2011 yılından bu yana kadın ve mülteci alanlarında çalışan çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışmakla birlikte, eşzamanlı olarak mültecilerle, özellikle mülteci kadınlarla bir araya gelerek ne yapabileceğimizi, çıkış yollarımızı konuşuyoruz.1 Aşağıda detaylandırdığım çalışma, temelini, 2014-19 yılları arasında mülteci kadınlarla yaptığımız derinlemesine görüşmelerden ve odak grup görüşmelerinden alıyor. Lojistik olarak daha fazla imkân sunması açısından bu görüşmeleri Hatay, Urfa ve Antep’teki kadınlarla sınırladığımı da belirtmek isterim. Özetle, bu çalışmada kadınlarla konuştuğumuz kadınlık hâlleri, erkeklikle ilişkiler, aidiyet, güvenli alan, kadın dostu alan meselelerini toplum merkezleri üzerinden detaylandırmaya çalıştım.

Yerleştiği Evde Mülteci Kadın Olmak

Yaşanılan şehir, ev ve genel olarak yerleşilen coğrafyanın kendisi, farklı toplumsal pratikleri barındıran ve aynı zamanda cinsiyet rol ve pratiklerini kurucu bir potansiyel taşıyan cinsiyetlendirilmiş mekânlardır. Bu mekânlar, kadın ve erkek için reva görülen kodlarıyla ve kendi sosyokültürel dokusuyla kadın ve erkeğe farklı yaşam olanakları sundukları için cinsiyetlendirilmiş alanlardır.2 Bu mekânların en önemli örneklerinden biri olan evin, kadınlar için güvenli alan olarak tanımlanmasının bir sebebi de kadının evle özdeşleştirilmesidir. Evin bir mekân olarak kadın için önemini Aktaş şu şekilde özetlemiştir:

“Kadınlar gündelik yaşamdaki bireyselliklerini/kimliklerini ev içinde yapıp ettikleriyle -mahremiyeti ne kadar koruduğu, eşine ne kadar sadakat ve ilgi gösterdiği, çocuklarının gündelik ihtiyaçlarını hangi pratikler aracılığıyla sağladığı, komşuluk ve akrabalık ilişkilerini ne kadar dinamik tutabildiği ve eşini ne kadar aile ve toplum içinde temsil edebildiği ile sağladıkları için mekânsal anlamda ev kadın açısından daha kritik bir öneme sahiptir.”3

Temelini özel alan-kamusal alan ikiliğinden alan ve kadınların kamusal alandan soyutlanarak özel alana hapsedilmesi, kadınların da kendilerini sadece evlerinde güvenli hissetmeleriyle sonuçlanabilmektedir. Ev, güvenli alan ve kadınlık ilişkisi üzerine düşünmek, mekânın kadın üzerindeki etkisi üzerine de düşünmeyi getirir. Aksu Bora Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası adlı çalışmasında bu ilişkinin etkilerini şu şekilde betimlemektedir.

“On dokuzuncu yüzyılda, hane halkı gelişiminin araştırılması sırasında rastlanan en çarpıcı olgular, hanenin kamusal kaygılardan kopuşu ve son derece özel bir dünyaya geçişi ile ev hayatının özenle düzenlenmesidir. Evin dünyanın pisliklerinden uzak, masum ve temiz bir yer olarak tasarlanması, erkeklerin “dış” dünyaya açılırken kadın ve çocukları bu temiz dünyada bırakmaları, içinde yaşadığımız kültürün en belirleyici ve güçlü örüntülerinden biri, belki de birincisidir.”4

Bu özdeşleşmenin kadın üzerindeki temel etkisi, kadının kamusal alandan soyutlanmasının siyasi bir aktör, karar verici bir özne olmaktan da uzaklaşmasına sebep olmasıdır. Evin kamusal alan aktivitelerinden soyutlanmış, “doğal” bir alan olarak tanımlanmasının temeli, üretim ilişkilerinin evin dışında gerçekleşmesiyle başlar. Aksu Bora’ya göre bu doğal alan vurgusu, evin “dinlenme, sevilme, beslenme, rahatlama”ya dair içgüdüsel ihtiyaçların karşılandığı bir mekân olarak tanımlanmasıyla devam etmiştir ve bu doğallık tanımının arka planında, doğal olanın değiştirilemezliği yer alır. Eve dair tüm anlatılarımızı özetleyecek olursak, denilebilir ki evin içine ve dışına feminist bir perspektifle bakmak, evin içindeki cinsiyetçi ilişkiler ağını, güç ilişkileri, sömürüyü görmemizi sağlayarak hanenin kendisini, hane üyelerini, özellikle kadınları politik bir zemine çeker.5

Suriyeli mülteci kadınlar açısından sormamız gereken temel soru evin neden güvenli alan olarak tanımlandığı ve dışarısını güvensiz kılan unsurların neler olduğudur. Suriyeli mülteci kadınlar açısından ev, eve kadın dostu özellikler atfedildiği için mi, dışarıya göre daha güvenli bir alan ilan edildiği için mi güvenli alan olarak tanımlanmaktadır? Ayrıca, bu soruların cevaplarını verirken, bir yeri güvenli/güvensiz alan yapan unsurların ne kadarının erkeklikçe kurgulanmış olduğunun detaylandırılması önemlidir. Suriyeli kadınlarla yaptığımız görüşmelerde, görüştüğüm kadınlardan birinin “Suriye’deyken dışarı çıkabilmek için evin erkekleriyle sürekli mücadele ediyordum. Türkiye’ye geldikten sonra, dışarıda çıkan her sorundan sorumlu tutulduğumuz için evde kalmayı tercih ettim” sözleri, kamusal ve şahsi alanın güvenli alan olarak tanımlanmasının ne kadar akışkan ve toplumsal cinsiyet normları ve pratikleri ile ne kadar ilişkili olduğuna dair önemli bir örnektir.

Tahlil edildiği üzere, kriz zamanlarında kadınlık ve erkeklik rollerine dönme marjı artar. Zira kriz zamanlarında toplumsal kabul öncü ihtiyaçlardan biri hâline gelir. Dolayısıyla mültecilik krizinde kadınların kadınlık, erkeklerin erkeklik rollerine daha çok sığınma talebi, kadın-erkek ilişkilerinin değişerek kadının üzerindeki baskının artmasına ve kadının eve daha çok hapsolmasına sebep olabilmektedir. Görüşmelerimde Suriyeli mülteci kadınlar bu durumu şu şekilde ifade etmişlerdi:

“Etrafımdaki erkeklerle ilişkilerim aynı. Sadece burada kendimi ailemin üzerinde yük olarak hissediyorum. Suriye’de böyle hissetmiyordum çünkü orada maddi olarak durumumuz iyiydi. Burada tüm ailem ensemde gibi hissediyorum. Nereye çıkıyorsun? Niye geç kaldın? Sürekli sorular…”6

“Kendi ülkemde okula giderdim bütün gün kimse arayıp sormazdı. Geç kalsam bile kimse müdahale etmezdi. Ama burada eve girdiğim saat, evden çıktığım saat abim ve babam tarafından çok fazla sorgulanıyor. Burada kaygı oranı biraz daha fazla. Kadınlar daha çok kısıtlanıyor. Çünkü endişe oranı arttı. Babam burada her şeyden korkuyor. Bu nedenle daha çok sorgulamaya başladı.”7

Mültecilik krizinde kadınların kadınlık, erkeklerin erkeklik rollerine daha çok sığınma talebi, kadın-erkek ilişkilerinin değişerek kadının üzerindeki baskının artmasına ve kadının eve daha çok hapsolmasına sebep olabilmektedir.

Bu değişen ilişkilere dair, kadınların kamusal alana çıkmalarının zorlaşması örnek olarak verilebilir. Suriyeli kadınlar genellikle komşuları ve akrabalarıyla birlikte göç ettikleri ve evlerde akrabalarıyla birlikte yaşadıkları için dışarı çıkarken birçok kişiden izin almak zorunda kalmaktadır. Yine görüşmemiz sırasında bir kadın şunları söylemiştir: 

“Eve dönerken ya da bir yere giderken komşularım mutlaka sorar nereye gidiyorsun diye? Arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorsam bile pazara gidiyorum derim, dönerken de elime bişeyler alıp gelirim.”8

Yerinden edilme başlığında tartıştığımız gibi kadınlar yerinden edildikleri coğrafyadaki rutinlerini, inşa edilen mekâna taşıyamadıklarında ortaya çıkan gerilimli ilişki kadınların güvenli alan ihtiyacını artırmaktadır. Kadınlar yürüdükleri sokaklardan, politika yaptıkları kurumlardan, sohbet ettikleri kapı önlerinden, gittikleri işlerinden, salçayı birlikte ürettikleri alanlardan, gittikleri düğün ve kınalardan, halı yıkadıkları ortak alanlardan ve sosyalleştikleri camilerden çekildiklerinde boşalan alanları kimlerin doldurduğu ve bu alanların ne kadarının boş kalmaya devam ettiği önemli bir sorudur. Çünkü kadınlar bu alanlardan çekildiklerinde, sadece yerinden edilmiş değil, yerleştikleri alanları da boş bırakmış, başka bir kadınlık deneyimine geçmiş olurlar. 

Toplum merkezlerinin, kadınların yoğunluklu geldikleri yerler olmaları açısından erkeklerin sınırlı sayıda katılım gösterdiği ve bu sebeple Suriyeli kadınların gidebildiği meşru alanlar olarak hizmet vermesi de “dışarı” çıkmakta sorun yaşayan kadınların gelebilmesini kolaylaştırıyor olabilir.

Suriyeli Mülteci Kadınlar ve Toplum Merkezleri

Yerleşilen coğrafyada kadınlık ve erkeklik kodlarının tanımlanmasında içerisi ve dışarısının tanımlanması kadın ve erkeklerin eğitim, sağlık, istihdam gibi tüm alanlarda toplumsal cinsiyet rollerine göre ayrışmalarına sebep olmaktadır. 

“Dolayısıyla cinsiyet rolleriyle erkeklik ve kadınlık tanımlarının toplumsal (yeniden) yapılandırılması sürecinde mekânsal ayrışmalar ve mekânla ilişkiler kritik önem taşımaktadır. Cinsiyet ilişkilerinin (yeniden) yapılandırılmasının niteliği, sosyo-mekânsal yapının değişken doğasını hem yansıtmakta hem de etkilemektedir.”9

Fakat her cinsiyetlendirilmiş mekân ayrımının kadınların eşitsizliğe uğraması şeklinde sonuçlanacağına kuşkuyla bakanlardanım. Zira kadınların toplumsal cinsiyet normlarına ilişkin hassasiyetleri gözetilerek oluşturulmuş mekânlar kadınların toplumdaki rolünü güçlendirecek sonuçlar da doğurabilmektedir.10 Toplum merkezlerini bu açıdan ele aldığımızda bu mekânların kadınlar için güvenli mekân olma potansiyeli taşıdığını söyleyebiliriz. Elbette o alanın ne kadar güvenli alan olduğu o toplum merkezinde işletilen mekanizmalara göre değişim gösterir. Fakat gözlemlediğim kadarıyla, ki işim itibariyle sanıyorum Türkiye’de Suriyeli mültecilere hizmet veren birçok toplum merkezini görme imkânı yakaladım, mültecilere yönelik toplum merkezlerinde içermeci politikalar ve kadın dostu alan politikası önemli bir gündem oluşturmakta. Kadın/LGBTİ+ dostu politikaların hak temelli bir perspektifte yürütülmesi tüm aktivitelerin ana eksenine oturtulmakta. 

Zira “siyasi istismara uğramış kadın kurbanlar için uzmanlaşmış sağlık hizmetinin eksikliği kadın mültecileri, talihsiz bir siyasi durumun ‘kaçınılmaz kurbanları’ olmaktan ‘vatan haini’ olmaya kadar negatif stereotipleşmeye sürükleyebilir.”11 Bunun önemli nedenlerinden biri, bu toplum merkezlerinin fon aldığı büyük kuruluşların hepsinde cinsiyet temelli ayrımcılığı dışlayıcı mekanizmaların ve kadın/LGBTİ+ dostu alan hassasiyetlerinin önemli bir ön kriter olması. Bu sebeple toplum merkezi personeline toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmesi, mekânda çocuk dostu alanlar açılarak çocuklu kadınların da etkinliklere katılımına ilişkin önlem alınması, verilen kurslarda kadınların katılım oranının önemsenmesi ve bazı kursların sadece kadınların katılımına açık olması gibi uygulamalar çeşitli toplum merkezlerinin gündeminde. Bunun yanında, özellikle meslek kurslarında kadınların ürettiği ürünlerin sergilenmesinin önemli bir girişim olduğunu, mülteci kadınların kendilerini sanatsal aktiviteler aracılığıyla ifade etmelerinin kadın görünürlüğüne önemli bir katkı sunduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda meslek kursları arasında aşçılık ve pastacılık gibi kadınların mekânla daha kolay ilişkilenmelerine imkân veren aktivitelerin Suriyeli ve Türkiyeli kadınların kaynaşmasında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. 

Toplum merkezlerinin, kadınların yoğunluklu geldikleri yerler olmaları açısından erkeklerin sınırlı sayıda katılım gösterdiği ve bu sebeple Suriyeli kadınların gidebildiği meşru alanlar olarak hizmet vermesi de “dışarı” çıkmakta sorun yaşayan kadınların gelebilmesini kolaylaştırıyor olabilir. Toplum merkezlerinde verilen bazı kurslara erkeklerin de katılım göstermesi, bu erkeklerin yine dışarı çıkmakta sorun yaşayan evin genç kadın üyelerinin etkinliklere katılımını desteklemesinde bir etken olabiliyor. Kurslarla ilgili bir diğer önemli nokta, UNHCR verilerine göre sivil toplum örgütlerinin verdiği kurslara erkek ve kadın katılımının hemen hemen eşit olduğudur. Kadınların diğer kamusal alanlarda yer almaları oldukça kısıtlanmışken, kurslara yüksek oranda katılım göstermelerinin geleceğe dair bir mücadele biçimi olarak yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğimiz hizmetlerin sorun oluşturabilecek yanlarından bahsedecek olursak; merkezlerde verilen meslek kurslarının genellikle kadınların geleneksel kadınlık rollerine uygun olarak açılması ve her ne kadar kursun ismi meslek kursu olsa da fiiliyatta kadınların çeyizleri için el sanatları yaptığı, evlerine daha iyi bir kadın olabilmek için ürettikleri ürünleri öğrendikleri kurslar olarak hizmet vermeleridir. Aynı zamanda bu etkinlikler iyi organize edilmediğinde Suriyeli ve Türkiyelilerin bir araya geldiklerine birbirlerine karşı nefret söylemlerini körükleyebiliyor. Bir diğer önemli sorun, bu toplum merkezlerinin aktivist bir mirasla ve organizasyon yapısıyla değil, profesyonel maaşlı çalışanlarca yürütülüyor olması ve devamlılığının fon kaynaklarına bağlı olması. Fon kaynağı kesildiğinde birden kapanan birkaç toplum merkezine tanık oldum. Kurum oradan çekildiğinde geride kalan kadınların ne yaptığına dair kimsenin bir endişesi ve takibi yoktu gördüğüm kadarıyla. 

Merkezlerin verdiği hizmetler arasında koruma hizmetleri de yer almaktadır. Koruma hizmetleri kapsamında değinilmesi gereken önemli noktalardan biri kurumların yaptığı maddi yardımlardır. Sivil toplum örgütleri ve devletin verdiği yardımlara çoğunlukla kadınların başvurduğu görülmektedir. Bu davranış kadınların çözüm arama konusunda daha cesaretli ve rahat oldukları şeklinde yorumlanabileceği gibi, erkeklerin yoksulluk söz konusu olduğunda yardım talep etmeyi erkeklik onurları açısından sıkıntılı bulmalarıyla da ilişkilendirilmektedir. Yaptığım görüşmelerde de kadınların hepsi yardım başvurularını bizatihi kendilerinin yaptıklarını belirtmiş ve evin erkeklerinin mevcut yardımları ve yardım prosedürlerini bilmediklerini söylemişlerdi. Yardımların, hak temelli unsurları taşımasa da, kadınların gelir getiren bir faaliyetin prosedürleri hakkında bilgilenerek görece güç kazanmalarını sağladığını düşünüyorum. Fakat bu yardımlarla ilgili önemli bir diğer sorun, maddi yardımlar sonrasında ne devlette ne de sivil toplum örgütlerinde bir takip sistemi oluşturulması, yapılan maddi yardımın aile içinde nasıl bölüşüldüğünün, kimin konumunun güçlendirildiğinin takibinin yapılması. Bu gözlemin önemli olduğunu düşünüyorum.

Toplum merkezleri çoğunlukla Suriyeli ve Türkiyeli kadınları bir araya getiren merkezler olarak kurgulanmaları itibariyle, kadınların sınır tanımaksızın dayanışmasını öngören feminist bir mirasla aksiyon belirlediği söylenebilir. Fakat aktiviteler sırasında kadınların birbirinden ayrıldıklarını, kadınlık deneyiminde ortaklaşmak yerine yaşanılan sorunların sorumluları olarak birbirlerini işaret ettiklerini de gözlemledim. Bu birliktelik farklı kesimlerin bir araya gelmesini, farklı sınıfsallık ve kadınlık değerlerinin ortaklaşarak başka bir dayanışma imkânı verme potansiyeli taşıması açısından önemli olmakla birlikte muhafazakârlığın, ataerkinin kriz zamanlarında sertleşmesinin bir sonucu olarak, kendini “farklı, aktivist, hak savunucusu” vb. olarak tanımlayan kadınları toplumsal cinsiyet rollerine geri döndüren, daha muhafazakâr bir yapıya eklemlendikçe kabul gördükleri bir iklim yaratma potansiyeli de taşıyor. Yani bu birleşmelerde kendini toplumsal rollerin dışında ya da farklı olarak tanımlayan kadınların, toplumun homojen kadın tanımına uyum gösterme eğiliminde olması da potansiyel bir tehlike olarak önümüzde durmalıdır.

Toplum merkezlerindeki yeni ve önemli oluşumlardan bir diğeri de bazen sadece Suriyeli kadınların, bazen Suriyeli ve Türkiyeli kadınların oluşturduğu kadın komiteleridir. Kadın komiteleri Suriyeli kadınlarca “politik bir örgütlenme/oluşum” olarak tanımlanmadığı için Türkiye’de politik ortama dahil olmaya dair korkuları olan Suriyeli kadınların da katılımını kolaylaştırıyor. Politik hareketle mesafelenmek isteyen kadınlarca, bir araya gelerek birilerine iyilik yapmaya çalıştıkları bir buluşma olarak belirtilen komiteler, kadının kendini politik bir aktör olarak tanımlamasının önemini de sorguya açmalıdır kanımca. 

Yani kadınlar, kendilerini politik bir özne olarak tanımlamasalar da eşitçil, dayanışmacı, feminist doktrinleri esas alacak şekilde harekete geçtiğinde tüm toplum merkezini dönüştürme potansiyeli ortaya çıkıyor. Bu minvalde, kadın komitesi aracılığıyla buluşan kadınlar kadın dayanışmasının temelini oluşturan sohbetle, muhabbetle dayanışmakta ve bulundukları alanın sorunlarına dair çözüm üreterek kendi eylemlerinin öznesi olarak politik bir kimlik kazanabiliyorlar.

Fakat komite, sadece “alan elin veren elden üstün tutulduğu”, iyilik yapmanın esas alındığı eşitsiz bir eylem biçimine dönüşecekse, o vakit hareketin muhafazakârlaşma ve üyesi olan kadınları da homojenleştirme tehlikesinin de bulunduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.

Yukarıda belirttiğim gibi, genel olarak toplum merkezlerinin kadın dostu alan olma konusunda büyük bir potansiyel taşıdığını düşünmekle birlikte merkezlerin, tutumun ve niyetin ötesinde, sağlam ve gelenekselleşmiş kurumsal bir yapıyla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet tartışmalarının kurumun uygunluğuna ve niyetine bırakılmadığı, çalışmalar sonrasında değerlendirmelerin daha aktif şekilde ve merkez yararlanıcılarınca yapıldığı ve tüm aktivitelerin merkezin üyeleri tarafından kurgulandığı aktif bir oluşum kadınların da katılımının seyrini değiştirecektir. Genel olarak toplum merkezlerindeki aktivitelerden profesyonellerin sorumlu olmasının avantajları ve dezavantajları feminist perspektif açısından daha çok tartışılmalıdır. Benim iddiam toplum merkezlerinin genel olarak feminist deneyimden ve mirastan yararlanmada çok geri kaldığı yönünde.

Bu yazıyı, Suriyeli mülteci kadınları mağdur bir pozisyonda konumlandırmayarak konuşma hassasiyetinin beni ele geçirmesine izin vermeden, Suriyeli kadınların pasif olarak konumlandırıldıkları ya da konumlandıkları durumdan da bahsetmeye özen göstererek yazmaya çalıştım. Çünkü kadınların hem güçlü olduğuna inanıyor hem de bazen güçlerini ortaya koyabilmeleri için bulundukları habitatta bazı düzenlemelere gerek olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla eksiklik ve sorunlardan bahsetmek, soruna dair yapısal sıkıntıları konuşulabilir bir alana çekiyor ve sorunları görünür kılıyor.


1- Derinlemesine görüşmeleri ve odak grup görüşmelerini Yuva Derneği adına, bir merkez yöneticisi, bir çevirmen ve bir saha sorumlusu eşliğinde gerçekleştirdim.

2- Aktaş, G. (2017) “Kadın Açısından Kente İlişkin Mekân Pratikleri”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27: 136-49.

3- A.g.y.

4- Bora, A. (2011) Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası, İstanbul: İletişim, s. 59.

5- A.g.y.

6- Odak grup görüşmesi 2, yaş 33, kadın.

7- Odak grup görüşmesi 1, yaş 31, kadın.

8- Odak grup görüşmesi 1, yaş 26, kadın.

9- Alkan, A. (haz., 2009) “Cinsiyet Dinamiklerinin Peşinden Mekanın İzini Sürmek”, Cins Cins Mekân içinde, İstanbul: Varlık, s.13.

10- Sadri, H. (2009, 8 Mart) “Kadınlar ve Cinsiyetleşmiş Mekanlar”, Birikim, birikimdergisi.com/guncel-yazilar/274/kadinlar-ve-cinsiyetlesmis-mekanlar

11- Khamis, S., P. B. Gold, K. Vaughn (2014) “Propaganda in Egypt and Syria’s ‘Cyberwars’: Contexts, Actors, Tools, and Tactics”, The Oxford Handbook of Propaganda Studies içinde, haz. J. Auerbach ve R. Castronovo, Oxford, UK: Oxford University Press, s. 429.

2011 yılından bu yana kadın ve mülteci alanlarında çalışan çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışmakla birlikte, eşzamanlı olarak mültecilerle, özellikle mülteci kadınlarla bir araya gelerek ne yapabileceğimizi, çıkış yollarımızı konuşuyoruz.1 Aşağıda detaylandırdığım çalışma, temelini, 2014-19 yılları arasında mülteci kadınlarla yaptığımız derinlemesine görüşmelerden ve odak grup görüşmelerinden alıyor. Lojistik olarak daha fazla imkân sunması açısından bu görüşmeleri Hatay, Urfa ve Antep’teki kadınlarla sınırladığımı da belirtmek isterim. Özetle, bu çalışmada kadınlarla konuştuğumuz kadınlık hâlleri, erkeklikle ilişkiler, aidiyet, güvenli alan, kadın dostu alan meselelerini toplum merkezleri üzerinden detaylandırmaya çalıştım.

Yerleştiği Evde Mülteci Kadın Olmak

Yaşanılan şehir, ev ve genel olarak yerleşilen coğrafyanın kendisi, farklı toplumsal pratikleri barındıran ve aynı zamanda cinsiyet rol ve pratiklerini kurucu bir potansiyel taşıyan cinsiyetlendirilmiş mekânlardır. Bu mekânlar, kadın ve erkek için reva görülen kodlarıyla ve kendi sosyokültürel dokusuyla kadın ve erkeğe farklı yaşam olanakları sundukları için cinsiyetlendirilmiş alanlardır.2 Bu mekânların en önemli örneklerinden biri olan evin, kadınlar için güvenli alan olarak tanımlanmasının bir sebebi de kadının evle özdeşleştirilmesidir. Evin bir mekân olarak kadın için önemini Aktaş şu şekilde özetlemiştir:

“Kadınlar gündelik yaşamdaki bireyselliklerini/kimliklerini ev içinde yapıp ettikleriyle -mahremiyeti ne kadar koruduğu, eşine ne kadar sadakat ve ilgi gösterdiği, çocuklarının gündelik ihtiyaçlarını hangi pratikler aracılığıyla sağladığı, komşuluk ve akrabalık ilişkilerini ne kadar dinamik tutabildiği ve eşini ne kadar aile ve toplum içinde temsil edebildiği ile sağladıkları için mekânsal anlamda ev kadın açısından daha kritik bir öneme sahiptir.”3

Temelini özel alan-kamusal alan ikiliğinden alan ve kadınların kamusal alandan soyutlanarak özel alana hapsedilmesi, kadınların da kendilerini sadece evlerinde güvenli hissetmeleriyle sonuçlanabilmektedir. Ev, güvenli alan ve kadınlık ilişkisi üzerine düşünmek, mekânın kadın üzerindeki etkisi üzerine de düşünmeyi getirir. Aksu Bora Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası adlı çalışmasında bu ilişkinin etkilerini şu şekilde betimlemektedir.

“On dokuzuncu yüzyılda, hane halkı gelişiminin araştırılması sırasında rastlanan en çarpıcı olgular, hanenin kamusal kaygılardan kopuşu ve son derece özel bir dünyaya geçişi ile ev hayatının özenle düzenlenmesidir. Evin dünyanın pisliklerinden uzak, masum ve temiz bir yer olarak tasarlanması, erkeklerin “dış” dünyaya açılırken kadın ve çocukları bu temiz dünyada bırakmaları, içinde yaşadığımız kültürün en belirleyici ve güçlü örüntülerinden biri, belki de birincisidir.”4

Bu özdeşleşmenin kadın üzerindeki temel etkisi, kadının kamusal alandan soyutlanmasının siyasi bir aktör, karar verici bir özne olmaktan da uzaklaşmasına sebep olmasıdır. Evin kamusal alan aktivitelerinden soyutlanmış, “doğal” bir alan olarak tanımlanmasının temeli, üretim ilişkilerinin evin dışında gerçekleşmesiyle başlar. Aksu Bora’ya göre bu doğal alan vurgusu, evin “dinlenme, sevilme, beslenme, rahatlama”ya dair içgüdüsel ihtiyaçların karşılandığı bir mekân olarak tanımlanmasıyla devam etmiştir ve bu doğallık tanımının arka planında, doğal olanın değiştirilemezliği yer alır. Eve dair tüm anlatılarımızı özetleyecek olursak, denilebilir ki evin içine ve dışına feminist bir perspektifle bakmak, evin içindeki cinsiyetçi ilişkiler ağını, güç ilişkileri, sömürüyü görmemizi sağlayarak hanenin kendisini, hane üyelerini, özellikle kadınları politik bir zemine çeker.5

Suriyeli mülteci kadınlar açısından sormamız gereken temel soru evin neden güvenli alan olarak tanımlandığı ve dışarısını güvensiz kılan unsurların neler olduğudur. Suriyeli mülteci kadınlar açısından ev, eve kadın dostu özellikler atfedildiği için mi, dışarıya göre daha güvenli bir alan ilan edildiği için mi güvenli alan olarak tanımlanmaktadır? Ayrıca, bu soruların cevaplarını verirken, bir yeri güvenli/güvensiz alan yapan unsurların ne kadarının erkeklikçe kurgulanmış olduğunun detaylandırılması önemlidir. Suriyeli kadınlarla yaptığımız görüşmelerde, görüştüğüm kadınlardan birinin “Suriye’deyken dışarı çıkabilmek için evin erkekleriyle sürekli mücadele ediyordum. Türkiye’ye geldikten sonra, dışarıda çıkan her sorundan sorumlu tutulduğumuz için evde kalmayı tercih ettim” sözleri, kamusal ve şahsi alanın güvenli alan olarak tanımlanmasının ne kadar akışkan ve toplumsal cinsiyet normları ve pratikleri ile ne kadar ilişkili olduğuna dair önemli bir örnektir.

Tahlil edildiği üzere, kriz zamanlarında kadınlık ve erkeklik rollerine dönme marjı artar. Zira kriz zamanlarında toplumsal kabul öncü ihtiyaçlardan biri hâline gelir. Dolayısıyla mültecilik krizinde kadınların kadınlık, erkeklerin erkeklik rollerine daha çok sığınma talebi, kadın-erkek ilişkilerinin değişerek kadının üzerindeki baskının artmasına ve kadının eve daha çok hapsolmasına sebep olabilmektedir. Görüşmelerimde Suriyeli mülteci kadınlar bu durumu şu şekilde ifade etmişlerdi:

“Etrafımdaki erkeklerle ilişkilerim aynı. Sadece burada kendimi ailemin üzerinde yük olarak hissediyorum. Suriye’de böyle hissetmiyordum çünkü orada maddi olarak durumumuz iyiydi. Burada tüm ailem ensemde gibi hissediyorum. Nereye çıkıyorsun? Niye geç kaldın? Sürekli sorular…”6

“Kendi ülkemde okula giderdim bütün gün kimse arayıp sormazdı. Geç kalsam bile kimse müdahale etmezdi. Ama burada eve girdiğim saat, evden çıktığım saat abim ve babam tarafından çok fazla sorgulanıyor. Burada kaygı oranı biraz daha fazla. Kadınlar daha çok kısıtlanıyor. Çünkü endişe oranı arttı. Babam burada her şeyden korkuyor. Bu nedenle daha çok sorgulamaya başladı.”7

Mültecilik krizinde kadınların kadınlık, erkeklerin erkeklik rollerine daha çok sığınma talebi, kadın-erkek ilişkilerinin değişerek kadının üzerindeki baskının artmasına ve kadının eve daha çok hapsolmasına sebep olabilmektedir.

Bu değişen ilişkilere dair, kadınların kamusal alana çıkmalarının zorlaşması örnek olarak verilebilir. Suriyeli kadınlar genellikle komşuları ve akrabalarıyla birlikte göç ettikleri ve evlerde akrabalarıyla birlikte yaşadıkları için dışarı çıkarken birçok kişiden izin almak zorunda kalmaktadır. Yine görüşmemiz sırasında bir kadın şunları söylemiştir: 

“Eve dönerken ya da bir yere giderken komşularım mutlaka sorar nereye gidiyorsun diye? Arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorsam bile pazara gidiyorum derim, dönerken de elime bişeyler alıp gelirim.”8

Yerinden edilme başlığında tartıştığımız gibi kadınlar yerinden edildikleri coğrafyadaki rutinlerini, inşa edilen mekâna taşıyamadıklarında ortaya çıkan gerilimli ilişki kadınların güvenli alan ihtiyacını artırmaktadır. Kadınlar yürüdükleri sokaklardan, politika yaptıkları kurumlardan, sohbet ettikleri kapı önlerinden, gittikleri işlerinden, salçayı birlikte ürettikleri alanlardan, gittikleri düğün ve kınalardan, halı yıkadıkları ortak alanlardan ve sosyalleştikleri camilerden çekildiklerinde boşalan alanları kimlerin doldurduğu ve bu alanların ne kadarının boş kalmaya devam ettiği önemli bir sorudur. Çünkü kadınlar bu alanlardan çekildiklerinde, sadece yerinden edilmiş değil, yerleştikleri alanları da boş bırakmış, başka bir kadınlık deneyimine geçmiş olurlar. 

Toplum merkezlerinin, kadınların yoğunluklu geldikleri yerler olmaları açısından erkeklerin sınırlı sayıda katılım gösterdiği ve bu sebeple Suriyeli kadınların gidebildiği meşru alanlar olarak hizmet vermesi de “dışarı” çıkmakta sorun yaşayan kadınların gelebilmesini kolaylaştırıyor olabilir.

Suriyeli Mülteci Kadınlar ve Toplum Merkezleri

Yerleşilen coğrafyada kadınlık ve erkeklik kodlarının tanımlanmasında içerisi ve dışarısının tanımlanması kadın ve erkeklerin eğitim, sağlık, istihdam gibi tüm alanlarda toplumsal cinsiyet rollerine göre ayrışmalarına sebep olmaktadır. 

“Dolayısıyla cinsiyet rolleriyle erkeklik ve kadınlık tanımlarının toplumsal (yeniden) yapılandırılması sürecinde mekânsal ayrışmalar ve mekânla ilişkiler kritik önem taşımaktadır. Cinsiyet ilişkilerinin (yeniden) yapılandırılmasının niteliği, sosyo-mekânsal yapının değişken doğasını hem yansıtmakta hem de etkilemektedir.”9

Fakat her cinsiyetlendirilmiş mekân ayrımının kadınların eşitsizliğe uğraması şeklinde sonuçlanacağına kuşkuyla bakanlardanım. Zira kadınların toplumsal cinsiyet normlarına ilişkin hassasiyetleri gözetilerek oluşturulmuş mekânlar kadınların toplumdaki rolünü güçlendirecek sonuçlar da doğurabilmektedir.10 Toplum merkezlerini bu açıdan ele aldığımızda bu mekânların kadınlar için güvenli mekân olma potansiyeli taşıdığını söyleyebiliriz. Elbette o alanın ne kadar güvenli alan olduğu o toplum merkezinde işletilen mekanizmalara göre değişim gösterir. Fakat gözlemlediğim kadarıyla, ki işim itibariyle sanıyorum Türkiye’de Suriyeli mültecilere hizmet veren birçok toplum merkezini görme imkânı yakaladım, mültecilere yönelik toplum merkezlerinde içermeci politikalar ve kadın dostu alan politikası önemli bir gündem oluşturmakta. Kadın/LGBTİ+ dostu politikaların hak temelli bir perspektifte yürütülmesi tüm aktivitelerin ana eksenine oturtulmakta. 

Zira “siyasi istismara uğramış kadın kurbanlar için uzmanlaşmış sağlık hizmetinin eksikliği kadın mültecileri, talihsiz bir siyasi durumun ‘kaçınılmaz kurbanları’ olmaktan ‘vatan haini’ olmaya kadar negatif stereotipleşmeye sürükleyebilir.”11 Bunun önemli nedenlerinden biri, bu toplum merkezlerinin fon aldığı büyük kuruluşların hepsinde cinsiyet temelli ayrımcılığı dışlayıcı mekanizmaların ve kadın/LGBTİ+ dostu alan hassasiyetlerinin önemli bir ön kriter olması. Bu sebeple toplum merkezi personeline toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmesi, mekânda çocuk dostu alanlar açılarak çocuklu kadınların da etkinliklere katılımına ilişkin önlem alınması, verilen kurslarda kadınların katılım oranının önemsenmesi ve bazı kursların sadece kadınların katılımına açık olması gibi uygulamalar çeşitli toplum merkezlerinin gündeminde. Bunun yanında, özellikle meslek kurslarında kadınların ürettiği ürünlerin sergilenmesinin önemli bir girişim olduğunu, mülteci kadınların kendilerini sanatsal aktiviteler aracılığıyla ifade etmelerinin kadın görünürlüğüne önemli bir katkı sunduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda meslek kursları arasında aşçılık ve pastacılık gibi kadınların mekânla daha kolay ilişkilenmelerine imkân veren aktivitelerin Suriyeli ve Türkiyeli kadınların kaynaşmasında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. 

Toplum merkezlerinin, kadınların yoğunluklu geldikleri yerler olmaları açısından erkeklerin sınırlı sayıda katılım gösterdiği ve bu sebeple Suriyeli kadınların gidebildiği meşru alanlar olarak hizmet vermesi de “dışarı” çıkmakta sorun yaşayan kadınların gelebilmesini kolaylaştırıyor olabilir. Toplum merkezlerinde verilen bazı kurslara erkeklerin de katılım göstermesi, bu erkeklerin yine dışarı çıkmakta sorun yaşayan evin genç kadın üyelerinin etkinliklere katılımını desteklemesinde bir etken olabiliyor. Kurslarla ilgili bir diğer önemli nokta, UNHCR verilerine göre sivil toplum örgütlerinin verdiği kurslara erkek ve kadın katılımının hemen hemen eşit olduğudur. Kadınların diğer kamusal alanlarda yer almaları oldukça kısıtlanmışken, kurslara yüksek oranda katılım göstermelerinin geleceğe dair bir mücadele biçimi olarak yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğimiz hizmetlerin sorun oluşturabilecek yanlarından bahsedecek olursak; merkezlerde verilen meslek kurslarının genellikle kadınların geleneksel kadınlık rollerine uygun olarak açılması ve her ne kadar kursun ismi meslek kursu olsa da fiiliyatta kadınların çeyizleri için el sanatları yaptığı, evlerine daha iyi bir kadın olabilmek için ürettikleri ürünleri öğrendikleri kurslar olarak hizmet vermeleridir. Aynı zamanda bu etkinlikler iyi organize edilmediğinde Suriyeli ve Türkiyelilerin bir araya geldiklerine birbirlerine karşı nefret söylemlerini körükleyebiliyor. Bir diğer önemli sorun, bu toplum merkezlerinin aktivist bir mirasla ve organizasyon yapısıyla değil, profesyonel maaşlı çalışanlarca yürütülüyor olması ve devamlılığının fon kaynaklarına bağlı olması. Fon kaynağı kesildiğinde birden kapanan birkaç toplum merkezine tanık oldum. Kurum oradan çekildiğinde geride kalan kadınların ne yaptığına dair kimsenin bir endişesi ve takibi yoktu gördüğüm kadarıyla. 

Merkezlerin verdiği hizmetler arasında koruma hizmetleri de yer almaktadır. Koruma hizmetleri kapsamında değinilmesi gereken önemli noktalardan biri kurumların yaptığı maddi yardımlardır. Sivil toplum örgütleri ve devletin verdiği yardımlara çoğunlukla kadınların başvurduğu görülmektedir. Bu davranış kadınların çözüm arama konusunda daha cesaretli ve rahat oldukları şeklinde yorumlanabileceği gibi, erkeklerin yoksulluk söz konusu olduğunda yardım talep etmeyi erkeklik onurları açısından sıkıntılı bulmalarıyla da ilişkilendirilmektedir. Yaptığım görüşmelerde de kadınların hepsi yardım başvurularını bizatihi kendilerinin yaptıklarını belirtmiş ve evin erkeklerinin mevcut yardımları ve yardım prosedürlerini bilmediklerini söylemişlerdi. Yardımların, hak temelli unsurları taşımasa da, kadınların gelir getiren bir faaliyetin prosedürleri hakkında bilgilenerek görece güç kazanmalarını sağladığını düşünüyorum. Fakat bu yardımlarla ilgili önemli bir diğer sorun, maddi yardımlar sonrasında ne devlette ne de sivil toplum örgütlerinde bir takip sistemi oluşturulması, yapılan maddi yardımın aile içinde nasıl bölüşüldüğünün, kimin konumunun güçlendirildiğinin takibinin yapılması. Bu gözlemin önemli olduğunu düşünüyorum.

Toplum merkezleri çoğunlukla Suriyeli ve Türkiyeli kadınları bir araya getiren merkezler olarak kurgulanmaları itibariyle, kadınların sınır tanımaksızın dayanışmasını öngören feminist bir mirasla aksiyon belirlediği söylenebilir. Fakat aktiviteler sırasında kadınların birbirinden ayrıldıklarını, kadınlık deneyiminde ortaklaşmak yerine yaşanılan sorunların sorumluları olarak birbirlerini işaret ettiklerini de gözlemledim. Bu birliktelik farklı kesimlerin bir araya gelmesini, farklı sınıfsallık ve kadınlık değerlerinin ortaklaşarak başka bir dayanışma imkânı verme potansiyeli taşıması açısından önemli olmakla birlikte muhafazakârlığın, ataerkinin kriz zamanlarında sertleşmesinin bir sonucu olarak, kendini “farklı, aktivist, hak savunucusu” vb. olarak tanımlayan kadınları toplumsal cinsiyet rollerine geri döndüren, daha muhafazakâr bir yapıya eklemlendikçe kabul gördükleri bir iklim yaratma potansiyeli de taşıyor. Yani bu birleşmelerde kendini toplumsal rollerin dışında ya da farklı olarak tanımlayan kadınların, toplumun homojen kadın tanımına uyum gösterme eğiliminde olması da potansiyel bir tehlike olarak önümüzde durmalıdır.

Toplum merkezlerindeki yeni ve önemli oluşumlardan bir diğeri de bazen sadece Suriyeli kadınların, bazen Suriyeli ve Türkiyeli kadınların oluşturduğu kadın komiteleridir. Kadın komiteleri Suriyeli kadınlarca “politik bir örgütlenme/oluşum” olarak tanımlanmadığı için Türkiye’de politik ortama dahil olmaya dair korkuları olan Suriyeli kadınların da katılımını kolaylaştırıyor. Politik hareketle mesafelenmek isteyen kadınlarca, bir araya gelerek birilerine iyilik yapmaya çalıştıkları bir buluşma olarak belirtilen komiteler, kadının kendini politik bir aktör olarak tanımlamasının önemini de sorguya açmalıdır kanımca. 

Yani kadınlar, kendilerini politik bir özne olarak tanımlamasalar da eşitçil, dayanışmacı, feminist doktrinleri esas alacak şekilde harekete geçtiğinde tüm toplum merkezini dönüştürme potansiyeli ortaya çıkıyor. Bu minvalde, kadın komitesi aracılığıyla buluşan kadınlar kadın dayanışmasının temelini oluşturan sohbetle, muhabbetle dayanışmakta ve bulundukları alanın sorunlarına dair çözüm üreterek kendi eylemlerinin öznesi olarak politik bir kimlik kazanabiliyorlar.

Fakat komite, sadece “alan elin veren elden üstün tutulduğu”, iyilik yapmanın esas alındığı eşitsiz bir eylem biçimine dönüşecekse, o vakit hareketin muhafazakârlaşma ve üyesi olan kadınları da homojenleştirme tehlikesinin de bulunduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.

Yukarıda belirttiğim gibi, genel olarak toplum merkezlerinin kadın dostu alan olma konusunda büyük bir potansiyel taşıdığını düşünmekle birlikte merkezlerin, tutumun ve niyetin ötesinde, sağlam ve gelenekselleşmiş kurumsal bir yapıyla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet tartışmalarının kurumun uygunluğuna ve niyetine bırakılmadığı, çalışmalar sonrasında değerlendirmelerin daha aktif şekilde ve merkez yararlanıcılarınca yapıldığı ve tüm aktivitelerin merkezin üyeleri tarafından kurgulandığı aktif bir oluşum kadınların da katılımının seyrini değiştirecektir. Genel olarak toplum merkezlerindeki aktivitelerden profesyonellerin sorumlu olmasının avantajları ve dezavantajları feminist perspektif açısından daha çok tartışılmalıdır. Benim iddiam toplum merkezlerinin genel olarak feminist deneyimden ve mirastan yararlanmada çok geri kaldığı yönünde.

Bu yazıyı, Suriyeli mülteci kadınları mağdur bir pozisyonda konumlandırmayarak konuşma hassasiyetinin beni ele geçirmesine izin vermeden, Suriyeli kadınların pasif olarak konumlandırıldıkları ya da konumlandıkları durumdan da bahsetmeye özen göstererek yazmaya çalıştım. Çünkü kadınların hem güçlü olduğuna inanıyor hem de bazen güçlerini ortaya koyabilmeleri için bulundukları habitatta bazı düzenlemelere gerek olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla eksiklik ve sorunlardan bahsetmek, soruna dair yapısal sıkıntıları konuşulabilir bir alana çekiyor ve sorunları görünür kılıyor.


1- Derinlemesine görüşmeleri ve odak grup görüşmelerini Yuva Derneği adına, bir merkez yöneticisi, bir çevirmen ve bir saha sorumlusu eşliğinde gerçekleştirdim.

2- Aktaş, G. (2017) “Kadın Açısından Kente İlişkin Mekân Pratikleri”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27: 136-49.

3- A.g.y.

4- Bora, A. (2011) Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası, İstanbul: İletişim, s. 59.

5- A.g.y.

6- Odak grup görüşmesi 2, yaş 33, kadın.

7- Odak grup görüşmesi 1, yaş 31, kadın.

8- Odak grup görüşmesi 1, yaş 26, kadın.

9- Alkan, A. (haz., 2009) “Cinsiyet Dinamiklerinin Peşinden Mekanın İzini Sürmek”, Cins Cins Mekân içinde, İstanbul: Varlık, s.13.

10- Sadri, H. (2009, 8 Mart) “Kadınlar ve Cinsiyetleşmiş Mekanlar”, Birikim, birikimdergisi.com/guncel-yazilar/274/kadinlar-ve-cinsiyetlesmis-mekanlar

11- Khamis, S., P. B. Gold, K. Vaughn (2014) “Propaganda in Egypt and Syria’s ‘Cyberwars’: Contexts, Actors, Tools, and Tactics”, The Oxford Handbook of Propaganda Studies içinde, haz. J. Auerbach ve R. Castronovo, Oxford, UK: Oxford University Press, s. 429.

DÖN