1950’lere gelindiğinde İstanbul, o zaman “mesken buhranı” veya “mesken davası” olarak adlandırılan büyük bir konut kriziyle karşı karşıyaydı. İstanbul’un eskiyen yapı stoku kente yeni gelen dar gelirli nüfusun konut ihtiyacını karşılamaktan uzaktı. Genel olarak İstanbul’un kiralık konut arzı ve talebi arasındaki makas açılmaktaydı. Bankaların müşteri çekmek için çekilişle ev hediye ettiği bu dönemde, kent yoksulları yaklaşık on yılı aşkın bir süredir evlerini başkalarının arsalarının üstüne, kendileri inşa etmeye başlamışlardı.

İlk başlarda tam olarak kavranamayan “adı konmamış” bu fenomen zamanla “gecekondu” olarak tarif edilecekti. Henüz adı konmuş olmasa da, gecekondular üzerine Cumhuriyet gazetesinde yapılan 25 Mart 1937 tarihli ilk haberlerden birinde bu yeni ortaya çıkmakta olan konut alanları “mantar köy” tabiriyle ifade edilmiş. Haberden Beykoz Paşabahçe şişe fabrikasında ve tabakhanede çalışan işçilerin kurduğu mahallelerin beş yıldır, yani 1930’ların başından beri var olduklarını anlıyoruz. 

Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Nadir Nadi Abalıoğlu, 22 Ocak 1950 tarihinde gazetedeki köşesine, mesken buhranı karşısında İstanbul Valisi’nin başkanlığında düzenlenen bir uzman toplantısını taşır. Burada, bir taraftan o zamana kadar İstanbul olarak tahayyül edilen eski şehrin içinin boşalıp buralarda kiralık mesken bulmanın güçleşmesini, öte taraftan şehrin hızla ve plansız bir şekilde Mecidiyeköy ve Zeytinburnu’na doğru gecekondularla büyümesini tartışır. Nadi Abalıoğlu, mesken buhranının gecekondulaşmaya nasıl yol açtığını şu şekilde anlatır: 

Gecekondu illeti, bu çözülmemiş davanın yarattığı mühim arızalardan başlıcasıdır. Özü arandığı zaman hadise şudur: Gerek nüfus artımı, gerek inşaat yetersizliği yüzünden vatandaş, bir müddetten beri kazancına uygun kiralık ev bulamıyor. Bulamayınca ne yapsın, sokakta mı otursun? Sandık tahtalarını veya teneke parçalarını topluyor ve bir çatı yükseltip altına kafasını sokuyor.1

Bahsi geçen toplantıyı da düzenleyen İstanbul Vilayeti altında kurulan Mesken Komisyonu konut krizine çözüm üretmek için 1950 senesinde çalışmalarını sürdürür. Komisyonun mimar, mühendis, hukukçu uzmanları “ucuz ev” üretiminin hukuki, mimari ve finansal boyutlarına dair fikirler geliştirirler. Heyetin çalışmalarında —henüz ellerinde kesin raporlar olmamakla birlikte— 1950 yılı itibariyle İstanbul’da 8000’den fazla gecekondunun bulunduğu belirtilir. Kentli entelijansiya, tepeden önerilen “ucuz ev” politikasının tabanda hızla yayılan gecekondu karşısında çok da şansının olmadığını henüz idrak etmiş değildir. Komisyon, Emlak Bankası’nın ucuz ev kredisinin sorunun boyutu karşısında yeterli olmadığını not düşer. Hatta çözüm olarak ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa’da tampon bölge oluşturarak komünizmin yayılmasını önlemek için sağladığı Marshall yardımına başvurulması bile düşünülür. Bağışlanan traktörlerle tarımda makineleşmeyi teşvik ederek kırdan kentlere büyük bir göçü ve dolayısıyla gecekondulaşmayı tetikleyen Marshall yardımının kentlerde ucuz konut üretimine kaynak sağlayabileceğinin düşünülmesi dikkat çekicidir.2 

Kendi evini kendi yapan gecekondu sakini de bu yardımın farkındadır aslında. Daha doğrusu genel olarak sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmesi için devletin de elini taşın altına koyması gerektiğinin. 1949–1957 yılları arasında hem İstanbul Valisi hem de Belediye Reisi olan, dönemin meşhur simalarından Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay’ın Kazlıçeşme gecekondularını gezerken halka yaptığı “gelin devlet baba ile anlaşalım, mahallenizi yıkıp yeniden inşa edelim” teklifine hazırcevap mahalle muhtarlarından birinin “Aman efendim neden olmasın. Hem de mükemmel olur. Yalnız Devlet Baba bize Marşal yardımından 1 milyon lira bağışlarsa yarından tezi yok hemen işe başlarız” cevabını verdiğini aktarır gazeteci Ümit Deniz.3

Devlet, mesken buhranı karşısında durumu kavrayıp geleceğe dönük plan ve çözümler üretme gerekliliğinin yanında mevcut yerleşim alanlarında yaşayan vatandaşların gündelik ihtiyaçlarına cevap vermek ve sayıları hızla artan yeni yerleşimleri kontrol altında tutmak gibi birden fazla cephede pozisyon almak zorundadır. Çoğu zaman “yıkmak mı yoksa iyileştirmek mi” gibi birbiriyle çelişen bu pozisyonlar, başta İstanbul olmak üzere Türkiye kentlerini bekleyen büyük gecekondulaşma dalgasını bütünlüklü bir şekilde anlayıp cevap vermekte başarılı olamayacaktır.

Gazetedeki bir reklam. İstanbul Ekspres (1952, 8 Ağustos) 

Gökay, sık sık gecekondu mahallelerine yaptığı ziyaretlerle gündem oluyor, buralarda gecekondu sakinlerine yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi kentsel hizmetlerin iyileştirilmesi ve kömür, soba gibi yardımların yapılması yönünde vaatlerde bulunmasıyla dikkati çekiyordu.4 Gökay bu ziyaretlerinde mevcut gecekonduların yıkılmayacağını söyleyerek mahalle sakinlerinin içini rahatlatırken, yeni gecekondulara ise kesinlikle izin verilmeyeceğini belirterek gözdağı vermekten de geri durmuyordu. Kısa boyuna gönderme yapılarak kendisi için söylenen “minimini valimiz, ne olacak hâlimiz” tekerlemesi, Gökay’ın halkla kurduğu sürekli ve doğrudan temasa da işaret ediyordu.5 Bu temaslar neticesinde gazeteler Gökay’a “Gecekondu Babası” lakabını takacaktır.6

Gecekondu Babası 1

Fahreddin Kerim Gökay’ın İstanbul’un ilk ve en büyük gecekondu alanları arasında yer alan Zeytinburnu ve Kazlıçeşme’ye 1950’nin Temmuz ayında yaptığı ziyarette Vali’yi “yaşa, varol” tezahüratlarıyla kadınlı erkekli kalabalık bir gecekondulu grubun karşıladığı haberlere yansımış, kahvehanede gerçekleştirilen toplantıda mahallelinin taleplerinin dinlendiği belirtilmişti. Bu toplantıda imar planları tamamlanan 35.000 kişinin yaşadığı mahallenin anayollarını belediyenin, ara yollarını ise mahallelinin yapacağı; ve mahallenin elektriğe kavuşması için gereken 30.000 liranın 16.000’ini idarenin, 14.000’ini ise gecekondu sakinlerinin vereceği bilgisi paylaşılmıştı.7 Bu ve benzeri temaslar, hem “Gecekondu Babası” lakabıyla Gökay’ın kimliğinde kişileştirilen “devlet baba” figürünün gecekondu sakinleriyle kurduğu patronaj ilişkilerini hem de müşterek ihtiyaçlarını toplu olarak talep etmeye başlayan gecekonducuların idarece görmezden gelinemeyecek siyasi özne potansiyeli fark edilen bir “topluluk” olarak algılandığını göstermesi açısından önemlidir. 

Gazete kupürü. Başlık: Vali dün Gecekondu mahallesinde. Milliyet (1950, 9 Temmuz) 

Kendi evini kendi yapan gecekonducunun aynı zamanda kentsel hizmetlerin maliyetini idareyle paylaştığını da not edelim. Gecekonduların kentsel hizmetlere erişimi ve yerleşim alanlarının iyileştirilmesi meselesi salt gecekonducuların talepleriyle gündeme gelmiyordu elbette. Örneğin 1950’deki tifo salgınının sadece gecekondu bölgelerinde görüldüğü haberlere yansımış, bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen bu durum karşısında su ve kanalizasyon işlerinin ıslah edileceği idarece açıklanmıştı.8

28 Ekim 1950’de İstanbul gazetesi, “Mesken buhranını önliyecek tedbirler alınıyor” başlığıyla hükümetin üzerinde çalıştığı gecekondu kanunu tasarısını haberleştirmişti. Burada “yıkılacaklar” ve “tapuya kaydı yapılacaklar” olmak üzere gecekondular farklı kategoriye ayrılıyordu. Tasarıda belirtilen yaklaşım, enformel addedilen yapıları yıkmak ile affetmek/tanımak arasında günümüze kadar gidip gelecek yaklaşık yetmiş yıllık bir kamu politikası sürecinin ya da kimilerine göre idarenin çaresizliğinin ilk örneklerini sergiliyordu. 

Bu politikayı, devletin belirli bir tarihe kadar yapılan gecekonduları imar aflarıyla yasallaştırması, o tarihten sonra yapılanları ise yıkacağını ilan etmesi şeklinde özetleyebiliriz. Bu yaklaşımla aynı zamanda gecekonducunun siyasi özne potansiyelinin farkına varan devlet, kent yoksuluyla kurduğu sopa/havuç diyalektiği ilişkisi olarak ifade edebileceğimiz bir geleneği inşa ediyordu. “Gecekondu işi politika mevzuu yapılmayacak” başlığı ile açıklamaları haberlere yansıyan Gökay bu yaklaşımı şu şekilde ifade eder: 

Herhangi bir siyasi mülahaza ile kimsenin gecekondulardaki vatandaşların durumundan faydalanmasını doğru bulmuyorum. Bıraksınlar bu vatandaşlar barındırdıkları kulübelerde hiç olmazsa yıkılacakmış, yahud şu olacak mı gibi endişelerden uzak kalsınlar. Gecekonduları ziyaret ettiğimi zaman söylediğim sözler ne bugün ne de yarın değişmiyecektir. Yeni gecekondu yaptırmıyoruz. Bu işin politika mevzuu edilmesi doğru değildir.9

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, 1953 yılında TBMM’de yaptığı çok çarpıcı konuşmasında devletin en üst kademesinde gecekonduları meşrulaştırmış ve bir anlamda gecekondu gerçekliğini tanımanın bir devlet politikası olduğunu ilan etmişti: 

Eski imparatorluk devrindeki evlerin yüzde doksanı birer harabe idi. Bugün yapılan gecekonduların bir çoğu bu evlere nazaran çok daha sıhhidir. İstanbul ve Ankara’nın gecekondu kısmı bugün esas şehirlerden daha büyüktür derken bundan bu şehirler eskiden daha mamurdu, bugün gecekondular garkoldu manasını çıkarmak hakikate aykırı olur. Arkadaşlarımızın, vatandaşlarımızın bir çoğu mesela İstanbul Sirkeci tarafının bugünkü gecekondu mahallelerinden on misli daha kötü bir harabe manzarası arzettiğini pek iyi bilirler.10

Gecekondu Babası 2 

Gecekonducuların yeni konut inşası, kentsel hizmetlere erişimi, yıkımlara karşı mücadelesi, mülkiyet sorunlarının çözümü, kanunlara kendi lehlerinde müdahalesi ve tüm bu ihtiyaçlar doğrultusunda mahallede ve mahalleler arasında örgütlenmeleri için çalışmış, bu döneme damga vurmuş simalardan biri de Naim Tanyeri’dir. Yıllar sonra, 26 Ocak 1995 tarihinde Milliyet gazetesinin “Gecekondunun Babası” başlığıyla tekrar haberleştireceği, kendisi de bir gecekondu sakini olan Tanyeri 1950’lerde defalarca haberlerde yer almıştır. Daha doğrusu kendisini ve davasını gündeme taşımayı başarmış, gecekonduları özneleştirmiştir. Gecekonducunun devletle giriştiği oldukça diyalektik varoluş mücadelesinde, bir diğer ve devletli “Gecekondu Babası” Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay’ın adeta antitezidir. Konusu yok saymak ve varlığını sürekli kanıtlamak, yapmak/yıkmak/affetmek, talep etmek ve vaat etmek arasında gidip gelen, 1950’lerde çekilmiş bu tarihi filmin iki ana karakterinden birisidir. Bir Şehir Kuruyorum11 ve Unutamadıklarım12 adlı anı kitaplarında gecekondu mücadelesini tüm detaylarıyla anlatır. 

Gümüşhane Kelkitli olan Tanyeri, İstanbul’a genç yaşta okumak için gelir. Gazetecilik de dahil birçok işte çalışır. Evlenip aile kurunca bir gecekondu yapmaya heveslenir. Şişli Feriköy’deki kendisinin ve komşularının evi Aralık 1951′ tarihinde başlarına yıkılınca haklarını aramak için dernek kurup örgütlenmeye karar verirler.

Tanyeri 1950’lerin başında İstanbul Şişli’de annesi, babası, iki kız kardeşi ile tek göz bir odada barınmaktadır. Köyünden bir kızla nişanlıdır. Evlenip kendi ailesini kuracaktır, ancak eşini getirebileceği bir evi yoktur. “Gecekondu yapmaktan başka bir seçeceğimiz var mı?” diye sorar Bir Şehir Kuruyorum kitabında. Tüm birikimini kullanarak Şişli Karkuyusu’nda “briketten 2 oda, hol, mutfak ve banyo-tuvaletten ibaret 60 m2’lik gecekonduyu” inşa eder. Onunkiyle birlikte o gece Karkuyusu’na 11 kondu daha kurulur. Evini yapmasının ardından yaşadığı büyük sevinç ve hemen akabinde gelen üzüntüyü şu şekilde anlatır: “(…) 24 saat zarfında bir yuva sahibi olmuşsunuzdur. O bir hayal değil, rüya değil gerçektir. Elle tutulur, gözle görülür somut bir varlıktır… Ona nasıl sevdalanmazsınız, silüetini yüreğinize yerleştirmez, beyninize nakşetmezsiniz? (…) birkaç gün içinde her şey altüst olmuş, kendinizi karın, çamurun, ayazın, briket yığınlarının ortasında yere çömelmiş, başınızı ellerinizin arasında hıçkıra hıçkıra ağlarken bulmuşsunuzdur.”13 Böylesi bir mutluluk içindeyken gelen yıkımla çöken Tanyeri ve komşuları “örgütlenme fikrine can havli ile” sarılır ve toplu olarak haklarını arama mücadelesine dernekleşme yoluyla başlarlar.14

Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği 

Önce, yıkımın hemen ardından toplu olarak Vilayet’e giderler ve bu ziyaretleri gazetelere yansır. 15 Aralık 1951 tarihinde Milliyet’te yer alan bir foto haberde “Feriköy’deki gecekonduların yıktırılması üzerine Vali’ye müracaat ve haklarını müdafaa etmek üzere Vilayet’e giden gecekondu sakinleri vilayet binası önünde toplu bir vaziyette” diye yazmaktadır.15 Tanyeri bu yıkımdan iki hafta sonra, 29 Aralık 1951 tarihinde Şişli Karkuyusu mevkiinde Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği (birinci dernek) adıyla ilk derneğini kurar. Derneğin amacı “Şişli’deki sağlık şartlarına aykırı, ruhsatsız inşa edilen tüm gecekonduları yardımlaşmak suretiyle belediye ve diğer ilgili makamlarla işbirliği yaparak, planlı, sağlık kanunlarına uygun olarak yeniden inşa etmektir.”16 Cemiyete hızla Feriköy, Fulya Bayırı, Balçıklar, Kevser Sokak, Taşocakları, Esentepe, Yıldız, Vefa, Ihlamur Deresi’ndeki gecekondular katılır. 

Birinci derneğin üyeleri Feriköy Duatepe Spor Kulübü salonunda bir toplantı yapar, toplantıda gecekonduların ortaya çıkışı “mesken buhranı”na bağlanır. Dernek su, elektrik gibi en temel kentsel hizmetlere erişim için idare nezdinde çalışacaklarını duyurur.17 Toplantı tarihinden üç hafta sonra Dernek yöneticileri Fahrettin Kerim Gökay’ı mahallelerine davet eder, Gökay’ın da bu davete icabet edeceği gazetede yer alır.18 Feriköy’de Yalvaç, Ferahnak ve Avukat sokaklarında gezip buralarda oturan vatandaşlarla görüşen Gökay’a gecekondu sakinlerinin büyük sevgi tezahüratı yaptığı bilgisi haberlere yansır. Dernek Başkanı Naim Tanyeri başta su sıkıntısı olmak üzere bölge halkının dertlerini Vali’ye anlatır, Vali’nin “Istırabın sesi, hakkın sesidir. Vatandaşın yuva sahibi olmak ihtiyacını düzenlemek ve bir plan dairesinde ve meşru tasarruf yolları ile tahakkuk ettirmek vazifemizdir” cümleleri dernek defterinde kayıtlara geçer.19 Ancak dernek başkanı ve üyeleri, devletin “şefkatli” kadife eldiveninin altındaki demir yumruğunu çok yakında tadacaklardır. 

Birinci dernek, gecekondu kanun tasarısının bir an önce meclisten geçmesini talep etmek için 15 Haziran Pazar günü, yani Vali’nin ziyaretinden tam bir ay sonra, saat 10:00’da Taksim Meydanı’nda bir miting düzenleyeceğini kamuoyuna duyurur.20 Dernek Başkanı Naim Tanyeri, bu duyurudan birkaç gün sonra gazetelere yazdığı mektupta miting sebebiyle kendisinin ve ailesinin baskılara maruz kaldığını, mitingin hiçbir siyasi gayesinin olmadığını belirtir.21 Polisin kendisini, “Yunan Kralı geliyor, baldırı çıplakları toplama” diye uyardığını söyler.22 Yunan Kral ve Kraliçesi’nin İstanbul’u ziyareti sebep gösterilerek ertelenen miting, planlanan tarihten bir hafta sonra 22 Haziran’da yine Taksim Meydanı’nda düzenlenir. Bu mitingi izinsiz olduğu gerekçesiyle polis dağıtır, Dernek Başkanı Naim Tanyeri ve arkadaşları gözaltına alınır.23

Böylesi bir mutluluk içindeyken gelen yıkımla yıkılan Tanyeri ve komşuları ‘‘örgütlenme fikrine can havli ile’’ sarılır.

Gözaltı olayından kısa bir süre sonra Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği bir basın açıklamasıyla mahallelerinde baş gösteren karasinek sorununa dikkat çeker. Bunun sorumlusu olarak da daha önce Tanyeri ve komşularının başlarından geçen yıkımın yaşandığı (bugün Mecidiyeköy’de Trump Towers gökdelenlerinin bulunduğu) Karkuyusu mevkiinde oturan Romanlar gösterilir. “Düzinelerce ayı, beygir besliyen, gübrelerini sokağa döken ve rastgele bir noktaya abdest bozan, hela yapmışlarsa da lağımları açıkta akan kıptilerden aynı semtte ikamet eden ahali şiddetle muazzebidir” diye yazarlar açıklamalarında.24 Burada önemli bir parantez açacak olursak, kent yoksulunun baş etmek zorunda kaldığı yapısal sorunlara veya kentsel hizmetlerin noksanlığına vurgu yapmak yerine “hak eden” yoksula karşı “suçlu” yoksul ayrımını bizzat gecekonducu da yapabilmektedir. Benzer başka bir ayrım da eski gecekonducu ile yeni gecekonducu arasında kurulur. 28 Temmuz 1952 tarihinde İstanbul Ekspres gazetesindeki “Hergün Bir İstanbullunun 10 Derdi” başlıklı köşeye Mecidiyeköy balçık tarlasında (Şişli Merkez Cami ile Şişli Etfal Hastanesi’nin arasında) oturan bir gecekondu sakini on derdini anlatır. Birinci maddede “Yeni yapılanlar başka… Biz gecekondumuzu çok evvelden kurmuş, elektrik için müracaatımızı istedikleri zaman yapmıştık” diye yazar.25 Bu ayrımlar günümüzde de devam eder. Kentsel dönüşüm mağdurları arasında mülk sahibi ve kiracı ayrımı yaygındır. Gecekondu sakininin kendi içinde “öteki”yi inşa etmesinin meşruiyetine ve toplu mücadelesine zarar verdiği açıktır. Mahallelerine göz diken siyaset ve sermaye koalisyonlarına da türlü türlü imkânı tepside sunmaya yardımcı olmaktadır.

Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği, gecekonduların mülkiyet sorunu ve kentsel hizmetlere erişim gibi meselelerle ilgilenmesinin yanında dönemin ruhunu da kavramamızı sağlayan çeşitli etkinlikler düzenler. Örneğin Eylül 1952’de bir Gecekondular Güzellik Kraliçesi yarışması düzenleyeceğini duyurur!26

Derneğin mitingleri de basın toplantıları da devam eder. Şu an Pangaltı’da Ramada Oteli’nin bulunduğu yerde konumlanan, 6–7 Eylül olaylarında saldırıya uğrayan ilk mekânlardan biri olan dönemin meşhur pastanelerinden Haylayf’ta 26 Ekim 1952’de gerçekleştirilen basın toplantısında, dernek temsilcileri miting yapmaya kalkıştıklarında idarenin kendilerine zorluk çıkarttığını ve gecekondu sakinlerine gerekli yardımları yapmadığını açıklar. Ayrıca sorunlarını milletvekillerine aktarmak için Ankara’ya bir heyet göndeceklerinin de bilgisini paylaşırlar. Bu basın toplantısının Cumhuriyet’e yansıyan haberinden dernek isimlerinde “gecekondu” kelimesinin kullanılmasının yasaklandığı bilgisine de ulaşırız. Bu yasak sonrasında birinci dernek kapatılır. Tanyeri ve arkadaşları “İstanbul İli İmara Muhtaç Muhitleri Güzelleştirme Derneği” adıyla ikinci derneği kurarlar. Devletin çizdiği “hak eden yoksul” sınırlarının dışına toplumsal örgütlenme ve mücadele ile çıkan, kentsel muhalefet içinde sesi daha gür duyulmaya başlayan gecekonducunun böylesi bir yasakla karşılaşması şaşırtıcı olmasa gerek.27

İkinci dernek Kasım 1952’de Mecidiyeköy’de bir miting düzenler, bu mitingde Gecekondu Kanun Tasarısı’nın halen meclise gönderilmemiş olması şikâyet edilir. Bu ve benzeri taleplerden gecekonducuların kendilerini ilgilendiren hukuki mevzuatı çok yakından takip ettiklerine, halk toplantıları ve siyasetçiler nezdinde savunuculuk faaliyetleri ile kendileri lehine şekillendirmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz.28 Ancak bu proaktif çabayı idare sıkça bir tehdit olarak algılar. Mecidiyeköy mitingi sonrasında ikinci dernek de kapatılır.29

Mahkemede ilk iki dernek beraat edince kongreyle ikisi birleştirilir. İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği adıyla üçüncüsü kurulur. Zeytinburnu Nuripaşa, Kazlıçeşme Telsiz, Çapa, Çukurbostan, Fatih, Şişli, Mecidiyeköy, Beşiktaş, Büyükdere Çayırbaşı, Beykoz ve Paşabahçe Şubeleri kurulur. 

Dernek yıl bitmeden kongresini Eminönü Üniversiteliler Lokali’nde düzenler. Burada söz alan bir üye belediyeden şu şekilde hesap sorar: 

Gecekonduların astarı yüzünden pahalıya mal olmuştur. Serserilere haraç, arsa parası, ecrimisil vergisi öde. Malzemeyi pahalıya al. Usta, amele fahiş fiyatla çalışsın. Korka korka, acele ile yaptığın için çürük, iğreti, gayri sıhhi, plansız, nizamsız inşa edilsin. Hela, mutfak ilavesi ve tamirata ruhsat vermesinler. Bu ne iştir? Belediyeden soruyor ve cevabını istiyoruz?30

Bu serzeniş “bedavacı” olarak görülen gecekondu sakininin aslında kendi evini yapmak/yaptırtmak için ödediği birçok bedeli ve çektiği çileyi de görünür kılar. Kongrede bir gecekonducular milletvekili adayının çıkarılması da gündeme alınır.31

Derneğin mitinglerinin ardı arkası kesilmez. Bu sefer 16 Ağustos 1953 tarihinde Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı merdivenleri tarafında üç saat süren bir miting düzenlerler. Naim Tanyeri isminin öne çıktığı mitingde, söz verdiği hâlde mahallelerini ziyaret etmeyen Gökay protesto edilip istifası istenir. Mitingi gecekondu sakinlerinin dışında sivil polislerin ve savcılığın da yakından takip ettiğinin farkında olan Tanyeri, dolayısıyla devamında gelebilecek baskıları azaltmak için üstüne basa basa mitingi derneğin düzenlemediğini söyler.

Gazete kupürü. Başlık: Gecekondu Derneği dün Taksimde miting yaptı. Milliyet (1953, 17 Ağustos)

Milliyet gazetesinden Ümit Deniz miting üzerine yaptığı haberde gecekonducuların karşısında açıktan tavır alır ve oldukça elitist bir şekilde onların kentin ana meydanında toplanma ve gösteri haklarını sorgular. Gazeteci kimliğini saklayarak halkın arasına karışıp yaptığı konuşmaları aktaran Deniz, Dernek Başkanı Tanyeri’nin mesleğinin gazetecilik olduğunu öğrenmesini “bizim meslek zaten yarım kilo ıspanak alır gibi kolay hâle düştü son zamanlarda” yorumuyla aktarır. Mitingin 15 dakika geç başlamasından okunan İstiklal Marşı’nın makamına, halkın giyim kuşam ve tavırlarına gördüğü birçok şeyi eleştirir. Hazırladığı nispeten uzunca haberde birçok şekli detaya ve kişisel eleştirilerine yer verirken üç saatlik mitingin içeriğine dair çok az bilgi aktarır. “Eğer her isteyene, istediği anda bir meydanlıkta konuşma hakkı verilecekse, sayın Gökay’dan şimdiden rica edelim onlardan ayrıca bir de miting programı talep etsin” diyerek açıktan gecekonducunun ifade özgürlüğünün meşruluğunu sorgular. “Yoksa milli şerefimize sığmayan kirli bir bayrakla derme çatma örtülen küçük bir kürsü ile mektep çocuğunun bile rahat rahat söyleyeceği ahengini değiştirmiş milli marş ve abuk sabuk konuşmalara, yüzbinlerce vatandaşı azaba sokmak için bu kadar kolaylıkla izin verilmemelidir kanaatindeyiz”32 diye devam ederek meydanlarda bulunmayı hak etmediğini düşündüğü kent yoksulları için açıktan yasak talebinde bulunur. 

Bu mitingin kendisi ve miting karşısında gösterilen tepkiler “politika dışı” konumlandırılmaya çalışılan gecekondu meselesinin aslında çok erken bir dönemde siyasallaştığını ve gecekondu sakinlerinin de siyasi özne hâline geldiklerini göstermesi açısından milat niteliği taşır. Bu vaka, basının gecekondu gerçekliği karşısında takındığı hasmane tavrı; farklı mecra ve dönemlerde değişiklik göstermekle birlikte yarım asırdan uzunca bir süre devam edecek ve kamuoyunda gecekondu ve gecekonducu algısını şekillendirecek temel yaklaşımlardan birini sergilemesi açısından da çok değerlidir.33

Naim Tanyeri kürsüden her ne kadar “miting ile Dernek arasında bir ilişki yoktur” diye açıklamış olsa da, Taksim Mitingi’

nden yaklaşık bir ay sonra üçüncü dernek de kapatılır ve Naim Tanyeri ve dernek yöneticileri “siyasi miting düzenlemekten” dava edilir.34 Ocak 1954’te görülen davada Tanyeri mitingi derneğin değil, kendisi ve üç arkadaşının düzenlendiğini tekrar eder.35 Naim Tanyeri üzerindeki baskılar bitmez. Mayıs 1954’te kendisinin ve kiracılarının oturduğu evleri kaymakamlık yıktırır.36

Taksim Mitingi sonrasında üçüncü dernek ve şubeleri de kapatılınca “İstanbul Gecekondularını Tapulandırma Derneği” adıyla dördüncüsü kurulur. Ancak bu da kapatılır. Yöneticileri dava edilir. Ekim 1954’te Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen “Gecekonducuların Duruşması” haberlere yansır.37

Tanyeri ve arkadaşları dernek faslının beşincisini “İstanbul Gecekondularını İhya ve Tapulandırma Derneği” adıyla açarlar. Baş etmek zorunda kalınan türlü zorluklar neticesinde bu dernek de kapanır ve dernekleşme yoluyla örgütlenmekten tam ümidi keserken mahkeme yoluyla kurdukları üçüncü dernek beraat eder ve tekrar açılır. Tanyeri bu deneyimi şu şekilde aktarır: “Arkadaşlarımızın cemiyet kurmak için muhtaç oldukları maddi, manevi takat ve tahammülleri de tükenmiş oldu. Gecekondu davasını cemiyet kanalı ile tatlıya bağlıyacağımızdan tamamıyla ümidi kesmiştik ki İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği’nin beraat hükmünü aldık.”38

Tekrar açılan İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği, yani Naim Tanyeri ve arkadaşlarının üçüncü derneğinin ikinci fasıl çalışmalarını sürdürür. Dernek 27 Şubat 1955 tarihinde yıllık kongresini Aksaray’da bulunan Türk Ocağı binasında gerçekleştirir. Bu toplantıda şubeler feshedilerek merkez kanalıyla faaliyetlere devam etme kararı alınır. Ayrıca gecekonduları yıktırılanlar için belediye arsalarında yer tahsisi talebinde bulunulur. 

İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği’nin de ömrü uzun olmaz. Şişli’de bir kahvehanede yapılan olağanüstü kongreyle derneğin adı “Şişli Anadolu Mahallesini Güzelleştirme Derneği” olarak değiştirilir. İdarenin dernek isimlerinde kullanılmasını sakıncalı gördüğü Gecekondu kelimesinin gecekonducu nezdinde de meşruiyeti artık sorgulanmaktadır. “Anadolu Mahallesi” diye bir tabirle adeta gecekonduyu “aklama” çabasına girilir.39 Her ne kadar bu tabir yaygınlaşıp gecekondunun yerini almayı başaramasa da, ilerleyen yıllarda gecekondu mahallelerinde kurulan “güzelleştirme dernekleri” isimlerinden gecekondu kelimesi atılır ve bulundukları mahallelerin adıyla anılmaya başlarlar. Bugün de faaliyetlerine devam eden veya gecekondu geçmişi olan mahallelerde yeni kurulan birçok mahalle derneği bulunuyor. Her ne kadar “güzelleştirme”, “kalkındırma”, “yardımlaşma”, “dayanışma” gibi kelimeleri isimlerinde geçirseler de, gecekondulu bir isim neredeyse yok. 

Naim Tanyeri portresi, gecekonducuların erken dönemde örgütlenme tecrübeleri ve tüm bunların gazete haberlerinde yer alması birçok açıdan büyüleyicidir. Türkiye kentleşme tarihini anlamak için eşsiz bir imkân ortaya koyar. Yok sayılanın, nesneleştirilenin, suçlulaştırılanın varlığını kanıtlar, özneleştirir; verilen mücadele ve dönemin iktidarı elinde tutan aktörleriyle etkileşimi üzerinden meşrulaştırır. Tanyeri’nin tabiriyle “şehir kuranların” deneyimlerini birinci elden anlamamıza yardımcı olur. Evrensel bir olgu olan, farklı coğrafyalarda favela, slum, barriadas, baladis, villas miseria, bustee, bidonville, gecekondu gibi farklı isimlerle anılan, kısaca kent yoksulunun kendi evini kendinin yapması/yaptırması, mahallesini toplumsal ilişkilerle kendisinin kurması olarak tarif edebileceğimiz bir kentleşme deneyimi kategorisi içinde Türkiye örneğinin kendine has dinamikler ve tarihsellik ile çok uzun bir yol katedebilmiş olmasına da, bu vaka ışığında şaşırmamak gerekir. Aslında gecekondunun ve gecekonducunun Türkiye’de katettiği bu uzun yol bugün bile hakkıyla idrak edilmiş değildir. Artık Türkiye kentlerinde çıplak gözle görülebilecek bir gecekondu ve gecekondu olmayan mekânlar ayrımını yapmanın pek mümkün olmaması bile başlı başına bir ilerlemedir. Gecekondu yapısal olarak konsolide olmuş, hukuki olarak mutlak güvencesizlikten kurtulmuş, gecekondu sakini de sosyal mobiliteden payına düşeni almıştır. 

Bu katedilen uzun yolda muhakkak ki hikâyesini anlatmaya çalıştığım 1950’lerdeki bu ısrarlı vakanın ve bugüne kadar gelen nice benzer mücadele deneyimlerinin payı büyüktür. Ancak bu büyüleyici hikâyenin “ama”ları da vardır. Naim Tanyeri ve başka tarihsel figürlerin sahip çıktığı veya layık görüldükleri “Gecekondu Babası” tabiri ve genel olarak “baba” metaforu gecekondu temelli konut aktivizminin de sınırlarını bize hatırlatması bakımından değerlidir. En az erkekler kadar kadınların da konutu üreten, yeniden üreten, koruyan olmalarına rağmen “Gecekondu Anaları” haberlerde yer almaz. Kent yoksullarının mekânda adalet talebi üzerinden siyasallaşmalarında, müşterek bir politika zemini kurmalarında dayandıkları sınırdır gecekonducu ve devletli babalar. Gecekonducunun gücü çokluğundadır, ancak babalar o gücü evcilleştirir veya cezalandırır. Aşağıdaki babalar kurtarıcı, arzuhalci, çevirmen, eğitmen rollerini üstlenir. Yukarıdaki babalar ise hem sever hem döver. Devletin demir yumruğunun kadife eldivenleridir. O demir yumrukla gecekonducunun kırılgan elinin el sıkışmasını sağlayan çoğu zaman babalardır.


1- Cumhuriyet (1950, 11 Ocak) 
2- Cumhuriyet (1950, 22 Nisan) 
3- Milliyet (1953, 22 Temmuz)
4- Cumhuriyet (1950, 7 Eylül)
5- Şentürk, N. (2008). İstanbul Valileri. Doğan Kitap, s.120
6- Milliyet (1953, 27 Temmuz)
7- Milliyet (1950, 9 Temmuz)
8- Milliyet (1950, 30 Eylül)
9- Cumhuriyet (1950, 27 Ocak)
10- Milliyet (1953, 14 Temmuz)
11- Tanyeri, N. (2010). Bir Şehir Kuruyorum. Kastaş Yayınevi 
12- Tanyeri, N. (2012). Unutamadıklarım. Cinius Yayınları 
13- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.5
14- A.g.e., s.6
15- Milliyet (1951, 15 Aralık)
16- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.6
17- Milliyet (1952, 21 Nisan)
18- Milliyet (1952, 15 Mayıs) 
19- Milliyet (1952, 16 Mayıs); Cumhuriyet (1952, 16 Mayıs)
20- Milliyet (1952, 10 Haziran) 
21- Milliyet (1950, 13 Haziran) 
22- Milliyet (1995, 26 Ocak)
23- Cumhuriyet (1952, 20 Haziran; 1952, 23 Haziran) 
24- Cumhuriyet (1952, 6 Temmuz)
25- İstanbul Ekspres (1952, 28 Temmuz)
26- Milliyet (1952, 23 Temmuz)
27- Cumhuriyet (1952, 26 Kasım); Milliyet (1952, 26 Kasım)
28- Cumhuriyet (1952, 24 Kasım)
29- Tanyeri, N. (2010). A.g.e.
30- Milliyet (1952, 30 Aralık) 
31- Milliyet (1952, 29 Aralık)
32- Milliyet (1953, 17 Ağustos)
33- Milliyet (1953, 16 Ağustos; 1953, 17 Ağustos)
34- Milliyet (1953, 12 Eylül) 
35- Cumhuriyet (1954, 20 Ocak) 
36- Milliyet (1954, 28 Mayıs) 
37- Cumhuriyet (1954, 9 Ekim)
38- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.32
39- Milliyet (1955, 19 Ekim)

1950’lere gelindiğinde İstanbul, o zaman “mesken buhranı” veya “mesken davası” olarak adlandırılan büyük bir konut kriziyle karşı karşıyaydı. İstanbul’un eskiyen yapı stoku kente yeni gelen dar gelirli nüfusun konut ihtiyacını karşılamaktan uzaktı. Genel olarak İstanbul’un kiralık konut arzı ve talebi arasındaki makas açılmaktaydı. Bankaların müşteri çekmek için çekilişle ev hediye ettiği bu dönemde, kent yoksulları yaklaşık on yılı aşkın bir süredir evlerini başkalarının arsalarının üstüne, kendileri inşa etmeye başlamışlardı.

İlk başlarda tam olarak kavranamayan “adı konmamış” bu fenomen zamanla “gecekondu” olarak tarif edilecekti. Henüz adı konmuş olmasa da, gecekondular üzerine Cumhuriyet gazetesinde yapılan 25 Mart 1937 tarihli ilk haberlerden birinde bu yeni ortaya çıkmakta olan konut alanları “mantar köy” tabiriyle ifade edilmiş. Haberden Beykoz Paşabahçe şişe fabrikasında ve tabakhanede çalışan işçilerin kurduğu mahallelerin beş yıldır, yani 1930’ların başından beri var olduklarını anlıyoruz. 

Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Nadir Nadi Abalıoğlu, 22 Ocak 1950 tarihinde gazetedeki köşesine, mesken buhranı karşısında İstanbul Valisi’nin başkanlığında düzenlenen bir uzman toplantısını taşır. Burada, bir taraftan o zamana kadar İstanbul olarak tahayyül edilen eski şehrin içinin boşalıp buralarda kiralık mesken bulmanın güçleşmesini, öte taraftan şehrin hızla ve plansız bir şekilde Mecidiyeköy ve Zeytinburnu’na doğru gecekondularla büyümesini tartışır. Nadi Abalıoğlu, mesken buhranının gecekondulaşmaya nasıl yol açtığını şu şekilde anlatır: 

Gecekondu illeti, bu çözülmemiş davanın yarattığı mühim arızalardan başlıcasıdır. Özü arandığı zaman hadise şudur: Gerek nüfus artımı, gerek inşaat yetersizliği yüzünden vatandaş, bir müddetten beri kazancına uygun kiralık ev bulamıyor. Bulamayınca ne yapsın, sokakta mı otursun? Sandık tahtalarını veya teneke parçalarını topluyor ve bir çatı yükseltip altına kafasını sokuyor.1

Bahsi geçen toplantıyı da düzenleyen İstanbul Vilayeti altında kurulan Mesken Komisyonu konut krizine çözüm üretmek için 1950 senesinde çalışmalarını sürdürür. Komisyonun mimar, mühendis, hukukçu uzmanları “ucuz ev” üretiminin hukuki, mimari ve finansal boyutlarına dair fikirler geliştirirler. Heyetin çalışmalarında —henüz ellerinde kesin raporlar olmamakla birlikte— 1950 yılı itibariyle İstanbul’da 8000’den fazla gecekondunun bulunduğu belirtilir. Kentli entelijansiya, tepeden önerilen “ucuz ev” politikasının tabanda hızla yayılan gecekondu karşısında çok da şansının olmadığını henüz idrak etmiş değildir. Komisyon, Emlak Bankası’nın ucuz ev kredisinin sorunun boyutu karşısında yeterli olmadığını not düşer. Hatta çözüm olarak ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa’da tampon bölge oluşturarak komünizmin yayılmasını önlemek için sağladığı Marshall yardımına başvurulması bile düşünülür. Bağışlanan traktörlerle tarımda makineleşmeyi teşvik ederek kırdan kentlere büyük bir göçü ve dolayısıyla gecekondulaşmayı tetikleyen Marshall yardımının kentlerde ucuz konut üretimine kaynak sağlayabileceğinin düşünülmesi dikkat çekicidir.2 

Kendi evini kendi yapan gecekondu sakini de bu yardımın farkındadır aslında. Daha doğrusu genel olarak sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmesi için devletin de elini taşın altına koyması gerektiğinin. 1949–1957 yılları arasında hem İstanbul Valisi hem de Belediye Reisi olan, dönemin meşhur simalarından Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay’ın Kazlıçeşme gecekondularını gezerken halka yaptığı “gelin devlet baba ile anlaşalım, mahallenizi yıkıp yeniden inşa edelim” teklifine hazırcevap mahalle muhtarlarından birinin “Aman efendim neden olmasın. Hem de mükemmel olur. Yalnız Devlet Baba bize Marşal yardımından 1 milyon lira bağışlarsa yarından tezi yok hemen işe başlarız” cevabını verdiğini aktarır gazeteci Ümit Deniz.3

Devlet, mesken buhranı karşısında durumu kavrayıp geleceğe dönük plan ve çözümler üretme gerekliliğinin yanında mevcut yerleşim alanlarında yaşayan vatandaşların gündelik ihtiyaçlarına cevap vermek ve sayıları hızla artan yeni yerleşimleri kontrol altında tutmak gibi birden fazla cephede pozisyon almak zorundadır. Çoğu zaman “yıkmak mı yoksa iyileştirmek mi” gibi birbiriyle çelişen bu pozisyonlar, başta İstanbul olmak üzere Türkiye kentlerini bekleyen büyük gecekondulaşma dalgasını bütünlüklü bir şekilde anlayıp cevap vermekte başarılı olamayacaktır.

Gazetedeki bir reklam. İstanbul Ekspres (1952, 8 Ağustos) 

Gökay, sık sık gecekondu mahallelerine yaptığı ziyaretlerle gündem oluyor, buralarda gecekondu sakinlerine yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi kentsel hizmetlerin iyileştirilmesi ve kömür, soba gibi yardımların yapılması yönünde vaatlerde bulunmasıyla dikkati çekiyordu.4 Gökay bu ziyaretlerinde mevcut gecekonduların yıkılmayacağını söyleyerek mahalle sakinlerinin içini rahatlatırken, yeni gecekondulara ise kesinlikle izin verilmeyeceğini belirterek gözdağı vermekten de geri durmuyordu. Kısa boyuna gönderme yapılarak kendisi için söylenen “minimini valimiz, ne olacak hâlimiz” tekerlemesi, Gökay’ın halkla kurduğu sürekli ve doğrudan temasa da işaret ediyordu.5 Bu temaslar neticesinde gazeteler Gökay’a “Gecekondu Babası” lakabını takacaktır.6

Gecekondu Babası 1

Fahreddin Kerim Gökay’ın İstanbul’un ilk ve en büyük gecekondu alanları arasında yer alan Zeytinburnu ve Kazlıçeşme’ye 1950’nin Temmuz ayında yaptığı ziyarette Vali’yi “yaşa, varol” tezahüratlarıyla kadınlı erkekli kalabalık bir gecekondulu grubun karşıladığı haberlere yansımış, kahvehanede gerçekleştirilen toplantıda mahallelinin taleplerinin dinlendiği belirtilmişti. Bu toplantıda imar planları tamamlanan 35.000 kişinin yaşadığı mahallenin anayollarını belediyenin, ara yollarını ise mahallelinin yapacağı; ve mahallenin elektriğe kavuşması için gereken 30.000 liranın 16.000’ini idarenin, 14.000’ini ise gecekondu sakinlerinin vereceği bilgisi paylaşılmıştı.7 Bu ve benzeri temaslar, hem “Gecekondu Babası” lakabıyla Gökay’ın kimliğinde kişileştirilen “devlet baba” figürünün gecekondu sakinleriyle kurduğu patronaj ilişkilerini hem de müşterek ihtiyaçlarını toplu olarak talep etmeye başlayan gecekonducuların idarece görmezden gelinemeyecek siyasi özne potansiyeli fark edilen bir “topluluk” olarak algılandığını göstermesi açısından önemlidir. 

Gazete kupürü. Başlık: Vali dün Gecekondu mahallesinde. Milliyet (1950, 9 Temmuz) 

Kendi evini kendi yapan gecekonducunun aynı zamanda kentsel hizmetlerin maliyetini idareyle paylaştığını da not edelim. Gecekonduların kentsel hizmetlere erişimi ve yerleşim alanlarının iyileştirilmesi meselesi salt gecekonducuların talepleriyle gündeme gelmiyordu elbette. Örneğin 1950’deki tifo salgınının sadece gecekondu bölgelerinde görüldüğü haberlere yansımış, bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen bu durum karşısında su ve kanalizasyon işlerinin ıslah edileceği idarece açıklanmıştı.8

28 Ekim 1950’de İstanbul gazetesi, “Mesken buhranını önliyecek tedbirler alınıyor” başlığıyla hükümetin üzerinde çalıştığı gecekondu kanunu tasarısını haberleştirmişti. Burada “yıkılacaklar” ve “tapuya kaydı yapılacaklar” olmak üzere gecekondular farklı kategoriye ayrılıyordu. Tasarıda belirtilen yaklaşım, enformel addedilen yapıları yıkmak ile affetmek/tanımak arasında günümüze kadar gidip gelecek yaklaşık yetmiş yıllık bir kamu politikası sürecinin ya da kimilerine göre idarenin çaresizliğinin ilk örneklerini sergiliyordu. 

Bu politikayı, devletin belirli bir tarihe kadar yapılan gecekonduları imar aflarıyla yasallaştırması, o tarihten sonra yapılanları ise yıkacağını ilan etmesi şeklinde özetleyebiliriz. Bu yaklaşımla aynı zamanda gecekonducunun siyasi özne potansiyelinin farkına varan devlet, kent yoksuluyla kurduğu sopa/havuç diyalektiği ilişkisi olarak ifade edebileceğimiz bir geleneği inşa ediyordu. “Gecekondu işi politika mevzuu yapılmayacak” başlığı ile açıklamaları haberlere yansıyan Gökay bu yaklaşımı şu şekilde ifade eder: 

Herhangi bir siyasi mülahaza ile kimsenin gecekondulardaki vatandaşların durumundan faydalanmasını doğru bulmuyorum. Bıraksınlar bu vatandaşlar barındırdıkları kulübelerde hiç olmazsa yıkılacakmış, yahud şu olacak mı gibi endişelerden uzak kalsınlar. Gecekonduları ziyaret ettiğimi zaman söylediğim sözler ne bugün ne de yarın değişmiyecektir. Yeni gecekondu yaptırmıyoruz. Bu işin politika mevzuu edilmesi doğru değildir.9

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, 1953 yılında TBMM’de yaptığı çok çarpıcı konuşmasında devletin en üst kademesinde gecekonduları meşrulaştırmış ve bir anlamda gecekondu gerçekliğini tanımanın bir devlet politikası olduğunu ilan etmişti: 

Eski imparatorluk devrindeki evlerin yüzde doksanı birer harabe idi. Bugün yapılan gecekonduların bir çoğu bu evlere nazaran çok daha sıhhidir. İstanbul ve Ankara’nın gecekondu kısmı bugün esas şehirlerden daha büyüktür derken bundan bu şehirler eskiden daha mamurdu, bugün gecekondular garkoldu manasını çıkarmak hakikate aykırı olur. Arkadaşlarımızın, vatandaşlarımızın bir çoğu mesela İstanbul Sirkeci tarafının bugünkü gecekondu mahallelerinden on misli daha kötü bir harabe manzarası arzettiğini pek iyi bilirler.10

Gecekondu Babası 2 

Gecekonducuların yeni konut inşası, kentsel hizmetlere erişimi, yıkımlara karşı mücadelesi, mülkiyet sorunlarının çözümü, kanunlara kendi lehlerinde müdahalesi ve tüm bu ihtiyaçlar doğrultusunda mahallede ve mahalleler arasında örgütlenmeleri için çalışmış, bu döneme damga vurmuş simalardan biri de Naim Tanyeri’dir. Yıllar sonra, 26 Ocak 1995 tarihinde Milliyet gazetesinin “Gecekondunun Babası” başlığıyla tekrar haberleştireceği, kendisi de bir gecekondu sakini olan Tanyeri 1950’lerde defalarca haberlerde yer almıştır. Daha doğrusu kendisini ve davasını gündeme taşımayı başarmış, gecekonduları özneleştirmiştir. Gecekonducunun devletle giriştiği oldukça diyalektik varoluş mücadelesinde, bir diğer ve devletli “Gecekondu Babası” Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay’ın adeta antitezidir. Konusu yok saymak ve varlığını sürekli kanıtlamak, yapmak/yıkmak/affetmek, talep etmek ve vaat etmek arasında gidip gelen, 1950’lerde çekilmiş bu tarihi filmin iki ana karakterinden birisidir. Bir Şehir Kuruyorum11 ve Unutamadıklarım12 adlı anı kitaplarında gecekondu mücadelesini tüm detaylarıyla anlatır. 

Gümüşhane Kelkitli olan Tanyeri, İstanbul’a genç yaşta okumak için gelir. Gazetecilik de dahil birçok işte çalışır. Evlenip aile kurunca bir gecekondu yapmaya heveslenir. Şişli Feriköy’deki kendisinin ve komşularının evi Aralık 1951′ tarihinde başlarına yıkılınca haklarını aramak için dernek kurup örgütlenmeye karar verirler.

Tanyeri 1950’lerin başında İstanbul Şişli’de annesi, babası, iki kız kardeşi ile tek göz bir odada barınmaktadır. Köyünden bir kızla nişanlıdır. Evlenip kendi ailesini kuracaktır, ancak eşini getirebileceği bir evi yoktur. “Gecekondu yapmaktan başka bir seçeceğimiz var mı?” diye sorar Bir Şehir Kuruyorum kitabında. Tüm birikimini kullanarak Şişli Karkuyusu’nda “briketten 2 oda, hol, mutfak ve banyo-tuvaletten ibaret 60 m2’lik gecekonduyu” inşa eder. Onunkiyle birlikte o gece Karkuyusu’na 11 kondu daha kurulur. Evini yapmasının ardından yaşadığı büyük sevinç ve hemen akabinde gelen üzüntüyü şu şekilde anlatır: “(…) 24 saat zarfında bir yuva sahibi olmuşsunuzdur. O bir hayal değil, rüya değil gerçektir. Elle tutulur, gözle görülür somut bir varlıktır… Ona nasıl sevdalanmazsınız, silüetini yüreğinize yerleştirmez, beyninize nakşetmezsiniz? (…) birkaç gün içinde her şey altüst olmuş, kendinizi karın, çamurun, ayazın, briket yığınlarının ortasında yere çömelmiş, başınızı ellerinizin arasında hıçkıra hıçkıra ağlarken bulmuşsunuzdur.”13 Böylesi bir mutluluk içindeyken gelen yıkımla çöken Tanyeri ve komşuları “örgütlenme fikrine can havli ile” sarılır ve toplu olarak haklarını arama mücadelesine dernekleşme yoluyla başlarlar.14

Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği 

Önce, yıkımın hemen ardından toplu olarak Vilayet’e giderler ve bu ziyaretleri gazetelere yansır. 15 Aralık 1951 tarihinde Milliyet’te yer alan bir foto haberde “Feriköy’deki gecekonduların yıktırılması üzerine Vali’ye müracaat ve haklarını müdafaa etmek üzere Vilayet’e giden gecekondu sakinleri vilayet binası önünde toplu bir vaziyette” diye yazmaktadır.15 Tanyeri bu yıkımdan iki hafta sonra, 29 Aralık 1951 tarihinde Şişli Karkuyusu mevkiinde Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği (birinci dernek) adıyla ilk derneğini kurar. Derneğin amacı “Şişli’deki sağlık şartlarına aykırı, ruhsatsız inşa edilen tüm gecekonduları yardımlaşmak suretiyle belediye ve diğer ilgili makamlarla işbirliği yaparak, planlı, sağlık kanunlarına uygun olarak yeniden inşa etmektir.”16 Cemiyete hızla Feriköy, Fulya Bayırı, Balçıklar, Kevser Sokak, Taşocakları, Esentepe, Yıldız, Vefa, Ihlamur Deresi’ndeki gecekondular katılır. 

Birinci derneğin üyeleri Feriköy Duatepe Spor Kulübü salonunda bir toplantı yapar, toplantıda gecekonduların ortaya çıkışı “mesken buhranı”na bağlanır. Dernek su, elektrik gibi en temel kentsel hizmetlere erişim için idare nezdinde çalışacaklarını duyurur.17 Toplantı tarihinden üç hafta sonra Dernek yöneticileri Fahrettin Kerim Gökay’ı mahallelerine davet eder, Gökay’ın da bu davete icabet edeceği gazetede yer alır.18 Feriköy’de Yalvaç, Ferahnak ve Avukat sokaklarında gezip buralarda oturan vatandaşlarla görüşen Gökay’a gecekondu sakinlerinin büyük sevgi tezahüratı yaptığı bilgisi haberlere yansır. Dernek Başkanı Naim Tanyeri başta su sıkıntısı olmak üzere bölge halkının dertlerini Vali’ye anlatır, Vali’nin “Istırabın sesi, hakkın sesidir. Vatandaşın yuva sahibi olmak ihtiyacını düzenlemek ve bir plan dairesinde ve meşru tasarruf yolları ile tahakkuk ettirmek vazifemizdir” cümleleri dernek defterinde kayıtlara geçer.19 Ancak dernek başkanı ve üyeleri, devletin “şefkatli” kadife eldiveninin altındaki demir yumruğunu çok yakında tadacaklardır. 

Birinci dernek, gecekondu kanun tasarısının bir an önce meclisten geçmesini talep etmek için 15 Haziran Pazar günü, yani Vali’nin ziyaretinden tam bir ay sonra, saat 10:00’da Taksim Meydanı’nda bir miting düzenleyeceğini kamuoyuna duyurur.20 Dernek Başkanı Naim Tanyeri, bu duyurudan birkaç gün sonra gazetelere yazdığı mektupta miting sebebiyle kendisinin ve ailesinin baskılara maruz kaldığını, mitingin hiçbir siyasi gayesinin olmadığını belirtir.21 Polisin kendisini, “Yunan Kralı geliyor, baldırı çıplakları toplama” diye uyardığını söyler.22 Yunan Kral ve Kraliçesi’nin İstanbul’u ziyareti sebep gösterilerek ertelenen miting, planlanan tarihten bir hafta sonra 22 Haziran’da yine Taksim Meydanı’nda düzenlenir. Bu mitingi izinsiz olduğu gerekçesiyle polis dağıtır, Dernek Başkanı Naim Tanyeri ve arkadaşları gözaltına alınır.23

Böylesi bir mutluluk içindeyken gelen yıkımla yıkılan Tanyeri ve komşuları ‘‘örgütlenme fikrine can havli ile’’ sarılır.

Gözaltı olayından kısa bir süre sonra Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği bir basın açıklamasıyla mahallelerinde baş gösteren karasinek sorununa dikkat çeker. Bunun sorumlusu olarak da daha önce Tanyeri ve komşularının başlarından geçen yıkımın yaşandığı (bugün Mecidiyeköy’de Trump Towers gökdelenlerinin bulunduğu) Karkuyusu mevkiinde oturan Romanlar gösterilir. “Düzinelerce ayı, beygir besliyen, gübrelerini sokağa döken ve rastgele bir noktaya abdest bozan, hela yapmışlarsa da lağımları açıkta akan kıptilerden aynı semtte ikamet eden ahali şiddetle muazzebidir” diye yazarlar açıklamalarında.24 Burada önemli bir parantez açacak olursak, kent yoksulunun baş etmek zorunda kaldığı yapısal sorunlara veya kentsel hizmetlerin noksanlığına vurgu yapmak yerine “hak eden” yoksula karşı “suçlu” yoksul ayrımını bizzat gecekonducu da yapabilmektedir. Benzer başka bir ayrım da eski gecekonducu ile yeni gecekonducu arasında kurulur. 28 Temmuz 1952 tarihinde İstanbul Ekspres gazetesindeki “Hergün Bir İstanbullunun 10 Derdi” başlıklı köşeye Mecidiyeköy balçık tarlasında (Şişli Merkez Cami ile Şişli Etfal Hastanesi’nin arasında) oturan bir gecekondu sakini on derdini anlatır. Birinci maddede “Yeni yapılanlar başka… Biz gecekondumuzu çok evvelden kurmuş, elektrik için müracaatımızı istedikleri zaman yapmıştık” diye yazar.25 Bu ayrımlar günümüzde de devam eder. Kentsel dönüşüm mağdurları arasında mülk sahibi ve kiracı ayrımı yaygındır. Gecekondu sakininin kendi içinde “öteki”yi inşa etmesinin meşruiyetine ve toplu mücadelesine zarar verdiği açıktır. Mahallelerine göz diken siyaset ve sermaye koalisyonlarına da türlü türlü imkânı tepside sunmaya yardımcı olmaktadır.

Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği, gecekonduların mülkiyet sorunu ve kentsel hizmetlere erişim gibi meselelerle ilgilenmesinin yanında dönemin ruhunu da kavramamızı sağlayan çeşitli etkinlikler düzenler. Örneğin Eylül 1952’de bir Gecekondular Güzellik Kraliçesi yarışması düzenleyeceğini duyurur!26

Derneğin mitingleri de basın toplantıları da devam eder. Şu an Pangaltı’da Ramada Oteli’nin bulunduğu yerde konumlanan, 6–7 Eylül olaylarında saldırıya uğrayan ilk mekânlardan biri olan dönemin meşhur pastanelerinden Haylayf’ta 26 Ekim 1952’de gerçekleştirilen basın toplantısında, dernek temsilcileri miting yapmaya kalkıştıklarında idarenin kendilerine zorluk çıkarttığını ve gecekondu sakinlerine gerekli yardımları yapmadığını açıklar. Ayrıca sorunlarını milletvekillerine aktarmak için Ankara’ya bir heyet göndeceklerinin de bilgisini paylaşırlar. Bu basın toplantısının Cumhuriyet’e yansıyan haberinden dernek isimlerinde “gecekondu” kelimesinin kullanılmasının yasaklandığı bilgisine de ulaşırız. Bu yasak sonrasında birinci dernek kapatılır. Tanyeri ve arkadaşları “İstanbul İli İmara Muhtaç Muhitleri Güzelleştirme Derneği” adıyla ikinci derneği kurarlar. Devletin çizdiği “hak eden yoksul” sınırlarının dışına toplumsal örgütlenme ve mücadele ile çıkan, kentsel muhalefet içinde sesi daha gür duyulmaya başlayan gecekonducunun böylesi bir yasakla karşılaşması şaşırtıcı olmasa gerek.27

İkinci dernek Kasım 1952’de Mecidiyeköy’de bir miting düzenler, bu mitingde Gecekondu Kanun Tasarısı’nın halen meclise gönderilmemiş olması şikâyet edilir. Bu ve benzeri taleplerden gecekonducuların kendilerini ilgilendiren hukuki mevzuatı çok yakından takip ettiklerine, halk toplantıları ve siyasetçiler nezdinde savunuculuk faaliyetleri ile kendileri lehine şekillendirmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz.28 Ancak bu proaktif çabayı idare sıkça bir tehdit olarak algılar. Mecidiyeköy mitingi sonrasında ikinci dernek de kapatılır.29

Mahkemede ilk iki dernek beraat edince kongreyle ikisi birleştirilir. İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği adıyla üçüncüsü kurulur. Zeytinburnu Nuripaşa, Kazlıçeşme Telsiz, Çapa, Çukurbostan, Fatih, Şişli, Mecidiyeköy, Beşiktaş, Büyükdere Çayırbaşı, Beykoz ve Paşabahçe Şubeleri kurulur. 

Dernek yıl bitmeden kongresini Eminönü Üniversiteliler Lokali’nde düzenler. Burada söz alan bir üye belediyeden şu şekilde hesap sorar: 

Gecekonduların astarı yüzünden pahalıya mal olmuştur. Serserilere haraç, arsa parası, ecrimisil vergisi öde. Malzemeyi pahalıya al. Usta, amele fahiş fiyatla çalışsın. Korka korka, acele ile yaptığın için çürük, iğreti, gayri sıhhi, plansız, nizamsız inşa edilsin. Hela, mutfak ilavesi ve tamirata ruhsat vermesinler. Bu ne iştir? Belediyeden soruyor ve cevabını istiyoruz?30

Bu serzeniş “bedavacı” olarak görülen gecekondu sakininin aslında kendi evini yapmak/yaptırtmak için ödediği birçok bedeli ve çektiği çileyi de görünür kılar. Kongrede bir gecekonducular milletvekili adayının çıkarılması da gündeme alınır.31

Derneğin mitinglerinin ardı arkası kesilmez. Bu sefer 16 Ağustos 1953 tarihinde Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı merdivenleri tarafında üç saat süren bir miting düzenlerler. Naim Tanyeri isminin öne çıktığı mitingde, söz verdiği hâlde mahallelerini ziyaret etmeyen Gökay protesto edilip istifası istenir. Mitingi gecekondu sakinlerinin dışında sivil polislerin ve savcılığın da yakından takip ettiğinin farkında olan Tanyeri, dolayısıyla devamında gelebilecek baskıları azaltmak için üstüne basa basa mitingi derneğin düzenlemediğini söyler.

Gazete kupürü. Başlık: Gecekondu Derneği dün Taksimde miting yaptı. Milliyet (1953, 17 Ağustos)

Milliyet gazetesinden Ümit Deniz miting üzerine yaptığı haberde gecekonducuların karşısında açıktan tavır alır ve oldukça elitist bir şekilde onların kentin ana meydanında toplanma ve gösteri haklarını sorgular. Gazeteci kimliğini saklayarak halkın arasına karışıp yaptığı konuşmaları aktaran Deniz, Dernek Başkanı Tanyeri’nin mesleğinin gazetecilik olduğunu öğrenmesini “bizim meslek zaten yarım kilo ıspanak alır gibi kolay hâle düştü son zamanlarda” yorumuyla aktarır. Mitingin 15 dakika geç başlamasından okunan İstiklal Marşı’nın makamına, halkın giyim kuşam ve tavırlarına gördüğü birçok şeyi eleştirir. Hazırladığı nispeten uzunca haberde birçok şekli detaya ve kişisel eleştirilerine yer verirken üç saatlik mitingin içeriğine dair çok az bilgi aktarır. “Eğer her isteyene, istediği anda bir meydanlıkta konuşma hakkı verilecekse, sayın Gökay’dan şimdiden rica edelim onlardan ayrıca bir de miting programı talep etsin” diyerek açıktan gecekonducunun ifade özgürlüğünün meşruluğunu sorgular. “Yoksa milli şerefimize sığmayan kirli bir bayrakla derme çatma örtülen küçük bir kürsü ile mektep çocuğunun bile rahat rahat söyleyeceği ahengini değiştirmiş milli marş ve abuk sabuk konuşmalara, yüzbinlerce vatandaşı azaba sokmak için bu kadar kolaylıkla izin verilmemelidir kanaatindeyiz”32 diye devam ederek meydanlarda bulunmayı hak etmediğini düşündüğü kent yoksulları için açıktan yasak talebinde bulunur. 

Bu mitingin kendisi ve miting karşısında gösterilen tepkiler “politika dışı” konumlandırılmaya çalışılan gecekondu meselesinin aslında çok erken bir dönemde siyasallaştığını ve gecekondu sakinlerinin de siyasi özne hâline geldiklerini göstermesi açısından milat niteliği taşır. Bu vaka, basının gecekondu gerçekliği karşısında takındığı hasmane tavrı; farklı mecra ve dönemlerde değişiklik göstermekle birlikte yarım asırdan uzunca bir süre devam edecek ve kamuoyunda gecekondu ve gecekonducu algısını şekillendirecek temel yaklaşımlardan birini sergilemesi açısından da çok değerlidir.33

Naim Tanyeri kürsüden her ne kadar “miting ile Dernek arasında bir ilişki yoktur” diye açıklamış olsa da, Taksim Mitingi’

nden yaklaşık bir ay sonra üçüncü dernek de kapatılır ve Naim Tanyeri ve dernek yöneticileri “siyasi miting düzenlemekten” dava edilir.34 Ocak 1954’te görülen davada Tanyeri mitingi derneğin değil, kendisi ve üç arkadaşının düzenlendiğini tekrar eder.35 Naim Tanyeri üzerindeki baskılar bitmez. Mayıs 1954’te kendisinin ve kiracılarının oturduğu evleri kaymakamlık yıktırır.36

Taksim Mitingi sonrasında üçüncü dernek ve şubeleri de kapatılınca “İstanbul Gecekondularını Tapulandırma Derneği” adıyla dördüncüsü kurulur. Ancak bu da kapatılır. Yöneticileri dava edilir. Ekim 1954’te Fatih 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen “Gecekonducuların Duruşması” haberlere yansır.37

Tanyeri ve arkadaşları dernek faslının beşincisini “İstanbul Gecekondularını İhya ve Tapulandırma Derneği” adıyla açarlar. Baş etmek zorunda kalınan türlü zorluklar neticesinde bu dernek de kapanır ve dernekleşme yoluyla örgütlenmekten tam ümidi keserken mahkeme yoluyla kurdukları üçüncü dernek beraat eder ve tekrar açılır. Tanyeri bu deneyimi şu şekilde aktarır: “Arkadaşlarımızın cemiyet kurmak için muhtaç oldukları maddi, manevi takat ve tahammülleri de tükenmiş oldu. Gecekondu davasını cemiyet kanalı ile tatlıya bağlıyacağımızdan tamamıyla ümidi kesmiştik ki İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği’nin beraat hükmünü aldık.”38

Tekrar açılan İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği, yani Naim Tanyeri ve arkadaşlarının üçüncü derneğinin ikinci fasıl çalışmalarını sürdürür. Dernek 27 Şubat 1955 tarihinde yıllık kongresini Aksaray’da bulunan Türk Ocağı binasında gerçekleştirir. Bu toplantıda şubeler feshedilerek merkez kanalıyla faaliyetlere devam etme kararı alınır. Ayrıca gecekonduları yıktırılanlar için belediye arsalarında yer tahsisi talebinde bulunulur. 

İstanbul Gecekondularını Güzelleştirme Derneği’nin de ömrü uzun olmaz. Şişli’de bir kahvehanede yapılan olağanüstü kongreyle derneğin adı “Şişli Anadolu Mahallesini Güzelleştirme Derneği” olarak değiştirilir. İdarenin dernek isimlerinde kullanılmasını sakıncalı gördüğü Gecekondu kelimesinin gecekonducu nezdinde de meşruiyeti artık sorgulanmaktadır. “Anadolu Mahallesi” diye bir tabirle adeta gecekonduyu “aklama” çabasına girilir.39 Her ne kadar bu tabir yaygınlaşıp gecekondunun yerini almayı başaramasa da, ilerleyen yıllarda gecekondu mahallelerinde kurulan “güzelleştirme dernekleri” isimlerinden gecekondu kelimesi atılır ve bulundukları mahallelerin adıyla anılmaya başlarlar. Bugün de faaliyetlerine devam eden veya gecekondu geçmişi olan mahallelerde yeni kurulan birçok mahalle derneği bulunuyor. Her ne kadar “güzelleştirme”, “kalkındırma”, “yardımlaşma”, “dayanışma” gibi kelimeleri isimlerinde geçirseler de, gecekondulu bir isim neredeyse yok. 

Naim Tanyeri portresi, gecekonducuların erken dönemde örgütlenme tecrübeleri ve tüm bunların gazete haberlerinde yer alması birçok açıdan büyüleyicidir. Türkiye kentleşme tarihini anlamak için eşsiz bir imkân ortaya koyar. Yok sayılanın, nesneleştirilenin, suçlulaştırılanın varlığını kanıtlar, özneleştirir; verilen mücadele ve dönemin iktidarı elinde tutan aktörleriyle etkileşimi üzerinden meşrulaştırır. Tanyeri’nin tabiriyle “şehir kuranların” deneyimlerini birinci elden anlamamıza yardımcı olur. Evrensel bir olgu olan, farklı coğrafyalarda favela, slum, barriadas, baladis, villas miseria, bustee, bidonville, gecekondu gibi farklı isimlerle anılan, kısaca kent yoksulunun kendi evini kendinin yapması/yaptırması, mahallesini toplumsal ilişkilerle kendisinin kurması olarak tarif edebileceğimiz bir kentleşme deneyimi kategorisi içinde Türkiye örneğinin kendine has dinamikler ve tarihsellik ile çok uzun bir yol katedebilmiş olmasına da, bu vaka ışığında şaşırmamak gerekir. Aslında gecekondunun ve gecekonducunun Türkiye’de katettiği bu uzun yol bugün bile hakkıyla idrak edilmiş değildir. Artık Türkiye kentlerinde çıplak gözle görülebilecek bir gecekondu ve gecekondu olmayan mekânlar ayrımını yapmanın pek mümkün olmaması bile başlı başına bir ilerlemedir. Gecekondu yapısal olarak konsolide olmuş, hukuki olarak mutlak güvencesizlikten kurtulmuş, gecekondu sakini de sosyal mobiliteden payına düşeni almıştır. 

Bu katedilen uzun yolda muhakkak ki hikâyesini anlatmaya çalıştığım 1950’lerdeki bu ısrarlı vakanın ve bugüne kadar gelen nice benzer mücadele deneyimlerinin payı büyüktür. Ancak bu büyüleyici hikâyenin “ama”ları da vardır. Naim Tanyeri ve başka tarihsel figürlerin sahip çıktığı veya layık görüldükleri “Gecekondu Babası” tabiri ve genel olarak “baba” metaforu gecekondu temelli konut aktivizminin de sınırlarını bize hatırlatması bakımından değerlidir. En az erkekler kadar kadınların da konutu üreten, yeniden üreten, koruyan olmalarına rağmen “Gecekondu Anaları” haberlerde yer almaz. Kent yoksullarının mekânda adalet talebi üzerinden siyasallaşmalarında, müşterek bir politika zemini kurmalarında dayandıkları sınırdır gecekonducu ve devletli babalar. Gecekonducunun gücü çokluğundadır, ancak babalar o gücü evcilleştirir veya cezalandırır. Aşağıdaki babalar kurtarıcı, arzuhalci, çevirmen, eğitmen rollerini üstlenir. Yukarıdaki babalar ise hem sever hem döver. Devletin demir yumruğunun kadife eldivenleridir. O demir yumrukla gecekonducunun kırılgan elinin el sıkışmasını sağlayan çoğu zaman babalardır.


1- Cumhuriyet (1950, 11 Ocak) 
2- Cumhuriyet (1950, 22 Nisan) 
3- Milliyet (1953, 22 Temmuz)
4- Cumhuriyet (1950, 7 Eylül)
5- Şentürk, N. (2008). İstanbul Valileri. Doğan Kitap, s.120
6- Milliyet (1953, 27 Temmuz)
7- Milliyet (1950, 9 Temmuz)
8- Milliyet (1950, 30 Eylül)
9- Cumhuriyet (1950, 27 Ocak)
10- Milliyet (1953, 14 Temmuz)
11- Tanyeri, N. (2010). Bir Şehir Kuruyorum. Kastaş Yayınevi 
12- Tanyeri, N. (2012). Unutamadıklarım. Cinius Yayınları 
13- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.5
14- A.g.e., s.6
15- Milliyet (1951, 15 Aralık)
16- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.6
17- Milliyet (1952, 21 Nisan)
18- Milliyet (1952, 15 Mayıs) 
19- Milliyet (1952, 16 Mayıs); Cumhuriyet (1952, 16 Mayıs)
20- Milliyet (1952, 10 Haziran) 
21- Milliyet (1950, 13 Haziran) 
22- Milliyet (1995, 26 Ocak)
23- Cumhuriyet (1952, 20 Haziran; 1952, 23 Haziran) 
24- Cumhuriyet (1952, 6 Temmuz)
25- İstanbul Ekspres (1952, 28 Temmuz)
26- Milliyet (1952, 23 Temmuz)
27- Cumhuriyet (1952, 26 Kasım); Milliyet (1952, 26 Kasım)
28- Cumhuriyet (1952, 24 Kasım)
29- Tanyeri, N. (2010). A.g.e.
30- Milliyet (1952, 30 Aralık) 
31- Milliyet (1952, 29 Aralık)
32- Milliyet (1953, 17 Ağustos)
33- Milliyet (1953, 16 Ağustos; 1953, 17 Ağustos)
34- Milliyet (1953, 12 Eylül) 
35- Cumhuriyet (1954, 20 Ocak) 
36- Milliyet (1954, 28 Mayıs) 
37- Cumhuriyet (1954, 9 Ekim)
38- Tanyeri, N. (2010). A.g.e., s.32
39- Milliyet (1955, 19 Ekim)

DÖN