Fotoğraflar: M. Cevahir Akbaş
Metin: Caner Murat Doğançayır, Umut Kocagöz
Saat sabahın 5’i; otobüsler ta uzaklardan geliyor: Muş, Van, Bitlis, Giresun, Niğde, Çorum, Mersin… Türkiye’nin dört bir yanından. Biz de Kadıköy’den kalkıp Esenler Otogarı’na gidiyoruz. Uzun zamandır duyduğumuz bir meseleyi gözlerimizle görmek, aklımızı kurcalayan bir soruya cevap bulmak istiyoruz: Hâlâ eskisi gibi köylerden kentlere gıda tedariği devam ediyor mu? Ediyorsa nasıl ediyor? Bu insanlar kim? Nasıl hikayeleri var?
Esenler Otogarı henüz çok canlı değil. İnsanlar uykusuz, çaylar demli. Otobüsler yavaş yavaş otogara girdikçe heyecanlanıyoruz. Her yanaşan otobüse yaklaşmaya çalışıyoruz, inenleri takip ediyor, ne tür eşyalar getirdiklerini gözlemliyoruz. Yavaş yavaş açılıyor bagajlar, eller uzanıyor paketlere, valizlere, çantalara, kasalara… Önce gözlerimiz şahit oluyor devam eden bu döngüye. Yolcularla, yolcu yakınlarıyla, muavinlerle, firma görevlileriyle, minibüsçülerle muhabbet ediyoruz.
Çoğunlukla mevsim meyve-sebzesi ve ev yapımı salça, turşu ve reçel gibi ürünler, otobüsleri bir tür kargoya dönüştürerek İstanbul’a geliyor. Ürünler kiminin kendi üretimi, kiminin akrabası üretiyor, kimine ise eşdosttan hediye geliyor. Köyden şehre geliyor, şehirde yaşayanın temel gıdası oluyor. Geçimlik ürün yanında hediye de fazla: çam sakızı, çoban armağanı. Ama duyduğumuz kadarıyla belirli bir kesim aile için bu gıda tedariği hayatta kalmak için olmazsa olmaz.
Ürünleri almaya çoklukla kişinin kendisi geliyor. Gelmeyen kişilerin ürünleri “emanete” bırakılıyor, sahibi daha sonra gelip alıyor.
Ürünler her gün geliyor; mevsimine göre, kiraz, elma, fındık, peynir, çökelek… Her otobüs seferinde geliyor mu, bilmiyoruz. Ama her gün çeşit çeşitli ürün geliyor. Belli ki lojistik işi kargolara doğru evrildikçe, otobüs taşımacılığında eşya taşınmasına kısıt geldikçe kayıtdışı gıda tedariği de biçim değiştiriyor. Ancak Esenler Otogarı’na her gün türlü çeşit gıda gelmeye devam ediyor. Bu, bizim yaklaşık iki saatlik gözlemimiz. Konuştuğumuz kişilerden birinin de söylediği gibi: “İstanbul’da hayat belli; burası olmazsa bu aileler nasıl geçinecek? Bu işin devam etmeme gibi bir lüksü var mı?”