Gizem Kıygı: İlk önce bizim için kafa karıştırıcı bir soru olan “çocukluk nedir?” ile başlayalım isteriz.
Haluk Yavuzer: Doğumdan itibaren 2 yaşa kadar olan evre bebeklik evresidir. 2 – 6 yaş dönemi ilk çocukluktur. Kızlar için 6 – 12, erkekler için 6 – 13 yaş dönemi son çocukluktur. Ergenlik dönemi bunu izleyen 24 yaşa kadar devam eden dönemdir. Bunun ilk periyodu ön ergenlik adını verdiğimiz, püberte evresidir; kızlarda 6 erkeklerde 2 yıl kadar sürer. Bunu orta ergenlik dönemi izler. Artık giderek yetişkinle daha iyi iletişim kurduğu, “fırtına” ve “stres” diye adlandırdığımız dönemdir. Ergenlik dediğimiz zaman çocukluktan erişkinliğe geçiş döneminden bahsediyoruz. Son modül de geç ergenliktir. O halde 24 yaş bitimiyle birlikte, bireyin tam bağımsızlığını ilan ettiğini görüyoruz. Ve genç yetişkinliğin başlama noktasının da 25 olduğunu söyleyebiliyoruz.
Çocuk mekanı derken nelerden bahsedebiliriz?
Aslında mekanı duvarsız düşünüyorum. Yani babasıyla annesiyle yaprak toplarken çocuk, o da bir dış mekandır bizim için. Balık tutarken çocuk o da dış mekandır, tiyatro da sinema da dış mekandır bizim için. Dolayısıyla sınırları ve duvarları kaldırdığımız zaman çocuk için ruh sağlıklı bir mekan, ortam yaratmış oluyoruz. Dünle bugünü kıyaslarsam, benim çocukluğumdaki güvenli sokak ideal bir oyun parkıydı. Bugünlerde üzerinde çalıştığımız yeşil alan, oyun alanı projemiz var. Amacımız, soyu tükenmekte olan oyun alanlarını çoğaltmak ve hiç olmazsa bizim sahip olduğumuz güvenli sokağa sahip olamayan çocukların yeşil alanlarda serbestçe akranlarıyla buluşmalarını sağlamak. Çocuk suçluluğu da benim doçentlik konumdu. Çalışmalar şurada düğümleniyor; açık oyun alanlarında oyun oynama ile anti-sosyal davranışın azalması arasında bir paralellik var. Bunu, gelişim psikoloğu olarak şöyle yorumluyorum: Zaten doğuştan çocukta anti-sosyal dürtü var, erkekte daha da fazla var, saldırganlık dürtüsü var. Oyun yoluyla, resim yoluyla, müzik yoluyla, benzeri aktiviteler yoluyla bunları toplumca uygun olan yöne doğru kanalize etme şansımız var. Açık oyun alanı, çocuğun bedensel enerjisini boşaltma fırsatı verdiği gibi duygusal açıdan da arınmasına yarar. Duygusal boşalım diyoruz biz ona. Böylelikle araştırmaların buluştuğu nokta; 2 yaşından sonra bu tür kolektif oyun faaliyetlerinin çocuğun agresyonunu engelleyen, onu uygun sosyal yöne doğru yönlendiren bir etkinlik olduğu yolunda.
Sizin güvenli oyun alanı dediğiniz nasıl bir yere tekabül ediyor, fiziksel olarak?
Çocuğun kum, su, kil başta olmak üzere doğal oyun malzemesi ile bütünleşmesini kastediyorum. Ama açık alan dediğimiz zaman yeşil bir alanı kastediyorum, doğal oyun ortamını, çocuğa yeterince hareket fırsatı veren bir çevreyi kastediyorum. Bu arada bir jimnastik alanı değildir oyun alanı. Örneğin Boğaz’da yetişkinler için kurulmuş birtakım malzemeler görüyorum, çocuğun beklediği ve istediği bu değil. Çocuğun beklediği ve istediği, enerjisini boşaltabileceği, kaydırakların, salıncakların, tahterevallilerin olduğu geniş alan ve ben buna ısrarla su, kum ekliyorum. Bunlar dikkate alınarak oyun alanlarının daha geniş tutulmasının önemini vurgulamaya çalışıyorum. Çocuğun yaratıcılığını ortaya koyacak mekanlar yaratmak gerekiyor. Bizim derdimiz, çocuğun hayalini realize edeceği, onu yeni hayallere ve yaratıcılığa teşvik edecek çevrenin oluşturulması. O halde öyle bir çevre hazırlayalım ki, onu şartlandırsın, keyif alsın. Ardından yeni bir oyun üretmesi için motive etsin onu. Yapılagelen çalışmalarda bunların hiçbir şekilde olmadığını, dikkate alınmadığını söylemek isterim öncelikle. En büyük sıkıntı, zamanın darlığı ve zamanın doğru kullanılamaması. Mekanlar dar, zaman dar, çocuğu rahatlatacak oyun aktivitesi sunulamıyor. Ebeveyn, haftasonu bilmem ne kursuna götürmek yerine yeşil alanda çocuğuyla top oynayabiliyorsa, bütün ev dışı aktivitelerini yapabiliyorsa yani çocuk odaklı programlar yapabiliyorsa, akranlarıyla da vakit geçirmesine fırsat veriyorsa çocuk ile bütünleşmesine ancak o ortam fırsat verecektir.
Kent mekanı dediğimiz alan çok fazla bileşeni içinde barındırıyor. Son dönemde bir güvenlik krizi içerisindeyiz. Bu da bize şunu sorduruyor açıkçası: Biz kentle, mekanla olan güven ilişkimizi nasıl kuruyoruz? Bir mekana güvenli mekan dememiz için onunla nasıl bir bağ kurmamız gerekiyor çocukluğumuzda?
Güvenli mekan derken, çocuğun o mekandan zarar görmediği ve alıştığı bir ortamı kastediyoruz. Yenilik, girdiği yeni çevre, yeni insanlar, yeni mekan çocuk için bilinmeyenleri içeriyor. Ne zaman ki orada ebeveynlerinden biri gibi tanıdık birtakım aktörler eşlik ediyor, çocuk giderek oraya alışıyor. Örneğin, iş makineleri önce gürültü içeriyor. Yani korkutucu, yüksek volümlü sesler söz konusu burada, ürkütücü. Böyle bir ortamın, uzun bir süre için güvenli mekan algısını engelleyeceğini söyleyebilirim. Dolayısıyla başta ses olmak üzere, çocuğu ürküten, korkutan her türlü etken güvensizliğe doğru götürüyor o mekanı. Aynı zamanda ben güvenli mekanda ferahlık, açıklık, doğallık istiyorum. Yani kent merkezlerinde yeşil alanda ısrar ediyorum.
Sokakta çok oynayan bir nesildik biz, şu an bizim için de üzücü bir durum; sokakta oynayan pek çocuk yok. Bunun da aslında bir noktada özgüven gelişimiyle ilgili bir bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Doğru. O sokak tecrübesi, yani oyun tecrübesi, akranla oyun tecrübesi çocuğun kendisini bir başkasıyla sınamasına fırsat veriyor. Akrandaki farklılıkları, artıları, kendisindeki eksileri çocuk o açık alandaki farklı oyunlarla görme imkanı buluyor. Şanslıydınız, şanslıydık bu nedenle. Ama çocuklar şu anda küçücük anaokullarında, küçücük bahçelerinde, hiç sağlıklı olmayan koşullarda büyüyor. Onun için şu cümleme bir daha vurgu yapıyorum; dar mekanlar ve dar zamanlar bugünün çocuğunu mutsuz eden önemli etkenler. Zamanı olmayan anneler babalar ve hızlı yürüyen, anlamsız eğitim programları var, çocuğun dinlenmesine fırsat verecek bir ortam yok. Canlandıran yok, hayal eden yok, sadece hocanın verdiği notu belleyen, ezberleyip sunmaya hazır bir kuşak var.
Bahsettiğiniz eğitim sisteminin aslında bizim için bir mekansal kodu da var. Dar mekanlardan bahsetmiştiniz, şu an çok fazla kapalı site formu görüyoruz kentin içerisinde. Çocuk kapalı sitede, çok tanımlı, insanların korunaklılık sağladığı bir mekanda yetişiyor ve uzak yerde bir okula gidiyor, bir yolculuk deneyimi var. Bunun dışında doğru düzgün bir kent deneyimi yok. Okulda yine kapalı ve dar bir alanda vakit geçiriyor, eğer ebeveyn onu bir etkinliğe götürüyorsa götürüyor aksi halde yine o site içerisine dönüyor. Aslında kopuk bir mekansal düzlemi var bu sistemin. Bunun çocuk psikolojisine etkileri neler, bir kent düzlemi her şeyiyle bu bahsettiğimiz bütün konuların mekansallaştığı yer aslında ve bu bireyi yaratıyor, dolayısıyla nasıl bireyler geliyor şu anda bu mekansal düzlemi düşündüğümüzde?
Çocuğu teşvik edecek, tahrik edecek zengin uyarıcıya ihtiyaç var. Ama 5 yaşındaki bir çocuğun servise binip de 45 dakika yol giderek bir binaya tıkılmasının hiçbir artısı yok. Onun için yapılabilecek şey, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda çocuğu aktif kılmak. Öğretmen ve aile elbirliğiyle çocuktaki potansiyel gücü üst düzeye çıkartmalı. Bu söylediğiniz koşullar çocuğun gelişimi adına hep dezavantaj.
Peki, kentte güvenli mekan dedik ve şu an inanılmaz hızlı bir değişim var ve ölçek çok değişti son yirmi yılda özellikle. Çok fazla yükseliyoruz ve çocuk ölçeğinden aslında uzaklaşan bir yerdeyiz. Çocuğun algılayabileceği düzeyde bir kent mekanı yok maalesef. Siz de aslında yüzlerce çocuğu görmüşsünüz bu zamana kadar. Bu bağlamda çocuk psikolojisindeki değişimi nasıl gözlemliyorsunuz? Değiştiğine dair bir sonuca varabilir miyiz?
Bir kere çocuk gözüyle, çocuk boyuyla ve çocuk bilişsel dünyasıyla algılamanın zaten devasa büyük olduğunu söylemek istiyorum. Mesela çocukluğumda yaşadığımız ev kocaman gelirdi bana. Yıllar sonra gittiğimde, son derece sıradan, yetişkin insan için normal büyüklükte olduğunu algıladım. Durum böyleyken bugün o 18 – 20 katlı binaları ben çok ürkütücü buluyorum. Çocuk için ürkütücü ve korkutucu diyorum ama yetişkin ruh sağlığı için de çok önemli. Yetişkinlerde bu durumları tolere edeni de var, yüksek derecede depresyona gireni de var.
Son söz olarak çocukların yetişmesi ile ilgili bir şeyler duymak isteriz.
Bu koşullarda çok güzel sözler söylemek kolay değil. Şu anda çok yönlü, huzurlu çocuklar yetiştirmek istiyorsak, mutlu çocuklar yetiştirmek istiyorsak yüzü gülen anne-baba ve öğretmenlerin elinde yetiştirmemiz gerekiyor. Bunu sadece parayla, pulla ölçmenin anlamı yok, huzur çok önemli. Huzurlu bir yaşamın sürdürülmesi için toplumun birleştirici ruhla bir araya gelmesi, dayanışma içinde el ele tutuşması, birbirini anlamaya çalışması gerekiyor. Hiç siyaset yok burada. Doğru, sağlıklı gelişim adına ilkeli, vatanını seven, objektif çocuklar yetiştirmek ve aile yararına, ülke yararına, kendi yararına bireyler yetiştirmek için ortak bir noktada buluşmak gerekiyor. Buna, küçük birim olan aileden başlayalım ve okulla sürdürelim diyorum. Böylelikle şu iki grubu, anne-baba ve öğretmen grubunu, azıcık siyasetin üzerinde tutarsak daha sağlıklı, ilkeli, etik değerlere, gelenek ve göreneklere bağlı insanlar yetiştirme fırsatımız olur. O zaman mutlu oluruz ve toplumumuz da pekala istenen noktalara doğru ilerler. Benim söyleyeceklerim bunlar, dileğimiz bu.
Çok teşekkür ederiz.
Rica ederim.