Galatasaray Meydanı denince gözlerinizin önüne ne gelir? Heybetli girişiyle Galatasaray Lisesi, 1975’te dikilen, heykeltıraş Şadi Çalık’ın tasarladığı Cumhuriyet’in 50. yılını simgeleyen anıt, 2017’den beri Yapı Kredi Kültür Sanat Binası’nın üst katından meydanı izleyen Akdeniz Heykeli, polis kordonları, bazen lisenin önünde bekleyen polisler, Taksim Meydanı, Tophane ya da Tünel yönüne yürüyen her yaştan insan ve tüm bunların yanında bir de günlerden ne gün olursa olsun, orada olsalar da olmasalar da Cumartesi Anneleri / İnsanları.
Bu yazı yayımlandığında Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın ilk buluşmasının üzerinden 25 yıl geçmiş olacak. Gözaltında kayıplara ve faili meçhul cinayetlere dikkat çekmek, kayıpların akıbetini sormak ve bu konuda farkındalık yaratmak amacıyla ilk kez 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde buluştular. İlk buluşmada kayıp yakınları, gazeteciler ve insan hakları aktivistlerinden oluşan çoğunluğu kadın 30’a yakın kişi vardı. Cumartesi Anneleri / İnsanları 1995’te başlattıkları oturma eylemini her cumartesi devam ettirdiler ve bu buluşmalar Türkiye insan hakları hareketinin en uzun soluklu eylemi hâline geldi. 1999’da artan şiddet, baskı ve gözaltılar sebebiyle Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın ortak kararıyla ara verilen oturma eylemine on yıl aradan sonra 2009’da tekrar başlandı.
Bugüne kadar cumartesi buluşmalarının tarihçesi, insan hakları hareketi, sivil toplum ve siyasal alan üzerine etkileri gibi konular üzerine etraflıca yazıldı.[1] Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın oturma eylemlerinin Türkiye’de toplumsal hareketlerin eylem repertuarına bir yenisini kattığı, alışılagelmişin dışında bir eylem katılımcısı profiliyle kamusal alanda bir yenilik oluşturduğu, özel alan ve ev içiyle özdeşleştirilen anneliği ve özel alan / kamusal alan ayrımının cinsiyetli yapısını dönüştürdüğü söylendi[2] ve cumartesi buluşmaları toplumsal cinsiyet perspektifinden tartışıldı. Örneğin bakım, özen ve politik alan arasındaki ilişki,[3] annelik kimliği ve yas üzerinden yapılan siyasetin demokratik imkân ve açmazları[4] gibi birçok akademik tartışma Cumartesi Anneleri / İnsanları’nı konu etmektedir. Meltem Ahıska, kayıp annelerinin “işkence”, “kayıp” gibi hayatları yok etmeye yönelik şiddet biçimlerine karşı önemli bir muhalefet alanı açtığını ve “şiddeti iyi tanıyan kadınların yine aile içindeki şiddet içinde şekillenmiş ‘bakım’ görevlerini toplumsal şiddete karşı evrenselleştirme biçimlerini feminist politika içinde sahiplenmek ve düşünmeye açmanın” çok önemli olduğunu söylemektedir.[5] Şüphesiz, Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın Beyoğlu’nun sembolik, mekânsal, politik ve de bu tartışmalarda özetlendiği gibi cinsiyetli hafızasında yadsınamaz bir yeri vardır. Bu yazının geri kalanında, Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın oturma eylemleri ile vicdan, adalet ve insan haklarının, Galatasaray Meydanı’nda ve Beyoğlu’nun mekânsal ve kolektif hafızasında vücut buluşu konu edilmektedir.
Cumartesi 12:00, Galatasaray, İstiklâl Caddesi
Kendisiyle 11 sene önce yaptığım görüşmede Nadire Mater, ilk buluşmanın yer ve zamanına karar verirken düşünülenleri şöyle aktarmıştı:
Neden 12 ile 1 arası? İşte Cumartesi olması gerekiyor, Cumartesi herkesin en çok sokakta olduğu gün. 12 ile 1 gazetecilerin en kolay gelebileceği saat ve gittiklerinde de haberlerini en rahat yazabilecekleri saat. Biraz uyusunlar, sonra gelsinler onlar, sonra da gitsinler yazsınlar ve sonraki gün çıksın. İşte nerede olsun? Galatasaray’da olsun çünkü Galatasaray tam bir uğrak noktası, geçiş noktası. Binlerce insan o saatte oradan geçiyor ya da gün boyunca (geçiyor). Dolayısıyla böyle bir şey belirledik fakat işin doğrusu tam olarak ne yapacağımızı da bilmiyorduk. (9 Haziran 2009, İstanbul)[6]
Gülsüm Baydar ve Berfin İvegen Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın oturma eylemlerinin anneliğin kent mekânıyla çetrefilli biçimde iç içe geçmesine sebep olduğunu, eylemlerin Galatasaray Meydanı ve etrafında, Deleuze ve Guittari’nin pürüzsüz mekân ve çizgili mekân olarak tanımladıkları mekânsal anlayışları bir araya getirdiğini söylemektedirler.[7] Yazarlara göre, oturma eylemi için seçilen mekânın üzerinde olduğu İstiklâl Caddesi, Taksim ve Tünel olmak üzere iki önemli meydanı birleştiren bir anacadde olması açısından çizgili mekâna örnek oluşturur. Öte yandan cadde ve çevresinin çokkatmanlı kültürel kompozisyonu ve caddeyi çevreleyen sokakların anonimleşmeye ve kaybolmaya izin veren labirente benzer yapısı da pürüzsüz mekâna örnek oluşturmaktadır. Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın oturma eylemleriyle pürüzsüz ve çizgili mekânın eşzamanlı varoluşuna tanık olunmaktadır.[8] Baydar ve İvegen’e göre eyleme katılanların, İstanbul’un son derece merkezi bir meydanı olan Galatasaray Meydanı’nın düzenli olarak aynı kısmında yer almaları, mekânın çizgili mekân olarak kullanımına, mekânın kültürel özellikleri ise pürüzsüzlüğüne örnek teşkil eder; polis ve katılımcılar arasındaki etkileşim de iki tür mekânın aynı anda varoluşunu imler.[9] Cumartesi oturma eylemlerinin mekânsal özelliklerini konu eden tezinde Evren Kocabıçak, Galatasaray Meydanı’nı, farklı sebepler ve şekillerle baskıya uğrayanların ya da ötekileştirilenlerin akışkan bir siyasal topluluk oluşturduğu stratejik bir yer olarak tarif etmekte ve bu yönüyle Edward Soja’nın “üçüncü mekân” kavramına örnek göstermektedir.[10]
Galatasaray Meydanı, İstiklâl Caddesi üzerinde ve etrafındaki sanatsal, kültürel ve ticari aktivitelerin merkezinde olması, birçok önemli kuruma fiziksel yakınlığı, ulaşımın kolaylığı gibi pek çok açıdan İstiklâl Caddesi üzerindeki en önemli buluşma yerlerinden biridir. Galatasaray Meydanı, oturma eylemlerinin katılımcılarını görünür kılmakta, İstiklâl Caddesi’ne açılan, birbirine bağlanan, karmaşık sokaklar ise buraları kullanarak eyleme gelen ya da eylemden sonra oradan ayrılan katılımcıları anonim kılmaktadır.[11] İşte, eylemler için seçilen yerin bu gibi mekânsal özellikleri, Kocabıçak’ın söylediği gibi İstiklâl Caddesi’nin yeni tür siyasallıklara alan açan karakteriyle ilintilidir. Koçabıçak, merkez ve periferi, ticaret ve kültür, hegemonya ve karşı-hegemonya arasında sınır oluştururken aynı zamanda bir arada var olmalarını sağlaması açısından eylemlerin yer aldığı caddeyi bir karşıtlıklar mekânı olarak tanımlamaktadır.[12]
Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın eylemleri için seçtiği Galatasaray Meydanı, İstiklâl Caddesi’nin tarihinde ve bugününde ev sahipliği yaptığı yürüyüş, protesto gibi daha yüksek sesli ve hareketli eylemlere biçimsel açıdan bir karşıtlık oluşturmakta, öte yandan katılımcıları ya da talepleri bazen kesişen, ancak tam olarak örtüşmeyen birçok farklı politik olma hâline de tanık ve sahne olmaktadır. Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın sessiz nöbetleri başladıktan kısa bir süre sonra meydan bir umut ve insan hakları meydanına dönüşmüş, susmak ya da ses çıkarmak isteyen daha birçoklarının da uğrak yeri hâline gelmişti. Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın Galatasaray Meydanı’nda vücut buldurduğu vicdan, adalet ve dayanışmanın Galatasaray Meydanı’nın ötesine de ulaştığını, Beyoğlu’nun zamansal ve mekânsal çokkatmanlı dokusu içinde önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkün. Örneğin, Gezi Parkı eylemleri sırasında Cumartesi Anneleri / İnsanları ve Gezi Parkı’na gidip gelenler arasında diyaloglar kurulmuş, Cumartesi Anneleri / İnsanları’na ilgi o dönemde tekrar artmış, katılımcıları ve talepleri hatırlanmış, Gezi Parkı’na giden anneler ve Cumartesi Anneleri arasında sembolik ve kuramsal ilişkiler kurulmuştur.[13] Kısacası, Galatasaray Meydanı’nın üst üste binmiş, katmanlı hafızaları içerisinde Cumartesi Anneleri / İnsanları önemli bir yer tutmaktadır. Ahıska, Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkardığı siyasi kapasiteyi, tıpkı Cumartesi Anneleri / İnsanları örneğinde olduğu gibi siyaset için yeni bir alan açarken siyasal hafızayı da canlandıran, yeniden biçimlendiren bir karşı-hareket olarak tanımlamaktadır.[14]
Performatif eylem, tanık olma, hatırlama ve hatırlatma
Cumartesi Anneleri / İnsanları, katılımcılarının siyaseten aracısız ve hiyerarşik olmayan biçimlerde dayanışma için bir araya geldiği bir alan yaratmıştır. Bunun mümkün kılınmasının sebepleri hem eylemin yapısı hem de şeklidir. Oturma nöbetlerinin slogansız ve sessiz şekli, ifade edilmek istenenin siyasetin kutuplaştırıcı dilinden uzak, yalın bir şekilde ifade edilmesine izin vermiştir. Performatif ve bedenleşmiş bir eylem örneği olarak cumartesi nöbetleri, benzer şekilde gözaltında kaybedilen yakınları için perşembe günleri Buenos Aires’in Plaza de Mayo Meydanı’nda buluşan ve Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın da örnek aldığı Arjantinli Plaza de Mayo annelerinin –bugün anneannelerinin– eylemlerine de benzerlikler göstermektedir. Plaza de Mayo anneleri hakkında yazdığı makalede Maria Ferreria, bu gibi kolektif kamusal performansların ikili işlevini, dayanışmayı sürdürmek ve hareketi oluşturan gruplar arasındaki mesafeyi korumak olarak tarif eder.[15] Tıpkı Plaza de Mayo annelerinin perşembe buluşmaları gibi, cumartesi nöbetleri de seçilen bir mekânda düzenli olarak varlık göstermeyi gerektiren performatif ve bedenlenmiş bir eylemdir. Hannah Quinn siyasal eylemin bedenselliğini bireyin bedeni, toplumsal beden ve politik beden, yani siyasal topluluk (body politic) arasındaki maddesel ve siyasal ilişkiler içerisinde anlamak gerektiğini söylemektedir.[16] Bedenlenmiş siyasal performanslar, katılımcılarının fiziksel olarak bir araya geldiği ve dikkatlerini ortak bir talebe verdiği, ortak mevcudiyet üzerine kurulu eylemlerdir.[17] Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın oturma eylemleri de gücü ve etkisini “birlikte burada olma” hâlinden ve düzenli olarak tekrarlanmasından almaktadır. Bu şekilde, Galatasaray Meydanı’ndan her ne sebeple olursa olsun geçen kişiler, Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın varlığından ve temsil ettikleri değerlerden ve kendilerini davet ettikleri sorumluluktan bihaber olamamakta, ikna olmadıkları durumda dahi tanık olmaktadırlar. Zira kayıpların görünmezliğinin aksine Cumartesi Anneleri / İnsanları Galatasaray Meydanı’nda görünürdür. 25 yılı bulmuş bu görünürlük, artık onlar meydanda olmadıkları durumda dahi akıllarda kalmıştır.
Emine Rezzan Karaman’ın söylediği gibi Cumartesi Anneleri / İnsanları tanık, hayatta kalan ve hikâye anlatıcı olarak meydandaki varlıklarıyla alternatif bir anma pratiği de oluşturmuşlardır.[18] Arjantinli anneler örneğinde olduğu gibi, Cumartesi Anneleri / İnsanları da öznelliklerini kamusal bir talep ve pratik olarak yas tutmaya dönüştürmüştür.[19] Annalise Moser performatif protestoların siyasetin bittiği yerde bir siyasallık biçimi oluşturduğunu söylemektedir.[20] Cumartesi nöbetlerinde yaşam, adalet ve vicdan susma yoluyla kamusal ifade bulmakta ve katılımcıların ve oradan geçenlerin bedenlerine, bakışlarına ve ifadelerine sirayet etmektedir. Linda Zerilli’ye göre siyaset yaratıcı uğraşları sadece hoş görmez aynı zamanda mecbur kılar, zira kamusal alanın amaçlarından biri politik hayal gücünü genişletmek, retorik ve taktiksel tecrübe için yeni alanlar yaratmaktır.[21] Bu anlamda performatif, duraksatıcı, şaşırtıcı eylemlerin demokrasi okulunda önemli bir yeri vardır.[22] Geleneksel olarak kamusal alana hâkim olan müzakere normları, duygusal ve anlatıya dayalı olan ifade biçimlerini dışlamakta, sessiz kalan grupları dışarıda bırakmaktadır.[23] Bu grupların alternatif ifade biçimleri Nancy Fraser’ın deyimiyle madun karşıt-kamularda (subaltern counterpublics) yer almaktadır.[24]
Sokak protestoları genellikle yüksek sesli ve hareketli bir şekilde dikkat çekmeyi hedefler. Sokak protestolarında gelip geçenlerin, medya çalışanlarının ve bazen polislerin izleyici olduğu bir sosyal performans sergilenir, bu bakımdan tiyatro ve siyasi protestonun eski dostlar olduğu söylenebilir.[25] Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın eylemlerinde, konuşma, ses ve hareketin yokluğunda bakmak, görmek, dikkat etmek ön plana çıkmaktadır.[26] Oturanların yanından geçenler ya da durup izleyenler, Sara Ahmed’in “duygunun toplumsallığı”[27] olarak ifade ettiği duruma dahil olur ve böylece acı ve yas toplumsal bir varlık kazanmış olur. Performatif eylem sırasında insanlar aynı zamanda hem özne hem nesne, hem aktör hem izleyici olur ve bu roller arasında gidip gelir. Perspektifler arasında gidip gelebilme, izleme, dikkatini verme ve dinlemeyi pratik etme, vatandaşlar arasındaki demokratik ilişiklerinin ve toplumsal öğrenmenin temel koşullarından biridir. Performatif eylemlere tanık olmak, insanları sorumluluğa ve farkındalığa ve bu konuda bir şeyler yapmaya teşvik eder, izleme sonucunda izleyicilerin ve dinleyicilerin bir şey yapmasalar dahi, başlarını diğer tarafa çevirmeleri zorlaşmıştır.[28] Galatasaray Meydanı’ndan geçerken, Cumartesi Anneleri / İnsanları orada olmasa dahi, simgeledikleri vicdan ve adaletin hatırlanması bundandır.
Zeynep Gülru Göker hakkında: Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi’ne (SU Gender) bağlı öğretim üyesi araştırmacı olarak çalışmaktadır. Kadınların siyasal hayata ve toplumsal hareketlere katılımı, müzakereci demokrasi ve feminist siyaset teorisi, bakım / özen etiği ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında çalışmaktadır. Doktorasını Siyaset Bilimi alanında City University of New York Graduate Center’dan, lisans derecesini Toplumsal ve Siyasal Bilimler alanında Sabancı Üniversitesi’nden almıştır. Siyaset sosyolojisi, siyaset teorisi ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında araştırmalar yürütmekte ve dersler vermekte, üniversite içinde ve dışında toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik eğitim ve araştırma faaliyetleri yürütmektedir.
[1] Koçali, F. (2004). Cumartesi Anneleri’nin İnadı. M. Özbek (Ed.), Kamusal Alan içinde (s. 357–360). İstanbul: Hil Yayınevi; Tanrıkulu, N. (2002, 17 Mayıs) Gözaltında Kayıp Yok Diyenlere Bir Yanıt. Bianet. m.bianet.org/biamag/insan-haklari/10046-gozaltinda-kayip-yok-diyenlere-bir-yanit; Tanrıkulu, N. (2003). Bizde Yok!. L. Şanlı (Ed.), Toplumsal Hareketler Konuşuyor içinde (s. 275–292). İstanbul: Alan Yayınları.
[2] Arat, Y. (1998). Feminists, Islamists and Political Change in Turkey. Political Psychology, 19(1), 117–131.
[3] Ahıska, M. (2014, 27 Ekim). Kayıp Annelerinin Şiddete Tanıklığı. Bianet. bianet.org/bianet/kadin/159451-kayip-annelerinin-siddete-tanikligi; Göker, Z. G. (2011a). The Politics of Silence: Discussing Deliberative and Agonistic Democracy vis-a-vis Gendered Responses to the Militarization of Everyday Life in Turkey (Yayımlanmamış doktora tezi). City University of New York; Göker, Z. G. (2011b). Presence in Silence: Feminist and Democratic Implications of the Saturday Vigils in Turkey. J. Beinin ve F. Vairel (Ed.), Social Movements, Mobilization, and Contestation in the Middle East and North Africa içinde (s. 107–124). Kaliforniya: Stanford University Press.
[4] Göker, Z. G. (2016). The Mourning Mother: Rhetorical Figure or a Political Actor. C. Özbay, M. Erol, A. Terzioğlu ve Z. Umut Türem (Ed.), The Making of Neoliberal Turkey içinde (s. 131–147). Londra: Routledge; Karaman, E. R. (2016). Remember, S/he Was Here Once: Mothers Call for Justice and Peace in Turkey. Journal of Middle East Women’s Studies, 12(3), 382–410.
[5] Ahıska, M. A.g.y.
[6] Göker, Z. G. (2011a). A.g.y.
[7] Baydar, G., Ivegen, B. (2006). Territories, Identities, and Thresholds: The Saturday Mothers Phenomenon in Istanbul. Signs, 31(33), 689–715.
[8] A.g.y., s. 703.
[9] A.g.y.
[10] Kocabıçak, E. (2003). Locating Thidspace in The Specifities of Urban: A Case Study On Saturday Mothers, in Istiklal Street Istanbul (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Bilkent Üniversitesi, s. 19.
[11] Baydar, G., Ivegen, B. A.g.y.
[12] Kocabıçak, E. A.g.y., s. 125–126.
[13] Tambar, K. (2016). Brotherhood in Dispossession: State Violence and the Ethics of Expectation in Turkey. Cultural Anthropology, 31(1), s. 30–55.
[14] Ahıska, M. (2014). Counter-Movement, Space and Politics: How the Saturday Mothers of Turkey Make Enforced Disappearances Visible. E. Schindel ve P. Colombo (Ed.), Space and the Memories of Violence: Landscapes of Erasure, Disappearance and Exception içinde (s.162–175). Houndmills: Palgrave.
[15] Ferreira, M. (2014). “Pregnant Time”: The Messianic Performativity of the Madres de Plaza de Mayo and the 15-M Movements. Statis, 2(1), 46–60, s. 52.
[16] Quinn, H. E. (2018). My Protest Body: Encounters with Affect, Embodiment, and Neoliberal Political Economy. New Proposals: Journal of Marxism and Interdisciplinary Inquiry, 9(2), 51–65.
[17] Jeffrey Juris, akt. Quinn, H. E. A.g.y., s. 62.
[18] Karaman, E. R. A.g.y., s. 393.
[19] Ferreira, M. A.g.y., s. 52.
[20] Moser, A. (2010). Acts of Resistance: The Performance of Women’s Grassroots Protest in Peru. Social Movement Studies, 2(2), 177–190.
[21] Zerilli, L. (2005). Response to Thiele. Political Theory, 33, 715–720.
[22] Farrar, M. E., Werner, J. L. (2006). Rah-Rah-Radical: The Radical Cheerleaders’ Challenge to the Public Sphere. Politics & Gender, 2(3), 281–302.
[23] Young, I. M. (1987). Impartiality and the Civic Public: Some Implications of Feminist Critiques of Moral and Political Theory. S. Benhabib ve D. Cornell (Ed.), Feminism as Critique içinde. Londra: Polity Press, s. 56–76.
[24] Fraser, N. (1990). Rethinking the Public Sphere: A Contribution to the Critique of Actually Existing Democracy. Social Text, 25/26, 56–80.
[25] Tait, P. (2006). Greer, Bad Language and Performative Emotions in Protests. Journal of Australian Studies, 30(89), 65–74.
[26] Göker, Z.G. (2013, 21 Haziran). Duran İnsanlar ve Sessiz Mevcudiyet. Bianet, m.bianet.org/bianet/insan-haklari/147851-duran-insanlar-ve-sessiz-mevcudiyet
[27] Ahmed, S. (2004). The Cultural Politics of Emotion. New York: Routledge.
[28] Moser, A. A.g.y., s. 188.