Plastik deyince aklımıza su şişeleri ve poşetler geliyor. Plastik poşet yutan balinalar artık hiçbirimize yabancı değil. Son yıllarda bir de mikroplastiklerden sıklıkla bahsediliyor; bu parçacıkları yediğimizi, içtiğimizi, soluduğumuzu artık biliyoruz. Plastik ürünlere eklenen kimyasalların toksik ve kanserojen olduğuna, hormonal sistemlerimizi etkilediğine dair çok sayıda bilimsel kanıt var. Ama bir yandan da doğal hammaddeler kullanılarak üretilen plastik ikamelerinden, plastiği sindiren bakterilerden, denizleri temizleyen son teknoloji ürünü sistemlerden bahsediliyor. Zaten “plastiği geri dönüştürmek mümkün”. Bu bilgilerle derin bir “oh” çekiyoruz, “mutlaka birileri bu sorunu çözecek” diyoruz ve hayatımıza kaldığımız yerden, bildiğimiz şekilde devam ediyoruz. Peki plastik kirliliği gerçekten salt teknolojiyle çözülmesi mümkün bir problem midir? 

Plastik fosil yakıtlardaki karbon bileşenlerinden üretilen bir malzeme. Karbon ise sadece dizilişi değiştirilerek kurşunkalem kadar yumuşak ya da elmas kadar sert bir ürün hâline getirilebilen bir element. Plastik de bu çeşitlilik alanında bir yerde yer alıyor. Ortaya çıkış hikâyesi de ilginç, yüksek maliyetli doğal kaynaklara bağımlılığı ortadan kaldırmak amacıyla fildişinden üretilen bilardo topları ya da piyano tuşlarına alternatif bir malzeme arayışından doğuyor. 1800’lerin ikinci yarısında üretilen plastiğin atası selüloz. 1907 yılında sentetik materyalden Bakalit adı verilen ilk plastik üretiliyor. Aynı moleküllerin bir araya gelerek uzun zincirler oluşturduğu polimerlerden değişik dizilimlerle farklı özelliklerde plastikler elde ediliyor. 

Polivinil klorür (polyvinyl chloride, PVC) 1872’de, Polistiren (polystyrene, PS) 1930’da, polietilen (polyethylene, PE) 1933’te, polietilen tereftalat (polyethylene terephthalate, PET) 1941’de ve polipropilen (polypropylene, PP) 1954’te ortaya çıkıyor ve ticari üretimleri 1920’lerin sonları ile 1950’ler arasında başlıyor. Yanmayan ve kırılmayan dayanıklı plastikler İkinci Dünya Savaşı sırasında miğfer, uçak parçaları, paraşüt gibi çeşitli malzemelerin yapımında yaygın kullanılıyor. Savaş bittikten sonra plastik endüstrisi yoğun üretimine devam etmek istediği için plastikten üretilen malzemeleri temiz, kullanışlı ve modern olarak pazarlamaya başlıyorlar. Bu kampanyalarla plastik üretimi 1950’lerde tırmanışa geçiyor. Tüketiciler bu ürünlerden çok memnun kalıyor, yıkayıp temizleyip tekrar kullanıyorlar. Ama plastik endüstrisi bu ürünlerin ucuz olduğu için tek kullanımdan sonra atılabileceğini, temizlenip tekrar kullanılmasına gerek olmadığını teşvik ederek bu sorunun da üstesinden geliyor. Amacına ulaşan bu kampanyalarla 1960’larda 400 kat artan plastik üretiminin sonucunda, plastik kirliliği 1970’lerde artık görünür olmaya başlıyor. Günümüzde yılda 400 milyon tondan fazla plastik üretiliyor ve bu hızla devam edersek 2050 yılında yıllık üretimin bir milyar tonu geçmesi öngörülüyor. Şimdiye kadar üretilmiş on milyar tonu geçen plastiğin yüzde 80’i atık hâline gelmiş ve dünyanın kurtarıcısı olarak inandırıldığımız geridönüşüm uygulamaları da bu atıkların sadece yüzde 9’unu geri kazandırabilmiş durumda. Özetle aslında plastik atıklarımızda boğuluyoruz.

Fotoğraf: Marjan Blan/Unsplash
Fotoğraf: Marjan Blan/Unsplash 

Hepimizin çok iyi bildiği bir kullan at örneğiyle başlamak istiyorum. Yakın zamanda “karton” bardakların aslında plastik içerdiğinin pek bilinmediğini fark ettim. Düşününce mantıklı aslında, sadece kâğıttan üretilmiş olsa içine sıvı konulduğu an suyu emmesi gerekirdi, öyle değil mi? Bunu engellemek için “karton” bardakların iç kısmında plastik bir tabaka bulunuyor, ki ürünün geridönüşümünü son derece zorlaştırıyor. Son yıllarda bu tabaka mısır nişastası ya da şekerkamışı gibi maddelerden üretilen bir kaplamayla değiştirilmeye başlandı. Bu organik maddenin çözünme koşullarını inceleyince bir sürprizle karşılaşıyoruz. Doğal ortamlarda değil, endüstriyel kompost koşullarında ve 60 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda çözünebiliyor. Konuyla ilgili bir çalışma fosil yakıt ve organik bazlı kaplaması bulunan tek kullanımlık bardakların her ikisinden de sızan kimyasalların tatarcık sineğinin gelişimini aynı şekilde yavaşlattığını gösterdi. “Tatarcık sineği mi?” sorusuna yanıt olarak da, bu türün bilimsel toksisite çalışmalarında yaygın kullanılan bir tür olduğunu belirteyim. Hammaddesi doğal olmasına rağmen, hâlâ sentetik bir materyalden bahsediyoruz ki, buna benzer bilimsel veriler plastik alternatiflerini yaygınlaştırırken dikkatli olunması gerekliliğini ortaya koyuyor. 

Plastik kirliliğinin boyutlarını tasavvur edebilmek işin içinde olmayınca çok zor olabiliyor, çünkü plastikler günlük hayatımızdaki görünülürlüklerini kaybetmiş durumdalar. En genel algı plastik kirliliğinin çöplerini kutulara ya da geridönüşüme atmayan insanlar yüzünden olduğu ve çöpünü düzgün atanların bu problemin muhatabı olmadığı şeklinde. Atık toplama ve geridönüşüm süreçlerinin verimli işlediğini varsaysak bile (ki değil), farkına bile varmadan günlük yaşamımızda doğaya saldığımız plastik atıklara ne oluyor?

Tam da bu noktada mikroplastiklerden bahsetmek uygun olacaktır. En geniş tanımıyla beş milimetreden küçük plastik parçalara mikroplastik diyoruz. Plastik ürünlere şekil vermeden önceki hâli de aslında pelet dediğimiz parçacıklar. Bu peletler bütün diğer ürünler ya da hammaddeler gibi uzun mesafelere taşınıyor. Tanker kazaları ve okyanuslara sızdırdıkları petrolün ekosistemlere etkileri hepimize aşina olmalı. Aynı şekilde tankerlerle taşınmaları sırasında yüksek miktarlarda pelet de denizlerde kaybedilebiliyor. Reuters’ın haberine göre, geçen yılın aralık ayında Portekiz açıklarında deniz taşımacılığı şirketi Maersk’e ait Toconao adlı gemiden düşen konteynırdan dağılan peletler İspanya’nın Galiçya kıyılarına vurdu. Bölge halkı bu tehlikeli kirleticiyi kıyılarından kendi çabalarıyla temizlemeye çalıştı, ama takdir edersiniz ki doğaya karıştıktan sonra bu tanecikleri tamamen temizlemek imkânsız. Bu sorun aslında yarım asırdan fazla bir süredir biliniyor. Biliminsanları deniz araştırmaları sırasında, ağlarla aldıkları örnekler içerisinde plastik boncuklar buluyor ve 1972 yılında ilk kez bilim dünyasının en prestijli dergilerinden biri olan Science’ta iki makaleyle bulgularını yayımlıyorlar. Bağımsız gazeteci Anja Krieger’ın bu yayınların yazarlarından Ed Carpenter ile yaptığı röportaj ve ilgili araştırması ise plastik endüstrisinin o zamanlar bile ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Yayınları takiben Plastik Endüstrisi Derneği’nden (Society of Plastics Industry) bir yetkili Ed Carpenter’ı ziyarete geliyor ve biliminsanı bu ziyaretten tedirgin olup araştırmalarına başka bir konuda devam etmeye karar veriyor.

Mikroplastik parçacıkları birincil ve ikincil olarak grupluyoruz. Birincil mikroplastikler kasıtlı olarak başka ürünlere eklenen parçacıklar. Bu mikroplastiklere örnek olarak mikro boncukları ya da sim parçacıklarını gösterebiliriz. Mikro boncuk içeren ürünlere birçoğumuz aşinayız; örneğin peeling özellikli yüz temizleme ürünleri. Boncuklar aslında mikroplastik ve bir kısmı atık sularımızla denizlere ulaşıyor. Kullanımlarının yasaklanması için çalışmalar var, ama düzenlemeler hakkında kesin bilgiye ulaşmak oldukça çetrefilli. 2012’de mikroplastiklerin kozmetik ürünlerinden kademeli olarak çıkarılması tartışılmaya başlanıyor, ama çoğunlukla niyetle işliyor bu süreç. Eylül 2023 itibarıyla Avrupa’da eksfoliasyon (deriyi soyma) için formülünde mikroplastik boncuk kullanılan kozmetik ürünlerin satışı yasaklandı. Bununla birlikte, boncuk harici sentetik mikro partikül içeren ürünler için bu yasağın uygulamaya geçirilmesi dört ila on iki yılı bulacak. Burada buzdağının görünen kısmının “ucunun yan tarafının arkasındaki bölümü” ile ilgili bir yasak söz konusu. 

Farkında olmasak da evlerimizde kullandığımız birçok ürünün içinde mikroplastik bulunuyor. Klozet temizleyicileri, çamaşır ve bulaşık deterjanları için yapılan bir bilimsel çalışma çarpıcı rakamlar ortaya koyuyor: Analiz edilen her üründeki ortalama 565 mikroplastik baz alınarak yapılan tahminlere göre, atık sulara karışan parçacıkların yaklaşık yüzde 65’i atık su yönetim sistemlerine ulaşıyor. Bu miktarın yılda 31,5 milyar taneciğe denk gelen yüzde 31’lik kısmı ise atık su deşarjıyla sucul ortamlara karışıyor.

Fotoğraf: Sören Funk/Unsplash
Fotoğraf: Sören Funk/Unsplash 

Doğa, her döngüsünde olduğu gibi, yabancı bir madde olan plastiğin yok edilmesi için de bütün yolları deniyor. Ancak unutmamak gerekir ki, plastiklerin üretim amacı dayanıklı olması ve bu konuda da ne yazık ki oldukça performanslı bir materyal. İkincil mikroplastikler doğanın yabancı maddeden kurtulmaya çalışmasının bir “yan etki”si. Güneş ışınları plastiğin yapısını değiştirip kararsız hâle getiriyor, ancak bu etki onu organik bileşenlerine ayıramıyor, rüzgâr ya da dalgaların da etkisiyle sürekli daha çok parçalanmasına neden oluyor. Bu şekilde oluşan mikroplastikler ikincil kategorisinde değerlendiriliyor. Belirli bir boyutları, şekilleri ya da renkleri yok. Bilimsel çalışmalarda bile belirlenmeleri, ayrıştırılmaları oldukça zorlu. Bilimsel araştırmalardan elde edilen veriler sürekli parçalanarak sayılarının arttığını gösteriyor. Hatta son yıllarda mikroplastiklerin ötesine de geçip nanoplastikleri konuşmaya başladık. Görünen o ki, plastikler doğada çözünme konusunda oldukça dirençli, parçalanarak var olmaya devam ediyorlar.

Bir de sentetik iplikçikler var. Polyester, polyamide, naylon… Günümüzde artık çoğunlukla plastik giydiğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Sadece giymekle de kalmıyoruz, onları sürekli yıkayarak doğaya plastik iplikçikler salınmasına sebep oluyoruz. Güneş ışığı evlerimizin içine vurduğunda havada kendinden emin bir şekilde salınan iplikçikleri hepimiz fark etmişizdir. İngiltere’de yapılan bir araştırma bir kilogram sentetik kıyafetin 114 miligram iplikçik saldığını ve kıyafetler ayda iki kere yıkandığında bütün ülkede yılda 2000 ton iplikçiğin arıtma sistemlerine karıştığını ortaya koyuyor. Başka bir çalışmada, okyanuslara yılda yedi ila otuz dört ton sentetik iplikçik karıştığı tahmin ediliyor. Bir de tekstil ürünlerinin geridönüşümüne değinelim. Sanılanın aksine sentetik kıyafetlerimiz geri dönüştürülemiyor. Tekstil endüstrisinde geridönüşümün uygulanabildiği tek süreç, PET su şişelerinden elde edilen polyesterden üretilen kıyafetler. Ama bu sürecin devamı yok. Şişelerden elde edilen polyesteri tekrar geri dönüştürmek çok zor. Ayrıca doğada çözünmediği ve kimyasal içerdiği için çöp depolama alanlarına da kabul edilmiyor ve bu ürünler çöllerde sonsuza kadar doğayı kirletmeye bırakılıyorlar.

Peki mikro(nano)plastikleri neden dert ediyoruz? Soluyarak, yiyecek ve içeceklerimizle ve hatta deri yoluyla biz de dahil canlılara nüfuz eden mikro(nano)plastiklerin kanserojen olduğuna, oksidatif stres, iltihaplanma, bağışıklık fonksiyon bozukluğu, değişmiş biyokimyasal ve enerji metabolizması, bozulmuş hücre çoğalması, anormal organ gelişimine yol açarak sağlığımızı etkilediğine dair güçlü kanıtlar var. 

“Sadece kanıt mı var?” sorusuna cevap vereyim. Öncelikle insan üzerinde kimyasal toksisite araştırmaları etik sebepler nedeniyle oldukça meşakkatli olduğundan yavaş ilerleyen bir süreç. Ayrıca canlılara etkileri araştırılırken laboratuvar ortamında sınırlı sayıda kimyasalın etkisine bakılabiliyor. Bu yüzden plastik kirliliğinin, kimyasallarından kaynaklanan kirlilik de dahil olmak üzere, her zaman genel kirlilik ve ekosistemleri etkileyen diğer birçok stres faktörü bağlamında düşünülmesi gerekiyor. Tek bir kirleticinin etkisi küçük olabilse de, bitkilerin, hayvanların ve insanların deneyimlediği kimyasal kirleticilerin karışımından yalnızca biri olduğunu akılda tutmak önemli. Plastik atıklar ve mikroplastikler halihazırda elimine edilmesi mümkün olmayan derin deniz, uzak okyanus alanları, hava, toprak ve canlıların vücutlarında bulunduğundan geri döndürülemez olarak tanımlanıyor. Böyle bir yayılımı ve doğadaki dayanıklılığını düşünerek, “İhtiyatlılık İlkesi (Precautionary Principle)” kapsamında yaygın etkileri ortaya çıkmadan önlem alma gerekliliği de kaçınılmaz hâle geliyor. 

Bu bilgiler ışığında umuyorum ki plastik kirliliğinin su şişeleri ve poşetlerin ötesinde bir çevresel problem olduğunda hemfikir olabilmişizdir. Hayatlarımızın içine bu kadar sinsice girmiş bir kirleticinin Kuzey Kutbu’nda bile ciddi bir problem olduğunu okumak artık şaşırtıcı olmayacaktır. Sadece yaklaşık dört milyon insanın yaşadığı Kuzey Kutup bölgesinde Avrupa’da bulunan yoğunlukta (mikro)plastik var. Plastikler güneyden Kuzey Atlantik akıntısıyla, Pasifik Okyanusu’ndan Bering Boğazı vasıtasıyla, Kuzey Buz Denizi akıntılarıyla Sibirya’dan ve hava akımlarıyla da bütün dünyadan Kuzey Buz Denizi’ne ulaşıyor. Plastik Kuzey Kutbu’nun havasını, suyunu, karasını, buzulunu ve canlılarını işgal etmiş durumda. 

Benim de çalıştığım Almanya’daki Alfred Wegener Enstitüsü’nün (AWI) yürüttüğü vatandaş bilimi programı kapsamında, 2016 ve 2021 yılları arasında SV Antigua yelkenlisiyle çıkılan turistik gezi sırasında, Svalbard Takımadası’nın plajlarında temizlik aktivitesi yapılmıştı. Bu çalışmalar sırasında yüzde 99’dan fazlası plastik olmak üzere 1150 kilo ağırlığında 8300 atık bulundu. Toplanan atıkların üretildiği ülkeler incelendiğinde aralarında Türkiye’nin de olduğu 27 ülke tespit edildi. 1960’tan kalma bir şişe parçası, 1971 tarihli Norveç üretimi bir kutu, 1979’da Sovyetler Birliği’nde üretilen bir miğfer bulunan atıklar arasındaydı. Sadece bu çalışmalar bile plastik atıkların zaman ve mekândan nasıl bağımsız olduğunu göstermektedir.

Okyanusların en ulaşılmaz adalarından bildirilen plastik kirliliği Kuzey Kutbu’na özel değil ve sıklıkla da gündeme geliyor. Örneğin, Güney Pasifik Okyanusu’ndaki insan yerleşiminin olmadığı Henderson Adası sahillerinde 38 milyon plastik parçacığı olduğu tahmin ediliyor. 1980’lerde UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Dünya Mirası alanı olarak belirlenen adadaki plastik kirliliği, insan etkisinin dünyamızın en ulaşılmaz kısımlarını bile yoğun bir şekilde etkilediğine başka bir örnek.

Kuzey Kutbu’ndaki Svalbard Takımadası’nda bulunan atıklar sayıca incelendiğinde tüketim ürünleri ağırlıklı olmasına rağmen, ağırlık oranlarına göre incelendiğinde balıkçılık kaynaklı plastik atıkların Kuzey Kutbu’nda yoğunlaştığının altını çizmekte fayda var. Küresel ısınma bu bölgeyi dünyanın geri kalanına kıyasla dört kat fazla etkiliyor. Güneş ışınlarını geri yansıtan beyaz örtü aslında dünyamızın buzdolabı. Buzulların erimesiyle birlikte olması gerektiğinden daha fazla emilen sıcaklık ısınmanın ve erimenin hızlanmasına neden oluyor. Bu şekilde açılan yeni deniz yolları ve uzayan yaz mevsimiyle birlikte daha fazla turizm ve balıkçılık aktivitesine imkân veriyor, ki bu döngüyle artan kirlilik, küresel ısınma nedeniyle baskı altında olan ekosistemin üzerine fazladan bir stres yüklüyor. 

Kuzey Kutbu’nun derin denizinden de bahsetmek istiyorum. AWI’nin 1999’dan beri yürüttüğü izleme programı kapsamında derin deniz tabanını incelediğimizde çok yüksek mikroplastik konsantrasyonlarıyla karşılaştık. Kuzey Buz Denizi’nin 2,5 kilometre derinliğinde Avrupa kıyılarındaki kadar mikroplastik bulmak şaşırtıcıydı. Yüzeyden tabana kadar neredeyse incelediğimiz bütün su örneklerinde mikroplastik vardı ve araştırma alanının kuzeyindeki bölgede en yüksek konsantrasyonlarda bulunuyordu. Kuzey alanının sürekli buzullarla kaplı bölgelere yakınlığı düşünüldüğünde aklımıza ilk gelen, bu yüksek mikroplastik yoğunluğunun buzullarla ilişkili olabileceğiydi ki, aynı bölgedeki başka bir çalışmayla bu önermeyi doğruladık. Şimdiye kadar dünyada belirlenmiş en yüksek mikroplastik yoğunluklarından biri Kuzey Kutup buzullarındaydı. Buzulların erimesi sadece dünyanın iklim döngüsünü bozmuyor, okyanuslara mikroplastik salımına da sebep oluyordu. 

Son olarak bir de Kuzey Kutbu’nun havasındaki mikroplastiklere bakalım. Araştırmalarımız kapsamında yüzen buzullar üzerinden topladığımız kar içerisindeki mikroplastikleri incelemiş ve bir litre kar örneğinde 240 tane mikroplastik bulmuştuk. Kar taneleri düşerken havadaki partikülleri bünyelerine kattıkları ve kar içerisinde bulunan mikroplastikler soluduğumuz havadaki konsantrasyonların bir göstergesi olduğu için de bu bulgu oldukça endişe verici. Peki bu mikroplastikler nereden geliyor? Örneğin otomobil lastiklerinin aşınması önemli bir emisyon kaynağı ve okyanuslara bu yolla yılda 140.000 ton mikroplastik karıştığı tahmin ediliyor. Mikroplastikler sadece karda değil, yağmurda ve yol tozunda, ayrıca şehirlerde ve Alpler, And Dağları, Tibet Platosu ve Everest gibi uzak yerlerin havasında da varlar.

Peki ne yapmalıyız? Öncelikle hayatımıza işlemiş bu kirleticiden üretim sistemimizi değiştirmeden, sadece teknolojik gelişmelere odaklanarak kurtulamayacağımızı kabul etmemiz gerekiyor. Alternatif olarak sunulan organik hammaddelerden üretim, yüksek teknoloji odaklı temizlik projeleri ve daha fazla atık toplayıp geri dönüştürme yaklaşımları, yalnızca üretimimizi kontrol altına alırsak ve bu süreçte üretilen ürünleri ekonomik sistem içerisinde uygun maliyetle tekrar değerlendirilebilir hâle getirirsek işe yarayacaktır. 2018 yılında düzenlenen bir konferansta Hawaii’de kıyı temizliği yapan bir Sivil Toplum Kuruluşu’ndan konuşmacı, sunumunu “Siz istediğiniz kadar teknolojiyle okyanustan plastik toplayın, atıklarınız anakaradan okyanusa karışmaya devam ediyor, bizim kıyılarımıza varıyor ve biz de sürekli temizlemek zorunda kalıyoruz” diyerek bitirmişti sunumunu. Bu, durumun ne kadar vahim ve üzücü bir boyuta eriştiğinin göstergesiydi. Plastik kirliliğiyle mücadelede en umut verici gelişme, müzakereleri Birleşmiş Milletler liderliğinde devam eden Global Plastik Anlaşması. Mart 2022’deki oturumda 175 ülkenin temsilcileri plastik kirliliğini bitirmek üzere 2025 yılında küresel ve bağlayıcı bir anlaşmanın yürürlüğe girmesi üzerinde uzlaştı. Ancak ne yazık ki müzakere aşaması beklenen, istenen ve ihtiyacımız olandan uzun sürüyor. Dünyanın en kısa zamanda bu anlaşmaya ihtiyacı var.

Bireysel olarak yapabileceklerimiz sınırlı olsa da, konfor alanlarımızı dünyadaki diğer canlıların yaşam hakkından yana nasıl değiştirebileceğimizi düşünme ve uygulama taraftarıyım. Bir haftada iki kere tek kullanımlık bardakta kahve içiyorsanız, bir yılda 104 bardak eder ki, örneğin sadece İstanbul’da bir milyon kişiyi hesaba katsak hiç yoktan bir yılda 104 milyon tek kullanımlık kahve bardağı atığı anlamına gelir. Bu hesaplamaya su şişelerini, plastik poşetleri, pipetleri, tek kullanımlık tabakları, market alışverişlerinde düşünmeden sepetlerimize attığımız paketli meyve ve sebzeleri eklersek hiçbir sistemin kaldıramayacağı miktarlarda plastik atık çıkarıyoruz. 

Zamandan ve mekândan bağımsız bir kirletici olan plastik atığı üretmeyi baştan reddetmek, doğaya olan devasa borcumuzu ödemek için bir başlangıç olabilir mi?


1- Andrady, A. L. ve Neal, M. A. (2009). Applications and societal benefits of plastics. Philosophical Transactions of the Royal Society B Biological Sciences, 364(1526): 1977-1984.

2- PlasticsEurope. (2023). Plastics – the fast facts, plasticseurope.org/knowledge-hub/plastics-the-fast-facts-2023/ (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

3- Geyer, R. (2020). A brief history of plastics. (Der. M. Streit-Bianchi, M. Cimadevila ve W. Trettnak) Mare plasticum – The plastic sea: Combatting plastic pollution through science and art (s. 31-47) içinde. Springer International Publishing.

4- Carney Almroth, B., Carle, A., Blanchard, M., Molinari, F. ve Bour, A. (2023). Single-use take-away cups of paper are as toxic to aquatic midge larvae as plastic cups. Environmental Pollution, 330: 121836.

5- Reuters. (2024, 8 Ocak). Millions of plastic pellets wash up on Spanish shore, www.reuters.com/world/europe/millions-plastic-pellets-wash-up-spanish-shore-2024-01-08/ (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

6- Carpenter, E. J. ve Smith, Jr. K. R. (1972). Plastics on the Sargasso sea surface. Science, 175(4027): 1240-1; Carpenter, E. J., Anderson, S. J., Harvey, G. R., Miklas, H. P. ve Peck, B. B. (1972). Polystyrene spherules in coastal waters. Science, 178(4062): 749-750.

7- Krieger, A. (2020). Plastisphere. The Discovery of Plastic Pollution [Podcast].

8- European Commission. (2023, 25 Eylül). Questions and answers on restriction to intentionally added microplastics, ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_23_4602; C.E.t.P.C. (t.y.). Cosmetics Europe Comments on the microplastics restriction, cosmeticseurope.eu/cosmetics-europe-comments-microplastics-restriction (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024). 

9- Lin, Q., Pang, L., Ngo, H. H., Guo, W., Zhao, S., Liu, L. Chen, L. ve Li, F. (2023). Occurrence of microplastics in three types of household cleaning products and their estimated emissions into the aquatic environment. Science of The Total Environment, 902: 165903.

10- Periyasamy, A. P. ve Tehrani-Bagha, A. (2022). A review on microplastic emission from textile materials and its reduction techniques. Polymer Degradation and Stability, 199: 109901.

11- Liu, K., Wang, X., Song, Z., Wei, N., Ye, H., Cong, X. Zhao, L. Li, Y., Qu, L., Zhu, L. Zhang, F. Zong, C., Jiang, C. ve Li, D. (2020). Global inventory of atmospheric fibrous microplastics input into the ocean: An implication from the indoor origin. Journal of Hazardous Materials, 400: 123223.

12- Aljazeera. (2021, 8 Kasım). Chile’s desert dumping ground for fast fashion leftovers, aljazeera.com/gallery/2021/11/8/chiles-desert-dumping-ground-for-fast-fashion-leftovers (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

13- Oksidasyon, nefes alıp verirken vücudunuzun oksijenle reaksiyona girdiği doğal bir süreçtir. Bu süreçte serbest radikaller olarak bilinen moleküller üretilir. Bunlar, bir veya daha fazla eşleşmemiş elektrona sahip oksijen içeren moleküllerdir. Oksidatif stres, vücuttaki serbest radikaller ile bunlarla savaşmak için mevcut antioksidanlar arasında bir dengesizliğin olduğu durumdur. 

14- Ali, N., Katsouli, J., Marczylo, E. L., Gant, T. M., Wright, S. ve de la Serna, J. B. (2024). The potential impacts of micro-and-nano plastics on various organ systems in humans. eBioMedicine, 99.

15- Tekman, M. B., Walther, B. A., Peter, J., Gutow, L. ve Bergmann, M. (2022). Impacts of plastic pollution in the oceans on marine species, biodiversity and ecosystems. WWF Germany.

16- MacLeod, M., Arp, H. P. H., Tekman, M. B. ve Jhanke, A. (2021). The global threat from plastic pollution. Science, 373(6550): 61-65.

17- Bergmann, M., Collard, F., Fabres, J., Gabrielsen, G. W., Provencher, J. F., Rochman, C. M., van Sebille, E. ve Tekman, M. B. (2022). Plastic pollution in the Arctic. Nature Reviews Earth & Environment 3(5): 323-337.

18- Bergmann, M., Lutz, B., Tekman, M. B. ve Gutow, L. (2017). Citizen scientists reveal: Marine litter pollutes Arctic beaches and affects wild life. Marine Pollution Bulletin, 125(1-2): 535-540; Meyer, A. N., Lutz, B. ve Bergmann, M. (2023). Where does Arctic beach debris come from? Analyzing debris composition and provenance on Svalbard aided by citizen scientists. Frontiers in Marine Science, 10: 1092939.

19- Lavers, J. L. ve Bond, A. L. (2017). Exceptional and rapid accumulation of anthropogenic debris on one of the world’s most remote and pristine islands. Proceedings of the National Academy of Sciences U.S.A., 114(23): 6052-6055.

20- Rantanen, M., Karpechko, A. Y., Lipponen, A., Nordling, K., Hyvärinen, O., Ruosteenoja, K., Vihma, T. ve Laaksonen, A. (2022). The Arctic has warmed nearly four times faster than the globe since 1979. Communications Earth & Environment, 3(1): 168.

21- Bergmann, M., Wirzberger, V., Krumpen, T., Lorenz, C. Primke, S., Tekman, M. B. ve Gerdts, G. (2017). High quantities of microplastic in Arctic Deep-Sea sediments from the HAUSGARTEN observatory. Environmental Science & Technology, 51(19): 11000-11010; Tekman, M. B., Lorenz, C., Primpke, S. ve Wekerle, C. (2020). Tying up loose ends of microplastic pollution in the Arctic: Distribution from the sea surface, through the water column to deep-sea sediments at the HAUSGARTEN observatory. Environmental Science & Technology.

22- Peeken, I., Primpke, S., Beyer, B., Gütermann, J., Katlein, C., Krumpen, T., Bergmann, M., Hehemann, L. ve Gerdts, G. (2018). Arctic sea ice is an important temporal sink and means of transport for microplastic. Nature Communications, 9(1): 1505.

23- Bergmann, M., Mützel, S., Primpke, S., Tekman, M. B., Trachsel, J. ve Gerdts, G. (2019). White and wonderful? Microplastics prevail in snow from the Alps to the Arctic. Science Advances, 5(8). DOI: 10.1126/sciadv.aax115

24- Evangeliou, N., Grythe, H., Klimont, Z., Heyes, C., Eckhardt, S. Lopez-Aparicio, S. ve Stohl, A. (2020). Atmospheric transport is a major pathway of microplastics to remote regions. Nature Communications, 11(1): 3381.

25- Tekman, M. B., Walther, B. A., Peter, J., Gutow, L. ve Bergmann, M. (2022). A.g.y.

26- Chen, S. (2023). A global treaty to end plastic pollution is in sight, undp.org/blog/global-treaty-end-plastic-pollution-sight (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

Plastik deyince aklımıza su şişeleri ve poşetler geliyor. Plastik poşet yutan balinalar artık hiçbirimize yabancı değil. Son yıllarda bir de mikroplastiklerden sıklıkla bahsediliyor; bu parçacıkları yediğimizi, içtiğimizi, soluduğumuzu artık biliyoruz. Plastik ürünlere eklenen kimyasalların toksik ve kanserojen olduğuna, hormonal sistemlerimizi etkilediğine dair çok sayıda bilimsel kanıt var. Ama bir yandan da doğal hammaddeler kullanılarak üretilen plastik ikamelerinden, plastiği sindiren bakterilerden, denizleri temizleyen son teknoloji ürünü sistemlerden bahsediliyor. Zaten “plastiği geri dönüştürmek mümkün”. Bu bilgilerle derin bir “oh” çekiyoruz, “mutlaka birileri bu sorunu çözecek” diyoruz ve hayatımıza kaldığımız yerden, bildiğimiz şekilde devam ediyoruz. Peki plastik kirliliği gerçekten salt teknolojiyle çözülmesi mümkün bir problem midir? 

Plastik fosil yakıtlardaki karbon bileşenlerinden üretilen bir malzeme. Karbon ise sadece dizilişi değiştirilerek kurşunkalem kadar yumuşak ya da elmas kadar sert bir ürün hâline getirilebilen bir element. Plastik de bu çeşitlilik alanında bir yerde yer alıyor. Ortaya çıkış hikâyesi de ilginç, yüksek maliyetli doğal kaynaklara bağımlılığı ortadan kaldırmak amacıyla fildişinden üretilen bilardo topları ya da piyano tuşlarına alternatif bir malzeme arayışından doğuyor. 1800’lerin ikinci yarısında üretilen plastiğin atası selüloz. 1907 yılında sentetik materyalden Bakalit adı verilen ilk plastik üretiliyor. Aynı moleküllerin bir araya gelerek uzun zincirler oluşturduğu polimerlerden değişik dizilimlerle farklı özelliklerde plastikler elde ediliyor. 

Polivinil klorür (polyvinyl chloride, PVC) 1872’de, Polistiren (polystyrene, PS) 1930’da, polietilen (polyethylene, PE) 1933’te, polietilen tereftalat (polyethylene terephthalate, PET) 1941’de ve polipropilen (polypropylene, PP) 1954’te ortaya çıkıyor ve ticari üretimleri 1920’lerin sonları ile 1950’ler arasında başlıyor. Yanmayan ve kırılmayan dayanıklı plastikler İkinci Dünya Savaşı sırasında miğfer, uçak parçaları, paraşüt gibi çeşitli malzemelerin yapımında yaygın kullanılıyor. Savaş bittikten sonra plastik endüstrisi yoğun üretimine devam etmek istediği için plastikten üretilen malzemeleri temiz, kullanışlı ve modern olarak pazarlamaya başlıyorlar. Bu kampanyalarla plastik üretimi 1950’lerde tırmanışa geçiyor. Tüketiciler bu ürünlerden çok memnun kalıyor, yıkayıp temizleyip tekrar kullanıyorlar. Ama plastik endüstrisi bu ürünlerin ucuz olduğu için tek kullanımdan sonra atılabileceğini, temizlenip tekrar kullanılmasına gerek olmadığını teşvik ederek bu sorunun da üstesinden geliyor. Amacına ulaşan bu kampanyalarla 1960’larda 400 kat artan plastik üretiminin sonucunda, plastik kirliliği 1970’lerde artık görünür olmaya başlıyor. Günümüzde yılda 400 milyon tondan fazla plastik üretiliyor ve bu hızla devam edersek 2050 yılında yıllık üretimin bir milyar tonu geçmesi öngörülüyor. Şimdiye kadar üretilmiş on milyar tonu geçen plastiğin yüzde 80’i atık hâline gelmiş ve dünyanın kurtarıcısı olarak inandırıldığımız geridönüşüm uygulamaları da bu atıkların sadece yüzde 9’unu geri kazandırabilmiş durumda. Özetle aslında plastik atıklarımızda boğuluyoruz.

Fotoğraf: Marjan Blan/Unsplash
Fotoğraf: Marjan Blan/Unsplash 

Hepimizin çok iyi bildiği bir kullan at örneğiyle başlamak istiyorum. Yakın zamanda “karton” bardakların aslında plastik içerdiğinin pek bilinmediğini fark ettim. Düşününce mantıklı aslında, sadece kâğıttan üretilmiş olsa içine sıvı konulduğu an suyu emmesi gerekirdi, öyle değil mi? Bunu engellemek için “karton” bardakların iç kısmında plastik bir tabaka bulunuyor, ki ürünün geridönüşümünü son derece zorlaştırıyor. Son yıllarda bu tabaka mısır nişastası ya da şekerkamışı gibi maddelerden üretilen bir kaplamayla değiştirilmeye başlandı. Bu organik maddenin çözünme koşullarını inceleyince bir sürprizle karşılaşıyoruz. Doğal ortamlarda değil, endüstriyel kompost koşullarında ve 60 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda çözünebiliyor. Konuyla ilgili bir çalışma fosil yakıt ve organik bazlı kaplaması bulunan tek kullanımlık bardakların her ikisinden de sızan kimyasalların tatarcık sineğinin gelişimini aynı şekilde yavaşlattığını gösterdi. “Tatarcık sineği mi?” sorusuna yanıt olarak da, bu türün bilimsel toksisite çalışmalarında yaygın kullanılan bir tür olduğunu belirteyim. Hammaddesi doğal olmasına rağmen, hâlâ sentetik bir materyalden bahsediyoruz ki, buna benzer bilimsel veriler plastik alternatiflerini yaygınlaştırırken dikkatli olunması gerekliliğini ortaya koyuyor. 

Plastik kirliliğinin boyutlarını tasavvur edebilmek işin içinde olmayınca çok zor olabiliyor, çünkü plastikler günlük hayatımızdaki görünülürlüklerini kaybetmiş durumdalar. En genel algı plastik kirliliğinin çöplerini kutulara ya da geridönüşüme atmayan insanlar yüzünden olduğu ve çöpünü düzgün atanların bu problemin muhatabı olmadığı şeklinde. Atık toplama ve geridönüşüm süreçlerinin verimli işlediğini varsaysak bile (ki değil), farkına bile varmadan günlük yaşamımızda doğaya saldığımız plastik atıklara ne oluyor?

Tam da bu noktada mikroplastiklerden bahsetmek uygun olacaktır. En geniş tanımıyla beş milimetreden küçük plastik parçalara mikroplastik diyoruz. Plastik ürünlere şekil vermeden önceki hâli de aslında pelet dediğimiz parçacıklar. Bu peletler bütün diğer ürünler ya da hammaddeler gibi uzun mesafelere taşınıyor. Tanker kazaları ve okyanuslara sızdırdıkları petrolün ekosistemlere etkileri hepimize aşina olmalı. Aynı şekilde tankerlerle taşınmaları sırasında yüksek miktarlarda pelet de denizlerde kaybedilebiliyor. Reuters’ın haberine göre, geçen yılın aralık ayında Portekiz açıklarında deniz taşımacılığı şirketi Maersk’e ait Toconao adlı gemiden düşen konteynırdan dağılan peletler İspanya’nın Galiçya kıyılarına vurdu. Bölge halkı bu tehlikeli kirleticiyi kıyılarından kendi çabalarıyla temizlemeye çalıştı, ama takdir edersiniz ki doğaya karıştıktan sonra bu tanecikleri tamamen temizlemek imkânsız. Bu sorun aslında yarım asırdan fazla bir süredir biliniyor. Biliminsanları deniz araştırmaları sırasında, ağlarla aldıkları örnekler içerisinde plastik boncuklar buluyor ve 1972 yılında ilk kez bilim dünyasının en prestijli dergilerinden biri olan Science’ta iki makaleyle bulgularını yayımlıyorlar. Bağımsız gazeteci Anja Krieger’ın bu yayınların yazarlarından Ed Carpenter ile yaptığı röportaj ve ilgili araştırması ise plastik endüstrisinin o zamanlar bile ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Yayınları takiben Plastik Endüstrisi Derneği’nden (Society of Plastics Industry) bir yetkili Ed Carpenter’ı ziyarete geliyor ve biliminsanı bu ziyaretten tedirgin olup araştırmalarına başka bir konuda devam etmeye karar veriyor.

Mikroplastik parçacıkları birincil ve ikincil olarak grupluyoruz. Birincil mikroplastikler kasıtlı olarak başka ürünlere eklenen parçacıklar. Bu mikroplastiklere örnek olarak mikro boncukları ya da sim parçacıklarını gösterebiliriz. Mikro boncuk içeren ürünlere birçoğumuz aşinayız; örneğin peeling özellikli yüz temizleme ürünleri. Boncuklar aslında mikroplastik ve bir kısmı atık sularımızla denizlere ulaşıyor. Kullanımlarının yasaklanması için çalışmalar var, ama düzenlemeler hakkında kesin bilgiye ulaşmak oldukça çetrefilli. 2012’de mikroplastiklerin kozmetik ürünlerinden kademeli olarak çıkarılması tartışılmaya başlanıyor, ama çoğunlukla niyetle işliyor bu süreç. Eylül 2023 itibarıyla Avrupa’da eksfoliasyon (deriyi soyma) için formülünde mikroplastik boncuk kullanılan kozmetik ürünlerin satışı yasaklandı. Bununla birlikte, boncuk harici sentetik mikro partikül içeren ürünler için bu yasağın uygulamaya geçirilmesi dört ila on iki yılı bulacak. Burada buzdağının görünen kısmının “ucunun yan tarafının arkasındaki bölümü” ile ilgili bir yasak söz konusu. 

Farkında olmasak da evlerimizde kullandığımız birçok ürünün içinde mikroplastik bulunuyor. Klozet temizleyicileri, çamaşır ve bulaşık deterjanları için yapılan bir bilimsel çalışma çarpıcı rakamlar ortaya koyuyor: Analiz edilen her üründeki ortalama 565 mikroplastik baz alınarak yapılan tahminlere göre, atık sulara karışan parçacıkların yaklaşık yüzde 65’i atık su yönetim sistemlerine ulaşıyor. Bu miktarın yılda 31,5 milyar taneciğe denk gelen yüzde 31’lik kısmı ise atık su deşarjıyla sucul ortamlara karışıyor.

Fotoğraf: Sören Funk/Unsplash
Fotoğraf: Sören Funk/Unsplash 

Doğa, her döngüsünde olduğu gibi, yabancı bir madde olan plastiğin yok edilmesi için de bütün yolları deniyor. Ancak unutmamak gerekir ki, plastiklerin üretim amacı dayanıklı olması ve bu konuda da ne yazık ki oldukça performanslı bir materyal. İkincil mikroplastikler doğanın yabancı maddeden kurtulmaya çalışmasının bir “yan etki”si. Güneş ışınları plastiğin yapısını değiştirip kararsız hâle getiriyor, ancak bu etki onu organik bileşenlerine ayıramıyor, rüzgâr ya da dalgaların da etkisiyle sürekli daha çok parçalanmasına neden oluyor. Bu şekilde oluşan mikroplastikler ikincil kategorisinde değerlendiriliyor. Belirli bir boyutları, şekilleri ya da renkleri yok. Bilimsel çalışmalarda bile belirlenmeleri, ayrıştırılmaları oldukça zorlu. Bilimsel araştırmalardan elde edilen veriler sürekli parçalanarak sayılarının arttığını gösteriyor. Hatta son yıllarda mikroplastiklerin ötesine de geçip nanoplastikleri konuşmaya başladık. Görünen o ki, plastikler doğada çözünme konusunda oldukça dirençli, parçalanarak var olmaya devam ediyorlar.

Bir de sentetik iplikçikler var. Polyester, polyamide, naylon… Günümüzde artık çoğunlukla plastik giydiğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Sadece giymekle de kalmıyoruz, onları sürekli yıkayarak doğaya plastik iplikçikler salınmasına sebep oluyoruz. Güneş ışığı evlerimizin içine vurduğunda havada kendinden emin bir şekilde salınan iplikçikleri hepimiz fark etmişizdir. İngiltere’de yapılan bir araştırma bir kilogram sentetik kıyafetin 114 miligram iplikçik saldığını ve kıyafetler ayda iki kere yıkandığında bütün ülkede yılda 2000 ton iplikçiğin arıtma sistemlerine karıştığını ortaya koyuyor. Başka bir çalışmada, okyanuslara yılda yedi ila otuz dört ton sentetik iplikçik karıştığı tahmin ediliyor. Bir de tekstil ürünlerinin geridönüşümüne değinelim. Sanılanın aksine sentetik kıyafetlerimiz geri dönüştürülemiyor. Tekstil endüstrisinde geridönüşümün uygulanabildiği tek süreç, PET su şişelerinden elde edilen polyesterden üretilen kıyafetler. Ama bu sürecin devamı yok. Şişelerden elde edilen polyesteri tekrar geri dönüştürmek çok zor. Ayrıca doğada çözünmediği ve kimyasal içerdiği için çöp depolama alanlarına da kabul edilmiyor ve bu ürünler çöllerde sonsuza kadar doğayı kirletmeye bırakılıyorlar.

Peki mikro(nano)plastikleri neden dert ediyoruz? Soluyarak, yiyecek ve içeceklerimizle ve hatta deri yoluyla biz de dahil canlılara nüfuz eden mikro(nano)plastiklerin kanserojen olduğuna, oksidatif stres, iltihaplanma, bağışıklık fonksiyon bozukluğu, değişmiş biyokimyasal ve enerji metabolizması, bozulmuş hücre çoğalması, anormal organ gelişimine yol açarak sağlığımızı etkilediğine dair güçlü kanıtlar var. 

“Sadece kanıt mı var?” sorusuna cevap vereyim. Öncelikle insan üzerinde kimyasal toksisite araştırmaları etik sebepler nedeniyle oldukça meşakkatli olduğundan yavaş ilerleyen bir süreç. Ayrıca canlılara etkileri araştırılırken laboratuvar ortamında sınırlı sayıda kimyasalın etkisine bakılabiliyor. Bu yüzden plastik kirliliğinin, kimyasallarından kaynaklanan kirlilik de dahil olmak üzere, her zaman genel kirlilik ve ekosistemleri etkileyen diğer birçok stres faktörü bağlamında düşünülmesi gerekiyor. Tek bir kirleticinin etkisi küçük olabilse de, bitkilerin, hayvanların ve insanların deneyimlediği kimyasal kirleticilerin karışımından yalnızca biri olduğunu akılda tutmak önemli. Plastik atıklar ve mikroplastikler halihazırda elimine edilmesi mümkün olmayan derin deniz, uzak okyanus alanları, hava, toprak ve canlıların vücutlarında bulunduğundan geri döndürülemez olarak tanımlanıyor. Böyle bir yayılımı ve doğadaki dayanıklılığını düşünerek, “İhtiyatlılık İlkesi (Precautionary Principle)” kapsamında yaygın etkileri ortaya çıkmadan önlem alma gerekliliği de kaçınılmaz hâle geliyor. 

Bu bilgiler ışığında umuyorum ki plastik kirliliğinin su şişeleri ve poşetlerin ötesinde bir çevresel problem olduğunda hemfikir olabilmişizdir. Hayatlarımızın içine bu kadar sinsice girmiş bir kirleticinin Kuzey Kutbu’nda bile ciddi bir problem olduğunu okumak artık şaşırtıcı olmayacaktır. Sadece yaklaşık dört milyon insanın yaşadığı Kuzey Kutup bölgesinde Avrupa’da bulunan yoğunlukta (mikro)plastik var. Plastikler güneyden Kuzey Atlantik akıntısıyla, Pasifik Okyanusu’ndan Bering Boğazı vasıtasıyla, Kuzey Buz Denizi akıntılarıyla Sibirya’dan ve hava akımlarıyla da bütün dünyadan Kuzey Buz Denizi’ne ulaşıyor. Plastik Kuzey Kutbu’nun havasını, suyunu, karasını, buzulunu ve canlılarını işgal etmiş durumda. 

Benim de çalıştığım Almanya’daki Alfred Wegener Enstitüsü’nün (AWI) yürüttüğü vatandaş bilimi programı kapsamında, 2016 ve 2021 yılları arasında SV Antigua yelkenlisiyle çıkılan turistik gezi sırasında, Svalbard Takımadası’nın plajlarında temizlik aktivitesi yapılmıştı. Bu çalışmalar sırasında yüzde 99’dan fazlası plastik olmak üzere 1150 kilo ağırlığında 8300 atık bulundu. Toplanan atıkların üretildiği ülkeler incelendiğinde aralarında Türkiye’nin de olduğu 27 ülke tespit edildi. 1960’tan kalma bir şişe parçası, 1971 tarihli Norveç üretimi bir kutu, 1979’da Sovyetler Birliği’nde üretilen bir miğfer bulunan atıklar arasındaydı. Sadece bu çalışmalar bile plastik atıkların zaman ve mekândan nasıl bağımsız olduğunu göstermektedir.

Okyanusların en ulaşılmaz adalarından bildirilen plastik kirliliği Kuzey Kutbu’na özel değil ve sıklıkla da gündeme geliyor. Örneğin, Güney Pasifik Okyanusu’ndaki insan yerleşiminin olmadığı Henderson Adası sahillerinde 38 milyon plastik parçacığı olduğu tahmin ediliyor. 1980’lerde UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Dünya Mirası alanı olarak belirlenen adadaki plastik kirliliği, insan etkisinin dünyamızın en ulaşılmaz kısımlarını bile yoğun bir şekilde etkilediğine başka bir örnek.

Kuzey Kutbu’ndaki Svalbard Takımadası’nda bulunan atıklar sayıca incelendiğinde tüketim ürünleri ağırlıklı olmasına rağmen, ağırlık oranlarına göre incelendiğinde balıkçılık kaynaklı plastik atıkların Kuzey Kutbu’nda yoğunlaştığının altını çizmekte fayda var. Küresel ısınma bu bölgeyi dünyanın geri kalanına kıyasla dört kat fazla etkiliyor. Güneş ışınlarını geri yansıtan beyaz örtü aslında dünyamızın buzdolabı. Buzulların erimesiyle birlikte olması gerektiğinden daha fazla emilen sıcaklık ısınmanın ve erimenin hızlanmasına neden oluyor. Bu şekilde açılan yeni deniz yolları ve uzayan yaz mevsimiyle birlikte daha fazla turizm ve balıkçılık aktivitesine imkân veriyor, ki bu döngüyle artan kirlilik, küresel ısınma nedeniyle baskı altında olan ekosistemin üzerine fazladan bir stres yüklüyor. 

Kuzey Kutbu’nun derin denizinden de bahsetmek istiyorum. AWI’nin 1999’dan beri yürüttüğü izleme programı kapsamında derin deniz tabanını incelediğimizde çok yüksek mikroplastik konsantrasyonlarıyla karşılaştık. Kuzey Buz Denizi’nin 2,5 kilometre derinliğinde Avrupa kıyılarındaki kadar mikroplastik bulmak şaşırtıcıydı. Yüzeyden tabana kadar neredeyse incelediğimiz bütün su örneklerinde mikroplastik vardı ve araştırma alanının kuzeyindeki bölgede en yüksek konsantrasyonlarda bulunuyordu. Kuzey alanının sürekli buzullarla kaplı bölgelere yakınlığı düşünüldüğünde aklımıza ilk gelen, bu yüksek mikroplastik yoğunluğunun buzullarla ilişkili olabileceğiydi ki, aynı bölgedeki başka bir çalışmayla bu önermeyi doğruladık. Şimdiye kadar dünyada belirlenmiş en yüksek mikroplastik yoğunluklarından biri Kuzey Kutup buzullarındaydı. Buzulların erimesi sadece dünyanın iklim döngüsünü bozmuyor, okyanuslara mikroplastik salımına da sebep oluyordu. 

Son olarak bir de Kuzey Kutbu’nun havasındaki mikroplastiklere bakalım. Araştırmalarımız kapsamında yüzen buzullar üzerinden topladığımız kar içerisindeki mikroplastikleri incelemiş ve bir litre kar örneğinde 240 tane mikroplastik bulmuştuk. Kar taneleri düşerken havadaki partikülleri bünyelerine kattıkları ve kar içerisinde bulunan mikroplastikler soluduğumuz havadaki konsantrasyonların bir göstergesi olduğu için de bu bulgu oldukça endişe verici. Peki bu mikroplastikler nereden geliyor? Örneğin otomobil lastiklerinin aşınması önemli bir emisyon kaynağı ve okyanuslara bu yolla yılda 140.000 ton mikroplastik karıştığı tahmin ediliyor. Mikroplastikler sadece karda değil, yağmurda ve yol tozunda, ayrıca şehirlerde ve Alpler, And Dağları, Tibet Platosu ve Everest gibi uzak yerlerin havasında da varlar.

Peki ne yapmalıyız? Öncelikle hayatımıza işlemiş bu kirleticiden üretim sistemimizi değiştirmeden, sadece teknolojik gelişmelere odaklanarak kurtulamayacağımızı kabul etmemiz gerekiyor. Alternatif olarak sunulan organik hammaddelerden üretim, yüksek teknoloji odaklı temizlik projeleri ve daha fazla atık toplayıp geri dönüştürme yaklaşımları, yalnızca üretimimizi kontrol altına alırsak ve bu süreçte üretilen ürünleri ekonomik sistem içerisinde uygun maliyetle tekrar değerlendirilebilir hâle getirirsek işe yarayacaktır. 2018 yılında düzenlenen bir konferansta Hawaii’de kıyı temizliği yapan bir Sivil Toplum Kuruluşu’ndan konuşmacı, sunumunu “Siz istediğiniz kadar teknolojiyle okyanustan plastik toplayın, atıklarınız anakaradan okyanusa karışmaya devam ediyor, bizim kıyılarımıza varıyor ve biz de sürekli temizlemek zorunda kalıyoruz” diyerek bitirmişti sunumunu. Bu, durumun ne kadar vahim ve üzücü bir boyuta eriştiğinin göstergesiydi. Plastik kirliliğiyle mücadelede en umut verici gelişme, müzakereleri Birleşmiş Milletler liderliğinde devam eden Global Plastik Anlaşması. Mart 2022’deki oturumda 175 ülkenin temsilcileri plastik kirliliğini bitirmek üzere 2025 yılında küresel ve bağlayıcı bir anlaşmanın yürürlüğe girmesi üzerinde uzlaştı. Ancak ne yazık ki müzakere aşaması beklenen, istenen ve ihtiyacımız olandan uzun sürüyor. Dünyanın en kısa zamanda bu anlaşmaya ihtiyacı var.

Bireysel olarak yapabileceklerimiz sınırlı olsa da, konfor alanlarımızı dünyadaki diğer canlıların yaşam hakkından yana nasıl değiştirebileceğimizi düşünme ve uygulama taraftarıyım. Bir haftada iki kere tek kullanımlık bardakta kahve içiyorsanız, bir yılda 104 bardak eder ki, örneğin sadece İstanbul’da bir milyon kişiyi hesaba katsak hiç yoktan bir yılda 104 milyon tek kullanımlık kahve bardağı atığı anlamına gelir. Bu hesaplamaya su şişelerini, plastik poşetleri, pipetleri, tek kullanımlık tabakları, market alışverişlerinde düşünmeden sepetlerimize attığımız paketli meyve ve sebzeleri eklersek hiçbir sistemin kaldıramayacağı miktarlarda plastik atık çıkarıyoruz. 

Zamandan ve mekândan bağımsız bir kirletici olan plastik atığı üretmeyi baştan reddetmek, doğaya olan devasa borcumuzu ödemek için bir başlangıç olabilir mi?


1- Andrady, A. L. ve Neal, M. A. (2009). Applications and societal benefits of plastics. Philosophical Transactions of the Royal Society B Biological Sciences, 364(1526): 1977-1984.

2- PlasticsEurope. (2023). Plastics – the fast facts, plasticseurope.org/knowledge-hub/plastics-the-fast-facts-2023/ (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

3- Geyer, R. (2020). A brief history of plastics. (Der. M. Streit-Bianchi, M. Cimadevila ve W. Trettnak) Mare plasticum – The plastic sea: Combatting plastic pollution through science and art (s. 31-47) içinde. Springer International Publishing.

4- Carney Almroth, B., Carle, A., Blanchard, M., Molinari, F. ve Bour, A. (2023). Single-use take-away cups of paper are as toxic to aquatic midge larvae as plastic cups. Environmental Pollution, 330: 121836.

5- Reuters. (2024, 8 Ocak). Millions of plastic pellets wash up on Spanish shore, www.reuters.com/world/europe/millions-plastic-pellets-wash-up-spanish-shore-2024-01-08/ (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

6- Carpenter, E. J. ve Smith, Jr. K. R. (1972). Plastics on the Sargasso sea surface. Science, 175(4027): 1240-1; Carpenter, E. J., Anderson, S. J., Harvey, G. R., Miklas, H. P. ve Peck, B. B. (1972). Polystyrene spherules in coastal waters. Science, 178(4062): 749-750.

7- Krieger, A. (2020). Plastisphere. The Discovery of Plastic Pollution [Podcast].

8- European Commission. (2023, 25 Eylül). Questions and answers on restriction to intentionally added microplastics, ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_23_4602; C.E.t.P.C. (t.y.). Cosmetics Europe Comments on the microplastics restriction, cosmeticseurope.eu/cosmetics-europe-comments-microplastics-restriction (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024). 

9- Lin, Q., Pang, L., Ngo, H. H., Guo, W., Zhao, S., Liu, L. Chen, L. ve Li, F. (2023). Occurrence of microplastics in three types of household cleaning products and their estimated emissions into the aquatic environment. Science of The Total Environment, 902: 165903.

10- Periyasamy, A. P. ve Tehrani-Bagha, A. (2022). A review on microplastic emission from textile materials and its reduction techniques. Polymer Degradation and Stability, 199: 109901.

11- Liu, K., Wang, X., Song, Z., Wei, N., Ye, H., Cong, X. Zhao, L. Li, Y., Qu, L., Zhu, L. Zhang, F. Zong, C., Jiang, C. ve Li, D. (2020). Global inventory of atmospheric fibrous microplastics input into the ocean: An implication from the indoor origin. Journal of Hazardous Materials, 400: 123223.

12- Aljazeera. (2021, 8 Kasım). Chile’s desert dumping ground for fast fashion leftovers, aljazeera.com/gallery/2021/11/8/chiles-desert-dumping-ground-for-fast-fashion-leftovers (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

13- Oksidasyon, nefes alıp verirken vücudunuzun oksijenle reaksiyona girdiği doğal bir süreçtir. Bu süreçte serbest radikaller olarak bilinen moleküller üretilir. Bunlar, bir veya daha fazla eşleşmemiş elektrona sahip oksijen içeren moleküllerdir. Oksidatif stres, vücuttaki serbest radikaller ile bunlarla savaşmak için mevcut antioksidanlar arasında bir dengesizliğin olduğu durumdur. 

14- Ali, N., Katsouli, J., Marczylo, E. L., Gant, T. M., Wright, S. ve de la Serna, J. B. (2024). The potential impacts of micro-and-nano plastics on various organ systems in humans. eBioMedicine, 99.

15- Tekman, M. B., Walther, B. A., Peter, J., Gutow, L. ve Bergmann, M. (2022). Impacts of plastic pollution in the oceans on marine species, biodiversity and ecosystems. WWF Germany.

16- MacLeod, M., Arp, H. P. H., Tekman, M. B. ve Jhanke, A. (2021). The global threat from plastic pollution. Science, 373(6550): 61-65.

17- Bergmann, M., Collard, F., Fabres, J., Gabrielsen, G. W., Provencher, J. F., Rochman, C. M., van Sebille, E. ve Tekman, M. B. (2022). Plastic pollution in the Arctic. Nature Reviews Earth & Environment 3(5): 323-337.

18- Bergmann, M., Lutz, B., Tekman, M. B. ve Gutow, L. (2017). Citizen scientists reveal: Marine litter pollutes Arctic beaches and affects wild life. Marine Pollution Bulletin, 125(1-2): 535-540; Meyer, A. N., Lutz, B. ve Bergmann, M. (2023). Where does Arctic beach debris come from? Analyzing debris composition and provenance on Svalbard aided by citizen scientists. Frontiers in Marine Science, 10: 1092939.

19- Lavers, J. L. ve Bond, A. L. (2017). Exceptional and rapid accumulation of anthropogenic debris on one of the world’s most remote and pristine islands. Proceedings of the National Academy of Sciences U.S.A., 114(23): 6052-6055.

20- Rantanen, M., Karpechko, A. Y., Lipponen, A., Nordling, K., Hyvärinen, O., Ruosteenoja, K., Vihma, T. ve Laaksonen, A. (2022). The Arctic has warmed nearly four times faster than the globe since 1979. Communications Earth & Environment, 3(1): 168.

21- Bergmann, M., Wirzberger, V., Krumpen, T., Lorenz, C. Primke, S., Tekman, M. B. ve Gerdts, G. (2017). High quantities of microplastic in Arctic Deep-Sea sediments from the HAUSGARTEN observatory. Environmental Science & Technology, 51(19): 11000-11010; Tekman, M. B., Lorenz, C., Primpke, S. ve Wekerle, C. (2020). Tying up loose ends of microplastic pollution in the Arctic: Distribution from the sea surface, through the water column to deep-sea sediments at the HAUSGARTEN observatory. Environmental Science & Technology.

22- Peeken, I., Primpke, S., Beyer, B., Gütermann, J., Katlein, C., Krumpen, T., Bergmann, M., Hehemann, L. ve Gerdts, G. (2018). Arctic sea ice is an important temporal sink and means of transport for microplastic. Nature Communications, 9(1): 1505.

23- Bergmann, M., Mützel, S., Primpke, S., Tekman, M. B., Trachsel, J. ve Gerdts, G. (2019). White and wonderful? Microplastics prevail in snow from the Alps to the Arctic. Science Advances, 5(8). DOI: 10.1126/sciadv.aax115

24- Evangeliou, N., Grythe, H., Klimont, Z., Heyes, C., Eckhardt, S. Lopez-Aparicio, S. ve Stohl, A. (2020). Atmospheric transport is a major pathway of microplastics to remote regions. Nature Communications, 11(1): 3381.

25- Tekman, M. B., Walther, B. A., Peter, J., Gutow, L. ve Bergmann, M. (2022). A.g.y.

26- Chen, S. (2023). A global treaty to end plastic pollution is in sight, undp.org/blog/global-treaty-end-plastic-pollution-sight (Erişim Tarihi: 4 Nisan 2024).

DÖN