Bu yazıda iklim değişikliği bağlamındaki feminist tartışmaların kısa bir özetini yapmaya çalışacağım. Yazının ilk bölümünde, iklim değişikliği bağlamında kırılganlık ve kırılgan bir grup olarak kadınlar meselesine dair eleştirel perspektifleri sunacağım. Yazının ikinci bölümünde ise iklim değişikliğini bir toplumsal yeniden üretim krizi olarak gören yaklaşımları sunacağım. Yazının temel amacı iklim değişikliği bağlamında toplumsal cinsiyet perspektifinin temel bir unsur olduğunu göstermek ve bu alanda feminist analizin neden gerekli olduğunu anlatmaktır.

Toplumsal cinsiyet ve kırılganlık tartışmaları

Toplumsal cinsiyet rolleri iklim değişikliği bağlamında genellikle kırılganlık üstünden gündeme gelir. Buna göre iklim değişikliğinin yarattığı krizler halihazırdaki eşitsizlikleri daha da şiddetlendirerek cinsiyet rolleri, ırk, etnisite, sınıf, yaş gibi faktörler nedeniyle toplumsal destek mekanizmalarından mahrum bırakılan kesimleri daha da kırılgan hâle getirir. Kırılganlıkların oluştuğu alanlar genellikle kaynaklara erişim, sağlık riskleri ve kişisel güvenlik sorunları etrafında şekillenir.1 Üstelik kadınları da içeren bu kesimler iklim değişikliği ile ilgili politikaların tartışıldığı resmi müzakere kanallarından da dışlanırlar. İklim karşısında kadınları kırılgan kılan etkenlerden biri kadınların geçim kaynaklarına sınırlı erişimidir. Özellikle, geçimin tarımsal ve doğal kaynaklar üstünden sağlandığı ücretli işlere erişimin sınırlı olduğu kırsal bağlamda kadınların kendileri için gelir getirici faaliyetler olan tarımsal üretimde karşılaştıkları krizler onları iklim bağlamında kırılgan kılar. Toprak sahipliğinin de daha çok erkeklere tanındığı düşünüldüğünde tarımsal alanda kadınların içinde bulundukları eşitsizliklerin iklim değişikliği ile birlikte katmerleneceğini düşünmek zor değil.2

Kaynaklara erişimin yanında, kadınların kaynaklara dair yetkilerinin ve karar alma güçlerinin de sınırlı olduğu ifade edilir.3 Bakım hizmetleri nedeniyle (hastaların bakımı, su kaynakları ile daha çok iç içe olmak vb.) kadınların bulaşıcı hastalıklara da daha çok yakalandığı belirtilir. Yine hamile ve lohusa kadınlar için özellikle sıcak hava dalgalarının büyük risk oluşturduğu bilinir. İklim değişikliğinin yaratacağı yaşamsal krizler kadınların ruhsal sağlıklarını da etkiler. Halihazırda da stres, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu yaşayan pek çok kadın iklim kaynaklı krizler sonucu bu sorunları daha sert yaşayabilmektedir.4 İklim değişikliğinin çevresel kaynaklar üstünde yarattığı stresin cinsiyetçi şiddeti artırabildiği de vurgulanan bir noktadır. Aşırı hava olayları nedeniyle yaşanılan afetlerdeki kaotik ortamın varolan güvenlik ağlarının ortadan kalkması nedeniyle riskli durumlar yaratabileceği, özellikle kadınlar ve kız çocukları için şiddetin ve baskının bu dönemlerde artabildiği ifade edilir. Dolayısıyla kadınların, türlü nedenlerle (yoksulluğun kadınlaşması, yeniden üretimdeki eşitsiz işbölümü, cinsiyetlendirilmiş bakım ekonomisi, kaynaklara eşitsiz erişim, eşit işe eşit ücret sorunsalı, sosyal güvenlik yoksunluğu ve siyasi temsil eksikliği gibi) çevresel koşullardan daha yakıcı bir şekilde etkilenebildiği kabul edilen bir durumdur.5

İstanbul’da bir eylem sırasında. Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Dolayısıyla iklim bağlamında, toprak kullanımında, su yönetiminde, orman kullanımında, enerji tedariki ve kullanımında, kentsel kalkınma ve korumada cinsiyet rollerinin ve bunların ev içi işbölümü ile ilişkisinin bir envanterinin çıkarılması cinsiyet bağlamında ortaya çıkan ve çıkacak olan eşitsizlikleri ortaya koymak açısından önemlidir.6

İklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet meselesi denildiğinde odak noktasının kadınlar olması da sorunsallaştırılır, bu alanda LGBTİ+ bireylere ve erkeklere dair ve erkeklikle ilgili de çalışmalar yapılması gerektiğinin altı çizilir.7 Bu bağlamda, iklim temelli değişikliklerden kadınların daha çok mağdur olduğu savlarına karşı, mağduriyetlerin toplumsal koşullara ve cinsiyet rollerine göre değişebildiği ifade edilir. Örneğin, tarımsal bağlamda, kadınların uğraştıkları bahçecilik ve küçükbaş hayvan yetiştirme gibi faaliyetlerle karşılaştırıldığında, erkeklerin tarımsal faaliyetleri daha piyasa endeksli olduğu için iklim değişikliğinden daha çok etkilenebilmekte, bu nedenle de erkekler iklim nedeniyle göç edenlerin daha geniş bir kısmını oluşturabilmektedir.8 Yine, tarımsal alanda işlerinin sıkıntıya girmesi nedeni ile pek çok erkeğin intihar ettiği bilinmektedir. Bu nedenle, kadınların iklim değişikliğiyle ilgili süreçlerden erkeklerden farklı bir şekilde etkilendiği doğru olmakla birlikte, onlardan daha fazla ve daha şiddetli şekillerde etkilendikleri argümanı yer yer sorunlu bir genelleme hâlini alabilir. Böylesi tespitler için daha fazla ampirik araştırmaya ihtiyacımız olduğu kesin. 

Dünyadaki ücretli ve ücretsiz bakım işinin sorumluluğunu alanların ağırlıklı olarak kadınlar olduğu düşünüldüğünde ise iklim sorunu kadınlar ve bakım işini üstlenen diğerleri için farklı ek zorluklar ortaya koyar.

Sherilyn MacGregor, iklim değişikliğinin etkilerine yapılan bu vurguya dair dikkatli olmamız gerektiğini, iklim bağlamında kadınların yegâne kurbanlar olarak gösterilmesinin sorunlu olduğunu ve her koşulda doğru olmayan genellemeler yarattığını savunur.9 Örneğin, Seema Arora-Jonsson, Sherilyn MacGregor ve Maeve Cohen bakım işinin kadınları her zaman ezdiği varsayımın yanlış olduğunu, kadınların bakım işi sayesinde farklı ödüllendirmelere tabi tutulabildiklerini, hatta belki de özellikle çevresel bakım bağlamında kurdukları kolektif bakım ağları ile iklim kriziyle baş etmeye dair de yaratıcı çözümler getirebildiklerini belirtirler. Bunun yanında, toplumsal cinsiyet eşittir kadınların mağduriyeti denkleminin iklim süreçlerinin cinsiyetlendirilmiş yanını görmemizi engellediğini ifade ederler. Alternatiflerden birinin iklim değişikliği ile ilişkili ortaya çıkan söylem ve pratiklerin cinsiyet politikalarına odaklanmak olduğunu savunurlar.10 İklim değişikliğinin bir güvenlik sorunu olarak ortaya konulması, kırılganlık ve dirençlilik üstünden yaratılan ikilikler, toplumsal cinsiyet eşitliği ile çevre koruma politikaları arasındaki ilişki ve cinsiyet adaleti ile iklim adaleti arasındaki ilişki bu anlamda ilginç sorular barındırmaktadır.11

Bir toplumsal yeniden üretim krizi olarak iklim değişikliği

Feminist araştırmacılar iklim krizinin bir bakım krizi, yani bir yeniden üretim krizi olarak görülmesi gerektiğini savunurlar.12 Toplumsal yeniden üretim, yaşamın devam edebilmesi için gerekli politik–ekonomik, sosyokültürel ve maddi–çevresel süreçleri içerir. Bu bağlamda iklim krizini bir toplumsal yeniden üretim meselesi kılan etken; krizin, canlıların, özellikle de insanların topluluk ilişkilerinde ve iyi yemeğe, temiz suya, barınağa, giyim ve sağlık hizmetlerine erişiminde yaratacağı krizlerdir. Buna göre, iklim krizinin yarattığı ve yaratacağı olumsuz durumlar halihazırdaki bakım işini sağlayan sistemleri zorlayarak bakım işi ile ilgili ihtiyacı artırır. 

Dünyadaki ücretli ve ücretsiz bakım işinin sorumluluğunu alanların ağırlıklı olarak kadınlar olduğu düşünüldüğünde ise iklim sorunu kadınlar ve bakım işini üstlenen diğerleri için farklı ek zorluklar ortaya koyar. Covid süreci de gösterdi ki ana akım ekonomistler tarafından hep hesap dışı bırakılan bakım işi aslında yaşadığımız toplumların kurucu bir unsurudur. Fakat, bu kurucu unsur genellikle aile içi ilişkiler içinde halledilmesi beklenilen, devletin ve işverenlerin genellikle görmezden geldiği bir faktördür. Oysa, toplumu ayakta tutan bu işi annelik, eşlik adı altında yapan birçok kadın kariyerinde ilerlememeyi, daha az kazanmayı, eğitimini öncelememeyi ve siyasi hayata katılmamayı göze alır. Bu görünmez iş aslında kadınların hayatını belirleyen bir etken olarak karşımıza çıkar. Küreselleşme ve neoliberalleşme ile var olan toplumsal destek ağları ortadan kalkıp bakımla ilgili sorumluluk kamusaldan özele transfer edilirken günümüz toplumunun zaten bir bakım krizi içinden geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Buna bir de iklim krizinin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı aşırı hava olayları, seller, pandemiler ve kuraklıklar eklenince, var olan bakım krizinin şiddetinin artacağı oldukça açıktır. Diane Elson’un dediği gibi bakım alanında aldıkları sorumluluklarla kadınların, iklim krizinde de diğer krizlerde olduğu gibi “şok soğurucu” görevini üstlenmek durumunda kalmaları yüksek bir ihtimaldir.13 

MacGregor, Arora-Jonsson ve Cohen’e göre iklim temelinde bakım işini değerlendirirken bakım işine olan ihtiyaca, bakım işinin bölüşümüne ve bakım işinin icra edildiği bağlama bakmamız gerekir. Yazarlar bakım işini üç kategoriye ayırır: doğrudan, dolaylı ve çevresel bakım işi. Buna göre doğrudan bakım işi çocukların, yaşlıların ve yakın aile bireylerinin bakımını içerirken, dolaylı bakım işi hane içi yaşamı sağlıklı bir şekilde devam ettirecek diğer yan faaliyetleri içerir. Çevresel bakım ise hane dışında gösterilen müştereklere (bahçe, hayvanlar vb.,) yönelik bakım işini kapsar. Bu bağlamda iklim değişikliğinin toplumsal etkileri düşünülürken ve iklim değişikliğine karşı stratejiler geliştirilirken, bakım işini görünür kılmanın, onu azaltmanın yollarını aramanın, onun eşitsiz dağılımını değiştirmenin, bakım işi sorumluluğu olanların karar alma mekanizmalarında yer almalarını sağlamanın ve onları ödüllendirmenin elzem olduğunu ifade eder.14 

İklim değişikliğinin aşırı hava olaylarının ötesinde ama bunlarla bağlantılı olarak pek çok etkisi vardır. Bunların arasında gıda, su ve enerji güvenliği meseleleri, yoksulluk, sağlık sorunları, göç ve yerinden olma ve toplumsal çatışma sayılabilir.15 Böyle bir bağlamda bakım işinin azaltım ve uyum politikalarının merkezinde olması beklenir. Fakat, maalesef durumun bu beklentiden çok uzak olduğunu söylemek yanlış olmaz. İklim bağlamında düşünürken sadece sonuçları itibari ile değil, iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik azaltım ve uyum politikalarının da bakım işini merkeze alması oldukça önemlidir. Zira azaltım ve uyum politikalarının ve iklim değişikliği ile ilgili olarak sunulan alternatif sosyoekonomik örgütlenme biçimlerinin (yeşil yeni düzen, küçülme ve dayanışma ekonomileri gibi)16 de var olan bakım işi yükünü artırma ve zorlaştırma riski vardır.17 Toplumdaki eşitsiz iş bölümü nedeni ile azaltım ve uyum politikalarının gerektirdiği ekstra emeğin de kadınların sorumluluklarını artırabildiği yönünde tespitler söz konusudur. Dolayısıyla, bu süreçlere dair karar alma mekanizmalarına ortaya çıkacak ekstra işi yüklenecek kesimlerin, dolayısıyla da özellikle kadınların katılması önem arz eder. 

Yaşanılan çevre krizi yaşamı yeniden üretebilmenin krizi olarak düşündüğümüzde, çevre meselesi yalnız ekoloji hareketinin değil feminist hareketin de gündemi hâline gelir. Giovanna Di Chiro’nun da dediği gibi yaşadığımız dönemin feminist ekolojik siyaseti herkesin insani bir geçim ücretine, sağlık hizmetlerine, eğitime ve temiz hava ve suya erişimine dair bir siyaset olmak durumundadır. Çevre mücadelesi bu bağlamda sosyal adalet mücadelesinden ayrı düşünülemez ve mücadelenin çevre korumanın yanı sıra bu mücadelelere ket vuran, özelleştirme, metalaştırma ve serbestleştirme süreçlerine ve bunların ortaya koyduğu cinsiyet, sınıf ve ırk temelli eşitsizliklere dair bir söz söylemesi gerekir. Di Chiro bu temellerde kurulacak siyasetin yaşam yanlısı bir ittifak siyaseti olduğunu ifade eder.18 Di Chiro ittifak siyasetinin eklemleme, yani farklı mücadeleler arasındaki bağlantıları ortaya koyma pratiğinin, bunların üstünden birlikte düşünerek ittifak inşa etme sürecini içerdiğini belirtir ve bizim meselemiz, sizin meseleniz diye sınırlar koymak yerine ortak meselelerin ne olduğunu birlikte bulmaya çalışmak olarak niteler. İttifaklar, ebedi ve değişmez değildir, sürekli yeniden kurulmaya açık bir aradalıklardır. Di Chiro, kesişimsel siyasetin, üreme kararlarının kapsamını nasıl genişlettiğini tartışır. Kesişimsel siyasette, üreme hakkının salt kürtaj hakkıyla denk tutulmadığını, bu hakkın ekoloji ve sosyal adalet mücadeleleriyle ortak zemin aradığını, “bedensel özerklik hakkını ve güvenli doğum kontrolü seçeneklerini ve kürtaj hakkını (çocuk sahibi olmama hakkı), çocuk sahibi olma ve onları yetiştirebilme, eğitebilme, sağlıklı ve güvende tutabilme, anlamlı ve üretken bir yaşam sürmeleri için fırsatlar sağlayabilme haklarıyla” birlikte düşünülebilmesini sağladığını söyler.19 

Benzer biçimde ekosistem mücadelesini de bu kesişimsel siyaset içinde dışarıdan bir koruma mücadelesi olarak değil de yaşamı mümkün kılan sistemlerin güvenceye alınması olarak düşünebiliriz. Bu anlamda doğa, dışında kaldığımız ve koruduğumuz bir alan olmaktan çıkar, bizzat yaşadığımız yerler hâline gelir. Bu bakış açısı çevre mücadelesini gündelik hayatın tam merkezine yerleştirir. 

Yukarıdaki tartışmalar gösteriyor ki toplumsal cinsiyet meselesi iklim tartışmalarının bir yan alanı olarak değil, temel bir unsuru olarak ele alınmalıdır. Azaltım ve uyum politikalarının şekillendirilmesinden, iklim adaletinin diğer sosyal adalet meseleleri ile birlikte düşünülmesine kadar birçok noktada eleştirel bir toplumsal cinsiyet perspektifi ve cinsiyet adaleti vurgusu önem arz etmektedir. Yaşadığımız ekolojik krizle baş etme mekanizmalarını ararken feminist analiz kuşkusuz vazgeçilmez bir referans noktasıdır. 


1- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). Caring in a changing climate: Centering care work in climate action (Oxfam Raporu), s.35. 

2- A.g.y. s. 36.

3- A.g.y.

4- A.g.y.

5- Ahmed, S. (2019) A political ecology of women, water and global environmental change. Water International, 44(8), 919-922.

6- Dankelman, I. (2010.) Gender and climate change: An introduction. Routledge. 

7- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. s. 35

8- A.g.y. s. 36

9- MacGregor, S. (2022). Etkilerin ötesine geçme: Toplumsal cinsiyet ve iklim değişikliği sorunu için oluşturulabilecek farklı yanıtlar. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 69-87. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6678 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022).

10- MacGregor, S., Arora-Jonsson, Seema ve Cohen, M. (2022). A.g.y. s. 47. 

11- MacGregor, S. (2022). A.g.y.

12- Di Chiro, G. (2022). Yaşayan çevrecilikler: İttifak siyaset, toplumsal yeniden üretim ve çevre adaleti. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 5-32. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6670 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022). 

13- Elson, D. (1991). Male bias in the development process. Manchester University Press. 

14- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. 33-34

15- A.g.y.

16- Christine Bauhardt (2022). Krizi çözmek mi dediniz? Yeşil yeni düzen, küçülme ve dayanışma ekonomisi: Ekofeminist bir ekonomik yaklaşımdan kapitalist büyüme ekonomisine alternatifler. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 120-146. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6698 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022). 

17- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. 33-34

18- Di Chiro, G. (2022). A.g.y.

19- A.g.y.

Bu yazıda iklim değişikliği bağlamındaki feminist tartışmaların kısa bir özetini yapmaya çalışacağım. Yazının ilk bölümünde, iklim değişikliği bağlamında kırılganlık ve kırılgan bir grup olarak kadınlar meselesine dair eleştirel perspektifleri sunacağım. Yazının ikinci bölümünde ise iklim değişikliğini bir toplumsal yeniden üretim krizi olarak gören yaklaşımları sunacağım. Yazının temel amacı iklim değişikliği bağlamında toplumsal cinsiyet perspektifinin temel bir unsur olduğunu göstermek ve bu alanda feminist analizin neden gerekli olduğunu anlatmaktır.

Toplumsal cinsiyet ve kırılganlık tartışmaları

Toplumsal cinsiyet rolleri iklim değişikliği bağlamında genellikle kırılganlık üstünden gündeme gelir. Buna göre iklim değişikliğinin yarattığı krizler halihazırdaki eşitsizlikleri daha da şiddetlendirerek cinsiyet rolleri, ırk, etnisite, sınıf, yaş gibi faktörler nedeniyle toplumsal destek mekanizmalarından mahrum bırakılan kesimleri daha da kırılgan hâle getirir. Kırılganlıkların oluştuğu alanlar genellikle kaynaklara erişim, sağlık riskleri ve kişisel güvenlik sorunları etrafında şekillenir.1 Üstelik kadınları da içeren bu kesimler iklim değişikliği ile ilgili politikaların tartışıldığı resmi müzakere kanallarından da dışlanırlar. İklim karşısında kadınları kırılgan kılan etkenlerden biri kadınların geçim kaynaklarına sınırlı erişimidir. Özellikle, geçimin tarımsal ve doğal kaynaklar üstünden sağlandığı ücretli işlere erişimin sınırlı olduğu kırsal bağlamda kadınların kendileri için gelir getirici faaliyetler olan tarımsal üretimde karşılaştıkları krizler onları iklim bağlamında kırılgan kılar. Toprak sahipliğinin de daha çok erkeklere tanındığı düşünüldüğünde tarımsal alanda kadınların içinde bulundukları eşitsizliklerin iklim değişikliği ile birlikte katmerleneceğini düşünmek zor değil.2

Kaynaklara erişimin yanında, kadınların kaynaklara dair yetkilerinin ve karar alma güçlerinin de sınırlı olduğu ifade edilir.3 Bakım hizmetleri nedeniyle (hastaların bakımı, su kaynakları ile daha çok iç içe olmak vb.) kadınların bulaşıcı hastalıklara da daha çok yakalandığı belirtilir. Yine hamile ve lohusa kadınlar için özellikle sıcak hava dalgalarının büyük risk oluşturduğu bilinir. İklim değişikliğinin yaratacağı yaşamsal krizler kadınların ruhsal sağlıklarını da etkiler. Halihazırda da stres, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu yaşayan pek çok kadın iklim kaynaklı krizler sonucu bu sorunları daha sert yaşayabilmektedir.4 İklim değişikliğinin çevresel kaynaklar üstünde yarattığı stresin cinsiyetçi şiddeti artırabildiği de vurgulanan bir noktadır. Aşırı hava olayları nedeniyle yaşanılan afetlerdeki kaotik ortamın varolan güvenlik ağlarının ortadan kalkması nedeniyle riskli durumlar yaratabileceği, özellikle kadınlar ve kız çocukları için şiddetin ve baskının bu dönemlerde artabildiği ifade edilir. Dolayısıyla kadınların, türlü nedenlerle (yoksulluğun kadınlaşması, yeniden üretimdeki eşitsiz işbölümü, cinsiyetlendirilmiş bakım ekonomisi, kaynaklara eşitsiz erişim, eşit işe eşit ücret sorunsalı, sosyal güvenlik yoksunluğu ve siyasi temsil eksikliği gibi) çevresel koşullardan daha yakıcı bir şekilde etkilenebildiği kabul edilen bir durumdur.5

İstanbul’da bir eylem sırasında. Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Dolayısıyla iklim bağlamında, toprak kullanımında, su yönetiminde, orman kullanımında, enerji tedariki ve kullanımında, kentsel kalkınma ve korumada cinsiyet rollerinin ve bunların ev içi işbölümü ile ilişkisinin bir envanterinin çıkarılması cinsiyet bağlamında ortaya çıkan ve çıkacak olan eşitsizlikleri ortaya koymak açısından önemlidir.6

İklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet meselesi denildiğinde odak noktasının kadınlar olması da sorunsallaştırılır, bu alanda LGBTİ+ bireylere ve erkeklere dair ve erkeklikle ilgili de çalışmalar yapılması gerektiğinin altı çizilir.7 Bu bağlamda, iklim temelli değişikliklerden kadınların daha çok mağdur olduğu savlarına karşı, mağduriyetlerin toplumsal koşullara ve cinsiyet rollerine göre değişebildiği ifade edilir. Örneğin, tarımsal bağlamda, kadınların uğraştıkları bahçecilik ve küçükbaş hayvan yetiştirme gibi faaliyetlerle karşılaştırıldığında, erkeklerin tarımsal faaliyetleri daha piyasa endeksli olduğu için iklim değişikliğinden daha çok etkilenebilmekte, bu nedenle de erkekler iklim nedeniyle göç edenlerin daha geniş bir kısmını oluşturabilmektedir.8 Yine, tarımsal alanda işlerinin sıkıntıya girmesi nedeni ile pek çok erkeğin intihar ettiği bilinmektedir. Bu nedenle, kadınların iklim değişikliğiyle ilgili süreçlerden erkeklerden farklı bir şekilde etkilendiği doğru olmakla birlikte, onlardan daha fazla ve daha şiddetli şekillerde etkilendikleri argümanı yer yer sorunlu bir genelleme hâlini alabilir. Böylesi tespitler için daha fazla ampirik araştırmaya ihtiyacımız olduğu kesin. 

Dünyadaki ücretli ve ücretsiz bakım işinin sorumluluğunu alanların ağırlıklı olarak kadınlar olduğu düşünüldüğünde ise iklim sorunu kadınlar ve bakım işini üstlenen diğerleri için farklı ek zorluklar ortaya koyar.

Sherilyn MacGregor, iklim değişikliğinin etkilerine yapılan bu vurguya dair dikkatli olmamız gerektiğini, iklim bağlamında kadınların yegâne kurbanlar olarak gösterilmesinin sorunlu olduğunu ve her koşulda doğru olmayan genellemeler yarattığını savunur.9 Örneğin, Seema Arora-Jonsson, Sherilyn MacGregor ve Maeve Cohen bakım işinin kadınları her zaman ezdiği varsayımın yanlış olduğunu, kadınların bakım işi sayesinde farklı ödüllendirmelere tabi tutulabildiklerini, hatta belki de özellikle çevresel bakım bağlamında kurdukları kolektif bakım ağları ile iklim kriziyle baş etmeye dair de yaratıcı çözümler getirebildiklerini belirtirler. Bunun yanında, toplumsal cinsiyet eşittir kadınların mağduriyeti denkleminin iklim süreçlerinin cinsiyetlendirilmiş yanını görmemizi engellediğini ifade ederler. Alternatiflerden birinin iklim değişikliği ile ilişkili ortaya çıkan söylem ve pratiklerin cinsiyet politikalarına odaklanmak olduğunu savunurlar.10 İklim değişikliğinin bir güvenlik sorunu olarak ortaya konulması, kırılganlık ve dirençlilik üstünden yaratılan ikilikler, toplumsal cinsiyet eşitliği ile çevre koruma politikaları arasındaki ilişki ve cinsiyet adaleti ile iklim adaleti arasındaki ilişki bu anlamda ilginç sorular barındırmaktadır.11

Bir toplumsal yeniden üretim krizi olarak iklim değişikliği

Feminist araştırmacılar iklim krizinin bir bakım krizi, yani bir yeniden üretim krizi olarak görülmesi gerektiğini savunurlar.12 Toplumsal yeniden üretim, yaşamın devam edebilmesi için gerekli politik–ekonomik, sosyokültürel ve maddi–çevresel süreçleri içerir. Bu bağlamda iklim krizini bir toplumsal yeniden üretim meselesi kılan etken; krizin, canlıların, özellikle de insanların topluluk ilişkilerinde ve iyi yemeğe, temiz suya, barınağa, giyim ve sağlık hizmetlerine erişiminde yaratacağı krizlerdir. Buna göre, iklim krizinin yarattığı ve yaratacağı olumsuz durumlar halihazırdaki bakım işini sağlayan sistemleri zorlayarak bakım işi ile ilgili ihtiyacı artırır. 

Dünyadaki ücretli ve ücretsiz bakım işinin sorumluluğunu alanların ağırlıklı olarak kadınlar olduğu düşünüldüğünde ise iklim sorunu kadınlar ve bakım işini üstlenen diğerleri için farklı ek zorluklar ortaya koyar. Covid süreci de gösterdi ki ana akım ekonomistler tarafından hep hesap dışı bırakılan bakım işi aslında yaşadığımız toplumların kurucu bir unsurudur. Fakat, bu kurucu unsur genellikle aile içi ilişkiler içinde halledilmesi beklenilen, devletin ve işverenlerin genellikle görmezden geldiği bir faktördür. Oysa, toplumu ayakta tutan bu işi annelik, eşlik adı altında yapan birçok kadın kariyerinde ilerlememeyi, daha az kazanmayı, eğitimini öncelememeyi ve siyasi hayata katılmamayı göze alır. Bu görünmez iş aslında kadınların hayatını belirleyen bir etken olarak karşımıza çıkar. Küreselleşme ve neoliberalleşme ile var olan toplumsal destek ağları ortadan kalkıp bakımla ilgili sorumluluk kamusaldan özele transfer edilirken günümüz toplumunun zaten bir bakım krizi içinden geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Buna bir de iklim krizinin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı aşırı hava olayları, seller, pandemiler ve kuraklıklar eklenince, var olan bakım krizinin şiddetinin artacağı oldukça açıktır. Diane Elson’un dediği gibi bakım alanında aldıkları sorumluluklarla kadınların, iklim krizinde de diğer krizlerde olduğu gibi “şok soğurucu” görevini üstlenmek durumunda kalmaları yüksek bir ihtimaldir.13 

MacGregor, Arora-Jonsson ve Cohen’e göre iklim temelinde bakım işini değerlendirirken bakım işine olan ihtiyaca, bakım işinin bölüşümüne ve bakım işinin icra edildiği bağlama bakmamız gerekir. Yazarlar bakım işini üç kategoriye ayırır: doğrudan, dolaylı ve çevresel bakım işi. Buna göre doğrudan bakım işi çocukların, yaşlıların ve yakın aile bireylerinin bakımını içerirken, dolaylı bakım işi hane içi yaşamı sağlıklı bir şekilde devam ettirecek diğer yan faaliyetleri içerir. Çevresel bakım ise hane dışında gösterilen müştereklere (bahçe, hayvanlar vb.,) yönelik bakım işini kapsar. Bu bağlamda iklim değişikliğinin toplumsal etkileri düşünülürken ve iklim değişikliğine karşı stratejiler geliştirilirken, bakım işini görünür kılmanın, onu azaltmanın yollarını aramanın, onun eşitsiz dağılımını değiştirmenin, bakım işi sorumluluğu olanların karar alma mekanizmalarında yer almalarını sağlamanın ve onları ödüllendirmenin elzem olduğunu ifade eder.14 

İklim değişikliğinin aşırı hava olaylarının ötesinde ama bunlarla bağlantılı olarak pek çok etkisi vardır. Bunların arasında gıda, su ve enerji güvenliği meseleleri, yoksulluk, sağlık sorunları, göç ve yerinden olma ve toplumsal çatışma sayılabilir.15 Böyle bir bağlamda bakım işinin azaltım ve uyum politikalarının merkezinde olması beklenir. Fakat, maalesef durumun bu beklentiden çok uzak olduğunu söylemek yanlış olmaz. İklim bağlamında düşünürken sadece sonuçları itibari ile değil, iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik azaltım ve uyum politikalarının da bakım işini merkeze alması oldukça önemlidir. Zira azaltım ve uyum politikalarının ve iklim değişikliği ile ilgili olarak sunulan alternatif sosyoekonomik örgütlenme biçimlerinin (yeşil yeni düzen, küçülme ve dayanışma ekonomileri gibi)16 de var olan bakım işi yükünü artırma ve zorlaştırma riski vardır.17 Toplumdaki eşitsiz iş bölümü nedeni ile azaltım ve uyum politikalarının gerektirdiği ekstra emeğin de kadınların sorumluluklarını artırabildiği yönünde tespitler söz konusudur. Dolayısıyla, bu süreçlere dair karar alma mekanizmalarına ortaya çıkacak ekstra işi yüklenecek kesimlerin, dolayısıyla da özellikle kadınların katılması önem arz eder. 

Yaşanılan çevre krizi yaşamı yeniden üretebilmenin krizi olarak düşündüğümüzde, çevre meselesi yalnız ekoloji hareketinin değil feminist hareketin de gündemi hâline gelir. Giovanna Di Chiro’nun da dediği gibi yaşadığımız dönemin feminist ekolojik siyaseti herkesin insani bir geçim ücretine, sağlık hizmetlerine, eğitime ve temiz hava ve suya erişimine dair bir siyaset olmak durumundadır. Çevre mücadelesi bu bağlamda sosyal adalet mücadelesinden ayrı düşünülemez ve mücadelenin çevre korumanın yanı sıra bu mücadelelere ket vuran, özelleştirme, metalaştırma ve serbestleştirme süreçlerine ve bunların ortaya koyduğu cinsiyet, sınıf ve ırk temelli eşitsizliklere dair bir söz söylemesi gerekir. Di Chiro bu temellerde kurulacak siyasetin yaşam yanlısı bir ittifak siyaseti olduğunu ifade eder.18 Di Chiro ittifak siyasetinin eklemleme, yani farklı mücadeleler arasındaki bağlantıları ortaya koyma pratiğinin, bunların üstünden birlikte düşünerek ittifak inşa etme sürecini içerdiğini belirtir ve bizim meselemiz, sizin meseleniz diye sınırlar koymak yerine ortak meselelerin ne olduğunu birlikte bulmaya çalışmak olarak niteler. İttifaklar, ebedi ve değişmez değildir, sürekli yeniden kurulmaya açık bir aradalıklardır. Di Chiro, kesişimsel siyasetin, üreme kararlarının kapsamını nasıl genişlettiğini tartışır. Kesişimsel siyasette, üreme hakkının salt kürtaj hakkıyla denk tutulmadığını, bu hakkın ekoloji ve sosyal adalet mücadeleleriyle ortak zemin aradığını, “bedensel özerklik hakkını ve güvenli doğum kontrolü seçeneklerini ve kürtaj hakkını (çocuk sahibi olmama hakkı), çocuk sahibi olma ve onları yetiştirebilme, eğitebilme, sağlıklı ve güvende tutabilme, anlamlı ve üretken bir yaşam sürmeleri için fırsatlar sağlayabilme haklarıyla” birlikte düşünülebilmesini sağladığını söyler.19 

Benzer biçimde ekosistem mücadelesini de bu kesişimsel siyaset içinde dışarıdan bir koruma mücadelesi olarak değil de yaşamı mümkün kılan sistemlerin güvenceye alınması olarak düşünebiliriz. Bu anlamda doğa, dışında kaldığımız ve koruduğumuz bir alan olmaktan çıkar, bizzat yaşadığımız yerler hâline gelir. Bu bakış açısı çevre mücadelesini gündelik hayatın tam merkezine yerleştirir. 

Yukarıdaki tartışmalar gösteriyor ki toplumsal cinsiyet meselesi iklim tartışmalarının bir yan alanı olarak değil, temel bir unsuru olarak ele alınmalıdır. Azaltım ve uyum politikalarının şekillendirilmesinden, iklim adaletinin diğer sosyal adalet meseleleri ile birlikte düşünülmesine kadar birçok noktada eleştirel bir toplumsal cinsiyet perspektifi ve cinsiyet adaleti vurgusu önem arz etmektedir. Yaşadığımız ekolojik krizle baş etme mekanizmalarını ararken feminist analiz kuşkusuz vazgeçilmez bir referans noktasıdır. 


1- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). Caring in a changing climate: Centering care work in climate action (Oxfam Raporu), s.35. 

2- A.g.y. s. 36.

3- A.g.y.

4- A.g.y.

5- Ahmed, S. (2019) A political ecology of women, water and global environmental change. Water International, 44(8), 919-922.

6- Dankelman, I. (2010.) Gender and climate change: An introduction. Routledge. 

7- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. s. 35

8- A.g.y. s. 36

9- MacGregor, S. (2022). Etkilerin ötesine geçme: Toplumsal cinsiyet ve iklim değişikliği sorunu için oluşturulabilecek farklı yanıtlar. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 69-87. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6678 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022).

10- MacGregor, S., Arora-Jonsson, Seema ve Cohen, M. (2022). A.g.y. s. 47. 

11- MacGregor, S. (2022). A.g.y.

12- Di Chiro, G. (2022). Yaşayan çevrecilikler: İttifak siyaset, toplumsal yeniden üretim ve çevre adaleti. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 5-32. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6670 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022). 

13- Elson, D. (1991). Male bias in the development process. Manchester University Press. 

14- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. 33-34

15- A.g.y.

16- Christine Bauhardt (2022). Krizi çözmek mi dediniz? Yeşil yeni düzen, küçülme ve dayanışma ekonomisi: Ekofeminist bir ekonomik yaklaşımdan kapitalist büyüme ekonomisine alternatifler. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 43, 120-146. www.feministyaklasimlar.org/ozet/?postid=6698 (Erişim tarihi: 16 Kasım 2022). 

17- MacGregor, S., Arora-Jonsson, S. ve Cohen, M. (2022). A.g.y. 33-34

18- Di Chiro, G. (2022). A.g.y.

19- A.g.y.

DÖN