarak tanımlanacak bu sürecin ana halkasını ise sınırları belirli, geçirgenliği az, hayvanların birbirleriyle ve insanlarla etkileşimini imha eden, (en azından teorik olarak) denetime tabi ayrıştırıcı kapatma mekanlarını da merkezine alarak genişleyen “hayvan tecrit coğrafyaları” adını verdiğim artan dışlanma, yoksulluk, yıkım coğrafyalarının oluşma sürecinin oluşturduğunu savunuyorum. Bu tecrit coğrafyalarının arka planında ise İstanbul’un 20. yüzyılda kurucu niteliğe sahip, yerleşik, egemen şehir tahayyülünde merkezde, kamusal alanlarda, (“sahipsiz”, yani kamuya ait olarak) serbest hareket eder hâlde mevcut ve görünür olması istenmeyen bedenlerin idaresine yönelik en etkili mekansal politikalar yatmaktadır: sürgün ve peş peşe sürgünlerle hayvanlar için kamusal alanlarda yerleşme ve barınma ilişkisini tamamen imkânsız hâle getiren tehcir. Bu hareketleri ve oluşturdukları tecrit coğrafyalarını tartışmadan önce, Türkiye’de şehirlerdeki sokak hayvanı popülasyonunun idaresini yönlendiren yasal çerçeveye kısaca değinelim.
2004 yılında yürürlüğe giren 5199 numaralı Hayvan Hakları Koruma Kanunu’na göre, sokakta yaşayan hayvanların temel idaresinde ana sorumlu ve fail yerel yönetimlerdir.3 Belediyelerin yetki ve sorumlulukları, hayvanların refahını sağlayacak uygulamalarla tanımlanmıştır: Sokakta yaşamını devam ettirmekte zorlanan “hasta, yaşlı, güçten düşmüş sahipsiz hayvanlar”4 kısırlaştırılıp temel aşıları ve ihtiyaçları varsa tedavileri sağlandıktan sonra yaşam alanlarına geri bırakılmalıdır. Bir başka deyişle, belediyelerin veteriner işlerine bağlı ekiplerinin sokakta yaşayan bir hayvanı yerinden alma hakkı vardır. Hayvan bakım ve rehabilitasyon merkezlerinde tedavisini yürütmek, tedavisi biten hayvanları alındıkları mahallelere, alıştıkları yaşam alanlarına geri getirmek yasada tanımlanmış temel sorumluluklarıdır. Bir başka deyişle, ekseriyetle belediyelerin veteriner hizmetleri ekipleri tarafından gerçekleştirilen ve köpeklerin yaşamını etkileyen müdahalelerin, toplama, yerinden etme ve sürgün faaliyetlerinin temelinde bu yetki ihlali, çoğu kez belediye ekiplerinin görevi kötüye kullanması ve yasadışı uygulamalar bütünü yatmaktadır. İstanbul’un köpeksizleştirilmesine karşı örgütlemeye çalıştığımız mücadeleler açısından bu husus hayati önem taşıyor: Sokaklardan köpeklerin toplatılıp “barınak” olarak bilinen belediyelerin idaresindeki hayvan bakım ve rehabilitasyon merkezlerinde gerekçesiz, uzun süreli, yaşamlarını ve sağlıklarını tehdit eden tecrit koşullarında tutulması ya da alındıkları mahalleden başka bir yere (şehrin bir başka mahallesi bile olsa!) terk edilmeleri 5199 numaralı yasaya ve uygulama yönetmeliğine aykırıdır.
Köpekler de tıpkı gecekondu sakinleri, yoksullar, sokak çocukları, tinerciler, trans bireyler, evsizler gibi şehir idaresinin ayrıştırıcı mekan politikasının hedefindeki en yoksul, en yoksun bedenler arasında yerini almıştı.
Belediyelerin veteriner ve temizlik işlerine bağlı ekiplerin (2012 yılından bu yana artan bir yoğunlukla) her yıl binlerce köpeği toplamasıyla başlayan, şehrin çeperlerinde inşa edilen Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezlerinde tecrit ya da insan yerleşiminden uzak, koruma pratiklerinden mahrum oldukları alanlarda ölüme terk etmeleri ile gelişen bu süreç, neoliberal şehir idaresinin ve büyüme modelinin en etkin siyasi mekanizmalarından birine işaret ediyor: istimlak, orman ve mera arazisi istimlakı ve kullanımı, nüfus idaresi gibi (hayvan hakları yasası dışındaki) hayvan ve insan yerleşimcilerin hayatlarını etkileyen kanunlardaki ve uygulama yönetmeliklerindeki boşluklardan faydalanarak kanundışı alanın genişletilmesi; kayıtdışı faaliyetler, istimlak, rant ve yıkım, yersizleşme ve tecrit gibi hak ihlalleriyle toplumsal hesap verebilirlik ve meşruiyet ilkelerini hiçe sayan yerel yönetimlerin lehine genişleyen bu alanın inşaat sermayesinin hizmetine sunulması.
Köpeksizleşmenin Eşitsiz Dağılımı: Yakalama, Yerinden Etme, Sürgün
İstanbul’da hayvan tecrit coğrafyalarını oluşturan sürecin ilk halkasını, köpeklerin şehrin merkezleri başta olmak üzere nüfusun yoğun olduğu semtlerden, sokaklardan ve kamusal alanlardan toplatılarak uzaklaştırılması oluşturuyor: Haziran 2012’den Ağustos 2017’ye kadar şahsen tespit ve tanıklık ettiklerime ek olarak, İstanbul genelinden farklı hayvan hakları, besleme ve koruma grupları aracılığıyla eriştiğim,5 fotoğraf ve video görüntüleri bulunan toplam 6630 münferit yakalama vakası kayıt altına alınmıştır.6 Bu toplama vakalarının 362’sinde toplama faaliyetinde, 5199 numaralı kanunun uygulama yönetmeliğine aykırı olarak, hayvan sağlığı personeli bulunmadığı,7 zor kullanımı, uyuşturucu ilacın yanlış ölçülerde, yanlış damara ve/veya organa doze edilmesi nedeniyle hayvanların oracıkta öldüğü ya da ciddi biçimde yaralandığı tespit edilmiştir.8
“İğneyi basıyoruz, kamyona atıyoruz, hayvan direniyor, o sırada ilaç neresine gelirse, direndikçe alıp koymak zorlaşıyor. Allahın cezaları ya, bazen biz de zora geliyoruz. Bize de yazık onlara da, vallahi bıktık bu işten. Bazı hafta 100, bazen 150 köpek, her gün eziyet.”9
Bu toplama ve mahalleden uzaklaştırma vakalarını şehrin fiziki haritasına raptiyelediğimde ise, İstanbul’un eşitsiz köpeksizleşmesi gibi bir süreç tarif etmemizi sağlayacak mekansal-coğrafi bir örüntü ortaya çıktığını tespit ettim: Yalnızca bu araştırma kapsamında kayıt altına alınmış 6630 toplama vakasının 3306’sı Avrupa, 3324’ü Anadolu yakasında gerçekleştirilmiş. İlçe bazında ise, köpek sürgünlerine dair daha çarpıcı dağılım ve yığılma örüntüsü bulunuyordu. 31 Mayıs 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 6303 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından, hızlıca kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilen ve inşaat sermayesinin yoğun faaliyet gösterdiği ilçeler hedefteydi:
Avrupa Yakası’nda Beyoğlu, Eyüp, Sarıyer, Fatih, Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa, Bağcılar, Kâğıthane, Zeytinburnu, Esenler hızlıca köpeksizleşen yerlerin başında geliyordu. Köpek toplamaların yoğunluğunun merkez ilçelerden çeperlere doğru azalmasının arkasında yatan süreçlerin başında, Tarlabaşı’nın kentsel dönüşüme girmesi, Sulukule’deki gecekonduların boşaltılması ve yeni inşaatların başlaması, Sarıyer’in özellikle kuzeybatı çeperlerinin imara açılması geliyor. Anadolu Yakası’nın köpeksizleştirilmesi haritası ise ilçeler arasında farkların görece daha az olduğu, ancak mekansal olarak merkezden-çevreye doğru bir hareketle sınırlandırılamayacak daha geniş bir örüntü gösteriyordu: Beykoz, Çekmeköy, Şile, Sultanbeyli, Ümraniye, Tuzla, Pendik, Maltepe başı çeken ilçelerdendi. Çalışmanın buraya kadar olan kısmı belediyeler eliyle gerçekleştirilen köpeksizleştirme hareketinin kent coğrafyasında eşitsiz dağılımını net bir şekilde gözler önüne seriyor: Köpekler de tıpkı gecekondu sakinleri, yoksullar, sokak çocukları, tinerciler, trans bireyler, evsizler gibi şehir idaresinin ayrıştırıcı mekan politikasının hedefindeki en yoksul, en yoksun bedenler arasında yerini almıştı.

Tecritin Merkez Üsleri: Rehabilitasyon Merkezleri, Bakımevleri, Barınaklar
“İnşaat başladığından beri ortalık toz duman. Nereye gitti bu mahallenin köpekleri?”10
Bu araştırmayı ilçe bazlı vaka kaydının ötesine taşıyan ve ona sistematik bir metodoloji kazandıran, toplama aracının kapısının yüzüme kapatıldığı her anda ortaya çıkan şu sorular oldu: Nereye götürülüyor bu köpekler? Onları nerede, nasıl bulabilirim? Köpek toplayan araçların ışık ve hava yalıtımının hayvan taşımaya uygun olmadığını, pek çok köpeğin daha araca yüklenirken yaralandığını düşünürsek, kaçı bu araçlardan sağ çıkabiliyor? Sağ çıksalar bile, mahallelerinde alıştıkları insanlardan, onların sağladığı yemek, su, bakım ve korumadan mahrum kalan bu köpekleri, götürüldükleri yerlerde nasıl bir hayat, nasıl ilişkiler bekliyor?11
Belediye çalışanlarının toplamalar sırasında herhangi bir kayıt tutmadığını ve çalışanlarla farklı zamanlarda yaptığım görüşmelerde iki belediyeye ait birimler dışında hiçbir birimin köpeklerin nereden alındığına, sağlık durumlarına ve toplamalara dair kayıt tutmadığını tespit etmiştim. Bu nedenle toplatılan köpekleri aradığım ilk mekanlar “barınaklar”12 oldu. Ancak yıllık bütçe planlamaları, alımlar ve ihale süreçleri takip edilebiliyor olsa da birer tecrit mekanı olan barınaklardaki hayvan rehabilitasyon, tedavi ve bakım süreçlerinin de tıpkı toplamalarda, zehirleme ve yerinde öldürmelerde olduğu gibi kayıtdışı tutulduğunu belirtmek gerekiyor: İstanbul’da üç ilçe belediyesine bağlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi hariç13 hiçbir barınakta toplatılarak getirilen, tedavi gören, yaşayan, tedavisi bittikten sonra alındığı mahalleye geri bırakılmamış, ölen ve sağlık personeli eliyle öldürülen hayvanlara dair envanter, tedavi ve ölüm kaydı tutulmamaktadır. Tutuluyorsa bile talep etmeme rağmen araştırmada yer alabilecek hiçbir bilgi paylaşılmamıştır.
Bu nedenle İstanbul’da (ya da Türkiye’de başka herhangi bir şehirde) sokak hayvanlarını kapsayan merkezi bir kayıt sistemi14 olmadığı için, köpeklerin toplatıldıktan sonra yaşam koşullarına ve tecrit sürecine dair edinebildiğim bilgiler, toplamaların yoğun olduğu ilçelerdeki altı rehabilitasyon merkezi15 ve biri Eyüp, Hasdal diğeri Tuzla’daki İBB’ye ait Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı’nda çalışan veteriner hekimler, sağlık personelleri, hastabakıcılar, “hayvan yakalamacılar”, yakalama aracı şoförleri, işçiler, güvenlik görevlileri ve “yerel hayvan koruma gönüllüleri”yle yaptığım toplam 164 mülakatla sınırlı. Bu mülakatlarla erişebildiğim bilgiler ve tanıklıklar hayvan tecritinin kapalı, sınırları belli, formel esnekliği ve geçişkenliği kısıtlı mekanlardaki tezahürlerine ilişkin önemli detaylar sağladıysa da köpeklerin toplatıldıktan sonraki yaşamlarına dair pek fikir vermemiştir.
Yerlerinden edilen köpekleri takip edebileceğim rotalar çizmemi; onların hareketlerine, etkileşimlerine ve içine çekildikleri, yaşamlarını etkileyen ilişkilere dair fikir edinmemi sağlayan, Beykoz Ormanları’nda 12 tane köpeği derdest ederek belediye aracına taşırken benimle konuşmayı esirgemeyen Temizlik İşleri Müdürlüğü’ne ait “yakalama aracının” şoförü olan taşeron işçinin alaycı sözleri oldu: “Boşuna çekiyorsun kızım o fotoğrafları, arıycan da bulcan da bu itleri, ohooo! Kamyona attım mı, o kadar, sonra ver elini orman, Göktürk senin, Kemerburgaz’ın tepeleri benim, oralara dağıta dağıta gider gelirim.”16

Tecritin Dışı ve Ötesi: Kapatma, Denetim, Dışlama İlişkilerini Coğrafya Üzerinden Düşünmek
Aynı konuşmayı “Bu sene (2012) ne olduysa, işi gücü bıraktık her gün ordan oraya iki kamyon köpek taşıyoruz” diyerek bitiren belediye işçisinin sözleri, araştırmanın odağını köpeksizleştirilen kamusal alanlardan şehrin çeperlerine, aynı yıl Orman ve Mera Kanunlarındaki peş peşe değişikliklerle parçalanan ve birer şantiye havzasına dönüşmüş olan ormanlara kaydırmaya yetmişti. Beykoz’dan toplatılan köpekleri aramak için Göktürk’e, Kemerburgaz’a gitmek en basit tabiriyle absürd olsa bile, denemeye değerdi: 10-20 Ağustos 2012 tarihleri arasında Belgrad Ormanı ve Atatürk Arboretumu arasında yaptığım gözlemler, hayvan besleme ve hayvan hakları gruplarıyla derinlemesine görüşmelerde tedirgin, ürkek hareketlerinden ve açlık durumlarından o bölgeye, ormanlık araziye alışık olmadıkları anlaşılan küpeli 48 köpeğin terk edildiğini tespit ettim.17
Bu tarihten itibaren Ağustos 2017’e kadar, Avrupa yakasında yukarıda saydığım ilçe sınırlarından geniş Kuzey Ormanları havzası olarak adlandırabileceğimiz masif orman arazisinde, İBB ve ilçe belediyelerine ait araçlar tarafından, büyük kısmı mesai saatleri dışında gerçekleştirilen, toplam 503 köpek terk etme vakasına dair kayıtlar oluşturdum.18 Bu vakalarda köpeklerin terk edildiği (yaklaşık) noktaları, koordinatlarını fiziki harita üzerinde işaretleyip birleştirdiğimde ortaya geniş bir havza görüntüsü çıktı.
Köpeklerin bu arazideki tecrübesi bizi, siyasi bir ayrıştırma-uzaklaştırma mekanizması olarak tecriti sınırları belirli ve kısıtlı, geçirgenliği az kapatma mekanlarının ötesinde de düşünmeye itiyor.
Yeşille işaretli alan, 10 Ağustos 2012-26 Ağustos 2017 tarihleri arasında İBB ve ilçe belediyesine ait araçlarla getirilen köpeklerin, ormana terk edildikleri noktaların coğrafi koordinatlarının harita üzerine işaretlenmesiyle oluştu.19 Kuzeyinde İstanbul’un kuzeybatı sahilindeki uç köylerinin; doğusunda 2012 yılından itibaren hızla imara açılmaya başlayan ve lüks konut inşaatlarının devasa şantiyeler havzasına dönüştürdüğü Kısırkaya, Gümüşdere, Uskumruköy, Zekeriyaköy, Bahçeköy’ün20 yer aldığı geniş bir coğrafya.21

İstanbul’un farklı ilçelerinden toplanarak bu alana getirilen köpeklerin yalnızca küçük bir kısmı açıldığı günden beri köpek öldürme ve zehirlemeleriyle ünlenmiş, İBB’ye ait Hasdal Hayvan Barınağı’nda ve ilçe belediyelerine ait (her biri en fazla 1000 hayvanı tecrit etme kapasiteli) dört rehabilitasyon merkezinde tecrit ediliyor. Daha büyük bir kısmı ise doğu sınırlarını lüks konut, villa ve rezidans şantiyelerinin çizdiği, 2014 yılından bu yana 3. Köprü ve 3. Havalimanı inşaat projeleriyle çimento üretimi, beton sevkiyatı, moloz ve hafriyat trafiğiyle parçalanmakta olan orman ve mera arazilerini içine alan bir coğrafyada, insanlarla geliştirdikleri ve alışmış oldukları bakım, barınma ve ihtimam ilişkilerinden, sürü kurma becerilerinden mahrum kalmış hâlde “açık havada tecrit” koşullarına mahkûm edilen sürgünler.
Bu coğrafyanın kritik bağlantı noktaları, sürgün edilmiş köpeklerin katedemeyeceği şekilde araziyi bölen, yeraltı ve yerüstünde kilometrekarelerce alanı insan yerleşimine tamamen kapatarak dönüştüren altyapı yatırımları oldu: İSTAÇ’a ait katı atık düzenleme ve işleme, hafriyat toprağı, inşaat ve yıkıntı atıkları toplama ve depolama, endüstriyel atık sahaları gibi.22 İBB’ye ait şirketlerden biri olan İSTAÇ tesisleri bir yandan “yanlış konumlandırılmış” olan çöpün merkezlerden çeperlere sevkiyatını sağlarken diğer yandan çeperlerde hızlanarak devam eden inşaat atıklarının, hafriyat, kum, çakıl ve çimento yığınlarının depolandığı alanlar oldu.23
Bu havzalara terk edilen köpeklerin şehirle ve alışmış oldukları mahallelere erişimini tamamen kesen fiziksel engel, Kuzey Ormanları’nı devasa bir inşaat sahasına ve tahribat ekolojisine çeviren, bu ekolojiler içinde kalan mahallelerdeki yaşamı altüst eden sermaye hareketi ise “Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımı” oldu: Kuzey Marmara Otoyolu.
Dönemin İBB Başkanı Kadir Topbaş, 27 Ocak 2015’te “İstanbul’un köpek sorununu kökünden çözecek” “dünyanın en büyük hayvan barınağının” Kısırkaya Köyü’nde inşa edileceğini müjdelediğinde bu alana 20 binden fazla sokak köpeği sürgün edilmişti.24 3. Havalimanı inşaat alanına birkaç kilometre uzaklıktaki, İstanbul’dan toplu taşımayla erişimi neredeyse imkânsız olan Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı adı verilen, 700 dönümlük mera arazisi üzerine kurulmuş olan tecrit mekanında bugün kaç köpek tutulduğunu bilmiyoruz.25 Alanın dışarıdan görüntülerinden mekan tasarımına dair önemli detaylar elde edebiliyoruz: Şehrin dört bir yanından hem İBB hem ilçe belediyelerin araçlarıyla26 Kısırkaya’ya getirilen köpekler, harekete ve birbirleriyle temaslarına asgari düzeyde izin verilecek şekilde tasarlanmış kafeslerde tutuluyorlar.27 Giderek azalan gönüllü erişimiyle ve artan bir yoğunlukla işlerlik kazandığı hayvan tecritiyle İstanbul’un köpeksizleşmesinin ana merkez üssü hâline gelmiş durumda.
Ancak köpeklerin bu arazideki tecrübesi bizi, siyasi bir ayrıştırma-uzaklaştırma mekanizması olarak tecriti sınırları belirli ve kısıtlı, geçirgenliği az kapatma mekanlarının ötesinde de düşünmeye itiyor: Kısırkaya’nın 20 bin hayvan kapatma kapasitesine, içeride tutulan hayvanların akıbetinin belirsiz olmasına, içerideki uygulamaya dair yapılan sorgulamaların sonuçsuz kalmasına rağmen tecritin daha sarsıcı veçhelerinin Kısırkaya’yı içine alan coğrafyada vuku bulduğunu savunuyorum.
Tecrit, sürgün ve tehcirin düşmanlaştırılarak dışlanan, yerinden edilen, kamusal alanlardan uzaklaştırılan kırılgan bedenlerin ve hareketlerinin denetiminin coğrafyayı dönüştüren bir mekan politikası olarak 1915’ten bu yana ilk kez bu denli güçlü itkilerle benimsendiğini iddia ediyorum: Bu itkinin temelinde, 100 yıl öncesindeki pogromları, hak ihlallerini ve yerinden ederek, “yola koşarak” öldürmeyi hatırlatacak şekilde, siyasal iktidarın odaklarından biri olan “yeni İstanbul” tahayyülü yatıyor: mutenalaştırılmış merkezleri, birer şantiyeye dönüştürülerek parçalanmış ormanları, köpeksizleştirilen sokaklarıyla yeni İstanbul’da beden ve hak ihlalleri, insanları ve köpekleri içine çeken şiddet sarmalıyla giderek genişleyen kanundışılık, kanundışılığın neoliberal belediyecilik ve siyasal iktidara yakın sermaye grupları (özellikle inşaat sermayesi) lehine daha ileri yıkımlara imkân sağlayacak şekilde etkin kullanımı.
Hukuku ve hakkındaki idari mahkeme kararlarını hiçe sayarak, yasadışı faaliyet gösteren Kısırkaya “toplama kampında” gündelik hâle gelen yaralamalar, işkenceler ve öldürmelerle kurumsallaşan şiddetin, sürgündeki köpeklerin kırılgan ve düzensiz hareketleriyle daha geniş coğrafyaya taşındığını savunuyorum. Sürgün edilen köpekler, içine atıldıkları bu toplumsal-mekansal olarak marjinal coğrafyalardaki şiddet sarmalının, yıkımın, meraların ve tarım arazilerinin kaybıyla derinleşen yoksunluk ve yoksulluk tecrübesinin hem canlı birer ifadesi hem de doğrudan mağdurları hâline geliyorlar.
Başka Yerin Köpekleri
Belgrad Ormanı içindeki özel bir çiftliğin güvenlik görevlisi olarak çalışan, her fırsatta “babadan dededen İstanbullu” olduğunu belirten Hamza Abi köpekleri sevmiyordu. Belediye gelsin, hepsini zehirlesin istiyordu, ama köpekler de zaten, ona göre, Gümüşdere’ye ait değildi. Çünkü ona göre, her yerin kendi köpeği vardı, “taş yerinde ağır(dı)”; “köpek de öyle”:
“Yerinden ayırmayacaksın bunları. Ben bu çiftliğin bekçisiyim. İçeri atamıyor belediye, bizim bey izin vermez, sever köpekler. Ama gece gelip yollara üçer beşer atıyorlar. Köpek bi iniyor arabadan, yürüyemiyor, yarı baygın. Araba duruyor, içi dolu, hep köpek. Ormana ata ata gidiyorlar.”28
Hamza Abi’nin belediye aracının köpek atma operasyonuna dair tepkileri, ormana atılan köpeklere yönelik bir tür sempatiye dönüşüyor mu diye düşünürken ben, Hamza Abi devam ediyor: “Ha buraya geliyorsa, ölecek o köpek. Buranın köpeği değil ki. Bak bu köyün iki köpeği vardı, onları aldılar dağın kellesine (Kısırkaya’ya) götürdüler, buraya attılar köpekleri. Yarısı yere indiği gibi kamyon ezdi gitti. Yarısını da arada biz vurduk, bazen geceleri gelip birileri vurdu. Millet gelsin vursun, itin leşini Hamza kaldırsın. Hamza para mı alıyor bu işten?”
Köpeklerin hâline dair merhamet, nefret ve tiksintiye dönüşürken belediyenin keyfi operasyonlarına dair duyduğu rahatsızlık da şahsi kazanç ve hak talebine dönüşüyor. İnşaatların, hafriyat kamyonlarının “içine ettiği” ormana her gün onlarca köpeğin atılıyor olmasına duyulan öfke, yine köpeğe yöneliyor.
İnsan ve insan olmayanın müşterek yer tecrübelerindeki kırılganlık, mağduriyet, içine çekildikleri yoksulluk, dışlanma, şiddet sarmalı her zaman daha güçsüz olana merhamet duymaya, onun hakkını savunmaya, ölümünün failini aramaya, ihbar etmeye sevk etmeyebiliyor: Acı çekerek, aç susuz bırakılarak, alıştıkları şehir yaşantısından ve insan bakımından uzakta ölen köpeklerle birlikte yaşamanın, onların sürgünlerine, şiddet, zulüm, işkence, tecavüz, yakma, öldürmeye maruz kalmalarına tanık olmanın, yerel yönetimler eliyle yasadışı olarak örgütlenen bu coğrafi kader ortaklığının temel olarak adalet, hak, kanun ve kanuna başvurma ilişkisini dönüştürdüğünü savunuyorum.
3. Havalimanı, daha sonra da Kanal İstanbul inşaatlarıyla toz, duman, asbest sorununun yıllar içinde yoğunlaştığı Dursunköy’de yaşayan bir belediye işçisi, “Her yer inşaat, ölüm kurtuluş bu köpeklere. Ya alsın geri götürsünler, ya öldürsünler,” diyor. Bunun, yoksun bırakılmanın yarattığı güçsüzlük hissini, daha güçsüz, zor durumda olana, “öylesine öl[ene]”29 yansıtıp köpeklerin başına geleni aklamaktan ziyade, rızaları dışında köpeklerle yakın yaşamaya mecbur bırakılmış, giderek yoksullaşan insanların onlarla ortak yerleşme tecrübesinin kırılganlığına dair olduğunu anlamam için 3. Köprü şantiyesinde çalışan inşaat işçileriyle derinlemesine görüşmeler yapmam gerekecekti.
2015 ile 2017 yılları arasında 3. Köprü inşaatında çalışan 13 inşaat işçisiyle yaptığım görüşmeler, yapısal ve coğrafyaya “gömülü” şiddetin boyutlarını ortaya koyuyordu:
“Şu yollar, temeller var ya, hepsinin altı köpek dolu”, diyordu bir işçi. Nedenini, nasılını sorduğumda diğeri soruların naifliğiyle alay ettikten sonra açıklıyordu: “E getirip buraya atıyorlar. Bura dediğim yola [eliyle gösteriyor], hayvan ne etsin, insana, sese, makineye yaklaşıyor. Kamyon eziyor, vinç vuruyor. Şu betonun altında hepsi.”30 Başka bir işçi benim pek soru sormama gerek kalmadan, savunuyor kendini ve her özsavunmada olduğu gibi, onun savunması da derin bir vicdan azabı ve suçluluğa, köpeklerle bir tür kader ortaklığına işaret ediyordu: “İş kazası aslında bunlar. Bilerek yapmıyoruz. Ama belediye bilerek atıyor yolun kenarına, atıyorlar ki, araba vursun geçsin. Kim görecek? Allahın dağında, kim bilecek? Yani yoksa biz bilerek iş makinesiyle ezmiyoruz. Paletin altında kalıyorlar, vinç eziyor, şantiyeden çıkan araca koşuyorlar, hafriyat kamyonu eziyor.” Ve hatırlatıyor: “Burası zaten mezar, toplu mezar. İşçi de ölüyor, yukarıdan düşüyor, eziliyor, elektrik çarpıyor. Köpek de.”31
“Coğrafi manzaranın” değişmesiyle birlikte değişen kimlik ve aidiyet tanımlamalarının, yerli-yabancı, içeriden-dışarıdan, ait ve ait olmayan ikilikleriyle işleyen dışlama, mahrum bırakma ve şiddet ilişkileri köpekleri de içine çekiyor. Bedenlerine yapılan sarsıcı müdahaleler sonucunda sağlıklarını, sürü kurma ve sosyalleşme becerilerini kaybetmiş, yaralanmış, sakatlanmış ve alışık oldukları şehir yaşamından mahrum bırakılarak terörize edilmiş binlerce köpek bu tecrit coğrafyalarının “yersiz”, “oraya ait olmayan”, “yabancı”, “tehlikeli”, “pis” bileşenleri hâline gelmiştir. Coğrafi alanın dönüşmesiyle başlayan, mekansal ve siyasi olarak örgütlenen bu dönüşüm sürecinin son halkası da, insan ile hayvanlar arasındaki sembolik ilişkinin koruma, ihtimam, merhamet ve sahip çıkma ekseninden çıkıp dışlama ve öldürme eksenine kaymasıyla tamamlanıyor.
Köpeklerin tecavüz edilerek öldürüldüğü bir bölgede,32 olayın şokunu atlattıktan sonra gerçekleştirdiğim görüşmelerde, failin kimliğini bilenlerin polise gitme konusundaki isteksizliğinin şiddeti kanıksamalarıyla ya da kötülüğe eğilimleriyle açıklanamayacağını anlıyorum. İki noktanın altını çizerek bitirmek istiyorum. Birincisi, “başka yerin köpekleri” olarak, yabancılar ve işgalciler olarak dışlanan köpeklerin o düşkün hâlleri korumasızlığın, kırılganlığın, acının, açlığın, susuzluğun, şehrin, zenginleşmenin, yükselen inşaatlarla dönüşen imajların sağladığı her türlü imkândan mahrum kalmanın, keyfi olarak öldürülmenin ya da “öylesine” ölmenin ifadesi. O köpeklerin her biri içine atılıp hapsedildikleri coğrafyada güçsüzlüğün, hakkı tanınmayanın ve aranmayanın temsilcisi. Köpeklere dair her an şiddete evrilebilecek özdeşleşme ve yansıtma mekanizmalarının altında yatan, inkar edilen bu kader ortaklıkları. İkincisi ise, bu denli yakın varlıkların ölümünün cezadan muaf olmasının, cezasızlıkla yaygınlaşan öldürmenin açtığı alanda kanun önünde eşit, sorumlu ve hesap verebilir olma ilişkisinin bozulduğunu görmemiz gerekiyor.
Köpekleri, sürgün edilmiş, “başka yerin köpekleri” olduğu, herhangi bir yere ait olmadıkları, “kimse onları bilmediği” için ölümü sırandanlaşmış ve neredeyse ölmeyi bile hak etmeyen varlıklar olarak değil; adalet çemberinin birer bileşeni olarak düşünmemiz gerekiyor. Peki ama nasıl? Bir soru sürekli açıkta kalıyor: Nasıl bir yerleşme, coğrafyayı paylaşma etiği bize kendi kanun, kanuna başvurma, kanunu kullanma ilişkimizi yeniden düşünme, daha da önemlisi mahallelerin o güzel köpeklerini severek koruyup, kollamamıza imkân sağlayabilir?
1- Bu yazıyı tamamlamak üzere olduğum günlerde, İstanbul adalarının en küçük ve uzaktaki adası olan Sivriada’da, iş makineleri, beton mikseri ve vinçler görülmeye başladı (2 Ekim 2018). Adalar Savunması’nın görüntülediği inşaat hazırlığı çalışmaları, yalnızca Bizans döneminden kalan su sarnıçları ve kalıntılarını değil, 80 bin köpeğin öldürüldüğü sürgün yerini, bu katliamla belki bir gün yüzleşmemize imkân sağlayacak yegâne mekanı da yerle bir etmiş oldu.
2- 6 Aralık 2012’de 6360 sayılı Belediyeler kanununda yapılan değişiklikle büyükşehirlerdeki köyler mahalle statüsü kazanmıştır. Bkz. www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/12/20121206.pdf (Erişim tarihi: 17 Ocak 2019).
3- Hayvanları Koruma Kanunu. (2004, 24 Haziran), Resmi Gazete, sayı: 25509, www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2004/07/20040701.htm (Erişim tarihi: 17 Ocak 2019).
4- 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, Türkiye’de sokakta yaşayan hayvanların toplumsal tarihinden, insanlarla bir arada yaşama geleneğinden doğan haklarına yasal bir çerçeve kazandırmış, hayvan hakları mücadelesinin seyrini de yürürlüğe girdiği 2004 yılından bu yana büyük ölçüde değiştirmiştir. Ancak yasa sokakta yaşayan, kamusal alanda varlıklarını sürdüren, kolektif bir koruma, bakma, besleme ve ihtimam kültüründen yararlanarak şehirlerde yaşamayı sürdüren hayvanları “sahipsiz hayvan” olarak çerçevelemesi açısından, onlara dair müşterek ortaklık / sahip çıkma ilişkisini hiçe sayarak, haklarını sahipli, yani hakları ve aidiyeti özel mülkiyet hukukuyla tanımlanmış hayvanlara kıyasla daha az korunabilir, daha zor sahip çıkılabilir kılmıştır.
5- Toplama vakalarına ilişkin kayıtlar: Bu sayının yalnızca küçük bir kısmı birebir tanık olarak takip ettiğim kayıtlardan, daha büyük bir kısmı internet üzerinden çeşitli hayvan koruma ve kurtarma grupları ve koordinatörü olduğum Dört Ayaklı Şehir topluluğunun erişebildiği hayvanseverler, hayvan besleme ve kurtarma gruplarının doğrudan tanıklıkları, ihbar ve kayıtlarını oluşturduğum veri setlerinden oluşturmaktadır.
6- Fotoğraf ve video kayıtlarına ulaşabildiğim bu vakaların yalnızca 91 tanesinde bizzat katılımcı olarak gözlem yapabilme; belediye ekiplerine itiraz edebilme fırsatım oldu. Doğrudan tanık olduğum bu vakalardan biri (21 Haziran 2016’da Pendik Köprüsü’nün ayaklarında yaşayan iki köpeği alandan uzaklaştırarak, İBB ekiplerinin yürüttüğü yakalama faaliyetinden kaçırmam) dışında hiçbirinde belediye ekiplerinin toplama faaliyetine engel olamadım. Geri kalan 2062 yakalama vakasına dair detayları, doğrudan tanık olan hayvanseverlerin ve kendini hayvansever olarak tanımlamasa da anlam veremediği bir faaliyet olarak köpek toplamaları ifşa etmiş olan ilgili mahalle sakinlerinin toplama ânına dair tanıklıkları, (varsa) ses ve görüntü kayıtlarından elde ettim.
7- Toplamaların bir kısmının, yine 5199 sayılı Hayvan Hakları Kanunu uygulama yönetmeliğine aykırı olarak, ilgili belediyelerin temizlik işleri müdürlüklerine bağlı ekiplerce yapıldığı tespit edilmiştir. Bunun da, hayvan popülasyonu idaresini örgütleyen sembolik düzenin, yasada iddia edildiği üzere (hayvan özgürlüğü yaklaşımına kıyasla son derece kısıtlı bir perspektif sunan) “hayvan refahı” ilkeleriyle değil, bir tür çöp – çöpün uzaklaştırılması – hijyen ilişkisiyle şekillendiğinin en önemli delillerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
8- Kayıt altına alınan toplama vakalarına ilişkin, Bilgi Edinme Kanunu’nun verdiği haktan yararlanarak BİMER ve CİMER üzerinden yapılan toplam 624 farklı sorgulama ve bilgi edinme taleplerinin tamamı yanıtsız bırakılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beyaz Masa birimlerinden yönlendirilen cevaplarda ise belediye ekiplerinin 5199 sayılı kanun kapsamında hareket edildiğine dair sorgulamalara ve iddialara yanıt vermekten uzak, tekrarlayan ifadelerin ötesinde bir açıklama elde edilememiştir. Aynı tarihler arasında, köpeklerin hem İBB hem ilçe belediyelerine bağlı ekipler tarafından zehirlenerek öldürüldüğü İstanbul genelinde toplam 298 vaka tespit edilmiştir. Bunlardan 77’siyle ilgili yine BİMER ve CİMER üzerinden ilgili yerel yönetimin icraatına dair bilgi talep edilmiş, ancak hiçbir yanıt alınamamıştır. Bu yazının odağında hayvanların içine itildiği mekânsal hareketler yer aldığı için, toplama faaliyetinin olmadığı, doğrudan ve yerinde öldürmeleri başka bir yazıda tartışacağım.
9- 6 Ağustos 2013’te, Kâğıthane’de Sanayi Mahallesi’ndeki bir kahvehanede otururken tanıştığım, köpek toplamadan döndüğünü söyleyen, aslen Kâğıthane Belediyesi’nde taşeron olarak çalışan temizlik işçisiyle görüşmeden.
10- 4 Temmuz 2012’de Tarlabaşı Demirbaş Sokak’taki evinden taşınmakta olan 88 yaşındaki bir mahalle sakiniyle yaptığım görüşmeden.
11- Toplamalar sırasında hayvanlara dair olabildiğince çok detay kaydetmeye çalışıyordum. Renklerini, tahmini boy ve kiloları, varsa ayırt edici fiziksel özelliklerini, yaşadıkları mahalleleri, onlarla ilgilenen mahalle sakinlerinin, esnafın, o bölgede çalışanların bilgilerini not ediyordum. Tüm bu detaylar hayvanların toplatılma öncesinde, şehiriçi yaşamlarına dair etnografik kayıtlar oluşturmamı sağlasa da, köpeklerin toplatıldıktan sonra nereye götürüldüğüne dair fikir geliştiremiyordum.
12- 1990’lı yılların sonlarından itibaren sokak hayvanı popülasyon idaresinin öncelikli mekânı olan “barınaklar”ı, genellikle şehrin merkezlerinden, insan yerleşiminden ve yoğun nüfuslu kamusal alanlardan uzakta inşa edilmiş, gönüllü erişimi kısıtlı olan, fiziksel sınırları sabit, sınırlandırdığı bedenlerin hareketlerini ve etkileşimi sınırlandıran, gözlem ve denetim mekanizmaları gelişkin tecrit mekânları olarak düşünmeyi öneriyorum: Etkin olarak kullandığı mekansal ve beden yönetimi pratikleri bakımından, hapishaneler, mezbahalar, hayvan deneyi laboratuvarları, mülteci kampları, tecrit ve öldürmenin paradigmatik mekanı olan toplama kamplarıyla aynı listede yer alan; istenmeyen bedenlerin ayrıştırılarak dışlandığı, izole edildiği, denetimsiz ve cezadan muaf pratiklerle disiplin altında tutulup düzene sokulduğu, disiplin mekanizmalarına meydan okuyan bedenlerin imha edildiği birer tecrit mekânı.
13- 2015 yılında Veteriner İşleri Müdürü değiştikten sonra, Sarıyer Belediyesi Rehabilitasyon Merkezi, Yedikule ve Ataşehir Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri istisna olmak üzere.
14- VETNET: İBB Veteriner İşleri Müdürlüğü’ne ait veritabanı ve kayıt sistemi (vetnet.ibb.gov.tr/) yalnızca ruhsatlı veteriner hekimlerin ve evcil hayvan sahiplerinin erişimine açıktır. Veritabanında yalnızca mikroçip takılmış sokak hayvanlarıyla ilgili, sınırlı bilgi bulunmaktadır.
15- Beykoz, Ümraniye, Pendik, Kâğıthane, Yedikule (Fatih), Eyüp Belediyesi’ne bağlı Veteriner İşleri ve Temizlik İşleri Müdürlüklerine bağlı olarak çalışan sekiz veteriner hekim, on iki veteriner teknikeri, yirmi altı hastabakıcı, on dört “hayvan yakalamacı” (ki resmi olarak tanımlanmış böyle bir iş tanımı ve pozisyon yok), dört güvenlik görevlisi, temizlik görevlisi, ilçe barınaklarında çalışan kırk sekiz yerel hayvan koruma gönüllüsüyle farklı zamanlarda gerçekleştirdiğim, açık uçlu sorularla ilerleyen, toplam doksan sekiz derinlemesine mülakat. İlçe barınaklarına kıyasla İBB’ye ait barınaklarda çalışan personelin bilgi paylaşma konusundaki isteksizliği, sorular karşısındaki sert tepkileri, işbirliği yapma ve bilgi vermeye karşı tutumları, bu barınaklarda tutulan hayvanların durumuna ilişkin bilgilerin daha kısıtlı olmasına neden oldu. İBB’ye ait Hasdal, Tuzla, daha sonra Kısırkaya ve Tepeören Sahipsiz Hayvan Bakım ve Bahçeli Yaşam Alanlarında çalışanlardan, toplam altı veteriner hekim, beş veteriner teknikeri, on iki barınak görevlisi, sekiz güvenlik görevlisi ile beş yıl içinde yalnızca birer kayıtlı ve onaylı (toplam kırk üç) görüşme yapabildim. Bu barınaklardaki hayvanların durumuna dair en detaylı bilgiyi hayvansever ve gönüllülerle yaptığım (toplam yirmi üç) derinlemesine mülakat aracılığıyla edindim.
16- 8 Ağustos 2012 tarihli görüşmeden.
17- Bu köpeklerin, beni buraya yönlendiren taşeron işçinin bahsettiği köpeklerden bazıları olabileceğini düşündüren, sonrasındaki takip rotalarını şekillendirerek hayvan tecriti coğrafyaları adını verdiğim geniş arazilerin konturlarını çizebilmemi sağlayan ise, kulaklarına takılan farklı renk ve şekillerdeki, numaralandırılmış “küpeler” oldu. Her ne kadar küpelerdeki numaraların işlendiği envanter kaydı bulunmuyor olsa da, küpeler köpeklerin şehirdeki yaşamlarına dair iki önemli bilgi setinin taşıyıcısı: İlki, küpeleme bir sokak köpeğinin temel aşılarının yapılmış ve kısırlaştırılmış olduğunu anlatır. İkincisi ise, küpenin rengi ve şekli takıldığı köpeğin yaşamının ciddi bir bölümünü geçirdiği ilçeye dair fikir verir. Bu bilgi, köpeklerin İstanbul’daki kadim tarihlerinden gelmekte; insanların onlara yönelik geliştirdiği koruma ve ihtimam ilişkilerini; yer, yerleşme ve aidiyet ilişkilerini de ifade etmektedir. Ormanlık bir alanda bulunmuş bir köpeğin kulağındaki küpenin rengi ve şekli, köpeğin hangi ilçe sınırlarında yaşamış olabileceğine, hangi belediye ekiplerince kısırlaştırılmış ve aşılanmış olduğuna dair kuvvetli bilgiler ve içgörüler verir.
18- Bu köpeklerin hangi ilçelerden toplanarak atıldığını anlamamı sağlayan ise, kulaklarındaki küpelerin renkleri oldu. Ormanlık arazide, insan yerleşiminden uzak alanlara terk edilmiş köpeklerin küpe renkleri ve şekilleri, köpeklerin asli yaşam alanlarına, yani köpeksizleşmenin coğrafi oryantasyonuna ve yönüne dair de fikir vermekte. Her ilçe belediyesinin taktığı küpe rengi farklı olduğu için, örneğin Belgrad Ormanı’nda bulduğum turuncu renkli küpelilerin Ümraniye Belediyesi’nin, mavi-oval küpelilerin toplatılmadan önce olmasa bile, hayatlarının ciddi bir bölümünde Şile Belediyesi ilçe sınırlarında yaşamış, kısırlaştırılmış, aşılanmış olduğunu söylemek mümkün.
19- Coğrafi koordinatların alınarak Google bazlı fiziki haritada işlenip birleştirilmesiyle oluşan alan gerçekte elbette kapalı bir form oluşturmuyor. Bu alanı kapalı bir formda işaretlemeyi tercih etmemin nedeni: Çoğu kez araçlarla katettiğim ormanlık arazinin araç girmeyen kısımlarına terk edilmiş olan köpeklerin, araçların girdiği, dolayısıyla insanların erişebildiği noktalara; birbirlerine, inşaat, maden, su sondajı gibi ormandaki insan faaliyetine yakın ve yemek bulabilecekleri noktalara doğru hareket etmeleri, terk edildikleri alanları baştan sona, farklı ama tekrar eden rotalarla katediyor olmaları, arazinin neredeyse sınırlı belli bir havza görüntüsü vermiş olması.
20- Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 11 Mayıs 2011’de üç kavram (idrak, inşa, ihya) etrafında şekillenecek “yeni inşaat hareketi”yle birlikte “iki yeni şehir daha kurulacağının” müjdesini vermiş, bu şehirlerden ilkinin Uskumruköy’den yükseleceğini açıklamıştı. Açıklamadan kısa bir süre sonra, Uskumruköy ve civarındaki mahallelerin imara açılması süreci hızlanırken, arazi ve emlak fiyatları hızla arttı. Bu süreç, Kısırkaya’dan Bahçeköy merkeze inen bir yay üzerinde ormanlık alanın ve mera arazilerinin lüks konut inşaatlarının şantiyeleriyle kapatılmasının önünü açtı.
21- Gümüşdere, Kısırkaya, Uskumruköy boyunca lüks konut inşaatları, bir yıkım coğrafyası üzerinde, bir mahalleden diğerine geçişi dahi zorlaştıracak şekilde evlerinden atılan köylüler ile “yeni gelen zenginler” arasında, köpekler ile şehir arasına barikat örerek yükseliyor.
22- Bkz. www.istac.istanbul/tr/kurumsal/tesislerimiz (Erişim tarihi: 18 Ocak 2019).
23- Bu yazının kısıtları nedeniyle, yerlerinden edilerek sürgün edilen hayvanların zorunlu hareketleriyle çizdiğim bu coğrafi alandaki materyal değişikliklerinin yalnızca bir kısmına, bütçesi, etkilediği coğrafi alan, insan ve hayvan topluluklarının yaşamlarına etkisi bakımından en geniş kapsamlı olanlara yer verdim. Özellikle mega projeler kapsamında başlatılmış, haritada gösterilen ve üzerine yazabildiğimden çok daha fazla sayıda, etkileri daha geniş alanlara yayılan, sermaye birikimindeki payı çok daha büyük ölçekli olan inşaat yatırımlarının, burada işaret edilen yatırımlarla birlikte ilerlediğini belirtmem gerekiyor.
24- Bkz. www.youtube.com/watch?v=DgF1GtnYYVQ (Erişim tarihi: 18 Ocak 2019). Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı adı verilen, 20 bin hayvanı aynı anda tecrit etme kapasitesine sahip olan barınak, gerçekten de dünyanın bu ölçekteki en büyük hayvan tecrit mekanı. Projenin açıklandığı günden itibaren kent savunucularının ve hayvan hakları aktivistlerinin ortak biçimde yürüttüğü örgütlü hukuki ve siyasi mücadelenin sonucunda, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 27 Temmuz 2015’te Kısırkaya barınağı projesi hakkında iptal kararı verdi. Ancak hakkında verilmiş iptal kararına rağmen Kısırkaya usulsüz ve yasadışı biçimde faaliyetlerini sürdürdü.
25- Haftaiçi saat 10:00 ile 15:00 arasında ziyarete açık olan Kısırkaya barınağına girdiğinizde güvenlik görevlisi cep telefonunuzu, varsa kayıt cihazınızı istiyor. Alanın hiçbir noktasında görüntü almanıza ya da ses kaydı yapmanıza izin verilmiyor. Alana gönüllü erişimi giderek azalıyor; hâlâ içeride tutulan hayvanları ziyaret etme şansı bulunan dört hayvan hakları aktivisti de içerideki bazı barakalarda çok sayıda hasta köpeğin tutulduğunu, bazı günlerde onlarca hayvanın gerekçe açıklanmaksızın hekimler ve hastabakıcılar aracılığıyla öldürüldüğünü belirtiyor. Gönüllülerin kimliğini ve tecrit alanına erişimini tehlikeye atmamak için Kısırkaya’nın iç mekanlarıyla ilgili edindiğim bilgileri bu araştırma ve yazı kapsamında gizli tutmayı tercih ediyorum.
26- Dışlama, tecrit, yoğun denetim ve kontrol siyasetini belirli mekanın ötesine taşıyarak tüm coğrafyayı etkileyen bir pratik hâline getiren, neoliberal şehir idaresinin hukuk istismarına ve kanundışı uygulamalarına örnek teşkil edebilecek bir mekanizma: İBB, hakkındaki iptal kararına rağmen faaliyetine sürdüren Kısırkaya barınağına yapılacak hayvan sevkiyatları için ilçe belediyeleriyle protokol imzalıyor. Bu protokol sayesinde İBB tüm şehirdeki köpeklere müdahale edebilecek hâle gelirken, ilçe sınırlarındaki barınaklardaki hayvanlar Kısırkaya’ya getiriliyor. Böylece ilçe ve büyükşehir belediyelerinin yetki alanı sonrakinin lehine genişlerken, hesap verebilirlik, envanter ve kayıt tutma, prosedürellik ilkeleri etkin biçimde çiğnenebiliyor. Kanundışı ve usulsüz bir uygulama da, prosedürel ve yönetmeliklere tabi uygulamalarla kanunun alanına çekerek meşruiyet ve geniş alanda uygulanabilirlik kazanabiliyor. İBB ile ilçe belediyeleri arasında hayvan sevkiyatı ve ortak hayvan tecridini başlatacak “protokol”e karşı İstanbul Kent Savunması, Dört Ayaklı Şehir ve HAKİM’in yaptığı ortak basın açıklaması için bkz. www.youtube.com/watch?v=4xzw8nrNDY0 (Erişim tarihi: 18 Ocak 2019).
27- Farklı zamanlarda yapılan mülakatlarda, iç mekanda tutulan (görüntüleyemediğimiz ve sayılarını bilmediğimiz) hayvanların ise hücre sisteminde, insan teması ve ilişkilenmesinden mahrum, beton zemin üzerinde yaşamaya mahkûm edildiğini biliyoruz.
28- 21 Temmuz 2015 tarihli görüşmeden.
29- “Öylesine ölüp duruyor bu köpekler”. Gümüşdereli teyzeyle görüşmemizde tekrar eden ifadesi. Ölümün, yığınla, yollarda, herkesin gözü önünde, faili belli ölümün yine de “öylesine” olması, hayata, kanuna, kimlik ve yerleşmeye dair ilişkilerimize dair ne söylüyor? Cezadan muaf öldürmelerin genişlettiği kanundışı alanda, hak, hukuk ve adalet anlayışımız nasıl şekilleniyor?
30- 21 Haziran 2016 tarihli görüşmeden.
31- 19 Temmuz 2016 tarihli görüşmeden.
32- Ormanlık arazinin yerleşim yerine yakın kısmında gerçekleşen tecavüz olaylarına dair mekan ve zaman bilgisi paylaşmamamın nedeni, bölgeyi coğrafi olarak işaretlememek, yaşayan hayvanları olası bir tecavüz ve öldürme silsilesinden korumak.