Çeviren: Ulaş Bayraktar
Son yıllarda kentsel çalışmalar terminolojisinde, “şeylerin mevcut düzeninden bir kopuşu ve ayrılığı ifade eden”1 farklı biçim ve türlerde muhalif etkinlikleri yaygınlaştırmak ve birleştirmek için iki kavrama sıklıkla başvuruluyor: İlki müşterekler kavramı. Bu kavramı genelde neoliberal politikalar tarafından özelleştirilen ya da metalaştırılan tüm mallar, kaynaklar ve kamu hizmetlerini savunan ve bunların düzenine ve yönetimine alternatif biçimler öneren toplumsal hareket eylemcileri kullanır oldu. İkinci kavram da belediyecilik. Bu kavram da hem toplumsal hareket eylemcileri hem de radikal solcu siyasetçiler tarafından, yurttaşların katılımı ve güçlendirilmesiyle inşa edilebilecek ortak bir siyasi alanı mümkün kılabilecek bir ölçek olarak gördükleri yerel yönetimlere tekrar sahip çıkmak için kullanıldı. Bu kısa katkı sözkonusu iki fikrin kavramsal ve dolayısıyla işlevsel yakınlığını ve sonrasında da sınırlılıklarını göstermeyi amaçlıyor. İlk olarak “müşterekler” ve “belediyecilik” kavramlarımı takdim edeceğim. Sonrasında her iki kavramın ortak kuramsal dayanaklarını ve onlara yöneltilen ortak eleştirileri keşfedeceğim. Tartışmamı, bu kavramların etkili kentsel alternatiflere dönüşebilmesi için kendi sınırlılıklarını kuramsal ve ampirik olarak idrak etmesi gerektiğini önererek sonuçlandıracağım.
Son on yıl süresince, müşterekler kavramı ilk kuramsal hâlinden bu yana çok evrildi ve güçlü bir siyasi anlam edindi. Başlangıçta yani Elinor Ostrom’un (1933-2012) yeni-kurumsalcı yaklaşımında, müşterekler ortaklaşa yönetilen maddi ya da gayri-maddi kaynaklardı.2 Ostrom’un vaka çalışmaları sulama sistemlerinden yüksek dağ meralarına, yeraltı suyu havzalarına ve kıyı balıkçılığına kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Bu yaklaşım, devletin kamusal ve piyasanın özel işletmeci modellerinin ötesinde bir örgütlenme biçimi olduğunu göstermek amacıyla toplu eylemlerin ortodoks modellerinin yapıbozumunu hedefliyordu. Katkım, hâkim iktisadi mantığı eleştirmeyi ya da ona meydan okumayı hedeflemiyor. Ostrom’a göre toplu olarak yönetilen kaynaklar ya üretim sürecinde girdi olarak kullanıldıkları ya da rekabetçi piyasa kurallarına göre satılacak metalar oldukları kapitalist ekonominin bileşenidir. Fakat yeni-kurumsalcı yaklaşımın devlet ve piyasa arasında açtığı bu imkân alanından faydalanan birçok eleştirel araştırmacı müşterekler kavramına başvurarak onu muhtemel bir özgürleşme sürecinin hatlarını çizmenin bir aracına dönüştürdüler.
Müşterekler kavramı önce daha ortodoks siyasi bir terminoloji içinde sonra da daha devrimci bir hüviyette yeniden gündeme gelmiş gibi göründüyse de belediyecilik için tam tersi yaşandı.
Bu yazında müşterekler sadece birlikte yönetilen bir kaynak olarak anlaşılmaz. Müşterekler bir toplumsal grup ile o grubun yaşamı ve yaşam alanı açısından hayati, maddi ya da gayri-maddi bir kaynak arasındaki toplumsal ilişkidir.3 Bu ilişkinin gerçekten özgürleştirici olabilmesi için hem grubun üyeleri arasındaki ilişkinin hem de karar mekanizmalarının olabildiğince yatay olması ve grupla kaynak arasındaki ilişkinin kaynağı metalaştırmayacak biçimde kurgulanması gerekir.4 Yine de gerçek özgürleştirici etken toplumsal ilişkinin vazgeçilmez doğasında saklıdır. Bu özellik müşterekler kavramını toplu bir ihtiyaç düzeyine taşır ve toplumsal grupların bu kaynaklara neden topluca sahip çıkmaları ya da onları üretmeleri gerektiğinin ve bunların her nevi özelleştirilme girişimine karşı savunulması gerekliliğinin nedeni hâline gelir. Bu anlayış çerçevesinde, müşterekler kavramı bu başlık altına giren girişimlerin kapsamını toplumsal hareketleri, dayanışmacı ve kooperatifçi, topluluk temelli iktisadi uygulamaları, özyönetime dayalı binaları ve kamusal alanları içerecek biçimde genişletir.
Belediyecilik kuramı da ilk kavramsal tanımlarından farklı bir yere evrildi fakat müştereklerinkinin tam tersi yönde. Müşterekler kavramı önce daha ortodoks siyasi bir terminoloji içinde sonra da daha devrimci bir hüviyette yeniden gündeme gelmiş gibi göründüyse de belediyecilik için tam tersi yaşandı. Bu ikinci kavram Murray Bookchin’in katkıları sayesinde ağırlıklı olarak anarşizm ve liberter sosyalizm alanında gelişti. Bookchin’in çalışmasının amacı, bu iki ideolojik alandaki tartışmayı, hem mevcut hem müstakbel örgütlenme sorunsalını gerçekten içeren somut bir siyasi tasarı üzerinden tekrar canlandırmaktı. Bookchin5 özgürlükçü belediyeciliği doğrudan demokrasi ilkesine dayanan siyasi eylemin aracı ve amacı olarak önerir. Bu demokrasi yöntemi, konfederatif olarak yapılandırılabilecek kent temelli meclisler aracılığıyla uygulamaya geçer. Özgürlükçü Belediyecilik, yurttaşların aktif siyasi katılımı ve güçlenişi aracılığıyla devletin gücünü, onu ele geçirmeden, zayıflatır ve sıradan yurttaşların ellerine iade eder. Fakat son birkaç yıldır, eleştirel siyaset bilimciler, belediyeciliğin anarko-özgürlükçü yaklaşımına, yerel idare ile kentsel toplumsal hareketler arasındaki siyasi sınırları ortadan kaldırmak adına gitgide daha fazla referans vermeye başladı.
Müşterekler devlet aygıtının tümüne ve tüm yönetim ölçeklerine yönelik güvensizlikten doğar. Amaçları devleti ele geçirmeden ve ondan özerk biçimde bir özgürleşme yolu açmaktır. Belediyecilik de neoliberal yönetişime tamamen kapılmış ve tüm karar alma erkini diğer kurumsal ölçeklere devretmiş bir hâlde hâkim politikalara bir alternatif üretme şansı kalmamış gibi görünen ulus devlete yönelik güvensizlikten doğar.
Bu yazında, belediyecilik yerel idareyi, başka yerde, özellikle ulus devlet düzeyinde mümkün olmayan değişiklikleri yaratabilecek ve siyasi alternatifler geliştirebilecek ayrıcalıklı bir ölçek olarak yorumlar. Yerel ölçeğin siyasi potansiyelleri üzerine düşünmüş birçok yazara göre, kurumsal alanı hesaba katmadan kentsel bir alternatif inşa edilemez. Bu alan görmezden gelinemez ama evet değiştirilmek zorunda.6 Belediyecilik, karar alanın ve refah üretenin artık kamu yönetimi değil; idare, topluluk temelli örgütler ve toplumsal hareketler arasında oluşturulmuş katılımcı bir alanın olduğu yeni bir yerel yönetişim tahayyülünü ima eder. Bu yüzden, belediyecilik, neoliberal politikalar ve küresel tasarruf tedbirlerine karşı radikal ve toplumsal olarak özerk bir yanıta evrilecek toplu ortak sorumluluk ilkesine dayanan farklı solcu aktörlerin kent temelli yeni birlikteliklerini ima eder.7 Bu yazarlar tarafından zikredilen belediyecilik tecrübeleri, Mayıs 2013’te birçok İspanyol şehrinin yönetimini kazanan “Ahora Madrid” ya da “Barcelona en Comú” gibi farklı yurttaş temelli siyasi platformlardı.
Müşterekler Kuramı İle Belediyecilik Kuramı Nerede Buluşuyor?
İlkin, her iki kuram da devletin eylemlerine yönelik, özellikle de 2007-2008 krizine rağmen durdurulamaz gibi duran neoliberal politikaların uygulanmasının ardından doğan güvensizlik hissiyatıyla ortaya çıkar. Müşterekler devlet aygıtının tümüne ve tüm yönetim ölçeklerine yönelik güvensizlikten doğar. Amaçları devleti ele geçirmeden ve ondan özerk biçimde bir özgürleşme yolu açmaktır. Belediyecilik de neoliberal yönetişime tamamen kapılmış ve tüm karar alma erkini diğer kurumsal ölçeklere devretmiş bir hâlde hâkim politikalara bir alternatif üretme şansı kalmamış gibi görünen ulus devlete yönelik güvensizlikten doğar.
İkincisi, her iki kuram da yurttaşların hayatlarını doğrudan etkileyen ama artık siyaset ve iktisat seçkinlerinin ellerine geçecek şekilde mahrum bırakıldıkları hayati konuların denetimini talep eder. Müşterekler su, konut, kent donatıları ve hatta bilgi ve veri gibi hayati kaynakların yurttaş denetimini geri ister. Belediyecilik de kentin ve kurumlarının yönetimine dair tüm sahayı geri alma arayışındadır. Bu hayati mecraların -kaynakların ve yerel kurumların- denetiminin iadesini istemek bunların işletmesi ve yönetiminin parçası olma gerekliliğine yanıt verir.
Üçüncü olarak, her iki kuram da işbirliğini, küreselleşmiş bireysellik içinde yalnızlaşmış hayatlara karşı zaruri bir çalışma ilkesi olarak görür. Müşterekler bunu kaynakları yöneten toplumsal grupların üyeleri arasındaki, belediyecilik de yurttaşlar ile kamu kurumları arasındaki ilişkiyi yeniden kurgulayarak yapar. Bu son ikisi arasındaki işbirliği birbirlerine duydukları güveni güçlendirmek ve katılımcı kamusal planlama ve politika süreçlerini geliştirmek için hayatidir. Karşılıklılığa ve dayanışmaya dayanan işbirliği toplumsal grubun ortak kimlik ve mücadelelerinin güçlenmesine zemin hazırlar.
Dördüncü olarak, her iki kuram da, dayatılan küresel bağımlılık ilişkilerine karşı yakınlığı esas alan belli bir eylem sahası oluşturur. Müşterekler, karşılıklılık ve metalaşmamış ilişkilere dayanan yeni topluluk temelli kurumları kurma gayesiyle bu sahayı topluluk ölçeğinde tesis eder. Belediyecilik de ölçek olarak kenti hedefler, ki toplumsal aktörlerin katılımına ve müdahilliğine açık siyasal kurumlar yaratılabilsin. Her iki durumda da, topluluğun ve kentin yakınlığı, temsili demokrasinin ötesine geçmenin ve yeni özyönetim modelleri denemenin alanına dönüşür.
Başka bir deyişle, iki kavram da, yeni “kurumsallıklar” inşa etmeye odaklanır; müşterekler bunu geleneksel kurumların sınırlarında yenilerini yaratmak, belediyecilik ise eski geleneksel olanları yeniden şekillendirmek suretiyle yapar. Her halükarda iki kurumsallık da işbirliği, yakınlık ve özyönetim ilkelerine dayanır. Fakat müşterekler ve belediyecilik, mümkün olanla ilişkiyi yeniden tanımlamaya ve özgürleşme süreçlerini oluşturmaya yardım eden ortak bir zemine inşa edilmiş olsalar da, bu zeminde belli sınırlılıklar görülebiliyor.
Nitekim, ilk ortak sınırlılık sosyo-mekânsal boyutta kendini gösteriyor. Müşterekler bağlamında topluluğun, belediyecilik bağlamında da kentin sosyo-mekânsal birimine odaklanmak, sözkonusu birimin toplumsal homojenliğine dayanan ve sınırlarının içinden ibaret olan eşitsiz bir özgürleşme biçimine sebep olabilir. Bu anlamda, hem müşterekler hem de belediyecilik yeni bir seçkinci kapanma biçimine dönüşebilir. Öyle ki bu sınırların dışında neoliberal kapitalist rejimin sebep olduğu eşitsizliklerin üretimi ve yeniden üretimi eksilmekten ziyade yoğunlaşabilir.8 Müştereklerin seçkinciliğine bir örnek, Katalan bölgesinde toplumsal yenilikler ile kentsel ayrışmanın haritalarını karşılaştıran bir araştırmanın sonuçları ile ortaya kondu. Çalışmanın bulguları, bu girişimlerin büyük çoğunluğunun, yüksek toplumsal kaynaşmanın güçlü olduğu ve güçlü bir toplumsal hareketlilik geleneğine sahip orta sınıf alanlarında görüldüğüne işaret ediyor.9 Belediyeciliğin seçkinciliğine dair bir örnek de batıdaki farklı siyasal bağlamlarda ortaya çıkan seçim sonuçlarında görülebilir. Trump’ın zaferi ve Brexit referandumunda Avrupa Birliği’nden çıkma yönünde kullanılan oyların gayri kent alanların, kentsel olanlarla olan farklılığının seçim tercihi biçiminde ifade edilişidir.10
Kuramsal açıdan, bu sınırlılık hesaba katıldı ve bunu aşmak adına denemelerde bulunuldu. Müşterekler açısından, gerçekten özgürleştirici olabilmek için, bu girişimlerin gözenekli olması ve kendi topluluklarının sınırlarını aşması gerekir.11 Belediyecilik bakımından da, belediye politikalarının sadece yerel olamayacağı ve farklı ölçekleri ve mantıkları kapsaması gerektiği dile getirilir.12 Gerçekten de, bu sınırlılıklara kuramsal yanıtlar sunmak hayati olsa da, ampirik açıdan, sosyo-mekânsal kapalılıkların nasıl fiilen ortadan kaldırılabileceği sorusunun daha da tartışılması gerek gibi görünüyor.
İkinci sınırlılık, geçicilikten menkul. Müştereklerin geçiciliği, bu topluluk temelli girişimlerin fazlasıyla eğreti olmasından kaynaklanıyor. Bilimum konutla ilgili ve kültürel işlerde olduğu gibi ekseriyetle yasallığın ve resmiliğin kenarlarında gelişiyorlar ve dolayısıyla kaderleri mülk sahiplerinin ya da yerel idarecilerin onları hoş görüp görmemelerine dair kararlara bağımlı oluyor. Genelde kendilerine yetecek ekonomik modellere sahip olamıyorlar; güvencesi olmayan finansman kaynaklarına ya da grup üyelerinin gönüllü katkılarına dayanıyorlar. Çoğunlukla faaliyetlerini yürüttükleri mekânların sahibi olmadıkları için kendilerini emlak spekülatörlerinin insafına kalmış bulabiliyorlar.13 Belediyeciliğin geçiciliği ise bu siyasi projenin, devamlılığına kefil olunamayacak siyasi döngülere bağımlı olmasından kaynaklanır. İlkin bunlar, şimdiki gibi belli tarihi konjonktürlere bağlıdır. Nitekim günümüzde kentler diğer idari ölçeklere, özellikle de ulusal düzeye nazaran daha ağırlık kazanmış gibi görünüyor.14 İkincisi, bunlar İspanyol vakalarında olduğu gibi, kentsel alanda farklı yurttaş temelli siyasi platformların kurulması vasıtasıyla yeni kurumsallaşma biçimleri bulmuş kriz sonrası kentsel ayaklanmalarla temsil edilen protesto döngülerine bağlıdır.15 Fakat, müştereklerin ve belediyeciliğin her ikisininin de sınırlıklıkları önemli bir konu olsa da, kuramsal ve ampirik açıdan bunun üzerine eğilen katkıların hâlâ yeterli düzeyde olmadığı aşikâr.
Ezcümle, müşterekler ve belediyecilik kuramı son birkaç yıl içinde muhalif siyasi aktörler için iki kentsel alternatif olarak ortaya çıktı. Her iki kavram da -müşterekler bağlamında hayati kaynaklar, belediyecilik bakımından da yeni hibrid ve katılımcı kurumlar yaratmak amacıyla- kentin yönetiminde hak talep ederek siyasetin işleyişine katkıda bulunuyor. Ranciere’e göre “çoban kralların, savaşbeylerinin ya da mülk sahiplerinin doğal düzeni, bir özgürlüğün filizlenmesi ve tüm toplumsal düzenlerin dayandığı nihai eşitliğin gerçek kılınması ile kesintiye uğradığı için ya da uğradığında siyaset işler.” Fakat, bu kesintinin tesadüfi olmaması ve iki tarafının da keskin bir kılıca dönmemesi için her iki kuramın da kendi sınırlıklarını, yani sosyo-mekânsal ve geçicilik zaaflarını idrak etmesi gerekir. Bu kavramlar ancak kuramsal ve ampirik açıdan sorgulanarak kentsel alternatiflerin terminolojisine yeniden delalet edebilir.
1- Ranciere, J. R. (1998) Disagreement: Politics And Philosophy. Minneapolis: University of Minnesota Press.
2- Ostrom, E. (1990) Governing the Commons. Cambridge: Cambridge University Press.;
Hess, C., E. Ostrom (2007) Understanding knowledge as a commons : from theory to practice. Cambridge MA: MIT Press.
3- Harvey, D. (2012) Rebel Cities. Londra: Verso.
4- De Angelis, M. (2003) “Reflections on alternatives, commons and communities or building a new world from the bottom up”, The Commoner, 6, s. 1–14; Mattei, U. (2011) Beni comuni. Un manifesto. Bari: Laterza.; Federici, S., Caffentzis, G. (2013) “Commons Against and Beyond Capitalism”, Upping the Anti: a journal of theory and action, 15, s. 83–97; Harvey, D. (2012) Rebel Cities. Londra: Verso.
5- Bookchin, M. (1998) The politics of social ecology : libertarian municipalism. Montreal: Black Rose Books.
6- Blanco, I., R. Gomá (2016) El Municipalisme del Bé Comú. Barselona: Icaria.
7- Subirats, J. (2016) El poder de lo próximo: las virtudes del municipalismo. Madrid: Catarata.
8- Harvey, D. (2012) A.g.y
9- Cruz, H., R. M. Moreno, I. Blanco (2017) “Crisis, urban segregation and social innovation in Catalonia”, Partecipazione e Conflitto, 10(1), s. 221–24
10- Rossi, U. (2018) “The populist eruption and the urban question”, Urban Geography. Routledge, 39(9), s. 1425–1430.
11- Stavrides, S. (2016), Common space : the city as commons. Londra: Zed Books.
12- Subirats, J. (2016), A.g.y.
13- Bianchi, I. (2018), In, against, beyond and through the State. Limits and possibilities of Urban Commons in Barcelona. Universitat Autónoma de Barcelona; Università IUAV di Venezia.
14- Le Galès, P. (2006) Le città europee. Bologna: Il Mulino.
15- Mayer, M., C. Thörn, H. Thörn (2016) Urban Uprisings:Challenging Neoliberal Urbanism in Europe. Londra: Pelgrave.