Müşterekler üzerine hem akademik/saha araştırmalarının arttığını hem de Türkçe literatürün giderek zenginleştiğini görüyoruz. Aslında beyond.istanbul’un geçmiş sayılarındaki katkılara baktığımızda bile müştereklere ve müşterekleşme deneyimlerine pek çok kere temas edildi, yer açıldı. Bu sayıya sığdığı kadarıyla sözünü ve sesini aktaracağımız iştirakçiler ise hem kendi hayatlarında ve kentlerinde hem de uzmanlık alanlarında muhalefet ve dayanışma pratikleri eylemeye, bu eyleyişleri yorumlamaya ve bilgi üretmeye farklı mecralarda devam etmekte, bilgi aktarımını çoğaltmakta. Peki bu toplamın ve çokluğun içinde bu sayının özgünlüğü hakkında ne diyebiliriz?

Elinizdeki sayıya ilk olarak 13. Karaburun Bilim Kongresi’nin 2018 Baharında “Ne Yapmalı?” sorusu üzerinden kurguladığı tema vesile oldu. Müşterekler tartışmasına ilgi duyanların, bu konuda halihazırda çalışanların, kafa yoranların bu soruya vereceği bir yanıt olduğu düşüncesi ile bir araya gelme iradesi ortaya çıktı. Önce internet ortamında başlayan ilişki Mersin Kültürhane’de fiziksel bir buluşmaya evrildi. Kongre’ye bu fiziksel buluşmada oluşan çalışma grubu ile katıldık. Dört ana aks üzerinde; siyaset, gıda, bilgi ve kent bağlamında geliştirdiğimiz tartışma Karaburun’da bir atölye çalışması şeklinde kamusallaştı. Son olarak da geçtiğimiz Mart ayında yine Kültürhane’de gerçekleşen Müşterekler Okulu ile son halini almış oldu.1 Bu dört boyutlu tartışma çerçevesinde bir araya gelen grup zamanla büyüdü, genişledi. Elinizdeki sayı bu buluşmanın en güncel hali. 

Dünyadan ama ağırlıkla Türkiye’den kooperatif, kampanya, kuruluş tecrübeleri müştereklik halinin nasıl somut bir pratiğe dönüşebildiğine, nasıl işleyebildiğine ve neye hizmet ettiğine dair gözlemi, fikri, yorumu olan geniş bir kesimi bir araya getirmeye çalıştık. Bunu yaparken de farklı disiplinlere misafir oluyoruz; mühendislik, mimari, planlama, ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi, iletişim gibi çok farklı alanlarda bakışı ve analizi bir araya getiren bir çokluğa aracı olmaya çalışıyoruz. Bu aracılığı müşterekler kavramının bir boş gösterene dönüşme riskini akılda tutarak yapıyoruz. Her farklı disiplinin ve araştırmacının kavrama kendi meşrebine göre bir anlam yüklememesine özen göstermeye çalıştık. Bunun yolunu da müşterekler siyasetini belli sabit hedefleri olan bir siyasi program olarak değil, farklı siyasi amaçlara hizmet edebilecek bir araç gibi görme gerekliliği üzerinden temellendiriyoruz. Diğer yandan, tüm deneyim ve tartışmalara yer verdiğimiz iddiasında değiliz elbette. Müşterekler tartışmasının kökenine, evrimine ve pratiklerine dair belli başlı noktaları tartışmaya açabilmek için bu alanda emek verenlerin bazen kalemlerine bazen kelamlarına başvurduk. Meramlarını yazıyla anlatabilecek zamanları olanların katkılarının yanı sıra sözünü mutlaka aktarmak isteyeceklerimizle de röportajlar yapmaya çalıştık. Bu söyleşilerden bir kısmı birlikte gerçekleştirdiğimiz MüşterekYerimiz internet (podcast) yayınlarının deşifresinden ortaya çıktı.2

Tüm bu birliktelikten doğanları ise sayı kapsamında farklı bir kurguda ele almayı istedik. Genelde olduğu gibi kuramsal temellerden pratiklere evrilen bir akış yerine önce kimi deneyimlere odaklanıp sonra onlar ve benzerlerine dair daha siyasal ve teorik tartışmalarla güzergâhımızı desteklemeyi yeğledik. Bu niyetle müştereklerin nasıl bir araç işlevi göreceğine dair somut tecrübeleri incelerken bölümleri birbirine bağlayan ilmekleri daha kavramsal tartışmalar sunan katkılarla belirledik.

Dört ana bölümden oluşan içerikte öncelikle müşterekliğin temel mecralarından biri olan kentlerin son dönemde maruz kaldığı insafsız yağmaya karşın insanları ortaklaştıracak imkânlara hâlâ sahip olduğunu gösteren tecrübelere kulak vermek istiyoruz. Diğer yandan olup bitene refleksif tepki vermenin ötesine kendi gündemleriyle mevcut şartlar içinde yeni yollar ve yöntemler tesis eden tecrübelerin de müşterekler olgusunun vaat ettiklerine dair somut gözlemler sunduğunu düşünüyoruz. Bu seyrin tarihselliğini, baskıcı dönemlerden gelişmiş işbirliği ağlarına giden yolun izlerini en başta Katalonya’ya uzanarak yapıyoruz. O tecrübeyi bir ideal güzergâh olarak değil, yıllar içindeki somut pratiklerin nasıl geliştiğini, kesintiye uğrayabildiğini ve nasıl bir noktaya gelebildiğini gösterdiği için başa aldık ki ilerleyen sayfalarda ağırlayacağımız tecrübelerin ve tartışmaların tarihselliğini de düşünmeye başlayabilelim. Sonra zaten bu ilk bölümde hep memleket sathında kalıyoruz: 100. Yıl Mahallesi İnisiyatifi, Düzce Umut Evleri, Açık Radyo, Sokak Bizim Derneği ve Bostan Hikayeleri Arşivi, Kültürhane, Haliç Dayanışması ve Kalkınma Atölyesi deneyimlerinin vücuda getirdiği müşterekleşme zemini, onları mümkün kılan ilişki üretimleri çıkıyor karşımıza. Bu deneyimler; kolektif emek, katılımcı tasarım, kooperatifleşme, ortak yaşam pratikleri, kamusal alan savunusu, kamuoyu ve mekânın müşterekleşme süreçleri gibi kavram setleri ve pratikler üzerinden ortaklaşıyor.

İkinci bölümde ise öncelikle müşterekler kavramını günümüz siyasal hayatı ve düşüncesinde öne çıkaran gelişmelerle ilişkilendiren, siyasal alanda kavrama bu kadar referans verilmesinin sebeplerini ele alan bir tartışma aksı ortaya çıkıyor. 1990’lı yılların sivil toplum tartışmalarından başlayarak Tekel, Emek, HES, Gezi direnişlerini, işgal hareketlerini, ezcümle neoliberalizmin tıkanıklıklarını ve bunları aşmaya yönelik örgütlenme tecrübelerini müşterekler penceresinden ele alıyoruz. Müştereklerin mekânla, yerel yönetimlerle, siyasal mücadeleler ile ilişkisi hem teorik açılardan hem de deneyimlerin düşündürdükleri ile beraber tartışılıyor. Önceki bölümün somut uğraklarını anlamak adına bu bölümün ilk ilmeğini ise Fırat Genç ile atıyor, müştereklerin mekân ve politika ilişkisini, özgüçlenme zemini olarak karşılaşma anlarının birikme imkânlarını konuşarak kavramı kurcalamaya başlıyoruz. Ardından yeni ortaklaşa inşa süreçlerini keşfetmeyi (Ortaklaşa ekibi), müşterekler siyasetinin bağlamını (Iolanda Bianchi), sivil toplum ve minör siyaset denemeleriyle sahaya bakmayı (Özhan Önder) ve öncü bir örgütlenme deneyimini herkes-için anlayışı ile yeniden düşünmeyi (Eylem Akçay ve Umut Kocagöz) mümkün kılan bu bölümü ise sokakları ve tarlaları, kavramı ve eylemi birlikte tartışarak ayrımların ötesine geçme ihtiyacını vurgulayan Begüm Özden Fırat ile müşterekler tartışmasının güncelliğini sorgulayarak tamamlıyoruz.

Müştereklerin siyasal bir mücadele ve toplumsal bir alternatif olması, bu alana dair bilginin üretilmesi ve paylaşılmasında yeni yöntemlerin gelişimine bağlı. Bilgi müşterekleri siyasal nitelik taşıyan ama bu siyasi boyutunun fark edilebilmesi için teknik bir uzmanlığa dayanan bilginin daha geniş kesimlerce anlaşılabilir dile çevrilebilmesi, o dille paylaşılabilir hale gelmesi gereken bir alan. Bu süreci bir müşterekleşme süreci olarak gören yazılar ise üçüncü bölümü oluşturmakta. Sivil veri ağları, haritalar ve ağ haritalarına dair tartışmalar müştereklerin bu boyutunu ele almayı amaçlıyor. Öncelikle sivil veri müştereklerinin açacağı imkânları ve işleyişini öğreniyor (Burak Arıkan), ardından Türkiye’de kaybın verisini tutan enkazbilim faaliyetlerini enine boyuna tartışıyoruz (Aslı Odman). Enkaz, kayıp derken kuyruğu dik tutmak adına yeniden bir nefes alıyor ve kırda ve kentte hak mücadelelerini haritalandıran Umut Arşivi’nin kapısını aralıyoruz (Yaşar Adnan Adanalı).

Son bölümde ise Müşterekler deyince ilk akla gelen doğal kaynakların, insanın yaşamı ile doğrudan ilişkili tarım ve beslenme alanlarının tahribatını alternatif üretim ve tartışma eksenleri üzerinden ele alıyoruz. Gıda egemenliği kavramının işaret ettiği tohumdan tüketime kadar geçen sürecin tarımsal alanda, meraların değişiminde, organik üretim tartışmalarında, tohum takaslarında kendini gösterdiğini görüyoruz. İlk ilmeği ekolojik müşerekler bağlamında meraya ve İzmir kırsalına uzanarak atıyoruz (Dalya Hazar). Ardından organik tarıma, pazarlara, atalık tohumlara ve üretici-tüketici ağına yönelik yıllar içinde biriken Buğday Derneği deneyimlerini ele alıyoruz. Gıdayı bir müşterek olarak ele alan araştırmaları ve çocukları da bu bağlamda müştereğimiz olarak kabul etme önermesiyle #çocuklarzehirlenmesin kampanyasını ve yaklaşımını dinliyoruz (Bülent Şık). Ardından sağlıklı, adil ve yerel gıdanın üretimini ve küçük üreticiyi desteklerken kendi işleyişini de bir yandan keşfedip inşa eden Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi’nin kendisini bir müşterekleştirme pratiği olarak nasıl tanımladığını öğreniyoruz. Bu bölümün son katkısı ise organik tarımın Türkiye’yi besleyebileceği iddiası, infografiklerle desteklenen kapsamlı araştırma çıktıları ve bilgisini müşterekleştirme çabası (Yonca Demir).

Ve nihayet son ilmeği atıyor, emek ve kamusallık üzerinden müştereği tartışan Yalçın Göymen’in yazısıyla “yarını bugünden kurabilmek için burada ve şu anda olma yükümlülüğümüzü” hatırlıyoruz. Bu sayı bu yükümlülüğün yerine getirilmesine vesile olmak amacıyla dünü anlamak, bugünü yorumlamak ve yarının hayalini kurmak için gereken hayalgücü, dayanışma ve cesarete dair küçük bir ilham vermek, buna vesile olmak gayesiyle kurgulandı. 

Biraz olsun yaklaşabildiysek muradımıza, ne mutlu… 


1- Kültürhane’de düzenlenen her iki etkinlik de Friedrich Ebert Stiftung Derneği’nin desteği ile gerçekleştirilmiştir. 

2- Söyleşilerin kayıtlarına sayfaları içerisinde yer verilen karekodları okutarak erişebilirsiniz.

Müşterekler üzerine hem akademik/saha araştırmalarının arttığını hem de Türkçe literatürün giderek zenginleştiğini görüyoruz. Aslında beyond.istanbul’un geçmiş sayılarındaki katkılara baktığımızda bile müştereklere ve müşterekleşme deneyimlerine pek çok kere temas edildi, yer açıldı. Bu sayıya sığdığı kadarıyla sözünü ve sesini aktaracağımız iştirakçiler ise hem kendi hayatlarında ve kentlerinde hem de uzmanlık alanlarında muhalefet ve dayanışma pratikleri eylemeye, bu eyleyişleri yorumlamaya ve bilgi üretmeye farklı mecralarda devam etmekte, bilgi aktarımını çoğaltmakta. Peki bu toplamın ve çokluğun içinde bu sayının özgünlüğü hakkında ne diyebiliriz?

Elinizdeki sayıya ilk olarak 13. Karaburun Bilim Kongresi’nin 2018 Baharında “Ne Yapmalı?” sorusu üzerinden kurguladığı tema vesile oldu. Müşterekler tartışmasına ilgi duyanların, bu konuda halihazırda çalışanların, kafa yoranların bu soruya vereceği bir yanıt olduğu düşüncesi ile bir araya gelme iradesi ortaya çıktı. Önce internet ortamında başlayan ilişki Mersin Kültürhane’de fiziksel bir buluşmaya evrildi. Kongre’ye bu fiziksel buluşmada oluşan çalışma grubu ile katıldık. Dört ana aks üzerinde; siyaset, gıda, bilgi ve kent bağlamında geliştirdiğimiz tartışma Karaburun’da bir atölye çalışması şeklinde kamusallaştı. Son olarak da geçtiğimiz Mart ayında yine Kültürhane’de gerçekleşen Müşterekler Okulu ile son halini almış oldu.1 Bu dört boyutlu tartışma çerçevesinde bir araya gelen grup zamanla büyüdü, genişledi. Elinizdeki sayı bu buluşmanın en güncel hali. 

Dünyadan ama ağırlıkla Türkiye’den kooperatif, kampanya, kuruluş tecrübeleri müştereklik halinin nasıl somut bir pratiğe dönüşebildiğine, nasıl işleyebildiğine ve neye hizmet ettiğine dair gözlemi, fikri, yorumu olan geniş bir kesimi bir araya getirmeye çalıştık. Bunu yaparken de farklı disiplinlere misafir oluyoruz; mühendislik, mimari, planlama, ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi, iletişim gibi çok farklı alanlarda bakışı ve analizi bir araya getiren bir çokluğa aracı olmaya çalışıyoruz. Bu aracılığı müşterekler kavramının bir boş gösterene dönüşme riskini akılda tutarak yapıyoruz. Her farklı disiplinin ve araştırmacının kavrama kendi meşrebine göre bir anlam yüklememesine özen göstermeye çalıştık. Bunun yolunu da müşterekler siyasetini belli sabit hedefleri olan bir siyasi program olarak değil, farklı siyasi amaçlara hizmet edebilecek bir araç gibi görme gerekliliği üzerinden temellendiriyoruz. Diğer yandan, tüm deneyim ve tartışmalara yer verdiğimiz iddiasında değiliz elbette. Müşterekler tartışmasının kökenine, evrimine ve pratiklerine dair belli başlı noktaları tartışmaya açabilmek için bu alanda emek verenlerin bazen kalemlerine bazen kelamlarına başvurduk. Meramlarını yazıyla anlatabilecek zamanları olanların katkılarının yanı sıra sözünü mutlaka aktarmak isteyeceklerimizle de röportajlar yapmaya çalıştık. Bu söyleşilerden bir kısmı birlikte gerçekleştirdiğimiz MüşterekYerimiz internet (podcast) yayınlarının deşifresinden ortaya çıktı.2

Tüm bu birliktelikten doğanları ise sayı kapsamında farklı bir kurguda ele almayı istedik. Genelde olduğu gibi kuramsal temellerden pratiklere evrilen bir akış yerine önce kimi deneyimlere odaklanıp sonra onlar ve benzerlerine dair daha siyasal ve teorik tartışmalarla güzergâhımızı desteklemeyi yeğledik. Bu niyetle müştereklerin nasıl bir araç işlevi göreceğine dair somut tecrübeleri incelerken bölümleri birbirine bağlayan ilmekleri daha kavramsal tartışmalar sunan katkılarla belirledik.

Dört ana bölümden oluşan içerikte öncelikle müşterekliğin temel mecralarından biri olan kentlerin son dönemde maruz kaldığı insafsız yağmaya karşın insanları ortaklaştıracak imkânlara hâlâ sahip olduğunu gösteren tecrübelere kulak vermek istiyoruz. Diğer yandan olup bitene refleksif tepki vermenin ötesine kendi gündemleriyle mevcut şartlar içinde yeni yollar ve yöntemler tesis eden tecrübelerin de müşterekler olgusunun vaat ettiklerine dair somut gözlemler sunduğunu düşünüyoruz. Bu seyrin tarihselliğini, baskıcı dönemlerden gelişmiş işbirliği ağlarına giden yolun izlerini en başta Katalonya’ya uzanarak yapıyoruz. O tecrübeyi bir ideal güzergâh olarak değil, yıllar içindeki somut pratiklerin nasıl geliştiğini, kesintiye uğrayabildiğini ve nasıl bir noktaya gelebildiğini gösterdiği için başa aldık ki ilerleyen sayfalarda ağırlayacağımız tecrübelerin ve tartışmaların tarihselliğini de düşünmeye başlayabilelim. Sonra zaten bu ilk bölümde hep memleket sathında kalıyoruz: 100. Yıl Mahallesi İnisiyatifi, Düzce Umut Evleri, Açık Radyo, Sokak Bizim Derneği ve Bostan Hikayeleri Arşivi, Kültürhane, Haliç Dayanışması ve Kalkınma Atölyesi deneyimlerinin vücuda getirdiği müşterekleşme zemini, onları mümkün kılan ilişki üretimleri çıkıyor karşımıza. Bu deneyimler; kolektif emek, katılımcı tasarım, kooperatifleşme, ortak yaşam pratikleri, kamusal alan savunusu, kamuoyu ve mekânın müşterekleşme süreçleri gibi kavram setleri ve pratikler üzerinden ortaklaşıyor.

İkinci bölümde ise öncelikle müşterekler kavramını günümüz siyasal hayatı ve düşüncesinde öne çıkaran gelişmelerle ilişkilendiren, siyasal alanda kavrama bu kadar referans verilmesinin sebeplerini ele alan bir tartışma aksı ortaya çıkıyor. 1990’lı yılların sivil toplum tartışmalarından başlayarak Tekel, Emek, HES, Gezi direnişlerini, işgal hareketlerini, ezcümle neoliberalizmin tıkanıklıklarını ve bunları aşmaya yönelik örgütlenme tecrübelerini müşterekler penceresinden ele alıyoruz. Müştereklerin mekânla, yerel yönetimlerle, siyasal mücadeleler ile ilişkisi hem teorik açılardan hem de deneyimlerin düşündürdükleri ile beraber tartışılıyor. Önceki bölümün somut uğraklarını anlamak adına bu bölümün ilk ilmeğini ise Fırat Genç ile atıyor, müştereklerin mekân ve politika ilişkisini, özgüçlenme zemini olarak karşılaşma anlarının birikme imkânlarını konuşarak kavramı kurcalamaya başlıyoruz. Ardından yeni ortaklaşa inşa süreçlerini keşfetmeyi (Ortaklaşa ekibi), müşterekler siyasetinin bağlamını (Iolanda Bianchi), sivil toplum ve minör siyaset denemeleriyle sahaya bakmayı (Özhan Önder) ve öncü bir örgütlenme deneyimini herkes-için anlayışı ile yeniden düşünmeyi (Eylem Akçay ve Umut Kocagöz) mümkün kılan bu bölümü ise sokakları ve tarlaları, kavramı ve eylemi birlikte tartışarak ayrımların ötesine geçme ihtiyacını vurgulayan Begüm Özden Fırat ile müşterekler tartışmasının güncelliğini sorgulayarak tamamlıyoruz.

Müştereklerin siyasal bir mücadele ve toplumsal bir alternatif olması, bu alana dair bilginin üretilmesi ve paylaşılmasında yeni yöntemlerin gelişimine bağlı. Bilgi müşterekleri siyasal nitelik taşıyan ama bu siyasi boyutunun fark edilebilmesi için teknik bir uzmanlığa dayanan bilginin daha geniş kesimlerce anlaşılabilir dile çevrilebilmesi, o dille paylaşılabilir hale gelmesi gereken bir alan. Bu süreci bir müşterekleşme süreci olarak gören yazılar ise üçüncü bölümü oluşturmakta. Sivil veri ağları, haritalar ve ağ haritalarına dair tartışmalar müştereklerin bu boyutunu ele almayı amaçlıyor. Öncelikle sivil veri müştereklerinin açacağı imkânları ve işleyişini öğreniyor (Burak Arıkan), ardından Türkiye’de kaybın verisini tutan enkazbilim faaliyetlerini enine boyuna tartışıyoruz (Aslı Odman). Enkaz, kayıp derken kuyruğu dik tutmak adına yeniden bir nefes alıyor ve kırda ve kentte hak mücadelelerini haritalandıran Umut Arşivi’nin kapısını aralıyoruz (Yaşar Adnan Adanalı).

Son bölümde ise Müşterekler deyince ilk akla gelen doğal kaynakların, insanın yaşamı ile doğrudan ilişkili tarım ve beslenme alanlarının tahribatını alternatif üretim ve tartışma eksenleri üzerinden ele alıyoruz. Gıda egemenliği kavramının işaret ettiği tohumdan tüketime kadar geçen sürecin tarımsal alanda, meraların değişiminde, organik üretim tartışmalarında, tohum takaslarında kendini gösterdiğini görüyoruz. İlk ilmeği ekolojik müşerekler bağlamında meraya ve İzmir kırsalına uzanarak atıyoruz (Dalya Hazar). Ardından organik tarıma, pazarlara, atalık tohumlara ve üretici-tüketici ağına yönelik yıllar içinde biriken Buğday Derneği deneyimlerini ele alıyoruz. Gıdayı bir müşterek olarak ele alan araştırmaları ve çocukları da bu bağlamda müştereğimiz olarak kabul etme önermesiyle #çocuklarzehirlenmesin kampanyasını ve yaklaşımını dinliyoruz (Bülent Şık). Ardından sağlıklı, adil ve yerel gıdanın üretimini ve küçük üreticiyi desteklerken kendi işleyişini de bir yandan keşfedip inşa eden Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi’nin kendisini bir müşterekleştirme pratiği olarak nasıl tanımladığını öğreniyoruz. Bu bölümün son katkısı ise organik tarımın Türkiye’yi besleyebileceği iddiası, infografiklerle desteklenen kapsamlı araştırma çıktıları ve bilgisini müşterekleştirme çabası (Yonca Demir).

Ve nihayet son ilmeği atıyor, emek ve kamusallık üzerinden müştereği tartışan Yalçın Göymen’in yazısıyla “yarını bugünden kurabilmek için burada ve şu anda olma yükümlülüğümüzü” hatırlıyoruz. Bu sayı bu yükümlülüğün yerine getirilmesine vesile olmak amacıyla dünü anlamak, bugünü yorumlamak ve yarının hayalini kurmak için gereken hayalgücü, dayanışma ve cesarete dair küçük bir ilham vermek, buna vesile olmak gayesiyle kurgulandı. 

Biraz olsun yaklaşabildiysek muradımıza, ne mutlu… 


1- Kültürhane’de düzenlenen her iki etkinlik de Friedrich Ebert Stiftung Derneği’nin desteği ile gerçekleştirilmiştir. 

2- Söyleşilerin kayıtlarına sayfaları içerisinde yer verilen karekodları okutarak erişebilirsiniz.

DÖN