“Bok” kelimesinin olumlu anlamda kullanıldığına pek şahit olmayız; ya küfürdür dilimizde ya da aşağılayıcı bir sıfat. Kelimeyi kullanmadan da olumlu yanlarına işaret etmek mümkün tabii, ama adlı adınca seslenirsek ona, kıymetini teslim etmemiz de daha kolay olacaktır kanısındayım. 

Temel biyoloji kitapları canlıların ortak özellikleri başlığı altında şunları sıralıyor: hücresel yapı, beslenme, solunum, boşaltım, hareket, uyarılara tepki, metabolizma, homeostazi, uyum, organizasyon, üreme, büyüme ve gelişme. Görüldüğü gibi boşaltım, bütün diğerleri kadar insanları “canlı” olarak sınıflandırmaya imkân veren özellikler arasında yer alır. Ancak mesela beslenme, solunum, hareket, organizasyon ve üreme hakkında bol bol konuşulurken boşaltım hakkında hiç konuşulmaz; pis bir şey olduğunu bilir, üstünü her anlamda örteriz. Oysa bu pis işlev olması gerektiği şekilde yerine getirilmezse önce bireysel sonra da toplumsal pek çok sağlıksızlığın kapısını aralar; ne gariptir ki ancak o zaman bir konu olarak ele alınma hakkını kazanır. 

Bu yazıda, insan denen canlıların “boşaltım” fonksiyonunun sonuçlarından biri olan dışkı üzerinde duracağız. Hastalık meselesine bir şekilde değinmeden böyle bir yazı yazmak mümkün değilse de, sağlıklı bir boşaltımın sonucu olan bokların sağlıklı toprak, gezegen ve toplum için ne kadar hayati unsurlar olduğunu, yani pek çok hayvanınkinde olduğu gibi insanın bokunda da nice boncuklar saklı olduğunu savunacağız.

Sifonla gitti cancağızım, değerli olan ne varsa

2023 Venedik Mimarlık Bienali’ne gidenler Finlandiya Pavyonu’nda alışılmadık bir çalışmayla karşılaştılar: Huussi adındaki bu çalışma, Finlandiya’da geleneksel olarak kırsal bölgelerde kullanılan, “dış ev”den yani “hela”dan başkası değildi. “Sifonlu tuvaletin ölümü”nü ilan eden çalışma, mimarlığın dönüştürücü rolünü kullanarak, sifonlu tuvaletlerin gezegen çapında su tüketiminin üçte birinden mesul olduğunu vurgulayarak, eski tip tuvaletlere dönme çağrısı yapıyordu. 

Huussi de köy helaları gibi çok basit, çok temel bir mantığa dayanıyor: İnsan dışkısı da diğer canlıların dışkısı gibi, ekosistemin asli bir parçasıdır. Hayvanlar dışkılarını oldukları yere bırakırlar; eğer endüstriyel amaçla üretim yapılan bir kümes veya ahır gibi hayvanların zorunlu olarak küçük alanlarda kalabalık bir şekilde yaşamaları söz konusu değilse, doğa dışkıları kısa zamanda içine alır (yani çeşitli minik organizmalarca parçalanır, bileşenlerine ayrılır, toprağa karışır vs.). İnsan dışkılarının yaşam alanından uzaklaştırılma çabası çok yoğun yerleşimlerle birlikte ortaya çıkmış bir olgu; zira akla gelen ilk şey, haklı olarak, dışkıların barındırdığı patojenler ve yol açabileceği salgın hastalıklar. Oysa eski zamanlarda, insanlar bu kadar üst üste ve doğadan kopuk hâlde yaşamazken, dışkı ya doğrudan tarlaya, bahçeye yapılıyordu ya da hijyen kavramının toplumsal hayata girmeye başladığı 1960’lardan sonra ülkemizde, veya toprağın çok fakir olduğu, dışkıların toprağı zenginleştirmek için çok kıymetli bir kaynak olarak görüldüğü Japonya’da yüzyıllardır olduğu gibi, evin dışındaki bir kabinde çukurun içinde biriktiriliyordu.

Günümüzün modernlik anlayışıyla birlikte yaygınlaşmış olan sulu tuvalet (idrar ve dışkının bol miktarda suyla karıştırılarak kanalizasyon yoluyla uzaklara gönderilmesi) sistemiyle ziyan edilen iki önemli kıymet var. İlki, su. 2023 yılında, 5 Aralık Dünya Toprak Günü vesilesiyle bir demeç veren Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar, ülkemizin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz Havzası’nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en fazla hissedileceği bölgelerin başında geldiğini, Akdeniz Havzası’nda son yıllarda yağışların azaldığının net bir biçimde görüldüğünü belirttikten sonra uyarıyor: “Zaten su stresi altında olan ülkemizin ilerleyen süreçte su fakiri olma ihtimali bulunuyor. Gerek sulama suyu kullanımında, gerekse ev ve sanayi tüketiminde hepimiz su kaynaklarımızın sürdürülebilirliği için üzerimize düşeni yapmalıyız.” Sifonlu tuvaletler kullanarak ne kadar su tüketildiğini anlayabilmek için basit bir hesap yeterli: Her sifonun kapasitesi altı-on litre arası, hatta on altı litreye kadar çıkanlar dahi mevcut. Bir kişinin günde en az beş defa sifonu çektiğini varsayarsak, ortalama sekiz litreden hesaplarsak, kişi başı günde kırk litre, ayda 1,2 tondan, 100.000 kişilik bir şehirde ayda 120 bin ton su kullanılmaktadır. Oysa kuru tuvaletlerde bu kayıp neredeyse sıfır düzeyindedir. 

Sulu sistemler yüzünden kanalizasyona akıp giden ikinci kıymete geçmek için, “kuru” tuvalet ile “kompost” tuvaletin aynı şey olmadıklarının altını çizmek gerekiyor. Her ne kadar sadece patojenlerin oluşmaması için değil, aşırı su tüketiminden kaçınmak için de kuru tuvaletler önemli ve gerekliyse de, sadece su kullanmamaları onları kompost tuvalet yapmaz. Oysa, layığıyla tasarlanıp işleyen bir kompost tuvalet bokların suyla karışıp suyu kirletmesine, suyun arıtılması için devasa meblağlar harcanmasına, ve en önemlisi, altın değerindeki organik maddelerin yitip gitmesine engel olur. Nitekim, Emre Rona Buğday Derneği için hazırladığı kompost tuvaletler yazısında şöyle diyor: 

Kuru kompost tuvaletler, insanın içinde bulunduğu, sifonlu tuvaletler nedeniyle kırılmış doğal döngüleri yeniden kurar. Atık, kaynağa dönüşür. Bir insanın bedensel artıkları (dışkı ve idrar), kendi gıda ihtiyacını karşılamak için ihtiyaç duyacağı gübre hacminin %50-100’üne eşdeğer bitkisel besin maddesi taşır. Yani insan, kendi artıklarını gıda üretmek için kullanabilir. Kuru tuvalet sistemlerinde, doğru koşullarda toplanan ve biriktirilen organik madde (dışkı ve idrar), yaklaşık bir yıl sonra bahçede güvenle kullanılabilen bir toprak zenginleştiriciye, yani komposta dönüşür.

Bu neden önemli, neden “altın değerinde”? Türkiye’de tarım topraklarına dair bir raporda şu çarpıcı veri yer alıyor: “Türkiye toprakların yaklaşık %88’inin organik madde miktarı, az ya da çok az olarak nitelendirilen %2 oranının altındadır (…) ülkemizin topraklarının büyük bir çoğunluğunda organik madde miktarı %0,5 ile %6 arasında değişen oranlardadır”. Her şeyden önce, organik madde miktarının bu denli düşük olduğu bir durumda “toprak” demek zorlaşıyor, zira toprak ancak içindeki canlı organizmaların varlığıyla bu vasfı kazanır. Bu oranın yüzde 1-2 düzeyinde düşük olması, toprağın su tutma kapasitesinden bitkilerin besin elementlerini almasına, erozyondan kuraklığa ve pestisit kullanımına kadar pek çok olguyla bağlantılıdır. Organik maddenin yüzde 1 artması, bir dekar arazide 23.300 litre daha fazla su depolanmasını, bir başka deyişle daha az sulama yapılmasını, bitkilerin toprak besin elementlerini daha iyi almasını sağlayarak hem verimi hem de yetişen ürünlerin besin değerini artırır, kimyasal gübreye başvurmaya gerek bırakmaz.

Şayet su yoksa, sulu tuvalet niye var?

Bütün canlılar gibi insanlar da yaşamlarını sürdürmek için beslenmek zorunda, bu zorunluluğun en doğal sonucu olan dışkılamaya yaşamın bir parçası değilmiş gibi muamele edilmesi, insanın kendi doğasını, daha doğrusu doğanın bir parçası olduğu gerçeğini inkâr etme davranışının nice örneğinden biri. Ne yazık ki insan soyu bu inkâr nedeniyle kendi sonunu da hazırlayan birçok olumsuzluklarla, afetlerle burun buruna geliyor.

Kompost tuvaletlerin hangi nedenlerle ekolojik açıdan önem taşıdığından biraz bahsettik, şimdi bu geçişi nasıl yapabileceğimizi tartışalım ki okurlarımızı bunu yapmanın zorunluluğuna daha fazla ikna edebilelim.

Ekolojik konulara meraklı bir avuç insanın gündemini saymazsak, kompost tuvaletler konusunun gündeme gelmesi 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremlerle oldu. On kenti kısmen ya da tamamen yerle bir eden bu depremlerdeki korkunç büyüklükteki yıkım sonucunda evlerini/kentlerini kaybetmiş insanlar su, besin, barınak, giyecek gibi temel ihtiyaçlarının yanı sıra tuvalet ihtiyacı da duydular kaçınılmaz olarak. O esnada anlaşıldı ki, yaşadığımız ve yaşayacağımız tek felaket deprem değil; sel de var, kuraklık da var, salgın hastalık da var, ekonomik krizler ve açlık da var… Bunların hepsine karşı bireysel olarak da, kentler olarak da hazır olmak, sosyolojideki adıyla “direngen” olmak zorundayız. Tuvalet konusu ise en az diğerleri kadar, hatta daha da büyük bir önem taşıyor, çünkü her afet durumunda tuvalet ihtiyacı en acil ihtiyaçlardan biridir; afetin yıkıcılığı ve afetten etkilenen nüfus ölçüsünde bu ihtiyacın karşılanmasının zamansal ve parasal maliyeti artar; hijyenik olarak giderilmezse afeti takip eden başka afetlere yol açabilir. Deprem sonrası tuvaletlere ayrıca önem verilmesi gereğiyle ilgili çarpıcı bir Haiti örneği var: 12 Ocak 2010’da Haiti’de meydana gelen depremde resmi rakamlara göre 220 bin kişi hayatını kaybetmiş, bir milyon kişi de yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Bundan on ay kadar sonra ise dünyada görülen en büyük kolera salgınlarından biri çıkmıştı; tespit edilen 820 bin vakadan on bini Haiti’de kökü kazınmış olarak bilinen bu hastalıktan dolayı hayatını kaybetmişti. Haiti’nin bu olaydan çıkardığı ders, giderek ısınan ve kuraklaşan dünyada bütün toplumların geçirmesi gereken dönüşüme ışık tutacak nitelikte. 

Antakya, Asi Nehri'ne doğrudan akıtılan tuvalet gideri, Mart 2023. Fotoğraf: Bediz Yılmaz
Antakya, Asi Nehri’ne doğrudan akıtılan tuvalet gideri, Mart 2023. Fotoğraf: Bediz Yılmaz

Kompost tuvaletlerin hayata geçirilmesi fikrinin arkasında iki ana etmen bulunuyor: bir yandan dünyanın büyük bir bölümünde sağlıklı kanalizasyonların inşa edilmemesi nedeniyle dışkı atıklarının su yollarını kirletmesi, kirlenmiş sulardan kaynaklanan hastalıkların çok büyük bir halk sağlığı sorunu teşkil etmesi ve bu hastalıkların bilhassa beş yaş altı çocuklarda ölümlere neden olması; öte yandan, yoksul ülkelerde çiftçilerin toprakların fakirleşerek verimini yitirmesi olgusuyla baş edememesi, insan kaynaklı dışkı atıklarının kompostlaştırılması yoluyla hem kirlilik sorununun giderileceği hem de topraklara verimliliğin geri kazandırılabileceği gerçeği.

Şunu bir kez daha hatırlatmak elzem: Bu dönüşüm ya şimdi, planlı ve tedrici bir şekilde olacak, ya da yakın bir gelecekte, yine bir deprem sonrasında kentler yıkıldığında veya kuraklıktan dolayı elimizi dahi yıkayacak su bulamadığımızda, yani bildiğimiz tuvaletler mikrop saçmaya başladığında yapılacak. Zira, ülkemizin büyük bir kısmında su ve kanalizasyon sistemleri var diye düşünmek, deprem ve kuraklık gibi afetlerde bunların büyük ölçüde işlemez olacaklarını hesaba katmamak anlamına gelir; her iki risk de bu kadar canlı iken bu hesapsızlık hastalık ve ölüm getirir. Bunu anlamak için deprem sonrasında akarsulara doğrudan akan veya foseptik olmadan toprağa verilen tıkanmış tuvalet fotoğraflarını anımsamak yeterli.

Kompost tuvaletlerin ana çalışma prensibi şu: Organik bir madde olan insan dışkısı karbondan yana zengin bir malzemeyle (talaş, saman, kırpık karton, parçalanmış odun gibi) uygun oranda karıştırılarak nispeten kuru bir ortam sağlanarak kompostlaştırılır; bu sayede içindeki patojenlerin çoğalması, ortama zararlı gazlar veya mikrop saçması engellenir, bilakis toprak için faydalı bir gübre elde edilir. Dışkının toplandığı kutu, idrar ile dışkının ayrıştırılıp ayrıştırılmadığı, ne tür bir karbon malzeme ekleneceği, tuvaletin nasıl bir kabin içinde yer alacağı vb. açılardan çok farklı seçenekler mevcut, fakat temel sistematiği şöyle özetlemek mümkün:

  • İhtiyaçlar bir kompost tuvalet klozetinde giderilir; klozetin altında kova bulunur.
  • Her kullanımdan sonra karbon bazlı bir malzemeyle (talaş, kırpılmış karton veya saman gibi) kaplanır.
  • Kova dolduğunda, içindekiler bir kompost variline boşaltılır.
  • Mikroorganizmalar atıkları parçalar, yığın 60 dereceye ulaştığında hastalık yayan mikroplar ölür.
  • Mikroorganizmalar, solucanlar ve böcekler malzemeyi parçalamaya devam eder.
  • Yaklaşık bir yıl sonra insan dışkısı gübreye dönüşür. Bu gübre, tarımda güvenle kullanılabilir. İnsan dışkısından elde edilen kompost (humanure) bitkiler için faydalı olan besinler ve mikroorganizmalar açısından zengindir.

6 Şubat depremleri sonrası kuru veya kompost tuvaletlerin kurulması için çabalayan ekiplerin karşılaştığı en büyük sorun, toplumsal alışkanlıkların neden olduğu dirençti. Oysa çok değil, elli yıl öncesine kadar nüfusun büyük bir kısmının hâlâ kırsalda yaşadığı, kentlerde ise gecekondu nüfusunun nizami yerleşimlerdekilerden fazla olduğu, bir başka deyişle sifonlu-taharet musluklu tuvaleti olan vatandaş oranının çok yakın zamanlara kadar epeyce düşük olduğu ülkemizde bu direnç nereden kaynaklanıyor ve nasıl aşılabilir? “Taharet” terimiyle özetleyebileceğimiz tuvalet alışkanlığıyla bağlantılı olarak, kuru tuvaletlerde taharet musluğu olmaması, sifon olmamasından daha büyük bir eksiklik olarak görülüyor. 

Ne var ki yaşamsal ihtiyaçlar için bile suyun çok daha az kullanılmasının gerektiği, su için ve su yüzünden yaşamların yok olduğu, suyun her damlasının paha biçilmez değerde olduğu bir döneme girdik. Taharet için az miktarda su kullanımını mümkün kılan kompost tuvaletler tasarlamak gayet mümkün. Böyle bir dönemde üç damla çiş ya da iki okka bok için litrelerce su harcamak büyük bir aymazlık. Zira temiz suya erişmek giderek zorlaşıyor, çünkü sulara ya kanalizasyon akıtılıyor, patojenler üreyerek hastalıklara yol açıyor, ya da tarım arazilerinde kullanılan pestisit veya sanayi atıklarıyla zehirleniyor, yine hastalıklara yol açıyor. İnsan topluluklarının yediklerinden oluşan atıkların, aynı zamanda yeme faaliyeti sonrası dışkı atıklarının kompost yapılması esasen doğal döngünün yeniden tesis edilmesinden ibaret: Bitkileri ve bitkileri yiyen hayvanların ürünlerini yiyoruz, bütün canlı organizmalar gibi bedensel atıklarımız da parçalandığında toprağa karışıyor, toprak oluyor. Yani suyu ve toprağı kirletmeden, tam tersine bereketlendirerek beslenmek ve üretim yapmak mümkün. 

İllüstrasyon: Alp Şerif Besen
İki Evin Hikâyesi - brenna_quinlan
İki Evin Hikâyesi
Brenna Quinlan’ın İki Evin Hikâyesi adını verdiği çizimi, nereye doğru gitmemiz gerektiğini gösteriyor. Soldaki ev tüketime dayalı, atıklarıyla doğayı kirleten günümüzün sıradan bir evi, sağdaki ev ise kendi gıdasını ve enerjisini üreten (yahut yerelden alan), atıkları doğayı onaran bir ev. Kompost tuvalet bu bütünün asli bir parçası.

Modern olan nedir?

Tekrar etmek pahasına altını çizelim: İnsanın bedeni, yedikleri ve dışkıladıklarıyla aynı döngünün bir parçası olduğunu –öğrenmesi değil– hatırlaması gerekiyor. Anna Tsing’in Dünyanın Sonundaki Mantar adlı enfes kitabında günümüz kapitalizmini tarif ederken dediği gibi: “İnsanın doğa üzerindeki hakimiyetinin ilerlemeyle birlikte arttığı fikri, hümanistlerin doğayı romantik bir anti-modernlik alanı olarak görmelerine yol açtı.” İnsanın dünya üzerindeki varlığına kıyasla çok kısa sayılabilecek bir süredir hâkim olan bu anlayışın ürünü olan günümüz büyük kentleri doğayla olan bütün bağlarını koparmayı modernlik zannediyor: Dışkısını suyla karıştırıp uzaklara taşıyınca orada kirlettiği sudan hastalanacağını, zehir yüklü tarlalarda üretilenlerin gün gelip kendisini de zehirleyeceğini düşünmüyor. Çöplerinden sızan sular, boklarından yükselen gazlarla dünyayı bütün canlılar için yaşanmaz hâle getirdiğini hesap etmiyor. 

Depremlerde acıyla gördüğümüz gibi, doğanın bir parçası olduğumuzu unutmanın bedeli çok ağır. Bunu tersine çevirmenin pek çok yolu var elbette, ancak bu yazının vurgusu beslenmenin öncesinde ve sonrasında oluşmuş atıkların kompostlaştırılması yoluyla doğayla barışmak üzerine. Dışkıların toprağa bereket olarak geri döndürülmesi, günümüzün kapitalist modernliği anlamındaki değil, “muasır medeniyet seviyesi” anlamındaki modernliğin önemli bir yapıtaşı. Çok yoğun yerleşimli kentler için henüz katedilecek bir mesafe var, fakat düşük yoğunluklu yerler için hiç zaman kaybetmeden, iklim krizinin önemli müsebbiplerinden biri niteliğindeki sorunun ekolojik yöntemlerle çözülmesi için adımlar atılmalı. Özellikle deprem sonrası oluşturulan geçici ikamet bölgelerinde, kırsal alanlardaki tek katlı yapılarda bu uygulamaya geçmemek için hiçbir bahane olamaz. Ekşisözlük’te “Köy tuvaleti” başlığı altında yazılanları okumak (çukurdan yükselen berbat koku, karanlıkta nereye hacet gidereceğini bilememek, örümcekler, böcekler, özellikle çocukken çukura düşme korkusu, ortalığa saçılmış dışkılar…) bu işin kolay olmayacağını gösteriyor. Ama, huussi örneğinin de gösterdiği gibi, çukur tipi hela ile kompost tuvalet arasında kocaman bir fark var; öyle bir fark ki “bok”u pislik olmaktan çıkarıp “altın” mertebesine koyuyor. Öyleyse önce dilimizden başlayalım: Bok, ayıp bir kelime veya küfür değil, nice kıymetler barındıran doğal bir parçamız.


1- Bu yazı, 6 Şubat depremleri sonrasında Maraş ve Antakya’da katıldığım çalışmalar sırasındaki gözlemlere dayanan ve “Afetler ve Tuvaletler-Ekolojik ve Sosyolojik Bir Bakış: Dışkının Riskleri ve Nimetleri” başlığıyla 1+1 Express dergisinde 22 Nisan 2023’te çevrimiçi olarak yayımlanan metnin kısaltılarak değiştirilmiş bir versiyonudur. Bkz. birartibir.org/diskinin-riskleri-ve-nimetleri/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

2- Astbury, J. (2023, 17 Mayıs) Finnish Pavilion at the Venice Architecture Biennale “declares the death of the flushing toilet”. Deezen, dezeen.com/2023/05/17/finnish-pavilion-venice-architecture-biennale-toilet/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

3- O kadar ki, gece biriken dışkılara “gece toprağı” adı veriliyor, çiftçiler için çok önemli bir girdi teşkil ediyor. Köylerde yoldan geçenlerin yemeğe davet edildikleri, fakat yeniden yola düşmeden önce dışkılarını tarlanın kenarındaki helaya bırakarak minnetlerini ifade etmelerinin beklendiği veya kentlerde zengin mahallelerin tuvaletlerinden doldurulan gece toprağı kovalarının daha zengin organik malzeme barındırması sebebiyle daha pahalıya alıcı bulduğu; hatta kiracıların dışkısının “kullanım hakkı”nın ev sahiplerinde olduğu, kendilerinin ise sadece idrarlarından faydalanma haklarının olduğu o dönemlere dair anlatılan hikâyeler arasında yer alıyor. Bkz. Zeldovich, L. (2019, 18 Kasım). A history of human waste as fertilizer. JSTOR Daily, daily.jstor.org/a-history-of-human-waste-as-fertilizer/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

4- Özellikle bazı kuru tuvalet örneklerinin atıkları poşete koyup normal çöpe atmaya dayanması, onları ekolojik olmaktan çok uzak kılıyor. Böyle örneklerle deprem zamanında fazlasıyla karşılaştık maalesef. Elbette kompost tuvalet kurmak özellikle afet döneminde zorlu bir görev olduğu için kuru tuvalet tercihi anlaşılır, fakat kuru tuvaletlerin atık çıkarmayacak şekilde tasarlanması mümkündür, deprem sonrası ortamlarda şarttır.

5- Rona, E. (2023, 14 Şubat). Afet durumlarında acil çözüm: kompost tuvaletler. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, bugday.org/blog/afet-durumlarinda-acil-cozum-kompost-tuvaletler/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

6- Atlı, B., Yıldırım, E. ve Candaş, I. (2021). Türkiye topraklarının dünü, bugünü ve geleceği. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), wwftr.awsassets.panda.org/downloads/toprakraporu.pdf (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

7- Haiti de dahil pek çok ülkede kompost tuvalet sistemlerinin kurulumunu yapan Joseph Jenkins’in bu konudaki temel kaynak olan kitabı için bkz. Jenkins, J. (1999). The humanure handbook: a guide to composting human manure. Jenkins Publishing, humanurehandbook.com/; Haiti’de dışkıların kompostlaştırılması üzerine çalışan iki ana sivil toplum kuruluşu için bkz. SOIL: www.oursoil.org/ ve GIVE LOVE: givelove.org/haiti/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

8- Adcock, C. (2020, 19 Kasım). SOIL: a circular economy solution to sanitation challenges in urban Haiti. Perspectives: Johns Hopkins School of Advanced International Studies, saisperspectives.com/wash/2020/11/18/soil-a-circular-economy-solution-to-sanitation-challenges-in-urban-haiti (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

9- Tsing, A. (2023). Dünyanın sonundaki mantar: kapitalizmin enkazlarında yaşam imkânı üzerine (Çev. E. Gökyaran). YKY.

“Bok” kelimesinin olumlu anlamda kullanıldığına pek şahit olmayız; ya küfürdür dilimizde ya da aşağılayıcı bir sıfat. Kelimeyi kullanmadan da olumlu yanlarına işaret etmek mümkün tabii, ama adlı adınca seslenirsek ona, kıymetini teslim etmemiz de daha kolay olacaktır kanısındayım. 

Temel biyoloji kitapları canlıların ortak özellikleri başlığı altında şunları sıralıyor: hücresel yapı, beslenme, solunum, boşaltım, hareket, uyarılara tepki, metabolizma, homeostazi, uyum, organizasyon, üreme, büyüme ve gelişme. Görüldüğü gibi boşaltım, bütün diğerleri kadar insanları “canlı” olarak sınıflandırmaya imkân veren özellikler arasında yer alır. Ancak mesela beslenme, solunum, hareket, organizasyon ve üreme hakkında bol bol konuşulurken boşaltım hakkında hiç konuşulmaz; pis bir şey olduğunu bilir, üstünü her anlamda örteriz. Oysa bu pis işlev olması gerektiği şekilde yerine getirilmezse önce bireysel sonra da toplumsal pek çok sağlıksızlığın kapısını aralar; ne gariptir ki ancak o zaman bir konu olarak ele alınma hakkını kazanır. 

Bu yazıda, insan denen canlıların “boşaltım” fonksiyonunun sonuçlarından biri olan dışkı üzerinde duracağız. Hastalık meselesine bir şekilde değinmeden böyle bir yazı yazmak mümkün değilse de, sağlıklı bir boşaltımın sonucu olan bokların sağlıklı toprak, gezegen ve toplum için ne kadar hayati unsurlar olduğunu, yani pek çok hayvanınkinde olduğu gibi insanın bokunda da nice boncuklar saklı olduğunu savunacağız.

Sifonla gitti cancağızım, değerli olan ne varsa

2023 Venedik Mimarlık Bienali’ne gidenler Finlandiya Pavyonu’nda alışılmadık bir çalışmayla karşılaştılar: Huussi adındaki bu çalışma, Finlandiya’da geleneksel olarak kırsal bölgelerde kullanılan, “dış ev”den yani “hela”dan başkası değildi. “Sifonlu tuvaletin ölümü”nü ilan eden çalışma, mimarlığın dönüştürücü rolünü kullanarak, sifonlu tuvaletlerin gezegen çapında su tüketiminin üçte birinden mesul olduğunu vurgulayarak, eski tip tuvaletlere dönme çağrısı yapıyordu. 

Huussi de köy helaları gibi çok basit, çok temel bir mantığa dayanıyor: İnsan dışkısı da diğer canlıların dışkısı gibi, ekosistemin asli bir parçasıdır. Hayvanlar dışkılarını oldukları yere bırakırlar; eğer endüstriyel amaçla üretim yapılan bir kümes veya ahır gibi hayvanların zorunlu olarak küçük alanlarda kalabalık bir şekilde yaşamaları söz konusu değilse, doğa dışkıları kısa zamanda içine alır (yani çeşitli minik organizmalarca parçalanır, bileşenlerine ayrılır, toprağa karışır vs.). İnsan dışkılarının yaşam alanından uzaklaştırılma çabası çok yoğun yerleşimlerle birlikte ortaya çıkmış bir olgu; zira akla gelen ilk şey, haklı olarak, dışkıların barındırdığı patojenler ve yol açabileceği salgın hastalıklar. Oysa eski zamanlarda, insanlar bu kadar üst üste ve doğadan kopuk hâlde yaşamazken, dışkı ya doğrudan tarlaya, bahçeye yapılıyordu ya da hijyen kavramının toplumsal hayata girmeye başladığı 1960’lardan sonra ülkemizde, veya toprağın çok fakir olduğu, dışkıların toprağı zenginleştirmek için çok kıymetli bir kaynak olarak görüldüğü Japonya’da yüzyıllardır olduğu gibi, evin dışındaki bir kabinde çukurun içinde biriktiriliyordu.

Günümüzün modernlik anlayışıyla birlikte yaygınlaşmış olan sulu tuvalet (idrar ve dışkının bol miktarda suyla karıştırılarak kanalizasyon yoluyla uzaklara gönderilmesi) sistemiyle ziyan edilen iki önemli kıymet var. İlki, su. 2023 yılında, 5 Aralık Dünya Toprak Günü vesilesiyle bir demeç veren Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar, ülkemizin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz Havzası’nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en fazla hissedileceği bölgelerin başında geldiğini, Akdeniz Havzası’nda son yıllarda yağışların azaldığının net bir biçimde görüldüğünü belirttikten sonra uyarıyor: “Zaten su stresi altında olan ülkemizin ilerleyen süreçte su fakiri olma ihtimali bulunuyor. Gerek sulama suyu kullanımında, gerekse ev ve sanayi tüketiminde hepimiz su kaynaklarımızın sürdürülebilirliği için üzerimize düşeni yapmalıyız.” Sifonlu tuvaletler kullanarak ne kadar su tüketildiğini anlayabilmek için basit bir hesap yeterli: Her sifonun kapasitesi altı-on litre arası, hatta on altı litreye kadar çıkanlar dahi mevcut. Bir kişinin günde en az beş defa sifonu çektiğini varsayarsak, ortalama sekiz litreden hesaplarsak, kişi başı günde kırk litre, ayda 1,2 tondan, 100.000 kişilik bir şehirde ayda 120 bin ton su kullanılmaktadır. Oysa kuru tuvaletlerde bu kayıp neredeyse sıfır düzeyindedir. 

Sulu sistemler yüzünden kanalizasyona akıp giden ikinci kıymete geçmek için, “kuru” tuvalet ile “kompost” tuvaletin aynı şey olmadıklarının altını çizmek gerekiyor. Her ne kadar sadece patojenlerin oluşmaması için değil, aşırı su tüketiminden kaçınmak için de kuru tuvaletler önemli ve gerekliyse de, sadece su kullanmamaları onları kompost tuvalet yapmaz. Oysa, layığıyla tasarlanıp işleyen bir kompost tuvalet bokların suyla karışıp suyu kirletmesine, suyun arıtılması için devasa meblağlar harcanmasına, ve en önemlisi, altın değerindeki organik maddelerin yitip gitmesine engel olur. Nitekim, Emre Rona Buğday Derneği için hazırladığı kompost tuvaletler yazısında şöyle diyor: 

Kuru kompost tuvaletler, insanın içinde bulunduğu, sifonlu tuvaletler nedeniyle kırılmış doğal döngüleri yeniden kurar. Atık, kaynağa dönüşür. Bir insanın bedensel artıkları (dışkı ve idrar), kendi gıda ihtiyacını karşılamak için ihtiyaç duyacağı gübre hacminin %50-100’üne eşdeğer bitkisel besin maddesi taşır. Yani insan, kendi artıklarını gıda üretmek için kullanabilir. Kuru tuvalet sistemlerinde, doğru koşullarda toplanan ve biriktirilen organik madde (dışkı ve idrar), yaklaşık bir yıl sonra bahçede güvenle kullanılabilen bir toprak zenginleştiriciye, yani komposta dönüşür.

Bu neden önemli, neden “altın değerinde”? Türkiye’de tarım topraklarına dair bir raporda şu çarpıcı veri yer alıyor: “Türkiye toprakların yaklaşık %88’inin organik madde miktarı, az ya da çok az olarak nitelendirilen %2 oranının altındadır (…) ülkemizin topraklarının büyük bir çoğunluğunda organik madde miktarı %0,5 ile %6 arasında değişen oranlardadır”. Her şeyden önce, organik madde miktarının bu denli düşük olduğu bir durumda “toprak” demek zorlaşıyor, zira toprak ancak içindeki canlı organizmaların varlığıyla bu vasfı kazanır. Bu oranın yüzde 1-2 düzeyinde düşük olması, toprağın su tutma kapasitesinden bitkilerin besin elementlerini almasına, erozyondan kuraklığa ve pestisit kullanımına kadar pek çok olguyla bağlantılıdır. Organik maddenin yüzde 1 artması, bir dekar arazide 23.300 litre daha fazla su depolanmasını, bir başka deyişle daha az sulama yapılmasını, bitkilerin toprak besin elementlerini daha iyi almasını sağlayarak hem verimi hem de yetişen ürünlerin besin değerini artırır, kimyasal gübreye başvurmaya gerek bırakmaz.

Şayet su yoksa, sulu tuvalet niye var?

Bütün canlılar gibi insanlar da yaşamlarını sürdürmek için beslenmek zorunda, bu zorunluluğun en doğal sonucu olan dışkılamaya yaşamın bir parçası değilmiş gibi muamele edilmesi, insanın kendi doğasını, daha doğrusu doğanın bir parçası olduğu gerçeğini inkâr etme davranışının nice örneğinden biri. Ne yazık ki insan soyu bu inkâr nedeniyle kendi sonunu da hazırlayan birçok olumsuzluklarla, afetlerle burun buruna geliyor.

Kompost tuvaletlerin hangi nedenlerle ekolojik açıdan önem taşıdığından biraz bahsettik, şimdi bu geçişi nasıl yapabileceğimizi tartışalım ki okurlarımızı bunu yapmanın zorunluluğuna daha fazla ikna edebilelim.

Ekolojik konulara meraklı bir avuç insanın gündemini saymazsak, kompost tuvaletler konusunun gündeme gelmesi 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremlerle oldu. On kenti kısmen ya da tamamen yerle bir eden bu depremlerdeki korkunç büyüklükteki yıkım sonucunda evlerini/kentlerini kaybetmiş insanlar su, besin, barınak, giyecek gibi temel ihtiyaçlarının yanı sıra tuvalet ihtiyacı da duydular kaçınılmaz olarak. O esnada anlaşıldı ki, yaşadığımız ve yaşayacağımız tek felaket deprem değil; sel de var, kuraklık da var, salgın hastalık da var, ekonomik krizler ve açlık da var… Bunların hepsine karşı bireysel olarak da, kentler olarak da hazır olmak, sosyolojideki adıyla “direngen” olmak zorundayız. Tuvalet konusu ise en az diğerleri kadar, hatta daha da büyük bir önem taşıyor, çünkü her afet durumunda tuvalet ihtiyacı en acil ihtiyaçlardan biridir; afetin yıkıcılığı ve afetten etkilenen nüfus ölçüsünde bu ihtiyacın karşılanmasının zamansal ve parasal maliyeti artar; hijyenik olarak giderilmezse afeti takip eden başka afetlere yol açabilir. Deprem sonrası tuvaletlere ayrıca önem verilmesi gereğiyle ilgili çarpıcı bir Haiti örneği var: 12 Ocak 2010’da Haiti’de meydana gelen depremde resmi rakamlara göre 220 bin kişi hayatını kaybetmiş, bir milyon kişi de yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Bundan on ay kadar sonra ise dünyada görülen en büyük kolera salgınlarından biri çıkmıştı; tespit edilen 820 bin vakadan on bini Haiti’de kökü kazınmış olarak bilinen bu hastalıktan dolayı hayatını kaybetmişti. Haiti’nin bu olaydan çıkardığı ders, giderek ısınan ve kuraklaşan dünyada bütün toplumların geçirmesi gereken dönüşüme ışık tutacak nitelikte. 

Antakya, Asi Nehri'ne doğrudan akıtılan tuvalet gideri, Mart 2023. Fotoğraf: Bediz Yılmaz
Antakya, Asi Nehri’ne doğrudan akıtılan tuvalet gideri, Mart 2023. Fotoğraf: Bediz Yılmaz

Kompost tuvaletlerin hayata geçirilmesi fikrinin arkasında iki ana etmen bulunuyor: bir yandan dünyanın büyük bir bölümünde sağlıklı kanalizasyonların inşa edilmemesi nedeniyle dışkı atıklarının su yollarını kirletmesi, kirlenmiş sulardan kaynaklanan hastalıkların çok büyük bir halk sağlığı sorunu teşkil etmesi ve bu hastalıkların bilhassa beş yaş altı çocuklarda ölümlere neden olması; öte yandan, yoksul ülkelerde çiftçilerin toprakların fakirleşerek verimini yitirmesi olgusuyla baş edememesi, insan kaynaklı dışkı atıklarının kompostlaştırılması yoluyla hem kirlilik sorununun giderileceği hem de topraklara verimliliğin geri kazandırılabileceği gerçeği.

Şunu bir kez daha hatırlatmak elzem: Bu dönüşüm ya şimdi, planlı ve tedrici bir şekilde olacak, ya da yakın bir gelecekte, yine bir deprem sonrasında kentler yıkıldığında veya kuraklıktan dolayı elimizi dahi yıkayacak su bulamadığımızda, yani bildiğimiz tuvaletler mikrop saçmaya başladığında yapılacak. Zira, ülkemizin büyük bir kısmında su ve kanalizasyon sistemleri var diye düşünmek, deprem ve kuraklık gibi afetlerde bunların büyük ölçüde işlemez olacaklarını hesaba katmamak anlamına gelir; her iki risk de bu kadar canlı iken bu hesapsızlık hastalık ve ölüm getirir. Bunu anlamak için deprem sonrasında akarsulara doğrudan akan veya foseptik olmadan toprağa verilen tıkanmış tuvalet fotoğraflarını anımsamak yeterli.

Kompost tuvaletlerin ana çalışma prensibi şu: Organik bir madde olan insan dışkısı karbondan yana zengin bir malzemeyle (talaş, saman, kırpık karton, parçalanmış odun gibi) uygun oranda karıştırılarak nispeten kuru bir ortam sağlanarak kompostlaştırılır; bu sayede içindeki patojenlerin çoğalması, ortama zararlı gazlar veya mikrop saçması engellenir, bilakis toprak için faydalı bir gübre elde edilir. Dışkının toplandığı kutu, idrar ile dışkının ayrıştırılıp ayrıştırılmadığı, ne tür bir karbon malzeme ekleneceği, tuvaletin nasıl bir kabin içinde yer alacağı vb. açılardan çok farklı seçenekler mevcut, fakat temel sistematiği şöyle özetlemek mümkün:

  • İhtiyaçlar bir kompost tuvalet klozetinde giderilir; klozetin altında kova bulunur.
  • Her kullanımdan sonra karbon bazlı bir malzemeyle (talaş, kırpılmış karton veya saman gibi) kaplanır.
  • Kova dolduğunda, içindekiler bir kompost variline boşaltılır.
  • Mikroorganizmalar atıkları parçalar, yığın 60 dereceye ulaştığında hastalık yayan mikroplar ölür.
  • Mikroorganizmalar, solucanlar ve böcekler malzemeyi parçalamaya devam eder.
  • Yaklaşık bir yıl sonra insan dışkısı gübreye dönüşür. Bu gübre, tarımda güvenle kullanılabilir. İnsan dışkısından elde edilen kompost (humanure) bitkiler için faydalı olan besinler ve mikroorganizmalar açısından zengindir.

6 Şubat depremleri sonrası kuru veya kompost tuvaletlerin kurulması için çabalayan ekiplerin karşılaştığı en büyük sorun, toplumsal alışkanlıkların neden olduğu dirençti. Oysa çok değil, elli yıl öncesine kadar nüfusun büyük bir kısmının hâlâ kırsalda yaşadığı, kentlerde ise gecekondu nüfusunun nizami yerleşimlerdekilerden fazla olduğu, bir başka deyişle sifonlu-taharet musluklu tuvaleti olan vatandaş oranının çok yakın zamanlara kadar epeyce düşük olduğu ülkemizde bu direnç nereden kaynaklanıyor ve nasıl aşılabilir? “Taharet” terimiyle özetleyebileceğimiz tuvalet alışkanlığıyla bağlantılı olarak, kuru tuvaletlerde taharet musluğu olmaması, sifon olmamasından daha büyük bir eksiklik olarak görülüyor. 

Ne var ki yaşamsal ihtiyaçlar için bile suyun çok daha az kullanılmasının gerektiği, su için ve su yüzünden yaşamların yok olduğu, suyun her damlasının paha biçilmez değerde olduğu bir döneme girdik. Taharet için az miktarda su kullanımını mümkün kılan kompost tuvaletler tasarlamak gayet mümkün. Böyle bir dönemde üç damla çiş ya da iki okka bok için litrelerce su harcamak büyük bir aymazlık. Zira temiz suya erişmek giderek zorlaşıyor, çünkü sulara ya kanalizasyon akıtılıyor, patojenler üreyerek hastalıklara yol açıyor, ya da tarım arazilerinde kullanılan pestisit veya sanayi atıklarıyla zehirleniyor, yine hastalıklara yol açıyor. İnsan topluluklarının yediklerinden oluşan atıkların, aynı zamanda yeme faaliyeti sonrası dışkı atıklarının kompost yapılması esasen doğal döngünün yeniden tesis edilmesinden ibaret: Bitkileri ve bitkileri yiyen hayvanların ürünlerini yiyoruz, bütün canlı organizmalar gibi bedensel atıklarımız da parçalandığında toprağa karışıyor, toprak oluyor. Yani suyu ve toprağı kirletmeden, tam tersine bereketlendirerek beslenmek ve üretim yapmak mümkün. 

İllüstrasyon: Alp Şerif Besen
İki Evin Hikâyesi - brenna_quinlan
İki Evin Hikâyesi
Brenna Quinlan’ın İki Evin Hikâyesi adını verdiği çizimi, nereye doğru gitmemiz gerektiğini gösteriyor. Soldaki ev tüketime dayalı, atıklarıyla doğayı kirleten günümüzün sıradan bir evi, sağdaki ev ise kendi gıdasını ve enerjisini üreten (yahut yerelden alan), atıkları doğayı onaran bir ev. Kompost tuvalet bu bütünün asli bir parçası.

Modern olan nedir?

Tekrar etmek pahasına altını çizelim: İnsanın bedeni, yedikleri ve dışkıladıklarıyla aynı döngünün bir parçası olduğunu –öğrenmesi değil– hatırlaması gerekiyor. Anna Tsing’in Dünyanın Sonundaki Mantar adlı enfes kitabında günümüz kapitalizmini tarif ederken dediği gibi: “İnsanın doğa üzerindeki hakimiyetinin ilerlemeyle birlikte arttığı fikri, hümanistlerin doğayı romantik bir anti-modernlik alanı olarak görmelerine yol açtı.” İnsanın dünya üzerindeki varlığına kıyasla çok kısa sayılabilecek bir süredir hâkim olan bu anlayışın ürünü olan günümüz büyük kentleri doğayla olan bütün bağlarını koparmayı modernlik zannediyor: Dışkısını suyla karıştırıp uzaklara taşıyınca orada kirlettiği sudan hastalanacağını, zehir yüklü tarlalarda üretilenlerin gün gelip kendisini de zehirleyeceğini düşünmüyor. Çöplerinden sızan sular, boklarından yükselen gazlarla dünyayı bütün canlılar için yaşanmaz hâle getirdiğini hesap etmiyor. 

Depremlerde acıyla gördüğümüz gibi, doğanın bir parçası olduğumuzu unutmanın bedeli çok ağır. Bunu tersine çevirmenin pek çok yolu var elbette, ancak bu yazının vurgusu beslenmenin öncesinde ve sonrasında oluşmuş atıkların kompostlaştırılması yoluyla doğayla barışmak üzerine. Dışkıların toprağa bereket olarak geri döndürülmesi, günümüzün kapitalist modernliği anlamındaki değil, “muasır medeniyet seviyesi” anlamındaki modernliğin önemli bir yapıtaşı. Çok yoğun yerleşimli kentler için henüz katedilecek bir mesafe var, fakat düşük yoğunluklu yerler için hiç zaman kaybetmeden, iklim krizinin önemli müsebbiplerinden biri niteliğindeki sorunun ekolojik yöntemlerle çözülmesi için adımlar atılmalı. Özellikle deprem sonrası oluşturulan geçici ikamet bölgelerinde, kırsal alanlardaki tek katlı yapılarda bu uygulamaya geçmemek için hiçbir bahane olamaz. Ekşisözlük’te “Köy tuvaleti” başlığı altında yazılanları okumak (çukurdan yükselen berbat koku, karanlıkta nereye hacet gidereceğini bilememek, örümcekler, böcekler, özellikle çocukken çukura düşme korkusu, ortalığa saçılmış dışkılar…) bu işin kolay olmayacağını gösteriyor. Ama, huussi örneğinin de gösterdiği gibi, çukur tipi hela ile kompost tuvalet arasında kocaman bir fark var; öyle bir fark ki “bok”u pislik olmaktan çıkarıp “altın” mertebesine koyuyor. Öyleyse önce dilimizden başlayalım: Bok, ayıp bir kelime veya küfür değil, nice kıymetler barındıran doğal bir parçamız.


1- Bu yazı, 6 Şubat depremleri sonrasında Maraş ve Antakya’da katıldığım çalışmalar sırasındaki gözlemlere dayanan ve “Afetler ve Tuvaletler-Ekolojik ve Sosyolojik Bir Bakış: Dışkının Riskleri ve Nimetleri” başlığıyla 1+1 Express dergisinde 22 Nisan 2023’te çevrimiçi olarak yayımlanan metnin kısaltılarak değiştirilmiş bir versiyonudur. Bkz. birartibir.org/diskinin-riskleri-ve-nimetleri/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

2- Astbury, J. (2023, 17 Mayıs) Finnish Pavilion at the Venice Architecture Biennale “declares the death of the flushing toilet”. Deezen, dezeen.com/2023/05/17/finnish-pavilion-venice-architecture-biennale-toilet/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

3- O kadar ki, gece biriken dışkılara “gece toprağı” adı veriliyor, çiftçiler için çok önemli bir girdi teşkil ediyor. Köylerde yoldan geçenlerin yemeğe davet edildikleri, fakat yeniden yola düşmeden önce dışkılarını tarlanın kenarındaki helaya bırakarak minnetlerini ifade etmelerinin beklendiği veya kentlerde zengin mahallelerin tuvaletlerinden doldurulan gece toprağı kovalarının daha zengin organik malzeme barındırması sebebiyle daha pahalıya alıcı bulduğu; hatta kiracıların dışkısının “kullanım hakkı”nın ev sahiplerinde olduğu, kendilerinin ise sadece idrarlarından faydalanma haklarının olduğu o dönemlere dair anlatılan hikâyeler arasında yer alıyor. Bkz. Zeldovich, L. (2019, 18 Kasım). A history of human waste as fertilizer. JSTOR Daily, daily.jstor.org/a-history-of-human-waste-as-fertilizer/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

4- Özellikle bazı kuru tuvalet örneklerinin atıkları poşete koyup normal çöpe atmaya dayanması, onları ekolojik olmaktan çok uzak kılıyor. Böyle örneklerle deprem zamanında fazlasıyla karşılaştık maalesef. Elbette kompost tuvalet kurmak özellikle afet döneminde zorlu bir görev olduğu için kuru tuvalet tercihi anlaşılır, fakat kuru tuvaletlerin atık çıkarmayacak şekilde tasarlanması mümkündür, deprem sonrası ortamlarda şarttır.

5- Rona, E. (2023, 14 Şubat). Afet durumlarında acil çözüm: kompost tuvaletler. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, bugday.org/blog/afet-durumlarinda-acil-cozum-kompost-tuvaletler/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

6- Atlı, B., Yıldırım, E. ve Candaş, I. (2021). Türkiye topraklarının dünü, bugünü ve geleceği. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), wwftr.awsassets.panda.org/downloads/toprakraporu.pdf (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

7- Haiti de dahil pek çok ülkede kompost tuvalet sistemlerinin kurulumunu yapan Joseph Jenkins’in bu konudaki temel kaynak olan kitabı için bkz. Jenkins, J. (1999). The humanure handbook: a guide to composting human manure. Jenkins Publishing, humanurehandbook.com/; Haiti’de dışkıların kompostlaştırılması üzerine çalışan iki ana sivil toplum kuruluşu için bkz. SOIL: www.oursoil.org/ ve GIVE LOVE: givelove.org/haiti/ (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

8- Adcock, C. (2020, 19 Kasım). SOIL: a circular economy solution to sanitation challenges in urban Haiti. Perspectives: Johns Hopkins School of Advanced International Studies, saisperspectives.com/wash/2020/11/18/soil-a-circular-economy-solution-to-sanitation-challenges-in-urban-haiti (Erişim Tarihi: 8 Mart 2024).

9- Tsing, A. (2023). Dünyanın sonundaki mantar: kapitalizmin enkazlarında yaşam imkânı üzerine (Çev. E. Gökyaran). YKY.

DÖN