“Mekânda Adalet ve Toplumsal Cinsiyet” sayısı, 2017 yılında yayın hayatına başlayan beyond.istanbul’un onuncu sayısı. Yani bizim için önemli bir eşik. Yola çıkarken mekân çalışmalarını adalet talebiyle birlikte değerlendirecek bir tartışma zeminini ortaya koymak gibi bir ufkumuz vardı. “Toplumsal yapıyı özgürleştirici ‘içeriden’ ve ‘aşağıdan’ mücadelelere kulak verirken, uzmanlık alanını da bu sesin yankısı ile tekrardan inşa etmek” gerekliliğine olan inancımızı her sayıda tekrar etmeye çalıştık. Bunu yaparken de konu ve içerikleri olabildiğince gündelik olay ve gündeme oturan popüler tartışmaların belirlemesinden kaçındık.
Her ne kadar gündemi yakalamak gibi bir derdimiz olmasa da, “Mekânda Adalet ve Toplumsal Cinsiyet” sayısında olduğu gibi, bazı sayılarımız “tam da zamanında” yayımlanmış oldu. Bu bir tesadüften öte, o konunun temel bir toplumsal adalet fay hattına dokunuyor, onunla alakalı kamusal alanda ve mekânda var olma mücadelesinin zamansız bir şekilde önemini koruyor olmasıyla alakalı. Dün olduğu ve yarın olacağı gibi, bugün de toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimlik sebebiyle yapılan ayrımcılık, bu ayrımcılığa karşı verilen özgürleştirici mücadelelerle bunların mekânsallığı Türkiye’nin en temel toplumsal gündemlerinden biri, belki de birincisi. Ayrıca toplumsal cinsiyet, diğer tüm (mekânda) adalet gündemlerinin de ortak keseni.
Bu tartışmayı pandemi, yoksulluk, otoriterleşme gibi çoklu krizler döneminde yapmayı daha da önemli kılan, hem genel olarak kırılganlıkların daha da derinleşiyor olması hem de Türkiye özelinde kazanılmış hakları geri almak için açıktan sürdürülen (İstanbul Sözleşmesi karşıtı) kampanyaların, hâlihazırda ayrımcılığa uğrayan toplumsal kesimleri (LGBTİ+) nefret suçlarının hedefine koymaktan çekinmeyecek derinlikte bir çukurda sürdürülen siyasal söylemlerin ülke gündeminde kapladığı alanı sürekli artırıyor olması.
Boğaziçi Üniversitesi Kampüsü’nde başlayan, üniversitenin akademisyenleri ve öğrencilerinin üniversite dışından “kayyum” rektör atanmasına karşı giriştikleri demokratik mücadele ve bu mücadeleyi bastırmak için ortaya konan söylem ve müdahaleler mekânda adalet ve toplumsal cinsiyet konularının ne kadar sıkı sıkıya birbirleriyle bağlı olduklarını bize bir kere daha gösteriyor. Organize bir şekilde nefret suçlarının hedefine yerleştirilen LGBTİ+’lar, “suç unsuru” olarak değerlendirilen gökkuşağının renkleri, LGBTİ+ ve Kadın Araştırmaları gruplarının birlikte kullandıkları öğrenci kulübü odasının kapısına kilit vurularak mekânsızlaştırılmaları ile liste uzayıp gidiyor.
Toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimlik temelli mücadeleler hem doğrudan hem de dolaylı hedef hâlindeler. LGBTİ+’lar nefret objesi olarak pişirilerek ayrımcılık derinleştirilirken; hem bu mücadele alanları hem de parçası olunan diğer toplumsal mücadeleler, bunların kamusal alan ve mekândaki görünürlüklerinin ve mevcudiyetlerinin meşruiyetleri de sorgulanıp “suçlulaştırılıyor”.
Misafir editörlüğünü Zeynep Gülru Göker ve Cenk Özbay’ın özenle yaptığı bu sayıda mekân ve toplumsal cinsiyet ilişkisi çokboyutlu olarak ele alınıyor. Mekânın ve kent siyasetinin cinsiyet ve cinsellik odağıyla yeniden düşünülmesi hem mekânı hem mekân çalışmalarını hem de toplumsal mücadeleleri dönüştürmek için son derece önemli.
MAD adına Yaşar Adnan Adanalı