Orson Welles bir şarkısında “Ben gençliğin ne olduğunu biliyorum, fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsun…” der. Geleceğin yaşlılarını oluşturacak olan günümüz genç ve orta yaş kuşağı nasıl olacağı pek de bilinmeyen bir yaşantıya doğru hızla ilerlemektedir. Yaşlılık, gelişim psikolojisi kapsamında ölüme kadar devam eden gelişimin son evresi, yaşam maratonundaki son düzlük olarak tanımlandığı gibi deneyim ve tecrübelerin zirveye ulaştığı bilgelik dönemi, geçmişin uzun geleceğin kısa olduğu bir yol, kimi zaman da anıların silindiği derinliğe doğru bir yolculuk olarak da tanımlanabilmektedir. Dikkat çeken nokta şudur ki, bu yolculuğa çıkan kişi sayısı hızla artmaktadır.

Nüfus yaşlanması, içinde bulunduğumuz yüzyılda öne çıkan önemli demografik verilerden biridir. Gelişmiş ülkelerin sorunu olarak kabul edilen yaşlanma olgusu, hızlı gelişmekte olan ülkeler açısından da önemle üzerinde durulması gereken bir konu haline gelmektedir. Dünya nüfusunun saçlarının beyazladığı gerçeği istatistiksel değerlerle de kendini göstermektedir. BM verilerine göre 2017 yılında %12,3 olan küresel nüfus içindeki yaşlı nüfus oranının 2050 yılına kadar %22’ye ulaşarak genç nüfus oranını geçmesi öngörülmektedir. 

Nüfus yaşlanmasıyla birlikte, yaş gruplarının tanımlaması da değişmektedir. Yaş grup eşikleri, yetişkin, orta yaş ya da yaşlı/ileri yaşlı grup tanımlamaları sayısal olarak artmakta, yaş aralıkları gittikçe yükselmektedir. Ayrıca ortalama yaşam süresinin artmasında teknoloji alanındaki, tıp ve ilaç sanayindeki gelişmeler de önemli rol oynamaktadır.

Bu olumlu ve yaşam kalitesini yükselten etkenlerin yanında “yaşlının yaşam sürecini” ele alan, onun yaşam kalitesini belirleyen “diğer” parametreler de vardır. Lawton ve Nahemow’un “ekolojik uyum ve yaşlanma kuramı (ecological theory of adaptation and aging)” temelde gerontolojik açıdan yaşlının, fiziksel yetkinlik ile çevresel baskı kıskacında her iki yönde de sınırsız düzeyde değişkenle karşı karşıya kaldığını gösterir.1 Bu bağlamda yaşlılara yönelik mekan olgusunu uyum sürecinde irdelemek önemlidir. Çünkü yaşlılık ya da yaşlanma yetkinliğin düştüğü, çevresel baskının üstesinden gelinemediği bir uyum sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Mimarlık da bu uyum sorununu niteliksel açıdan çözmekle yükümlü bir disiplin ve uğraşı alanıdır.2

Ekolojik Uyum ve Yaşlanma Kuramı çevresel baskı yönünden yaşlının karşı karşıya kaldığı sosyolojik değişimleri de konu almaktadır. Çevresel yetersizliklerden, bireyin yetersizliklerine kadar tüm değişkenler yaşlı üzerinde çevresel baskı oluşturmaktadır. 20. yüzyılın başlarından itibaren sanayileşme, gelişen teknoloji, kent yaşamındaki zamanla yarış hali ve bireyselleşen yaşam döngüsünün de etkisiyle toplumda ve aile yapısında önemli değişimler olmuş, bu durumdan davranışlar ve değerler de etkilenmiştir. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş süreci, yaygınlaşan bireysel yaşam tercihleri konut boyutlarını küçültürken yaşlıları yalnız bırakmaktadır. Diğer yandan kentsel dönüşümle birlikte çok odalı evler yerini hızla iki oda bir salon, hatta stüdyo tipi evlere bırakmaktadır. İnsan ölçeğine yakın üç-dört katlı evlerin yerini toplu konutlar, gökdelenler almaktadır. Yaşlı birey tanıyamadığı, algılamakta güçlük çektiği, kendi alışık olduğu mekan ölçeğini aşan çevrelere yabancılaşmaktadır. Sosyal ve fiziksel düzeyde yaşanan çelişkilerle dolu toplumsal değişim süreci yaşlıyı hızla devredışı bırakarak yalnızlaştırmaktadır. Bugün yaşlılık olgusu ne yazıktır ki değişen sosyolojik sürecin uzantısı olarak “yalnızlık” ile özdeşleşen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Diğer önemli bir durum da, insanın yaşam döngüsünde “yalnızlık” süresinin toplumsal değişimin bir uzamı olarak gittikçe daha uzun bir süreyi işaret etmesidir. Bu değişim sürecinin ortasında, mimarlık bilimi “mekan içinde yaşam” ve “yaşlılar için konut” meselelerini sorgulamaktadır. Yaşlılar için konut kavramı fiziksel yapısından çok taşıdığı anlamlar açısından önem taşımaktadır. Buna koşut olarak yer/mekan kavramları da kişinin çevresinde donattığı anlamlı nesnelerden oluşan fenomenolojik kavramlardır. Yaşlı evinden ayrılmak istemez çünkü kalesi gibi kabul ettiği evi geçmiş anılarıyla doludur. Benzer şekilde yaşadığı sokak ya da mahallenin de anı yüklü fenomenolojik değerleri vardır. Yaşlı bireyin çevresini süsleyen fotoğraflar, resimler, nesneler ve anılar son derece yüksek anlamı olan kişisel değerlerdir. Anılar ve nesnelerle donanmış mekanlar, yaşlının yaşama baktığı noktayı (yaşamsal orijini) ortaya koyar.3

Yaşlı uyumlu kent için yerinde yaşlanma olmazsa olmaz ilk kuraldır. Örneğin kentsel dönüşümle birlikte yaşlının bilincinde yakın çevre tanınırlığının kaybolmaya başlaması, sosyalleştiği sokak/mahalle yaşantısının hızla yok olması, yaşlının düşeyde yükselen bina ölçeğinde yakın çevresiyle görsel düzeydeki ilişkisinin tamamen kopması gibi çevresel sorunlarla birlikte sosyal yapının değişmesi, fiziksel yetersizliklerinin de artması nedeniyle yaşlı bireylerin evlerinde yalnız yaşamaları zorlaşmaktadır. Durum böyleyken yaşlılara yönelik inşa edilmiş yapıların ihtiyaç haline gelmesi kaçınılmazdır. Sosyal sorunlar içinde yalnızlaşan yaşlıların başka kişilerle beraber olacakları, temel ihtiyaçlarının yanında psikososyal ve psikomekansal ihtiyaçlarını da karşılayabilecekleri, doğru kurgulara oturtulmuş yeni modellere gereksinimleri hızla artmaktadır. 

Bununla birlikte, bireyin yaşlanma süreci içinde uzun yıllar yaşadığı çevreye karşı oluşturduğu derin bağların bu çevreden uzaklaşmasıyla kopması stres kaynağı olarak karşısına çıkabilmektedir. Örneğin, bir kuruma yerleşen yaşlı birey için, tercih ederek ya da zorunlu olarak geldiği yeni çevresi alışılmadık bir çevre oluştururken bu yapı içindeki yönetici, personel ve sakinler de tanımadığı bir sosyal çevrenin elemanları olup üzerinde çevresel baskı yaratabilmektedirler. Yaşlılar, yaşadıkları çevrenin değişmesi sonucu sosyal ve fiziksel değişimler karşısında kaygı, endişe ve belirsizlik duyabildikleri gibi uyumsuz davranışlar da gösterebilmektedirler. 

“Yaşlılık ve mimarlık arasındaki ilişki nasıl kurulmalıdır?” sorusunun yanıtı aslında yaşlılık bilimi anlamına gelen “gerontoloji”den yola çıkılarak aranmalıdır. Mimarlık, çevresel kalitenin sorgulanması bağlamında çevrede oluşan ve yaşlıyı tüm ortamlarda etkileyen baskı unsurlarını konu edinmelidir. Mimar da oluşturacağı mekanlarda baskı unsurlarını çokyönlü tasarımıyla yok etmeye çalışan kişi rolünü üstlenmelidir.

1970’li yıllardan bu yana yaşlılık bilimi ve mimarlık disiplinleri, bireyin karşı karşıya bulunduğu yetkinlik ve çevresel baskı kıskacında, uyumlu çevreler yaratma adına yaşlılara yönelik konut ve gerontolojik mekan kavramları üzerinde çalışmaktadırlar. Geronteknolojik tasarım, yeni mekansal düzenler, bu mekanlar için ortaya atılan yardımlı yaşam stratejileri, bunun yanında geleneksel ve yenilikçi konut/bina/yaşam modelleri mimari tasarımın önemli araştırma başlıkları olmuştur. Öncelikle, Ekolojik Uyum ve Yaşlanma Kuramı’nın uyum bölgelerini destekleyen mimari tasarım modellerinin üretilmesine yönelik altyapı oluşturulması çok önemlidir. 

Bu bağlamda “Yaşlıların kullanımına elverişli tasarım nasıl olmalıdır?” sorusu önem kazanmaktadır. Yaşlıların kaldıkları ev ve kurumsal yapılardaki tasarımların mekansal boyutta irdelenmesi epeyce önemlidir. Öncelikle bazı kurumlarda yaptığım saha çalışmalarında, mimarın öngördüğü tasarım kriterlerinin uygulanmadığına tanık oldum. Tasarlanmış bazı alanların yaşlıların duyusal ve duyuşsal ihtiyaçlarına cevap vermediği, buna karşın mimari tasarım kapsamında sunulan bazı mekanların ise kullanılmadığı gerçeğiyle karşılaştım. Örneğin koridorlar sosyal etkileşim alanları olarak kullanılmakta, tasarlanan çokamaçlı salon boş kalmaktadır. Çünkü bu salon sessiz, hareket içermeyen arka bahçeye bakmaktadır. Bu kurumun yaşlıları sosyal etkileşim alanlarını hareketli, gündelik dinamik yaşantının geçirildiği koridorlara çekmektedirler. Bu sayede dışarıdaki aktif dünyayla ilişki kurabilmekteler.

Mimari kurguda tanımlanmış alanların fonksiyonları, yaşlı davranışsal tepkileriyle değişmektedir. Koridor aynı zamanda çokamaçlı salonun da işlevini yüklenmiştir. Diğer bir deyişle mekanın fonksiyonu esnetilmiştir. Durum böyle iken, yaşlılık kurumlarında bina performansı ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İçe dönük mekanlarıyla, tanımsız hol ve uzun koridorlarıyla “ev”den çok “hastane”, “yurt” gibi baskın olarak bir kurum görüntüsü taşıyan bu yapılar yaşlıların zorunluluktan dolayı kaldıkları yerler olmaktadır.

Mimari tasarım genellikle, somut mekanla ilgili bir soruna standartlar çerçevesinde çözüm aramaktadır. Bu standartlar yaşlının psişik ve sosyal sorunlarını çözmeye yeterli olmamaktadır. Sadece niteliksel veriler üzerinden ilerleyen mimari tasarım süreci, alışılagelmiş standartların dışında duyusal ve duyuşsal ihtiyaçları olan ileri yaşlılar için yetmeyen, hayata küstüren, içe döndüren mekanlar üretilmesine neden olmaktadır. Yaşlılık bütünüyle bir değişim dönemidir, mekan da buna dahildir.

Bu bağlamda, mimarlık disiplininin gerontoloji, psikoloji ve sosyoloji gibi diğer çalışma alanlarıyla beraber yürütebileceği interdisipliner stratejilere ihtiyacı vardır. Mimarlık o zaman yaşlıların yaşamına nitelik katabilen bir disiplin olarak değer bulabilir.

O halde yaşlılara yönelik yaşam modelleri nasıl olmalıdır?

• Öncelikle yerinde yaşlanma modeli desteklenmeli, ev/kaldırım/sokak ilişkisi akışkan şekilde kurulmalıdır. Bu modelin sürdürülebilir olması için yaşlı uyumlu kent kavramı üzerinde mimarlar, şehir plancıları ve sosyologlarla birlikte çalışılmalıdır. 

• Yer seçimi aktif ve tanıdık çevrelerden yana olmalı, kent ve toplumla beraberliğin yaşlı psikolojisi için önemi dikkate alınmalıdır.

• Semt/mahalle ölçeğinde ¾ katlı apartman tipolojisiyle yerel yönetimlerce desteklenen ev benzeri “cep huzurevleri” konseptli yapılaşmalarla düşük bütçeli hizmetler verilerek yaşlının tanıdığı çevrede yaşamına devam etmesine destek olunabilir.

• Geronteknolojik yaklaşımlarla yaşlının fiziksel ve psikososyal çevresinin genişlemesine destek verilebilir.

• Farklı yaş gruplarıyla beraberlikleri destekleyici tasarımlar (okul çevrelerine, anaokullarına, çocuk parklarına yakınlık) dikkate alınmalıdır. Günümüzde modern yaşlılık kurumu örneklerini incelediğimizde çocuk yuvasıyla beraber çözümlenmiş mimari tasarımlar dikkat çekicidir. Çocuk yaşamı, yaşlıların yaşamına canlılık katan önemli bir tasarım girdisi olabilirken, bu ilişkinin iyi kurgulanması her iki kuşak için de çok dikkat edilmesi gereken bir detaydır. 

• Tasarımda şehir etkisinin yaratılması (meydanlar, sokaklar vb.) aktif yaşantıyı destekleyen önemli kurgusal özellikler olabilir.

• Binaların mekan organizasyonu yaşlı ihtiyaçlarına göre oluşturulmalıdır. Örneğin mekanın, yön bulma problemi yaşayan yaşlılar için ayırt edilebilir biçimde tasarlanmasına önem verilmelidir.

• İdari bölüm ile yaşam mekanları birbirinden ayrılarak kurumsal etki azaltılmalıdır.

• Sosyal mekan kurgusu ve tasarımı, hareketli/dinamik dış dünyayla ilişkili, sosyal etkileşimi artırıcı yönde ve düzeyde olmalıdır.

• Uzun koridorlar ve monoton tekdüze planlamanın yol açtığı kurumsal görünümün negatif etkisi dikkate alınarak yaşlı tarafından kolay kavranabilir “ev” kullanımına yakın mekanların yaratılmasıyla pozitif etki sağlanabilir.

• Kurum içindeki gündelik yaşantının dinamiğine tanıklık edebilmeleri, aynı katı paylaşan komşularıyla sohbet edebilmeleri için yaşam birimlerinin bağlandığı koridorlarda “cep oturma holleri” tasarlanabilir. 

• Katlar arası galerilerle görsel kavranabilirlik artırılarak binanın “okunabilirliği” kolaylaştırılabilir.

• Yaşam birimlerinin “tekil yaşlı kullanımı” dikkate alınarak kişisel, psikososyal alanların oluşturulması ve mahremiyetin sağlanmasıyla çoklu kullanımın yarattığı çevresel stres önlenebilir.

• Yaşlılara yönelik “ergonomik boyutlarda tasarım” (pencere parapet yüksekliği, kapı genişliği vb. gibi detaylarda) kullanıcı uyumu açısından önemli alt parametrelerdir, yeni yapılan binalarda önemle dikkate alınmalıdır.

• İç/dış bahçe kurgusu, dış mekan ihtiyacı dikkate alınmalıdır. Bitki yetiştirme olanaklarının peyzaj tasarımıyla sunulması, yaşlıların toprakla uğraşmasının desteklenmesi yaşlılıkla ortaya çıkan çevresel baskıya karşı yetkinlik düzeyini artırabilir.

• İç ve dış mekanlarda dinlendirici etkisi olduğu düşünülen su öğesinin kullanılmasıyla olumlu etkiler yaratılabilir.

• Tasarımda doğal malzemelerin kullanımına (ahşap/tuğla/vb.) önem verilmelidir.

• İç mekan renkleri canlı ve motive edici olmalıdır.

• İç mekan kurgusunda pencere ve tepeden çatı kırılmalarıyla doğal ışığın içeri alınması sağlanarak rehabilitasyon etkisi yaratılabilir.

• İç mekanlarda dekorasyon objeleri, duvar kağıtları, döşeme malzemeleri, aydınlatma elemanlarının kullanımıyla yaratılacak samimi “eve yakın” ortam görüntüsü aşinalık hissi vererek aidiyeti artırabilir.

• Az katlı ve insan ölçeğine yakın tasarımıyla algılama ve kavranabilirlik artırılarak yaşlının mekan üzerindeki hakimiyeti sağlanabilir.

• Geleceğin yaşlılarının “farklılaşan beklentileri” (teknoloji donanımlı/aktif yaşamı destekleyen/kullanıcıya esneklik sağlayan/otopark içeren yerleşim tarzı gibi) dikkate alınmalıdır.

Kısacası, yaşlılara yönelik tasarım süreci, fiziksel çevre oluşturmanın ötesinde, onların yaşam kalitesinin yükseltilmesine yönelik psikolojik, sosyolojik ve kültürel boyutları da kapsayan, bütünsel bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Bachelard yaşamın özünü, sadece bir var olma duygusu olarak değil, zamana ve sonrasında da mekana bağlı olarak ileri doğru akmakta olan bir düzene katılma, içinde yer alma duygusu olarak tanımlamaktadır.4 Mekan, algısal ve fiziksel özellikleriyle insanın varoluşunda, benliğinin korunmasında, kimliğinin devamında önemli etkilere sahiptir. Yaşanılan mekanların duyusal ve duyuşsal boyuttaki özellikleri davranışsal kimliğin ifadesinde önemli rol oynayabilir. 

Yaşlılar, fiziksel ve ruhsal açıdan diğer yaş gruplarından farklı olarak ele alınması gereken bir kuşaktır. Bu kuşağın kendine has özelliklerinin bulunmasından dolayı “mekan özelliklerinin ve sınırlarının” da farklı olması gerektiği dikkate alınarak bu bağlamda değişen ihtiyaçlarına yönelik, katılımlarının da sağlanacağı “esnek mekan tasarımları” ile mümkün olduğunca “kurumsal imajın” en aza indirgenip, yaşlıların kişisel alanını, mahremiyetini ve özerkliğini “evinde olduğu gibi” kurabileceği şekilde destekleyici yaşam modellerinin tasarlanması önemlidir. 

Sorumluluğumuz yaşlılık deneyimini ruhsal, fiziksel, mekansal olarak daha nitelikli hale getirmek olmalıdır. Tasarımın yaşlı bireylere sağlayacağı; özgürlük/özerklik, bağlanabilirlik/aidiyet, erişebilir/erişilebilir olma, sosyal ilişki/yüksek etkileşim, güvenlik/mahremiyet gibi kavramlar onların yaşam kalitelerini yükseltmeye, mekansal davranış ihtiyaçlarının karşılanmasına ve değişen çevrelerine kolay “uyum” sağlamalarını artırmaya yönelik parametreler olarak rol oynayabilecektir.


1- Lawton, M., L. Nahemow (1973) “Ecology and the aging process”, The psychology of adult development and aging içinde, haz. In C. Eisdorfer, M. P. Lawton, Washington, DC: American Psychological Association, s. 619-674.

2- Ünlü, A. (1998) Çevresel Tasarımda İlk Kavramlar, İstanbul: İ.T.Ü. Baskı Atölyesi.

3- Ünlü, A. (2018) Kişisel görüşme.

4- Bachelard, G. (1969) The Poetics of Space, Boston: Beacon Press.

Orson Welles bir şarkısında “Ben gençliğin ne olduğunu biliyorum, fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsun…” der. Geleceğin yaşlılarını oluşturacak olan günümüz genç ve orta yaş kuşağı nasıl olacağı pek de bilinmeyen bir yaşantıya doğru hızla ilerlemektedir. Yaşlılık, gelişim psikolojisi kapsamında ölüme kadar devam eden gelişimin son evresi, yaşam maratonundaki son düzlük olarak tanımlandığı gibi deneyim ve tecrübelerin zirveye ulaştığı bilgelik dönemi, geçmişin uzun geleceğin kısa olduğu bir yol, kimi zaman da anıların silindiği derinliğe doğru bir yolculuk olarak da tanımlanabilmektedir. Dikkat çeken nokta şudur ki, bu yolculuğa çıkan kişi sayısı hızla artmaktadır.

Nüfus yaşlanması, içinde bulunduğumuz yüzyılda öne çıkan önemli demografik verilerden biridir. Gelişmiş ülkelerin sorunu olarak kabul edilen yaşlanma olgusu, hızlı gelişmekte olan ülkeler açısından da önemle üzerinde durulması gereken bir konu haline gelmektedir. Dünya nüfusunun saçlarının beyazladığı gerçeği istatistiksel değerlerle de kendini göstermektedir. BM verilerine göre 2017 yılında %12,3 olan küresel nüfus içindeki yaşlı nüfus oranının 2050 yılına kadar %22’ye ulaşarak genç nüfus oranını geçmesi öngörülmektedir. 

Nüfus yaşlanmasıyla birlikte, yaş gruplarının tanımlaması da değişmektedir. Yaş grup eşikleri, yetişkin, orta yaş ya da yaşlı/ileri yaşlı grup tanımlamaları sayısal olarak artmakta, yaş aralıkları gittikçe yükselmektedir. Ayrıca ortalama yaşam süresinin artmasında teknoloji alanındaki, tıp ve ilaç sanayindeki gelişmeler de önemli rol oynamaktadır.

Bu olumlu ve yaşam kalitesini yükselten etkenlerin yanında “yaşlının yaşam sürecini” ele alan, onun yaşam kalitesini belirleyen “diğer” parametreler de vardır. Lawton ve Nahemow’un “ekolojik uyum ve yaşlanma kuramı (ecological theory of adaptation and aging)” temelde gerontolojik açıdan yaşlının, fiziksel yetkinlik ile çevresel baskı kıskacında her iki yönde de sınırsız düzeyde değişkenle karşı karşıya kaldığını gösterir.1 Bu bağlamda yaşlılara yönelik mekan olgusunu uyum sürecinde irdelemek önemlidir. Çünkü yaşlılık ya da yaşlanma yetkinliğin düştüğü, çevresel baskının üstesinden gelinemediği bir uyum sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Mimarlık da bu uyum sorununu niteliksel açıdan çözmekle yükümlü bir disiplin ve uğraşı alanıdır.2

Ekolojik Uyum ve Yaşlanma Kuramı çevresel baskı yönünden yaşlının karşı karşıya kaldığı sosyolojik değişimleri de konu almaktadır. Çevresel yetersizliklerden, bireyin yetersizliklerine kadar tüm değişkenler yaşlı üzerinde çevresel baskı oluşturmaktadır. 20. yüzyılın başlarından itibaren sanayileşme, gelişen teknoloji, kent yaşamındaki zamanla yarış hali ve bireyselleşen yaşam döngüsünün de etkisiyle toplumda ve aile yapısında önemli değişimler olmuş, bu durumdan davranışlar ve değerler de etkilenmiştir. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş süreci, yaygınlaşan bireysel yaşam tercihleri konut boyutlarını küçültürken yaşlıları yalnız bırakmaktadır. Diğer yandan kentsel dönüşümle birlikte çok odalı evler yerini hızla iki oda bir salon, hatta stüdyo tipi evlere bırakmaktadır. İnsan ölçeğine yakın üç-dört katlı evlerin yerini toplu konutlar, gökdelenler almaktadır. Yaşlı birey tanıyamadığı, algılamakta güçlük çektiği, kendi alışık olduğu mekan ölçeğini aşan çevrelere yabancılaşmaktadır. Sosyal ve fiziksel düzeyde yaşanan çelişkilerle dolu toplumsal değişim süreci yaşlıyı hızla devredışı bırakarak yalnızlaştırmaktadır. Bugün yaşlılık olgusu ne yazıktır ki değişen sosyolojik sürecin uzantısı olarak “yalnızlık” ile özdeşleşen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Diğer önemli bir durum da, insanın yaşam döngüsünde “yalnızlık” süresinin toplumsal değişimin bir uzamı olarak gittikçe daha uzun bir süreyi işaret etmesidir. Bu değişim sürecinin ortasında, mimarlık bilimi “mekan içinde yaşam” ve “yaşlılar için konut” meselelerini sorgulamaktadır. Yaşlılar için konut kavramı fiziksel yapısından çok taşıdığı anlamlar açısından önem taşımaktadır. Buna koşut olarak yer/mekan kavramları da kişinin çevresinde donattığı anlamlı nesnelerden oluşan fenomenolojik kavramlardır. Yaşlı evinden ayrılmak istemez çünkü kalesi gibi kabul ettiği evi geçmiş anılarıyla doludur. Benzer şekilde yaşadığı sokak ya da mahallenin de anı yüklü fenomenolojik değerleri vardır. Yaşlı bireyin çevresini süsleyen fotoğraflar, resimler, nesneler ve anılar son derece yüksek anlamı olan kişisel değerlerdir. Anılar ve nesnelerle donanmış mekanlar, yaşlının yaşama baktığı noktayı (yaşamsal orijini) ortaya koyar.3

Yaşlı uyumlu kent için yerinde yaşlanma olmazsa olmaz ilk kuraldır. Örneğin kentsel dönüşümle birlikte yaşlının bilincinde yakın çevre tanınırlığının kaybolmaya başlaması, sosyalleştiği sokak/mahalle yaşantısının hızla yok olması, yaşlının düşeyde yükselen bina ölçeğinde yakın çevresiyle görsel düzeydeki ilişkisinin tamamen kopması gibi çevresel sorunlarla birlikte sosyal yapının değişmesi, fiziksel yetersizliklerinin de artması nedeniyle yaşlı bireylerin evlerinde yalnız yaşamaları zorlaşmaktadır. Durum böyleyken yaşlılara yönelik inşa edilmiş yapıların ihtiyaç haline gelmesi kaçınılmazdır. Sosyal sorunlar içinde yalnızlaşan yaşlıların başka kişilerle beraber olacakları, temel ihtiyaçlarının yanında psikososyal ve psikomekansal ihtiyaçlarını da karşılayabilecekleri, doğru kurgulara oturtulmuş yeni modellere gereksinimleri hızla artmaktadır. 

Bununla birlikte, bireyin yaşlanma süreci içinde uzun yıllar yaşadığı çevreye karşı oluşturduğu derin bağların bu çevreden uzaklaşmasıyla kopması stres kaynağı olarak karşısına çıkabilmektedir. Örneğin, bir kuruma yerleşen yaşlı birey için, tercih ederek ya da zorunlu olarak geldiği yeni çevresi alışılmadık bir çevre oluştururken bu yapı içindeki yönetici, personel ve sakinler de tanımadığı bir sosyal çevrenin elemanları olup üzerinde çevresel baskı yaratabilmektedirler. Yaşlılar, yaşadıkları çevrenin değişmesi sonucu sosyal ve fiziksel değişimler karşısında kaygı, endişe ve belirsizlik duyabildikleri gibi uyumsuz davranışlar da gösterebilmektedirler. 

“Yaşlılık ve mimarlık arasındaki ilişki nasıl kurulmalıdır?” sorusunun yanıtı aslında yaşlılık bilimi anlamına gelen “gerontoloji”den yola çıkılarak aranmalıdır. Mimarlık, çevresel kalitenin sorgulanması bağlamında çevrede oluşan ve yaşlıyı tüm ortamlarda etkileyen baskı unsurlarını konu edinmelidir. Mimar da oluşturacağı mekanlarda baskı unsurlarını çokyönlü tasarımıyla yok etmeye çalışan kişi rolünü üstlenmelidir.

1970’li yıllardan bu yana yaşlılık bilimi ve mimarlık disiplinleri, bireyin karşı karşıya bulunduğu yetkinlik ve çevresel baskı kıskacında, uyumlu çevreler yaratma adına yaşlılara yönelik konut ve gerontolojik mekan kavramları üzerinde çalışmaktadırlar. Geronteknolojik tasarım, yeni mekansal düzenler, bu mekanlar için ortaya atılan yardımlı yaşam stratejileri, bunun yanında geleneksel ve yenilikçi konut/bina/yaşam modelleri mimari tasarımın önemli araştırma başlıkları olmuştur. Öncelikle, Ekolojik Uyum ve Yaşlanma Kuramı’nın uyum bölgelerini destekleyen mimari tasarım modellerinin üretilmesine yönelik altyapı oluşturulması çok önemlidir. 

Bu bağlamda “Yaşlıların kullanımına elverişli tasarım nasıl olmalıdır?” sorusu önem kazanmaktadır. Yaşlıların kaldıkları ev ve kurumsal yapılardaki tasarımların mekansal boyutta irdelenmesi epeyce önemlidir. Öncelikle bazı kurumlarda yaptığım saha çalışmalarında, mimarın öngördüğü tasarım kriterlerinin uygulanmadığına tanık oldum. Tasarlanmış bazı alanların yaşlıların duyusal ve duyuşsal ihtiyaçlarına cevap vermediği, buna karşın mimari tasarım kapsamında sunulan bazı mekanların ise kullanılmadığı gerçeğiyle karşılaştım. Örneğin koridorlar sosyal etkileşim alanları olarak kullanılmakta, tasarlanan çokamaçlı salon boş kalmaktadır. Çünkü bu salon sessiz, hareket içermeyen arka bahçeye bakmaktadır. Bu kurumun yaşlıları sosyal etkileşim alanlarını hareketli, gündelik dinamik yaşantının geçirildiği koridorlara çekmektedirler. Bu sayede dışarıdaki aktif dünyayla ilişki kurabilmekteler.

Mimari kurguda tanımlanmış alanların fonksiyonları, yaşlı davranışsal tepkileriyle değişmektedir. Koridor aynı zamanda çokamaçlı salonun da işlevini yüklenmiştir. Diğer bir deyişle mekanın fonksiyonu esnetilmiştir. Durum böyle iken, yaşlılık kurumlarında bina performansı ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İçe dönük mekanlarıyla, tanımsız hol ve uzun koridorlarıyla “ev”den çok “hastane”, “yurt” gibi baskın olarak bir kurum görüntüsü taşıyan bu yapılar yaşlıların zorunluluktan dolayı kaldıkları yerler olmaktadır.

Mimari tasarım genellikle, somut mekanla ilgili bir soruna standartlar çerçevesinde çözüm aramaktadır. Bu standartlar yaşlının psişik ve sosyal sorunlarını çözmeye yeterli olmamaktadır. Sadece niteliksel veriler üzerinden ilerleyen mimari tasarım süreci, alışılagelmiş standartların dışında duyusal ve duyuşsal ihtiyaçları olan ileri yaşlılar için yetmeyen, hayata küstüren, içe döndüren mekanlar üretilmesine neden olmaktadır. Yaşlılık bütünüyle bir değişim dönemidir, mekan da buna dahildir.

Bu bağlamda, mimarlık disiplininin gerontoloji, psikoloji ve sosyoloji gibi diğer çalışma alanlarıyla beraber yürütebileceği interdisipliner stratejilere ihtiyacı vardır. Mimarlık o zaman yaşlıların yaşamına nitelik katabilen bir disiplin olarak değer bulabilir.

O halde yaşlılara yönelik yaşam modelleri nasıl olmalıdır?

• Öncelikle yerinde yaşlanma modeli desteklenmeli, ev/kaldırım/sokak ilişkisi akışkan şekilde kurulmalıdır. Bu modelin sürdürülebilir olması için yaşlı uyumlu kent kavramı üzerinde mimarlar, şehir plancıları ve sosyologlarla birlikte çalışılmalıdır. 

• Yer seçimi aktif ve tanıdık çevrelerden yana olmalı, kent ve toplumla beraberliğin yaşlı psikolojisi için önemi dikkate alınmalıdır.

• Semt/mahalle ölçeğinde ¾ katlı apartman tipolojisiyle yerel yönetimlerce desteklenen ev benzeri “cep huzurevleri” konseptli yapılaşmalarla düşük bütçeli hizmetler verilerek yaşlının tanıdığı çevrede yaşamına devam etmesine destek olunabilir.

• Geronteknolojik yaklaşımlarla yaşlının fiziksel ve psikososyal çevresinin genişlemesine destek verilebilir.

• Farklı yaş gruplarıyla beraberlikleri destekleyici tasarımlar (okul çevrelerine, anaokullarına, çocuk parklarına yakınlık) dikkate alınmalıdır. Günümüzde modern yaşlılık kurumu örneklerini incelediğimizde çocuk yuvasıyla beraber çözümlenmiş mimari tasarımlar dikkat çekicidir. Çocuk yaşamı, yaşlıların yaşamına canlılık katan önemli bir tasarım girdisi olabilirken, bu ilişkinin iyi kurgulanması her iki kuşak için de çok dikkat edilmesi gereken bir detaydır. 

• Tasarımda şehir etkisinin yaratılması (meydanlar, sokaklar vb.) aktif yaşantıyı destekleyen önemli kurgusal özellikler olabilir.

• Binaların mekan organizasyonu yaşlı ihtiyaçlarına göre oluşturulmalıdır. Örneğin mekanın, yön bulma problemi yaşayan yaşlılar için ayırt edilebilir biçimde tasarlanmasına önem verilmelidir.

• İdari bölüm ile yaşam mekanları birbirinden ayrılarak kurumsal etki azaltılmalıdır.

• Sosyal mekan kurgusu ve tasarımı, hareketli/dinamik dış dünyayla ilişkili, sosyal etkileşimi artırıcı yönde ve düzeyde olmalıdır.

• Uzun koridorlar ve monoton tekdüze planlamanın yol açtığı kurumsal görünümün negatif etkisi dikkate alınarak yaşlı tarafından kolay kavranabilir “ev” kullanımına yakın mekanların yaratılmasıyla pozitif etki sağlanabilir.

• Kurum içindeki gündelik yaşantının dinamiğine tanıklık edebilmeleri, aynı katı paylaşan komşularıyla sohbet edebilmeleri için yaşam birimlerinin bağlandığı koridorlarda “cep oturma holleri” tasarlanabilir. 

• Katlar arası galerilerle görsel kavranabilirlik artırılarak binanın “okunabilirliği” kolaylaştırılabilir.

• Yaşam birimlerinin “tekil yaşlı kullanımı” dikkate alınarak kişisel, psikososyal alanların oluşturulması ve mahremiyetin sağlanmasıyla çoklu kullanımın yarattığı çevresel stres önlenebilir.

• Yaşlılara yönelik “ergonomik boyutlarda tasarım” (pencere parapet yüksekliği, kapı genişliği vb. gibi detaylarda) kullanıcı uyumu açısından önemli alt parametrelerdir, yeni yapılan binalarda önemle dikkate alınmalıdır.

• İç/dış bahçe kurgusu, dış mekan ihtiyacı dikkate alınmalıdır. Bitki yetiştirme olanaklarının peyzaj tasarımıyla sunulması, yaşlıların toprakla uğraşmasının desteklenmesi yaşlılıkla ortaya çıkan çevresel baskıya karşı yetkinlik düzeyini artırabilir.

• İç ve dış mekanlarda dinlendirici etkisi olduğu düşünülen su öğesinin kullanılmasıyla olumlu etkiler yaratılabilir.

• Tasarımda doğal malzemelerin kullanımına (ahşap/tuğla/vb.) önem verilmelidir.

• İç mekan renkleri canlı ve motive edici olmalıdır.

• İç mekan kurgusunda pencere ve tepeden çatı kırılmalarıyla doğal ışığın içeri alınması sağlanarak rehabilitasyon etkisi yaratılabilir.

• İç mekanlarda dekorasyon objeleri, duvar kağıtları, döşeme malzemeleri, aydınlatma elemanlarının kullanımıyla yaratılacak samimi “eve yakın” ortam görüntüsü aşinalık hissi vererek aidiyeti artırabilir.

• Az katlı ve insan ölçeğine yakın tasarımıyla algılama ve kavranabilirlik artırılarak yaşlının mekan üzerindeki hakimiyeti sağlanabilir.

• Geleceğin yaşlılarının “farklılaşan beklentileri” (teknoloji donanımlı/aktif yaşamı destekleyen/kullanıcıya esneklik sağlayan/otopark içeren yerleşim tarzı gibi) dikkate alınmalıdır.

Kısacası, yaşlılara yönelik tasarım süreci, fiziksel çevre oluşturmanın ötesinde, onların yaşam kalitesinin yükseltilmesine yönelik psikolojik, sosyolojik ve kültürel boyutları da kapsayan, bütünsel bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Bachelard yaşamın özünü, sadece bir var olma duygusu olarak değil, zamana ve sonrasında da mekana bağlı olarak ileri doğru akmakta olan bir düzene katılma, içinde yer alma duygusu olarak tanımlamaktadır.4 Mekan, algısal ve fiziksel özellikleriyle insanın varoluşunda, benliğinin korunmasında, kimliğinin devamında önemli etkilere sahiptir. Yaşanılan mekanların duyusal ve duyuşsal boyuttaki özellikleri davranışsal kimliğin ifadesinde önemli rol oynayabilir. 

Yaşlılar, fiziksel ve ruhsal açıdan diğer yaş gruplarından farklı olarak ele alınması gereken bir kuşaktır. Bu kuşağın kendine has özelliklerinin bulunmasından dolayı “mekan özelliklerinin ve sınırlarının” da farklı olması gerektiği dikkate alınarak bu bağlamda değişen ihtiyaçlarına yönelik, katılımlarının da sağlanacağı “esnek mekan tasarımları” ile mümkün olduğunca “kurumsal imajın” en aza indirgenip, yaşlıların kişisel alanını, mahremiyetini ve özerkliğini “evinde olduğu gibi” kurabileceği şekilde destekleyici yaşam modellerinin tasarlanması önemlidir. 

Sorumluluğumuz yaşlılık deneyimini ruhsal, fiziksel, mekansal olarak daha nitelikli hale getirmek olmalıdır. Tasarımın yaşlı bireylere sağlayacağı; özgürlük/özerklik, bağlanabilirlik/aidiyet, erişebilir/erişilebilir olma, sosyal ilişki/yüksek etkileşim, güvenlik/mahremiyet gibi kavramlar onların yaşam kalitelerini yükseltmeye, mekansal davranış ihtiyaçlarının karşılanmasına ve değişen çevrelerine kolay “uyum” sağlamalarını artırmaya yönelik parametreler olarak rol oynayabilecektir.


1- Lawton, M., L. Nahemow (1973) “Ecology and the aging process”, The psychology of adult development and aging içinde, haz. In C. Eisdorfer, M. P. Lawton, Washington, DC: American Psychological Association, s. 619-674.

2- Ünlü, A. (1998) Çevresel Tasarımda İlk Kavramlar, İstanbul: İ.T.Ü. Baskı Atölyesi.

3- Ünlü, A. (2018) Kişisel görüşme.

4- Bachelard, G. (1969) The Poetics of Space, Boston: Beacon Press.

DÖN