26 Mayıs 2017’de Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün Facebook sayfasından paylaşılan bir mesajda Maçka Parkı’nda öpüşen iki LGBTİ+ bireyin parkın güvenlik görevlileri tarafından saldırıya uğradığı belirtildi.1 30 Temmuz tarihli bir başka habere göre yine Maçka Parkı’nda bir kadın, kıyafetinin uygunsuz olduğu gerekçesiyle güvenlik görevlisi tarafından parktan dışarı atılmak istendi.2 Cinsiyet temelli bu saldırılar, toplumun her kesimine açık olması gereken park ve bahçelerin durumunu gösteren güncel örneklerdir.

Şehrin en önemli yeşil alanlarından olan park ve bahçelere toplumun farklı kesimlerinin erişim hakkının sınırlı olması veya bulunmamasının birçok sebebi olabilir. Sosyo-ekonomik durumla ilişkili olabileceği gibi yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere cinsiyet temelli bir ayrımcılıkla ilişkili de olabilir. Mekandaki cinsiyet temelli ayrımcılık kuşkusuz sadece günümüze ait değil. Güncel örneklerle başladığım yazının devamında, 19. yüzyıl İstanbulu’nda mesire alanlarının ve parkların kadınlar tarafından nasıl kullanıldığına, kadınların bu alanları kullanmasıyla ilgili devletin yaptığı düzenlemelere ve bunların imparatorluğun son yıllarına doğru nasıl değiştiğine bakacağım. Günümüzde kadınların ve LGBTİ+ bireylerin kentin yeşil alanlarında karşılaştığı problemlere ufak da olsa tarihsel bir arka plan getirmeyi umuyorum.

Osmanlı İmparatorluğu’nun mesire alanlarıyla ilgili kaygılarından bir tanesi kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasıdır. Mesire alanlarıyla ilgili belgelerin büyük çoğunluğu kadınlarla ilişkilidir. Kadınların kıyafetleri, mesire alanlarına olan ulaşımları ve mesire alanlarındaki kadın-erkek ayrımı ele alınmaktadır. 

Kıyafet meselesine açıklık getirmek konuyu daha iyi anlamak için önemlidir. Kıyafetlerle ilgili düzenlemeler sadece kadınlarla veya kadınların parklardaki durumuyla sınırlı değildi. Osmanlı’da kıyafetler sosyal statü göstergesi olarak kabul edildikleri için gayrimüslim ve Müslüman erkeklerin de sosyal ve dini durumlarına göre giyebilecekleri veya giyemeyecekleri kıyafetler vardı.3 İkinci olarak, kadınların kamusal alandaki görünürlüklerine dair Osmanlı tarihinde farklı fikirler ve düzenlemeler bulunmaktaydı.4 Bu çerçevede, mesire alanlarında kadınların kıyafetlerinin ve görünürlüklerinin mevzubahis olması çok şaşırtıcı değildir. Burada benim vurgulamak istediğim mesele ise mesire ve modern parklarla ilgili arşivdeki belgelerin birçoğunun kadınların kılık kıyafetiyle veya görünürlüğüyle ilişkili olmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun, tenezzüh5 ve teferrüç6 mekanlarını, yani mesire ve parkları, kadınlar üzerinden değerlendirdiğini söylemek mümkündür. 

19. yüzyılla birlikte mesire alanlarının kullanımına ilişkin kuralları belirleyen Tenbihname denilen düzenlemelerden biri 1852 yılında Meclis-i Vâlâ tarafından hazırlanıp Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Havadis gibi gazetelerde yayımlanmıştır. Tenbihname’nin başlangıcında, insanların yeşil alanlara gidip oralardan istifade etmesi insan tabiatının en temel ihtiyaçlarından biri olarak belirtilmiş ve buralara gidilmesi için herkese devlet tarafından izin verildiği söylenmiştir. Daha sonra insanların mesirelerdeki davranışları üzerinde durulmuş ve kadın-erkek ayrımına dikkat çekilmiştir. Bazı mesirelerde kadınların kullanımına özel bir gün veya günler tahsis edildiği gibi bazılarında da gün ayrımı yapılmaksızın kadın ve erkeklerin kabul edildiği ancak farklı yerlerde oturmalarını şart koşan bir düzenleme getirildiği görülmektedir. Tenbihname’deki kuralların uygulanması ve kontrolün sağlanması için de görevlilerin bulunacağı belirtilmiştir. Bu kuralların ne kadar ve nasıl uygulandığını bilmesek de devletin mesire alanlarında kadın-erkek ilişkilerine oldukça önem verdiğini söyleyebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğu’nda modern anlamdaki park ve bahçelerin ortaya çıkışıyla beraber kentteki yeşil alan kullanımıyla ilgili yeni pratikler ve anlayışlar da gelişmiştir. Modern anlamdaki ilk park 1864 yılında planlanan ve 1870 yılında açılan Taksim Bahçesi’dir. Taksim Bahçesi, Gezi olaylarında gündeme gelen Topçu Kışlası’nın hemen yanında bulunan Hıristiyan mezarlığının Feriköy’e taşınmasıyla açılan arazi üzerine inşa edilmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısında açılan bir başka park olan Tepebaşı Bahçesi ise Tepebaşı’nda bulunan Müslüman mezarlığının üzerine yapılmıştı. Bu bahçelere girişin ücretli olması bahçelerin erişilebilirliğini kısıtlayan etkenlerden biriydi. Ayrıca Müslüman kadınların bu parklara girmesi hoş karşılanmamaktaydı. Tepebaşı Bahçesi’ndeki yasağa dair net bir kaynağa ulaşamasam da bahçeyle ilgili hatıralarda ve romanlarda Müslüman kadın karakterlere rastlanmamaktadır. Taksim Bahçesi’nde ise Müslüman kadınların parkta araba içinde veya yaya olarak dolaşmaları yasaktı.7 3 Haziran 1913’te Kadınlar Dünyası dergisinde “Taksim Belediye Bahçesi” başlığıyla yayımlanan yazıda8 Taksim Bahçesi’nin güzellikleri anlatılırken her betimleme “erkeklerimizden işitiyoruz ki” vurgusuyla başlamakta, Müslüman kadınların var olmadığını vurgulamakta ve bu durum eleştirilmektedir. 

1913 yılında dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Cemil (Topuzlu) Paşa tarafından açılan Gülhane Parkı’nın Taksim ve Tepebaşı bahçelerine göre erişilebilirliği daha fazlaydı. Öncelikle Gülhane Parkı’na giriş ücretinin bulunmaması parka erişilebilirliği daha adil bir hâle getirmekteydi. İkinci olarak, yapılan itirazlara ve muhalefetlere rağmen Gülhane Parkı’na kadınların ve erkeklerin birlikte girmelerine izin verilmişti.9 Gülhane Parkı’nın açılması Tanin gazetesinde “İstanbul’da Medeni Bir Hayat Başlangıcı” başlıklı bir yazıyla duyurulmuştu.10 Bahçe ve mesire alanlarının kullanım şekliyle ilgili önceki emir ve nizamnamelere benzer bir şekilde, bu yazının temel konularından biri de parktaki kadın-erkek ilişkileriydi. Önceki yazılardan farklı olarak Tanin’deki bu yazı, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasını problem etmemekte, medeni bir hayatın gereği olarak görmektedir.

Fotoğraf: Gülhane Parkı içinde bulunan İ. Ahmet Çeşmesi Abdullah Freres, Salt Research

Bununla beraber, aynı yazıda kadınlara eşleri, babaları veya erkek kardeşleri ile birlikte gitmeleri tavsiye edilmiş, böylelikle daha az tacize maruz kalacakları belirtilmiştir. Tanin gazetesindeki yazı, kadınların kamusal alanda, özellikle de dinlence mekanı olan mesirelerde ve parklarda görünür olmasını toplumun düzenine aykırı bulan bir anlayıştan kadınların erkeklerle beraber görünür olmasını medeniyetin bir göstergesi olarak kabul eden anlayışa geçildiğinin göstergesidir. Şiddetli muhalefete ve eleştirilere rağmen gerçekleşen bu değişiklikte yine de patriarkal ilişkiler savunulmaya devam etmekteydi. Kadınların Gülhane Parkı’na yalnız gitmeleri tavsiye edilmiyor, erkek akrabalarıyla birlikte, onların himayesi altında gitmeleri tavsiye ediliyordu. Kentin tenezzüh yerleri olan mesireler, bahçeler ve parklar bir yandan halkın en temel ihtiyacı olarak ifade edilirken bir yandan da kadınların ve erkeklerin bir araya gelebileceği, toplum ahlakının ve düzeninin zarar görebileceği bir mekan olarak algılanmaktaydı. Bu ikilem içerisinde, Osmanlı İmparatorluğu özellikle 19. yüzyılda bir yandan yeni bahçe ve parklar yaparak kentin ortasında insanların dinlenmesi için yeşil alanlar oluştururken bir yandan da toplumun hiyerarşik yapısına zarar vereceğini düşündüğü kadın-erkek birlikteliğini engellemeye ve kontrol altında tutmaya çalışmaktaydı.

Parklardaki ve mesirelerdeki kadınların durumuna dair bilgi veren bir diğer kaynak türü ise şüphesiz dönemin romanlarıdır. Taksim Bahçesi’ni Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah ile Yorgos Theotokas’ın Leonis; Çamlıca Bahçesi’ni Namık Kemal’in İntibah ile Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası; Tepebaşı Bahçesi’ni Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayal İçinde romanları üzerinden değerlendirdiğimizde aşk hikâyelerinin bu parkların etrafında döndüğünü, parka giden kadınların ahlaki yönden zayıf olduklarını ve erkekleri “yoldan çıkardıklarını” görüyoruz. Veya parka gitme alışkanlığından dolayı işlerini aksatan (ve böylece toplumsal düzeni bozan) karakterler olarak betimlemiştir. 

Maçka Parkı’nda yaşanan cinsiyet temelli saldırıları bu tarihsel bağlamda değerlendirmek gerekir. Amacım 19. yüzyıldaki olaylar ile 21. yüzyıldaki olaylar arasında doğrudan bir ilişki kurmak değildir. Günümüzde park ve bahçelere erişimin nasıl olduğuna ve kadınlar ile LGBTİ+ bireylerin park ve bahçeler gibi kentin dinlence ve eğlence yerlerindeki deneyimlerine bakarken tarihsel olarak park ve bahçelerin nasıl algılandığı ve kadınların bu mekanlarla ilgili tecrübelerinin neler olduğunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. Bir kentin sahip olduğu yeşil alan miktarının yanı sıra o alanlara kimlerin erişiminin olduğu, hangi yaşam tarzlarının kabul edilip edilmediği, inşa edilmiş bu yeşil alanlarda (park ve bahçeler) devletin veya belediyenin kontrolü altında nasıl bir kamusal alan tasavvur edildiği üzerine düşünmenin önemli olduğu kanaatindeyim.


1- Cumhuriyet (2017, 27 Mayıs) “İBB Özel Güvenlik Görevlileri LGBTİ Bireylere Saldırdı”, www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/749194/iBB_ozel_guvenlik_gorevlileri_LGBTi_bireylere_saldirdi.html (Erişim tarihi: 30 Temmuz 2017).

2- Diken (2017, 30 Temmuz) “Maçka Parkı’nda Güvenlikçi, Bir Kadını ‘Bu Kıyafetle Gezemezsin’ Deyip Atmaya Kalktı”, www.diken.com.tr/macka-parkinda-guvenlikci-bir-kadini-bu-kiyafetle-gezemezsin-deyip-atmaya-kalkti/ (Erişim tarihi: 30 Temmuz 2017).

3- Quataert, D. (1997), “Clothing Laws, State, and Society in the Ottoman Empire, 1820-1829”, International Journal of Middle East Studies, Cambridge University Press, 29(3): 407. 

4- Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Köksal, D. ve A. Falierou (haz., 2013), “Introduction”, A Social History of Late Ottoman Women: New Perspectives içinde, Leiden: Brill Publisher, s. 11-12; Thompson, E. (2003) “The Public and the Private in Middle Eastern Women’s History”, Journal of Women’s History, 15(1): 52-69; Ambros, E. G., vd. (2018), “Ottoman Women in Public Space: An Introduction”, Ottoman Women in Public Space içinde, haz. E. Bayar, K. Fleet, Leiden: Brill Publisher, s. 1-17; Düzdağ, M. E. (1972), Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, s. 55; Peirce, L. P. (1993), The Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, New York: Oxford University Press, s. 270. 

5- “Gezinti” anlamına gelen eski Türkçe kelime. 

6- “Ferahlama” anlamına gelen eski Türkçe kelime. 

7- Çelik, Z. (2016), 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, çev. S. Deringil, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 58. 

8- Kadınlar Dünyası (1331), “Taksim Belediye Bahçesi”, 142: 2. 

9- Topuzlu, C. (1951), 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul: Güven, s. 136. 

10- Tanin gazetesi (1913, 7 Ekim), “İstanbul’da Medeni Bir Hayat Başlangıcı”.

26 Mayıs 2017’de Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün Facebook sayfasından paylaşılan bir mesajda Maçka Parkı’nda öpüşen iki LGBTİ+ bireyin parkın güvenlik görevlileri tarafından saldırıya uğradığı belirtildi.1 30 Temmuz tarihli bir başka habere göre yine Maçka Parkı’nda bir kadın, kıyafetinin uygunsuz olduğu gerekçesiyle güvenlik görevlisi tarafından parktan dışarı atılmak istendi.2 Cinsiyet temelli bu saldırılar, toplumun her kesimine açık olması gereken park ve bahçelerin durumunu gösteren güncel örneklerdir.

Şehrin en önemli yeşil alanlarından olan park ve bahçelere toplumun farklı kesimlerinin erişim hakkının sınırlı olması veya bulunmamasının birçok sebebi olabilir. Sosyo-ekonomik durumla ilişkili olabileceği gibi yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere cinsiyet temelli bir ayrımcılıkla ilişkili de olabilir. Mekandaki cinsiyet temelli ayrımcılık kuşkusuz sadece günümüze ait değil. Güncel örneklerle başladığım yazının devamında, 19. yüzyıl İstanbulu’nda mesire alanlarının ve parkların kadınlar tarafından nasıl kullanıldığına, kadınların bu alanları kullanmasıyla ilgili devletin yaptığı düzenlemelere ve bunların imparatorluğun son yıllarına doğru nasıl değiştiğine bakacağım. Günümüzde kadınların ve LGBTİ+ bireylerin kentin yeşil alanlarında karşılaştığı problemlere ufak da olsa tarihsel bir arka plan getirmeyi umuyorum.

Osmanlı İmparatorluğu’nun mesire alanlarıyla ilgili kaygılarından bir tanesi kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasıdır. Mesire alanlarıyla ilgili belgelerin büyük çoğunluğu kadınlarla ilişkilidir. Kadınların kıyafetleri, mesire alanlarına olan ulaşımları ve mesire alanlarındaki kadın-erkek ayrımı ele alınmaktadır. 

Kıyafet meselesine açıklık getirmek konuyu daha iyi anlamak için önemlidir. Kıyafetlerle ilgili düzenlemeler sadece kadınlarla veya kadınların parklardaki durumuyla sınırlı değildi. Osmanlı’da kıyafetler sosyal statü göstergesi olarak kabul edildikleri için gayrimüslim ve Müslüman erkeklerin de sosyal ve dini durumlarına göre giyebilecekleri veya giyemeyecekleri kıyafetler vardı.3 İkinci olarak, kadınların kamusal alandaki görünürlüklerine dair Osmanlı tarihinde farklı fikirler ve düzenlemeler bulunmaktaydı.4 Bu çerçevede, mesire alanlarında kadınların kıyafetlerinin ve görünürlüklerinin mevzubahis olması çok şaşırtıcı değildir. Burada benim vurgulamak istediğim mesele ise mesire ve modern parklarla ilgili arşivdeki belgelerin birçoğunun kadınların kılık kıyafetiyle veya görünürlüğüyle ilişkili olmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun, tenezzüh5 ve teferrüç6 mekanlarını, yani mesire ve parkları, kadınlar üzerinden değerlendirdiğini söylemek mümkündür. 

19. yüzyılla birlikte mesire alanlarının kullanımına ilişkin kuralları belirleyen Tenbihname denilen düzenlemelerden biri 1852 yılında Meclis-i Vâlâ tarafından hazırlanıp Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Havadis gibi gazetelerde yayımlanmıştır. Tenbihname’nin başlangıcında, insanların yeşil alanlara gidip oralardan istifade etmesi insan tabiatının en temel ihtiyaçlarından biri olarak belirtilmiş ve buralara gidilmesi için herkese devlet tarafından izin verildiği söylenmiştir. Daha sonra insanların mesirelerdeki davranışları üzerinde durulmuş ve kadın-erkek ayrımına dikkat çekilmiştir. Bazı mesirelerde kadınların kullanımına özel bir gün veya günler tahsis edildiği gibi bazılarında da gün ayrımı yapılmaksızın kadın ve erkeklerin kabul edildiği ancak farklı yerlerde oturmalarını şart koşan bir düzenleme getirildiği görülmektedir. Tenbihname’deki kuralların uygulanması ve kontrolün sağlanması için de görevlilerin bulunacağı belirtilmiştir. Bu kuralların ne kadar ve nasıl uygulandığını bilmesek de devletin mesire alanlarında kadın-erkek ilişkilerine oldukça önem verdiğini söyleyebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğu’nda modern anlamdaki park ve bahçelerin ortaya çıkışıyla beraber kentteki yeşil alan kullanımıyla ilgili yeni pratikler ve anlayışlar da gelişmiştir. Modern anlamdaki ilk park 1864 yılında planlanan ve 1870 yılında açılan Taksim Bahçesi’dir. Taksim Bahçesi, Gezi olaylarında gündeme gelen Topçu Kışlası’nın hemen yanında bulunan Hıristiyan mezarlığının Feriköy’e taşınmasıyla açılan arazi üzerine inşa edilmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısında açılan bir başka park olan Tepebaşı Bahçesi ise Tepebaşı’nda bulunan Müslüman mezarlığının üzerine yapılmıştı. Bu bahçelere girişin ücretli olması bahçelerin erişilebilirliğini kısıtlayan etkenlerden biriydi. Ayrıca Müslüman kadınların bu parklara girmesi hoş karşılanmamaktaydı. Tepebaşı Bahçesi’ndeki yasağa dair net bir kaynağa ulaşamasam da bahçeyle ilgili hatıralarda ve romanlarda Müslüman kadın karakterlere rastlanmamaktadır. Taksim Bahçesi’nde ise Müslüman kadınların parkta araba içinde veya yaya olarak dolaşmaları yasaktı.7 3 Haziran 1913’te Kadınlar Dünyası dergisinde “Taksim Belediye Bahçesi” başlığıyla yayımlanan yazıda8 Taksim Bahçesi’nin güzellikleri anlatılırken her betimleme “erkeklerimizden işitiyoruz ki” vurgusuyla başlamakta, Müslüman kadınların var olmadığını vurgulamakta ve bu durum eleştirilmektedir. 

1913 yılında dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Cemil (Topuzlu) Paşa tarafından açılan Gülhane Parkı’nın Taksim ve Tepebaşı bahçelerine göre erişilebilirliği daha fazlaydı. Öncelikle Gülhane Parkı’na giriş ücretinin bulunmaması parka erişilebilirliği daha adil bir hâle getirmekteydi. İkinci olarak, yapılan itirazlara ve muhalefetlere rağmen Gülhane Parkı’na kadınların ve erkeklerin birlikte girmelerine izin verilmişti.9 Gülhane Parkı’nın açılması Tanin gazetesinde “İstanbul’da Medeni Bir Hayat Başlangıcı” başlıklı bir yazıyla duyurulmuştu.10 Bahçe ve mesire alanlarının kullanım şekliyle ilgili önceki emir ve nizamnamelere benzer bir şekilde, bu yazının temel konularından biri de parktaki kadın-erkek ilişkileriydi. Önceki yazılardan farklı olarak Tanin’deki bu yazı, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasını problem etmemekte, medeni bir hayatın gereği olarak görmektedir.

Fotoğraf: Gülhane Parkı içinde bulunan İ. Ahmet Çeşmesi Abdullah Freres, Salt Research

Bununla beraber, aynı yazıda kadınlara eşleri, babaları veya erkek kardeşleri ile birlikte gitmeleri tavsiye edilmiş, böylelikle daha az tacize maruz kalacakları belirtilmiştir. Tanin gazetesindeki yazı, kadınların kamusal alanda, özellikle de dinlence mekanı olan mesirelerde ve parklarda görünür olmasını toplumun düzenine aykırı bulan bir anlayıştan kadınların erkeklerle beraber görünür olmasını medeniyetin bir göstergesi olarak kabul eden anlayışa geçildiğinin göstergesidir. Şiddetli muhalefete ve eleştirilere rağmen gerçekleşen bu değişiklikte yine de patriarkal ilişkiler savunulmaya devam etmekteydi. Kadınların Gülhane Parkı’na yalnız gitmeleri tavsiye edilmiyor, erkek akrabalarıyla birlikte, onların himayesi altında gitmeleri tavsiye ediliyordu. Kentin tenezzüh yerleri olan mesireler, bahçeler ve parklar bir yandan halkın en temel ihtiyacı olarak ifade edilirken bir yandan da kadınların ve erkeklerin bir araya gelebileceği, toplum ahlakının ve düzeninin zarar görebileceği bir mekan olarak algılanmaktaydı. Bu ikilem içerisinde, Osmanlı İmparatorluğu özellikle 19. yüzyılda bir yandan yeni bahçe ve parklar yaparak kentin ortasında insanların dinlenmesi için yeşil alanlar oluştururken bir yandan da toplumun hiyerarşik yapısına zarar vereceğini düşündüğü kadın-erkek birlikteliğini engellemeye ve kontrol altında tutmaya çalışmaktaydı.

Parklardaki ve mesirelerdeki kadınların durumuna dair bilgi veren bir diğer kaynak türü ise şüphesiz dönemin romanlarıdır. Taksim Bahçesi’ni Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah ile Yorgos Theotokas’ın Leonis; Çamlıca Bahçesi’ni Namık Kemal’in İntibah ile Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası; Tepebaşı Bahçesi’ni Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayal İçinde romanları üzerinden değerlendirdiğimizde aşk hikâyelerinin bu parkların etrafında döndüğünü, parka giden kadınların ahlaki yönden zayıf olduklarını ve erkekleri “yoldan çıkardıklarını” görüyoruz. Veya parka gitme alışkanlığından dolayı işlerini aksatan (ve böylece toplumsal düzeni bozan) karakterler olarak betimlemiştir. 

Maçka Parkı’nda yaşanan cinsiyet temelli saldırıları bu tarihsel bağlamda değerlendirmek gerekir. Amacım 19. yüzyıldaki olaylar ile 21. yüzyıldaki olaylar arasında doğrudan bir ilişki kurmak değildir. Günümüzde park ve bahçelere erişimin nasıl olduğuna ve kadınlar ile LGBTİ+ bireylerin park ve bahçeler gibi kentin dinlence ve eğlence yerlerindeki deneyimlerine bakarken tarihsel olarak park ve bahçelerin nasıl algılandığı ve kadınların bu mekanlarla ilgili tecrübelerinin neler olduğunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. Bir kentin sahip olduğu yeşil alan miktarının yanı sıra o alanlara kimlerin erişiminin olduğu, hangi yaşam tarzlarının kabul edilip edilmediği, inşa edilmiş bu yeşil alanlarda (park ve bahçeler) devletin veya belediyenin kontrolü altında nasıl bir kamusal alan tasavvur edildiği üzerine düşünmenin önemli olduğu kanaatindeyim.


1- Cumhuriyet (2017, 27 Mayıs) “İBB Özel Güvenlik Görevlileri LGBTİ Bireylere Saldırdı”, www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/749194/iBB_ozel_guvenlik_gorevlileri_LGBTi_bireylere_saldirdi.html (Erişim tarihi: 30 Temmuz 2017).

2- Diken (2017, 30 Temmuz) “Maçka Parkı’nda Güvenlikçi, Bir Kadını ‘Bu Kıyafetle Gezemezsin’ Deyip Atmaya Kalktı”, www.diken.com.tr/macka-parkinda-guvenlikci-bir-kadini-bu-kiyafetle-gezemezsin-deyip-atmaya-kalkti/ (Erişim tarihi: 30 Temmuz 2017).

3- Quataert, D. (1997), “Clothing Laws, State, and Society in the Ottoman Empire, 1820-1829”, International Journal of Middle East Studies, Cambridge University Press, 29(3): 407. 

4- Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Köksal, D. ve A. Falierou (haz., 2013), “Introduction”, A Social History of Late Ottoman Women: New Perspectives içinde, Leiden: Brill Publisher, s. 11-12; Thompson, E. (2003) “The Public and the Private in Middle Eastern Women’s History”, Journal of Women’s History, 15(1): 52-69; Ambros, E. G., vd. (2018), “Ottoman Women in Public Space: An Introduction”, Ottoman Women in Public Space içinde, haz. E. Bayar, K. Fleet, Leiden: Brill Publisher, s. 1-17; Düzdağ, M. E. (1972), Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, s. 55; Peirce, L. P. (1993), The Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, New York: Oxford University Press, s. 270. 

5- “Gezinti” anlamına gelen eski Türkçe kelime. 

6- “Ferahlama” anlamına gelen eski Türkçe kelime. 

7- Çelik, Z. (2016), 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, çev. S. Deringil, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 58. 

8- Kadınlar Dünyası (1331), “Taksim Belediye Bahçesi”, 142: 2. 

9- Topuzlu, C. (1951), 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul: Güven, s. 136. 

10- Tanin gazetesi (1913, 7 Ekim), “İstanbul’da Medeni Bir Hayat Başlangıcı”.

DÖN