Hakan Özgül
Artık hepimiz biliyoruz ki [Avrupa Birliği’nin (AB) de dediği gibi] erişilebilirlik sosyal ve ekonomik hayata katılımın ön şartıdır. Yine biliyoruz ki erişilebilirlik sadece engelliler için değil aslında herkes içindir. Örneğin pusetli ebeveynler, yaşlılar, çocuklar, dikkat eksikliği yaşayanlar, kendini o gün yorgun hissedenler, elinde çanta ya da alışveriş paketleri olanlar ve geçici sakatlık yaşayan kişiler, erişilebilirliğin kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Elbette Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’de de belirtildiği üzere hem kentsel hem de kırsal alanda, hizmetlerin sunumunda da erişilebilirliğin sağlanması gereklidir. Örneğin dijital hizmetler, kitap ve belgeler, acil durumlar/hizmetler de bunlardan bazılarıdır.
Ülkemiz açısından erişilebilirlik henüz ve yeterince anlaşılamamış bir kavram niteliğindedir. Anlaşılmamış kavram hususunu, çevremize bakarak, sokağa çıkarak, toplu taşıma araçlarını ya da bankacılık hizmetlerini (örneğin ATM’leri) kullanarak tecrübe edebiliriz. Bununla beraber yapılan araştırmalar ve devletin istatistiki bilgileri bu durumu doğrular niteliktedir.1 Türkiye, erişilebilirlik konusunda gelişmiş bir ülke değildir. Bu saptama bir sonuçtur ve elbette söz konusu sonuca nasıl ulaştığımız tartışılması gereken önemli bir konudur. İşte bu makale, biraz da olsa, bu tartışmaya katkı sağlamak üzerinedir.
Ülkenin sosyo-ekonomik durumu, eğitim seviyesi, kentlileşme, örgütlülük, bilgi, konuya özgü eğitim, mesleki yeterlilik, izleme, denetim, sosyolojik ve psikolojik durumu gibi nedenler elbette değerlendirilmelidir. Ancak bu yazıda, sivil toplum kuruluşları (STK) ile aktivistlerin politika üretim ve karar alma mekanizmalarına katılımı ve erişilebilirlik üzerindeki etkileri kapsamında değerlendirme yapılacaktır.
Politika üretim ve karar alma mekanizmalarına katılım
Politika üretim ve karar mekanizmalarına katılımdan kastedilen demokratik yollarla seçilmiş olanların temsiliyeti değildir. Zira bu yöntem gelenekseldir ve çağdaş demokratik sistemlerde önemli ve gerekli olsa da, politika üretme ve karar alma mekanizmalarına katılım daha da mühimdir.
Son dönemlerde kamu-sivil toplum işbirliklerini gerek proje bazlı çalışmalarda gerekse de başka zeminlerde görmekteyiz. Haddizatında uygulama, hak temelli çalışan STK’ler ve aktivistler için son derece sınırlıdır ve tatmin edici değildir. Zira sakatlık politikaları açısından dünyanın ileri toplumları ile ülkemizdeki uygulama farklılıkları açıkça görülmektedir. Çünkü ileri toplumlar, politika üretim ve karar alma mekanizmalarına katılımın ilkelerini en başında belirlemiştir. Örneğin, yapılacak çalıştaylara hangi STK’lerin ya da aktivistlerin katılacağına yasama ya da yürütme organı tek başına karar vermemelidir. Dolayısıyla katılımın her aşamada sağlanması şart olmalıdır ve her aşama sorgulanabilir, denetlenebilir olmalı, şeffaflık ve açıklık içerisinde sürmelidir. Türkiye’de olan ise kısaca şudur: Çalışma ya da düzenleme yasama ya da yürütme organlarınca yapılır ve yürürlüğe sokulur. Nadiren kamu-sivil toplum işbirliğinin yapıldığı veya bu konuda iletişim içinde bulunulduğu imajı oluşturmak için, kimlerin katılacağı daha önceden belirlenmek kaydıyla toplantı yapılır veya düzenlemenin yapılmasına çok kısa bir süre kala açık çağrı yapılarak süreç tamamlanır.
Öte yandan Türkiye’deki demokratik katılım sandıkta yapılan tercihlerle sınırlandırılmış, çoğunluğu elde eden taraf, azınlığın fikrine müracaat etmemiştir, etmemektedir. Bazı modeller geliştirilerek demokratikleşme yönünde olumlu sayılabilecek adımlar ise kâğıt üstünde kalmaktan öteye gidememektedir. Belediyelerin halk meclislerinin ya da kent konseylerinin genel itibariyle, politika yapım ve karar alma süreçlerinde etkinlikleri tartışma konusudur. Örneğin hangi belediye imar planlamalarını tartışmaya açmaktadır ya da belediyelerin büyük projeleri, sivil toplum nezdinde hangi onay ve denetim mekanizmalarından geçmektedir? Halbuki katılım süreçleri açısından ileri toplumlar yapılacak düzenlemeleri tartışmaya açmakta ve hatta eleştiri vermesi için sivil toplumu teşvik etmektedir. Sözkonusu eleştiriler için makul süreler tanınmakta ve iletişimin açık tutulması için her türlü ortam hazırlanmaktadır. İşte, demokratik çoğulcu katılımın en iyi örneklerinden biri olarak İsveç’in Boras kenti gösterilebilir. Bilindiği üzere Boras, Avrupa Komisyonu’ndan Access City Award (Erişilebilir Şehir) ödülünü aldı.
Bunun anlamı kısaca şudur: Kamusal alanlar, toplu taşıma araçları, her türlü üst ve alt yapı fiziksel dezavantajlı bireyler bakımından uygun koşullar sağlıyor. Peki, “Boras bu ödülü almak için ne yapmış olabilir?” diye incelendiğinde, Boras Belediyesi Kalite ve Gelişim Müdürü Ingegerd Eriksson ve Erişilebilirlik Danışmanı Lena Mellblad, erişilebilirlik çalışmalarına 2000 senesinde başladıklarını, 10 yıllık bir planlama yaptıklarını, söz konusu planlamaların başlamasından tamamlanmasına kadar her sürece STK’leri ve aktivistleri kattıklarını, tüm bu çalışmaların yapılması için mekan/yer ve olanak sağladıklarını, hatta STK’lerin ve aktivistlerin, kendi aralarında yapacakları müzakereler için aynı olanaklardan yararlandırıldıklarını, kuralları ve şartları en başından beraberce belirlediklerini ve dolayısıyla da sorunsuz bir şekilde kenti değiştirdiklerini belirtiyor.2
İsveç örneği, aslında konusu itibariyle de harika bir modeldir. Bizler de bu kapsamda çalışabilir ve süreçleri takip edebiliriz:
1- Gündem/konu belirlemek,
2- Politika üretmek,
3- Karar vermek,
4- Yürürlüğe sunmak,
5- İzleme ve raporlama yapmak,
6- Varsa sorunlu alanları yeniden görüşmek,
7- İzleme ve raporlama yapmak.
Yukarıda belirtilen süreçlerin (tıpkı İsveç’te olduğu gibi) tamamında, her aşamasında, çağrıların açık yapılıp yapılmadığı, makul süre verilip verilmediği, toplantılara/çalışmalara katılım için gerekli ortamın sağlanıp sağlanmadığı, fikirlerin değerlendirmeye alınıp alınmadığı (eğer alınmadıysa makul gerekçeleri), katılımın çoğulcu olup olmadığı gibi birçok parametre değerlendirilmelidir. Böylelikle uzlaşma sağlamak ve halk için doğru olanı ortaya koyabilmek mümkün olabilir.
Özetle, yukarıda, demokratik katılımın kısa bir çerçevesi ifade edilmeye çalışılmıştır. İşte tam da burada, katılımın olmadığı, karar mekanizmalarına sivil toplumun ya da aktivistlerin dahil edilmediği durumlarda makalenin başında ifade ettiğimiz, “Türkiye, erişilebilirlik konusunda gelişmiş bir ülke değildir.” önermesi doğrulanmaktadır. Zira erişilebilirlik politikaları belirlenirken STK’ler, aktivistler, meslek örgütleri, engelliler ya da benzeri gruplar sürece dahil edilmemiştir. Bu sebeple erişilebilirliği düzenleyen kanun üç defa revize edilmiştir. Çünkü kanun koyucu, yaptığı düzenlemenin nasıl bir sonuç doğuracağını öngörememiştir. Kısaca bahsetmek gerekirse; kanun koyucu eski binaların erişilebilir hale getirilmesi için taraflara yedi yıllık bir süre tanımış ancak bu süreyi daha sonra üç yıl uzatmıştır. Yine yapılan düzenlemelerde personel ve öğrenci servisleri, yolcu gemileri ve şehirler arası otobüslerin mevzuata dahil edilmediği anlaşılmış ve yeniden revizyona gidilmek zorunda kalınmıştır. Kurulan izleme ve denetim mekanizmaları etkisiz kalmış, istenilen hedeflere ulaşılamamıştır ve hatta yarın da ulaşılması mümkün olamayacaktır.
Bugün, kentlerin planlanmasında sivil toplum desteği halen alınmamaktadır. Doğal olarak ortaya çıkan sonuç, insanları, hayvanları ve diğer canlıları dikkate almamaktadır. Aslında, henüz daha şehir yokken ya da yapılaşma başlamamışken, tarafların bir araya gelerek konuları müzakere etmesi, sorunları en başından bertaraf edecektir. Örneğin şehirde yaşaması planlanan nüfusa bağlı olarak, eğitim, sağlık, ibadethane, sosyal çevre, meydan, konut ve ticaret alanları vb. tüm unsurlar, en başından ve herkesin katılımıyla planlanarak yapılmalıdır. Oysaki Türkiye’deki belediyeler önce üst yapıyı tamamlayıp sonra o üst yapıya uygun alt yapıyı imal etmeye çalışmaktadırlar.
Başta politikacılar olmak üzere anlaşılması gereken mesele şudur: Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, belediye başkanının koltuğunu işgal etmek, kavga çıkarmak, yolları tıkamak, kurum ve kuruluşları işlemez ve çalışmaz hale getirmek değildir. Aksine, karar almayı kolaylaştırarak herkesin memnun olabileceği, yaşanabilir alanlar üretmeye destek olmaktır.
1 — Erişilebilirlik İzleme Sistemi veri tabanında bulunan toplam bina sayısı 1 milyon 525 bin 178 adet olup bunların sadece %75’in üzerinde erişilebilir olan bina sayısı sadece 3 bin 380’dir. Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği, (2015). “Erişilebilirlik, eğitim, çalışma hayatı ve sağlık verileri-analizler”. Mevzuattan Uygulamaya Engelli Hakları İzleme Raporu 2014 http://www.engellihaklariizleme.org/tr/files/belgeler/ozet_2014.pdf
2 — 4 Nisan 2017’de, Eskişehir’de, İstanbul İsveç Başkonsolosluğu, Swedish Institute (SI), Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi (RUSİHAK) ve Engelli Kadın Derneği (ENGKAD) işbirliği ile düzenlenen Erişiyorsam Varım Sergisi kapsamında “Erişilebilir Şehir” başlıklı bir panel düzenlenmiştir. Söz konusu açıklamalar bu panelde ifade edilmiştir.