Ulaş Bayraktar: Kalkınma Atölyesi ile başlayalım. Kuruluş öyküsü tam anlamıyla bir müştereklik tecrübesi ve sonraki faaliyetleri de öyle. Kalkınma Atölyesi nasıl başladı, neye tekabül ediyor, bunlardan bahsedebilir misiniz?

Ertan Karabıyık: Kalkınma Atölyesi’nin hikâyesi, 2002’de bir grup gençle birlikte Ankara’dan Adana’ya mevsimlik gezici tarım işlerinde, özellikle Adana Karataş’ta pamuk hasadında çalışan çocuklarla ilgili bir araştırmaya gittiğimizde başladı. Ankara’dan gelen genç arkadaşlar çocukların uzun süre, çok küçük yaşlardan itibaren pamuk hasadında çalışmalarından etkilendiler. Türkiye’nin sosyal kalkınmasına bir taraf olmak ve gerçekten bu konuya odaklı bir alan yaratmak için ne yapılması gerektiği üzerinde hep birlikte durduk. Önce 2002-2004 yıllarında bir parça ne yapacağımızı ve bunu nasıl yapacağımızı uzun uzun konuştuk. Bunun önemli olduğunu düşünüyoruz ve herkese öneriyoruz. Önce aksiyon bir grup olarak bir araya geldik. O grup uzun süre tartıştı ve Türkiye’deki örgütlenme modellerini de ele alarak nasıl ilerleyeceğini belirledi. Sonunda sosyal kalkınma hedefli, sosyal işletme yapısında bir kooperatif örgütlenme modelini tercih ettik. Ve 2004 yılında Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’ni resmi olarak kurduk.

Kurduğumuz dönemde Türkiye’de bu anlamda kooperatif anlayışı çok yaygın değildi. Hatta hiç yoktu denilebilir. 2500 yıl önce bir Kartaca komutanı tarafından söylenmiş bir söz olan “ya bir yol bulacağız ya da yeni bir yol açacağız” aslında bizim başlangıçtaki mottomuzdu. Ve biz yeni bir yol açmak ya da yeni bir yol bulmak istedik. Kalkınma Atölyesi’nin temel amaçlarından biri çocuk işçiliğiyle mücadele etmekti. Bizim diğer örgütlenme biçimlerinden farkımız şu: Biz bir fonu takip ederek örgütlenme çalışmasında bulunmadık, herhangi bir yerden yardım, destek alma amacıyla kurulmadık. Biz tamamen bir kamusal alanda belirli amaç ve hedefleri gerçekleştirmek üzere kendi bilgi, deneyim ve fikri gücümüzü ortaya koyarak bir oluşum içerisine girdik. Bunu da bir kooperatif örgütlenme modeli ile yapmaya çalıştık. 

Neden kooperatif modeli derseniz; biz bir yandan hayatımızı da bu yaptığımız, karar verdiğimiz alan üzerinden kazanmak istedik. Bir yandan profesyonel hayatımızı devam ettirirken yapmak istediğimiz de kamusal alana ve sosyal kalkınmaya katkıydı. 14 yıldır ağırlıklı olarak mevsimlik gezici tarım işlerinde çalışan çocukları odağa alan, onlar hakkında bilgi üreten, bu bilgiyi yaygınlaştırmaya çalışan ve mümkün olduğunca da savunu amacıyla görünürlüğü ve değişimi sağlamayı hedefleyen, bu tanımladığımız çerçevede faaliyetler yürüten bir kooperatif olarak çalıştık. Şu anda bu çocuk işçiliğinin dışında da programlarımız var. Arıcılıktan tutun kırsal yaşlılığa kadar, eğitimden gençlerin özellikle sosyal kalkınmaya katılımını desteklemeye kadar birçok program, proje uyguluyoruz. Aslında sosyal kalkınma sürecinde kooperatif örgütlenme modeliyle de bir şey yapılabileceğini, araştırmanın, bilgi üretmenin, eğitim vermenin, kapasite geliştirmenin, savunu yapmanın dışında da bir şeylerin mümkün olduğunu, kamusal alana bu yolla da dahil olunabileceğini gösterdik. Bu nedenle de gençlerin hayatlarını kazanırken sosyal kalkınmaya katılmalarının mümkün olduğunu da en azından 16 yıldır gösterdik. Bundan sonra daha kaç yıl gösteririz, onu bilemiyorum.

Hem hayatımızı idame ettirmek hem de bu alanda kendi inisiyatifimizle, kimsenin zorlaması olmadan veya dışsal faktör tarafından belirlenmeyen konuları hayata geçirmek için en uygun örgütlenme biçimi kooperatiftir. Biz buna çıkar birliği diyoruz.

Üç açıdan heyecan verici bir tecrübe. Öncelikle oluşum müşterek, bir grup birbirini tanıyan arkadaşsınız. İkincisi amaç, bilindik örgütlerin aksine palyatif, noktasal değil; bir soruna dair uzun erimli bir müşterek bilgi oluşturma hedefiyle yola çıkıyorsunuz. Son olarak da yapı ve işleyiş de kooperatif gibi tam da müştereklerin hası bir sisteme dayanıyor. Bu modele sizi yönlendiren ne olmuştu?

Öncelikle şundan bahsetmek isterim. Türkiye’de bazen moda akımlar olur. Bazen içini dolduramadığımız kavramların peşinde koşarız. Bazen fonun arkasından koşarız. Kalkınma Atölyesi, fikrin peşinde koşan bir oluşum. Şunu iddia ediyor: yaratıcı, farklı ve etkili fikirler fon bulur. Yani fonun onun peşinde koşacağı fikirlere ihtiyaç var.

Ve bu fikirleri hayata geçirebilecek uzmanlığa ve birikime…

Türkiye’de bence aradığınız zaman o uzmanlığı bulmanız mümkün. O uzmanları ya da sosyal sermayeyi bir araya getirebilecek bir harekete ihtiyaç var. Biz hiçbir zaman o çok kullanılan girişimcilik, inovasyon, marka gibi kavramların peşinde koşmadık. Yaptığımız işin de yenilikçi olduğunu biliyoruz. Aslında 2004 yılında böyle bir kooperatif sürecini başlatmak aslında kendi başına bir yenilikçi hareketti ama bizim açımızdan yeni olması önemli değil. Esas olan, hem hangi fikirleri hem de bunları nasıl hayata geçireceğimiz ve onun da bizimle, bu süreci başlatanlarla ilişkisi kooperatif modelini öngörüyor. O yüzden hep şunu söylüyoruz: Türkiye’de bazı dernekler özü itibarıyla yanlış kuruluyor. Yani dernek olarak kurulması yanlış, bazı vakıfların da vakıf olarak kurulması yanlış. Biz, değiştirmek istediğiniz temalarla, bu temalara yönelik yapacaklarınızla örgütlenme biçimi arasında bir ilişki var ve bu ilişkiyi doğru kurmak gerekiyor diyoruz. Bu nedenle hem hayatımızı idame ettirmek hem de bu alanda kendi inisiyatifimizle, kimsenin zorlaması olmadan veya dışsal faktör tarafından belirlenmeyen konuları hayata geçirmek için en uygun örgütlenme biçimi kooperatiftir. Biz buna çıkar birliği diyoruz.

Kalkınma Atölyesi para kazanır. Kâr elde eder. Ancak bu kârını ortaklarıyla paylaşmaz. Kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda yeni alanlar geliştirmeye harcar. Bir parça bu kârın Ar-Ge gibi çalışmalara harcandığını düşünün. Yani o elde ettiğimiz emeğimizin dışında kalan fonları araştırma geliştirme yaparak ya da amaç ve hedeflerimiz doğrultusunda çeşitli yayınlar çıkararak ya da gönüllüleri harekete geçirerek kullanıyoruz; başka kimsenin girmek istemediği farklı alanlara girmeye çalışıyoruz. Dergi çıkarıyoruz, vaka analizleri yayımlıyoruz, hayat hikâyeleri yayımlıyoruz, seyahat ediyoruz, o seyahatlerde uluslararası ilişkiler kuruyoruz. Birçok çalışmayı böyle yapıyoruz. Sivil toplumun belirlediği konularda yeni bir yol açması ya da yeni bir yol bulmasının kooperatif çalışmasıyla, anlayışıyla mümkün olduğunu göstermeye çalışıyoruz.

Kooperatif bir hülyanın, rüyanın, hayalin ötesinde çok rasyonel bir şey. Ancak bu rasyonaliteyi anlatamıyoruz. Adeta sihirli bir çözümmüş gibi görülüyor ve kolay olduğu sanılıyor. Bu rasyonaliteyi görmeden hayallerimizi gerçekleştirmenin aracı olarak kooperatif pek de gerçekçi değil.

Kooperatif çok ara bir formül. Bugün giderek ilgi çekmekte, pek çok girişim ve tartışmalar söz konusu. Siz nasıl görüyorsunuz şu anda gündemde olan bu kooperatifçilik akımını?

Açıkçası her ay bir grup kooperatifçilik konusunda bize danışıyor. Fikir almaya, deneyimlerimizi öğrenmeye çalışıyor. Biz bu konuda çok açığız ve elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz. Kalkınma Atölyesi sadece kooperatifçilik değil, herhangi bir konuda bilgi, veri, deneyim talep eden her kuruluşa zamanı, emeği, kaynağı yettikçe katkı vermeye çalışan bir kurum ve bunu da çok büyük bir oranda karşılıksız yapıyor. Kooperatifçilik hikayesi bugün Türkiye’nin geldiği aşamada özellikle entelektüellerin, orta sınıfın okumuş tayfasının bir çıkış aradığı noktalardan birisi. Çerçeve olarak kooperatifin Türkiye’de hem sosyal kalkınma hem de ekonomik kalkınma bağlamında önemli bir çıkış olduğu tezine katılıyoruz. Sadece orada takıldığımız nokta şu: Kooperatif bir hülyanın, rüyanın, hayalin ötesinde çok rasyonel bir şey. Ancak bu rasyonaliteyi anlatamıyoruz. Adeta sihirli bir çözümmüş gibi görülüyor ve kolay olduğu sanılıyor. Bu rasyonaliteyi görmeden hayallerimizi gerçekleştirmenin aracı olarak kooperatif pek de gerçekçi değil. O yüzden bu sürece girecek olan kişilere, gruplara şunu öneriyoruz: Çok güzel bir örgütlenme biçimini tercih etmişsiniz, ama henüz tüzel kişilik kazanmadan, sürece katılacaklar arasında derin bir tartışma süreci başlatın, yaşayın. Çok basit şeyler söylüyoruz onlara: Gerçekten bir toplantı nasıl hazırlanır, toplantı gündem maddeleri nasıl belirlenir, toplantı raporu nasıl yazılır, bir sonraki toplantı bir önceki toplantıdan nasıl farklı olur ve bir önceki toplantının katkısını nasıl ilave eder şeklinde düşünerek yola çıkılır. İkincisi, hangi amaç ve hedef doğrultusunda kuruyorlarsa kursunlar, bütün iş kooperatifte; maddi ya da maddi olmayan çıktıyı nasıl paylaşacaklarını önceden belirlemelerini istiyoruz. Basit ve anlaşılır bir muhasebe sistemi, finansal açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve ilerde doğabilecek olası sorunları önceden engelleyecek kurul mekanizmaları kurdukları takdirde, amaç ve hedeflerini kendi emeklerine, dayanışmasına ve gücüne dayandırdıkları takdirde kooperatifi şu anda gördüğünüz örgütlenme biçimleri içinde en önemli, en rasyonel, en çıkışı olan örgütlenme biçimi olarak görüyoruz. Çünkü kooperatif hem bu sürece katılanların hayatını kazanmaları için önemli hem de özellikle bu kooperatifleşme sürecine katılan arkadaşların topluma başka kurumlarda verebileceklerinden (örneğin bir şirketten, kamudan, dernekten, vakıftan) daha fazlasını verebileceklerini olduğunu düşünüyoruz. Bu, sosyal alanda olabileceği gibi imalat, hizmet alanlarında da olabilir. Hayatın her alanında…

Dernek ve vakıflara gelince, onlar bir parça daha az ticari boyutu olan, daha gönüllü emeğin yoğun, fikriyatın ve fikir birliğinin daha ön planda olduğu, mal vakfetmenin örgütlenme biçimidir. Ama öbür yandan topluma kaliteli, geçerli ve uygun fiyatla veya bedelle hizmet vermek ya da bir toplumun görünmeyen kesimlerini açığa çıkarmak ve onları daha görünür kılmak için hem yerel hem ulusal ve uluslararası çalışmalar yapmanın kooperatif modeline daha uygun olduğunu düşünüyoruz. En azından 16 yıllık deneyimimiz bize onu gösterdi.

Tam da bu söylediğiniz bağlamla ilgili benim gözlemlediğim şöyle bir sıkıntı var: Bu tür kolektif çabalara ya birbirlerine yabancı insanlar birbirlerini tanımadan giriyor ve işbirliği tesis edilemeyebiliyor ya da çok samimi kişiler bir araya geliyor ama bu sefer de kurumsal işleyiş ihmal ediliyor.

Orada bizim çizgimiz çok net; arkadaşlık, dostluk başka bir şey, kooperatif başka ve kooperatif ortaklığı bambaşka birşey. Kooperatif hukuki birşey. Kooperatifte kurallar geçerlidir. Ortakların kooperatif adına yaptığı herhangi bir işlem herkesi bağlar. Bu, yönetim açısından da böyledir, kooperatif ortakları açısından da böyledir. Türkiye’de genellikle biz bunu çok ayıramıyoruz. Kooperatifte karar alma ve uygulama süreçlerinin, mali, siyasal süreçlerin herkesi bağlayacağını düşüneceksiniz; bir tanımlanmış hukuk vardır orada. Öbürü ise daha çok arkadaşlıktır. Biz çok iyi arkadaş olabiliriz ama sen denetim kurulunda üye isen ve ben de yönetim kurulda isem her ayın 1’inde bütün banka hesaplarını sana göndermekle yükümlüyüm. Biz Kalkınma Atölyesi olarak her iki ayda bir tüm faaliyetlerimizi yazıp ortaklarımıza gönderiyoruz. Onun da ötesine çıkıyoruz, Kalkınma Atölyesi’nin yaklaşık 80 kişilik gönüllüsü, gönül bağı olan kişi var; onlara da gönderiyoruz. Şeffaflığımızı sadece kendi aramızda sağlamamanın da ötesinde bu şunu da getiriyor: Herkes bizim ne yaptığımızı, nereye para harcadığımızı biliyor. Bunu yaptığınız takdirde enerji ve zaman harcayan sorunları engellemiş oluyorsunuz. Esas iş ana sözleşmenize yazdığınız konulara odaklanmaktır. Siz çocuk işçiliğiyle mücadele için bu kooperatifi kurmuşsanız çocuk işçiliği sizin esas işinizdir, gündeminizdir. Parasal konular, ilişkiler, dedikodu gündemde olmaması gereken işlerdir. Her zaman gündemde olan amaç ve hedeflerin konuşulması gerekir. Galiba birçok örgütlenmede bunu sağlayamadığımız için sivil toplum bu hâlde. Kooperatifte kültürel hiyerarşide esas olan yaptığımız işler, birinci sıradadır. Bu işleri yaparken kullandığımız organizasyon, kooperatif ya da kooperatifin içinde kendimizce oluşturduğumuz yapılar. Örneğin biz kooperatif içinde küçük atölyeler biçiminde örgütlendik. Ondan sonra bu süreçte yer alan kişiler gelir. Eğer bu örgütsel yapı içinde bu kültürü yaratamadıysanız ki bazı kurum ve kooperatiflerde yaratılamadığını görüyoruz, o zaman kişiler ön plandadır. O zaman kişiler arasında hırlaşma, ufacık bir sorundan o şeffaflığı sağlayamadığınızda başka çatışmalar ortaya çıkar. Esas yaptığınız işler kaybolur. Bence Türkiye sivil toplumu bu konu-kurum ya da örgüt-kişi hiyerarşisini olması gerektiği gibi yaratamamıştır.

Ya da tersten yaratmıştır.

Ama o da esas olanı kaçırır. Biz esası kaçırmak istemiyoruz. Çünkü yola çıkarken yapmak istediğimiz şey gerçekten bir alan yaratmaktı. Bu alanda en iyisi olmak, ama burada kişi olarak en iyi olmaktan söz etmiyoruz. O konuda en iyi olmak, neyse yapmak istediğimiz onun görünmesini istiyoruz. Dolayısıyla Kalkınma Atölyesi yarın bir gün kapanabilir, değişebilir ya da başka bir örgüte dönüşebilir. Orada bulunan insanlar eğer o konunun peşinde koşuyor ise biz başarılı olmuşuz demektir. 

Son olarak siz aynı zamanda dünyadaki benzer tecrübeleri de yakından izleyen bir örgütsünüz. Türkiye’deki kooperatiflerin günümüzde bu kadar konuşuluyor olması Türkiye’ye özgü bir durum mu yoksa dünyada da benzer bir yükseliş var mı?

Biz genelde ikiye ayırıyoruz bunu: Gelişmiş ya da kapitalist ülkelerdeki kooperatifçilik hareketi ile gelişmemiş ülkelerdeki kooperatifçilik hareketi. Türkiye’deki kooperatifçilik hareketleri gelişmemiş ülkelerdeki harekete benziyor. Çünkü kooperatifçilik kapitalist sistem içerisinde özellikle küçük üreticileri, dezavantajlı kesimleri koruyan bir mekanizma olarak ortaya çıkıyor. Yaklaşık 150-200 yıllık hikâyede bunu görüyoruz. Kapitalizm içinde kooperatifler tam da kooperatif ruhuna göre örgütleniyor ve gelişiyor. Çünkü onların mücadele etmesi gereken şirketler ve holdingler grubu var. Biz bunu süt ve süt ürünlerinde çok görüyoruz. Aslında elektrik üretiminde, küçük üreticilerin örneğin tamircilerin, mobilya üreticilerinin vb. örgütlenmelerinde de görüyoruz. Örneğin gelişmiş ülkelerdeki mobilya üreticileri girdilerini sağlamak üzere kooperatif kuruyorlar ve hem düzenli hem kaliteli hem uygun fiyata girdi sağlıyorlar. Böylece büyük tekellerle mücadele edebiliyorlar. Tabanlarına ve kendi güçlerine güvenerek kamudan ve başkalarından çok büyük destek almadan ayakta durmaya çalışıyorlar. Bizim gibi ülkelerde ise kooperatifler genellikle devletin kaynak ya da fon aktarımının ama aynı zamanda siyasal ilişkileri de kurmanın bir aracı olarak işliyor. Bizim gibi ülkelerdeki kooperatif paradigması tam tersi işlemesi gerekirken, yani insanların kendi güçlerine güvenerek ve dayanışma içerisinde mücadele etmenin bir aracı olması gerekirken tam tersi devletten ya da herhangi bir yerel yönetimden arsa alma, fon alma, ucuz kredi almaya odaklanıyor. Onun ötesinde dayanışma  hikâyesini göz ardı eden bir yaklaşım içerisindeyiz. 

Örneğin Tarım Bakanlığı’nın, bir araya gelen elli köylüden her birine iki inek verme projesi olan 2×50 veya benzeri şekilde 2×100 projeleri karşılığında tarımsal kalkınma kooperatifi kurma zorunluluğu, orman köylerine iş verme anlayışı karşılığında kooperatif kurma zorunluluğu, bundan 40-50 yıl önce Avrupa’ya işçi göndermenin bir aracı olarak köy kalkınma kooperatifine ortak olanlara öncelik verme yaklaşımı hep kamusal çerçevede gerçekleşiyor. Bunun kuşkusuz tarihsel, ülkenin gelişmişlikle ilgili kültürel ilişkisi, boyutu var. Ama bizim sağlamamız gereken kooperatif anlayışında tabanın dayanışmasına odaklanmak gerekir. Aslında Kalkınma Atölyesi bunun mikro ölçekte bir örneğidir. Kalkınma Atölyesi hiçbir kamu kurumundan fon almamıştır. Kamu dışındaki kurumlardan da karşılıksız fon, yardım, destek almamıştır. Aldığı fonların, desteklerin karşılığında mutlaka uzmanlığını, emeğini vermiştir. Yeni kurulacak kooperatiflere de hep aynı şeyi söylüyoruz: 3 kuruş 5 kuruş cebinizden, ne kadar koyabiliyorsanız koyun, hiç kimseye, hiçbir kuruma güvenmeden yola çıkın. Tıkandığınız yerde destek talep edebilirsiniz. Bu destek karşılıksız olmasın. Bu illa parasal bir destek olmayabilir, bazen az para isteyen bir muhasebeciyle çalışabilir ya da düşük bedelli bir ofis kirası alabilirsiniz ya da bunları bir şekilde karşılığını verecek şekilde de alabilirsiniz. Ama bunu ilelebet görmeyeceksiniz. O yüzden yavaş yavaş bir birikim yapacaksınız ve ayakta durmak için yenilikçi çalışmalar yapacaksınız. Her zaman yeni bir yol bulacaksınız, bulamazsanız yeni bir yol açacaksınız.

Ulaş Bayraktar: Kalkınma Atölyesi ile başlayalım. Kuruluş öyküsü tam anlamıyla bir müştereklik tecrübesi ve sonraki faaliyetleri de öyle. Kalkınma Atölyesi nasıl başladı, neye tekabül ediyor, bunlardan bahsedebilir misiniz?

Ertan Karabıyık: Kalkınma Atölyesi’nin hikâyesi, 2002’de bir grup gençle birlikte Ankara’dan Adana’ya mevsimlik gezici tarım işlerinde, özellikle Adana Karataş’ta pamuk hasadında çalışan çocuklarla ilgili bir araştırmaya gittiğimizde başladı. Ankara’dan gelen genç arkadaşlar çocukların uzun süre, çok küçük yaşlardan itibaren pamuk hasadında çalışmalarından etkilendiler. Türkiye’nin sosyal kalkınmasına bir taraf olmak ve gerçekten bu konuya odaklı bir alan yaratmak için ne yapılması gerektiği üzerinde hep birlikte durduk. Önce 2002-2004 yıllarında bir parça ne yapacağımızı ve bunu nasıl yapacağımızı uzun uzun konuştuk. Bunun önemli olduğunu düşünüyoruz ve herkese öneriyoruz. Önce aksiyon bir grup olarak bir araya geldik. O grup uzun süre tartıştı ve Türkiye’deki örgütlenme modellerini de ele alarak nasıl ilerleyeceğini belirledi. Sonunda sosyal kalkınma hedefli, sosyal işletme yapısında bir kooperatif örgütlenme modelini tercih ettik. Ve 2004 yılında Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’ni resmi olarak kurduk.

Kurduğumuz dönemde Türkiye’de bu anlamda kooperatif anlayışı çok yaygın değildi. Hatta hiç yoktu denilebilir. 2500 yıl önce bir Kartaca komutanı tarafından söylenmiş bir söz olan “ya bir yol bulacağız ya da yeni bir yol açacağız” aslında bizim başlangıçtaki mottomuzdu. Ve biz yeni bir yol açmak ya da yeni bir yol bulmak istedik. Kalkınma Atölyesi’nin temel amaçlarından biri çocuk işçiliğiyle mücadele etmekti. Bizim diğer örgütlenme biçimlerinden farkımız şu: Biz bir fonu takip ederek örgütlenme çalışmasında bulunmadık, herhangi bir yerden yardım, destek alma amacıyla kurulmadık. Biz tamamen bir kamusal alanda belirli amaç ve hedefleri gerçekleştirmek üzere kendi bilgi, deneyim ve fikri gücümüzü ortaya koyarak bir oluşum içerisine girdik. Bunu da bir kooperatif örgütlenme modeli ile yapmaya çalıştık. 

Neden kooperatif modeli derseniz; biz bir yandan hayatımızı da bu yaptığımız, karar verdiğimiz alan üzerinden kazanmak istedik. Bir yandan profesyonel hayatımızı devam ettirirken yapmak istediğimiz de kamusal alana ve sosyal kalkınmaya katkıydı. 14 yıldır ağırlıklı olarak mevsimlik gezici tarım işlerinde çalışan çocukları odağa alan, onlar hakkında bilgi üreten, bu bilgiyi yaygınlaştırmaya çalışan ve mümkün olduğunca da savunu amacıyla görünürlüğü ve değişimi sağlamayı hedefleyen, bu tanımladığımız çerçevede faaliyetler yürüten bir kooperatif olarak çalıştık. Şu anda bu çocuk işçiliğinin dışında da programlarımız var. Arıcılıktan tutun kırsal yaşlılığa kadar, eğitimden gençlerin özellikle sosyal kalkınmaya katılımını desteklemeye kadar birçok program, proje uyguluyoruz. Aslında sosyal kalkınma sürecinde kooperatif örgütlenme modeliyle de bir şey yapılabileceğini, araştırmanın, bilgi üretmenin, eğitim vermenin, kapasite geliştirmenin, savunu yapmanın dışında da bir şeylerin mümkün olduğunu, kamusal alana bu yolla da dahil olunabileceğini gösterdik. Bu nedenle de gençlerin hayatlarını kazanırken sosyal kalkınmaya katılmalarının mümkün olduğunu da en azından 16 yıldır gösterdik. Bundan sonra daha kaç yıl gösteririz, onu bilemiyorum.

Hem hayatımızı idame ettirmek hem de bu alanda kendi inisiyatifimizle, kimsenin zorlaması olmadan veya dışsal faktör tarafından belirlenmeyen konuları hayata geçirmek için en uygun örgütlenme biçimi kooperatiftir. Biz buna çıkar birliği diyoruz.

Üç açıdan heyecan verici bir tecrübe. Öncelikle oluşum müşterek, bir grup birbirini tanıyan arkadaşsınız. İkincisi amaç, bilindik örgütlerin aksine palyatif, noktasal değil; bir soruna dair uzun erimli bir müşterek bilgi oluşturma hedefiyle yola çıkıyorsunuz. Son olarak da yapı ve işleyiş de kooperatif gibi tam da müştereklerin hası bir sisteme dayanıyor. Bu modele sizi yönlendiren ne olmuştu?

Öncelikle şundan bahsetmek isterim. Türkiye’de bazen moda akımlar olur. Bazen içini dolduramadığımız kavramların peşinde koşarız. Bazen fonun arkasından koşarız. Kalkınma Atölyesi, fikrin peşinde koşan bir oluşum. Şunu iddia ediyor: yaratıcı, farklı ve etkili fikirler fon bulur. Yani fonun onun peşinde koşacağı fikirlere ihtiyaç var.

Ve bu fikirleri hayata geçirebilecek uzmanlığa ve birikime…

Türkiye’de bence aradığınız zaman o uzmanlığı bulmanız mümkün. O uzmanları ya da sosyal sermayeyi bir araya getirebilecek bir harekete ihtiyaç var. Biz hiçbir zaman o çok kullanılan girişimcilik, inovasyon, marka gibi kavramların peşinde koşmadık. Yaptığımız işin de yenilikçi olduğunu biliyoruz. Aslında 2004 yılında böyle bir kooperatif sürecini başlatmak aslında kendi başına bir yenilikçi hareketti ama bizim açımızdan yeni olması önemli değil. Esas olan, hem hangi fikirleri hem de bunları nasıl hayata geçireceğimiz ve onun da bizimle, bu süreci başlatanlarla ilişkisi kooperatif modelini öngörüyor. O yüzden hep şunu söylüyoruz: Türkiye’de bazı dernekler özü itibarıyla yanlış kuruluyor. Yani dernek olarak kurulması yanlış, bazı vakıfların da vakıf olarak kurulması yanlış. Biz, değiştirmek istediğiniz temalarla, bu temalara yönelik yapacaklarınızla örgütlenme biçimi arasında bir ilişki var ve bu ilişkiyi doğru kurmak gerekiyor diyoruz. Bu nedenle hem hayatımızı idame ettirmek hem de bu alanda kendi inisiyatifimizle, kimsenin zorlaması olmadan veya dışsal faktör tarafından belirlenmeyen konuları hayata geçirmek için en uygun örgütlenme biçimi kooperatiftir. Biz buna çıkar birliği diyoruz.

Kalkınma Atölyesi para kazanır. Kâr elde eder. Ancak bu kârını ortaklarıyla paylaşmaz. Kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda yeni alanlar geliştirmeye harcar. Bir parça bu kârın Ar-Ge gibi çalışmalara harcandığını düşünün. Yani o elde ettiğimiz emeğimizin dışında kalan fonları araştırma geliştirme yaparak ya da amaç ve hedeflerimiz doğrultusunda çeşitli yayınlar çıkararak ya da gönüllüleri harekete geçirerek kullanıyoruz; başka kimsenin girmek istemediği farklı alanlara girmeye çalışıyoruz. Dergi çıkarıyoruz, vaka analizleri yayımlıyoruz, hayat hikâyeleri yayımlıyoruz, seyahat ediyoruz, o seyahatlerde uluslararası ilişkiler kuruyoruz. Birçok çalışmayı böyle yapıyoruz. Sivil toplumun belirlediği konularda yeni bir yol açması ya da yeni bir yol bulmasının kooperatif çalışmasıyla, anlayışıyla mümkün olduğunu göstermeye çalışıyoruz.

Kooperatif bir hülyanın, rüyanın, hayalin ötesinde çok rasyonel bir şey. Ancak bu rasyonaliteyi anlatamıyoruz. Adeta sihirli bir çözümmüş gibi görülüyor ve kolay olduğu sanılıyor. Bu rasyonaliteyi görmeden hayallerimizi gerçekleştirmenin aracı olarak kooperatif pek de gerçekçi değil.

Kooperatif çok ara bir formül. Bugün giderek ilgi çekmekte, pek çok girişim ve tartışmalar söz konusu. Siz nasıl görüyorsunuz şu anda gündemde olan bu kooperatifçilik akımını?

Açıkçası her ay bir grup kooperatifçilik konusunda bize danışıyor. Fikir almaya, deneyimlerimizi öğrenmeye çalışıyor. Biz bu konuda çok açığız ve elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz. Kalkınma Atölyesi sadece kooperatifçilik değil, herhangi bir konuda bilgi, veri, deneyim talep eden her kuruluşa zamanı, emeği, kaynağı yettikçe katkı vermeye çalışan bir kurum ve bunu da çok büyük bir oranda karşılıksız yapıyor. Kooperatifçilik hikayesi bugün Türkiye’nin geldiği aşamada özellikle entelektüellerin, orta sınıfın okumuş tayfasının bir çıkış aradığı noktalardan birisi. Çerçeve olarak kooperatifin Türkiye’de hem sosyal kalkınma hem de ekonomik kalkınma bağlamında önemli bir çıkış olduğu tezine katılıyoruz. Sadece orada takıldığımız nokta şu: Kooperatif bir hülyanın, rüyanın, hayalin ötesinde çok rasyonel bir şey. Ancak bu rasyonaliteyi anlatamıyoruz. Adeta sihirli bir çözümmüş gibi görülüyor ve kolay olduğu sanılıyor. Bu rasyonaliteyi görmeden hayallerimizi gerçekleştirmenin aracı olarak kooperatif pek de gerçekçi değil. O yüzden bu sürece girecek olan kişilere, gruplara şunu öneriyoruz: Çok güzel bir örgütlenme biçimini tercih etmişsiniz, ama henüz tüzel kişilik kazanmadan, sürece katılacaklar arasında derin bir tartışma süreci başlatın, yaşayın. Çok basit şeyler söylüyoruz onlara: Gerçekten bir toplantı nasıl hazırlanır, toplantı gündem maddeleri nasıl belirlenir, toplantı raporu nasıl yazılır, bir sonraki toplantı bir önceki toplantıdan nasıl farklı olur ve bir önceki toplantının katkısını nasıl ilave eder şeklinde düşünerek yola çıkılır. İkincisi, hangi amaç ve hedef doğrultusunda kuruyorlarsa kursunlar, bütün iş kooperatifte; maddi ya da maddi olmayan çıktıyı nasıl paylaşacaklarını önceden belirlemelerini istiyoruz. Basit ve anlaşılır bir muhasebe sistemi, finansal açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve ilerde doğabilecek olası sorunları önceden engelleyecek kurul mekanizmaları kurdukları takdirde, amaç ve hedeflerini kendi emeklerine, dayanışmasına ve gücüne dayandırdıkları takdirde kooperatifi şu anda gördüğünüz örgütlenme biçimleri içinde en önemli, en rasyonel, en çıkışı olan örgütlenme biçimi olarak görüyoruz. Çünkü kooperatif hem bu sürece katılanların hayatını kazanmaları için önemli hem de özellikle bu kooperatifleşme sürecine katılan arkadaşların topluma başka kurumlarda verebileceklerinden (örneğin bir şirketten, kamudan, dernekten, vakıftan) daha fazlasını verebileceklerini olduğunu düşünüyoruz. Bu, sosyal alanda olabileceği gibi imalat, hizmet alanlarında da olabilir. Hayatın her alanında…

Dernek ve vakıflara gelince, onlar bir parça daha az ticari boyutu olan, daha gönüllü emeğin yoğun, fikriyatın ve fikir birliğinin daha ön planda olduğu, mal vakfetmenin örgütlenme biçimidir. Ama öbür yandan topluma kaliteli, geçerli ve uygun fiyatla veya bedelle hizmet vermek ya da bir toplumun görünmeyen kesimlerini açığa çıkarmak ve onları daha görünür kılmak için hem yerel hem ulusal ve uluslararası çalışmalar yapmanın kooperatif modeline daha uygun olduğunu düşünüyoruz. En azından 16 yıllık deneyimimiz bize onu gösterdi.

Tam da bu söylediğiniz bağlamla ilgili benim gözlemlediğim şöyle bir sıkıntı var: Bu tür kolektif çabalara ya birbirlerine yabancı insanlar birbirlerini tanımadan giriyor ve işbirliği tesis edilemeyebiliyor ya da çok samimi kişiler bir araya geliyor ama bu sefer de kurumsal işleyiş ihmal ediliyor.

Orada bizim çizgimiz çok net; arkadaşlık, dostluk başka bir şey, kooperatif başka ve kooperatif ortaklığı bambaşka birşey. Kooperatif hukuki birşey. Kooperatifte kurallar geçerlidir. Ortakların kooperatif adına yaptığı herhangi bir işlem herkesi bağlar. Bu, yönetim açısından da böyledir, kooperatif ortakları açısından da böyledir. Türkiye’de genellikle biz bunu çok ayıramıyoruz. Kooperatifte karar alma ve uygulama süreçlerinin, mali, siyasal süreçlerin herkesi bağlayacağını düşüneceksiniz; bir tanımlanmış hukuk vardır orada. Öbürü ise daha çok arkadaşlıktır. Biz çok iyi arkadaş olabiliriz ama sen denetim kurulunda üye isen ve ben de yönetim kurulda isem her ayın 1’inde bütün banka hesaplarını sana göndermekle yükümlüyüm. Biz Kalkınma Atölyesi olarak her iki ayda bir tüm faaliyetlerimizi yazıp ortaklarımıza gönderiyoruz. Onun da ötesine çıkıyoruz, Kalkınma Atölyesi’nin yaklaşık 80 kişilik gönüllüsü, gönül bağı olan kişi var; onlara da gönderiyoruz. Şeffaflığımızı sadece kendi aramızda sağlamamanın da ötesinde bu şunu da getiriyor: Herkes bizim ne yaptığımızı, nereye para harcadığımızı biliyor. Bunu yaptığınız takdirde enerji ve zaman harcayan sorunları engellemiş oluyorsunuz. Esas iş ana sözleşmenize yazdığınız konulara odaklanmaktır. Siz çocuk işçiliğiyle mücadele için bu kooperatifi kurmuşsanız çocuk işçiliği sizin esas işinizdir, gündeminizdir. Parasal konular, ilişkiler, dedikodu gündemde olmaması gereken işlerdir. Her zaman gündemde olan amaç ve hedeflerin konuşulması gerekir. Galiba birçok örgütlenmede bunu sağlayamadığımız için sivil toplum bu hâlde. Kooperatifte kültürel hiyerarşide esas olan yaptığımız işler, birinci sıradadır. Bu işleri yaparken kullandığımız organizasyon, kooperatif ya da kooperatifin içinde kendimizce oluşturduğumuz yapılar. Örneğin biz kooperatif içinde küçük atölyeler biçiminde örgütlendik. Ondan sonra bu süreçte yer alan kişiler gelir. Eğer bu örgütsel yapı içinde bu kültürü yaratamadıysanız ki bazı kurum ve kooperatiflerde yaratılamadığını görüyoruz, o zaman kişiler ön plandadır. O zaman kişiler arasında hırlaşma, ufacık bir sorundan o şeffaflığı sağlayamadığınızda başka çatışmalar ortaya çıkar. Esas yaptığınız işler kaybolur. Bence Türkiye sivil toplumu bu konu-kurum ya da örgüt-kişi hiyerarşisini olması gerektiği gibi yaratamamıştır.

Ya da tersten yaratmıştır.

Ama o da esas olanı kaçırır. Biz esası kaçırmak istemiyoruz. Çünkü yola çıkarken yapmak istediğimiz şey gerçekten bir alan yaratmaktı. Bu alanda en iyisi olmak, ama burada kişi olarak en iyi olmaktan söz etmiyoruz. O konuda en iyi olmak, neyse yapmak istediğimiz onun görünmesini istiyoruz. Dolayısıyla Kalkınma Atölyesi yarın bir gün kapanabilir, değişebilir ya da başka bir örgüte dönüşebilir. Orada bulunan insanlar eğer o konunun peşinde koşuyor ise biz başarılı olmuşuz demektir. 

Son olarak siz aynı zamanda dünyadaki benzer tecrübeleri de yakından izleyen bir örgütsünüz. Türkiye’deki kooperatiflerin günümüzde bu kadar konuşuluyor olması Türkiye’ye özgü bir durum mu yoksa dünyada da benzer bir yükseliş var mı?

Biz genelde ikiye ayırıyoruz bunu: Gelişmiş ya da kapitalist ülkelerdeki kooperatifçilik hareketi ile gelişmemiş ülkelerdeki kooperatifçilik hareketi. Türkiye’deki kooperatifçilik hareketleri gelişmemiş ülkelerdeki harekete benziyor. Çünkü kooperatifçilik kapitalist sistem içerisinde özellikle küçük üreticileri, dezavantajlı kesimleri koruyan bir mekanizma olarak ortaya çıkıyor. Yaklaşık 150-200 yıllık hikâyede bunu görüyoruz. Kapitalizm içinde kooperatifler tam da kooperatif ruhuna göre örgütleniyor ve gelişiyor. Çünkü onların mücadele etmesi gereken şirketler ve holdingler grubu var. Biz bunu süt ve süt ürünlerinde çok görüyoruz. Aslında elektrik üretiminde, küçük üreticilerin örneğin tamircilerin, mobilya üreticilerinin vb. örgütlenmelerinde de görüyoruz. Örneğin gelişmiş ülkelerdeki mobilya üreticileri girdilerini sağlamak üzere kooperatif kuruyorlar ve hem düzenli hem kaliteli hem uygun fiyata girdi sağlıyorlar. Böylece büyük tekellerle mücadele edebiliyorlar. Tabanlarına ve kendi güçlerine güvenerek kamudan ve başkalarından çok büyük destek almadan ayakta durmaya çalışıyorlar. Bizim gibi ülkelerde ise kooperatifler genellikle devletin kaynak ya da fon aktarımının ama aynı zamanda siyasal ilişkileri de kurmanın bir aracı olarak işliyor. Bizim gibi ülkelerdeki kooperatif paradigması tam tersi işlemesi gerekirken, yani insanların kendi güçlerine güvenerek ve dayanışma içerisinde mücadele etmenin bir aracı olması gerekirken tam tersi devletten ya da herhangi bir yerel yönetimden arsa alma, fon alma, ucuz kredi almaya odaklanıyor. Onun ötesinde dayanışma  hikâyesini göz ardı eden bir yaklaşım içerisindeyiz. 

Örneğin Tarım Bakanlığı’nın, bir araya gelen elli köylüden her birine iki inek verme projesi olan 2×50 veya benzeri şekilde 2×100 projeleri karşılığında tarımsal kalkınma kooperatifi kurma zorunluluğu, orman köylerine iş verme anlayışı karşılığında kooperatif kurma zorunluluğu, bundan 40-50 yıl önce Avrupa’ya işçi göndermenin bir aracı olarak köy kalkınma kooperatifine ortak olanlara öncelik verme yaklaşımı hep kamusal çerçevede gerçekleşiyor. Bunun kuşkusuz tarihsel, ülkenin gelişmişlikle ilgili kültürel ilişkisi, boyutu var. Ama bizim sağlamamız gereken kooperatif anlayışında tabanın dayanışmasına odaklanmak gerekir. Aslında Kalkınma Atölyesi bunun mikro ölçekte bir örneğidir. Kalkınma Atölyesi hiçbir kamu kurumundan fon almamıştır. Kamu dışındaki kurumlardan da karşılıksız fon, yardım, destek almamıştır. Aldığı fonların, desteklerin karşılığında mutlaka uzmanlığını, emeğini vermiştir. Yeni kurulacak kooperatiflere de hep aynı şeyi söylüyoruz: 3 kuruş 5 kuruş cebinizden, ne kadar koyabiliyorsanız koyun, hiç kimseye, hiçbir kuruma güvenmeden yola çıkın. Tıkandığınız yerde destek talep edebilirsiniz. Bu destek karşılıksız olmasın. Bu illa parasal bir destek olmayabilir, bazen az para isteyen bir muhasebeciyle çalışabilir ya da düşük bedelli bir ofis kirası alabilirsiniz ya da bunları bir şekilde karşılığını verecek şekilde de alabilirsiniz. Ama bunu ilelebet görmeyeceksiniz. O yüzden yavaş yavaş bir birikim yapacaksınız ve ayakta durmak için yenilikçi çalışmalar yapacaksınız. Her zaman yeni bir yol bulacaksınız, bulamazsanız yeni bir yol açacaksınız.

DÖN