Bu yazıda, kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkunun, 1980’li yıllardan itibaren ağırlıkla Küresel Kuzey ülkelerinden feminist coğrafyacılar tarafından ele alınışına dair tartışmaya değer bulduğum bazı noktaları paylaşacağım. Bunu yaparken “korku” ve “mekân” konularının birlikte ele alınışındaki karmaşık ve ilişkisel duruma dikkat çekmeye çalışacağım. Kadınların erkek şiddetine, cinsel taciz ve saldırıya bağlı olarak kamusal mekânlarda duydukları korkunun maddi ve sembolik boyutlarıyla yaşadıkları sınırlandırmaların görünmezliğini farklı çalışmalardan örneklerle tartışacağım. Son olarak da yeni düşünme ve eyleme imkânları doğuracağına inandığım cesaret fikrinden yola çıkarak, kadınların kentin kamusal mekânlarını yeniden talep etmeleri fikri üzerinde duracağım. 

Feminist coğrafya literatüründe “korku”

Kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korku, 1980’li yıllardan itibaren ağırlıkla Küresel Kuzey ülkelerinden feminist coğrafyacılar tarafından2 ele alınsa da dünyanın farklı coğrafyalarından kadınların da korkuyla ilgili deneyimleri ortaklaşmaktadır.3

Feminist coğrafyacılar çalışmalarında, kadınların kent içi hareketliliğini ve yaşadıkları sınırlandırmaları inceler, görünür kılarlar. Kent içi hareketliliğin bilgisi kadınların kentin kamusal mekân kullanım imkânlarını, kamusal mekâna erişebilirliklerini, beraberinde de hangi sınırlandırmalarla karşılaştıklarını gösterir. Feminist yaklaşımla gerçekleştirilen bu çalışmalar sayesinde erkeklerden farklı olarak, kadınların kentle kurdukları ilişkide yaşadıkları mekânsal dışlanma, şiddet riski, işgücüne katılmalarının önündeki engeller gibi konular görünürlük kazandı.4

Kentin kamusal mekânlarının kullanımı ile ilgili yapılan erken dönem çalışmalarda5 (bugün halen benzer çalışmalar devam etmekle birlikte) ağırlıkla kadınların erkek şiddeti, cinsel şiddet ve cinsel saldırıyla bağlantılı olarak yaşadıkları korku ele alınır.6 Kadınlar kentin neresinde, ne zaman, hangi davranış biçimiyle, giysi ve beden duruşuyla yer almaları gerektiği bilgisine sahiptirler. Erkeklerin baskın olduğu kamusal mekânlarda kadınların duydukları korkunun temelinde erkek şiddeti, cinsel taciz ve cinsel saldırı vardır.7 Yazılı olmayan bu bilgi sayesinde Valentine’in8 deyişiyle, kadınlar şehirde zihinlerindeki güvenlik haritaları ile gezinir. Fakat kadınlar bir yandan da güvenli olmayan bu yerlerle ilgili sınırları, erişememe durumlarını o denli olağanlaştırırlar ki, Teresa del Valle bu mekânları “kendimizi inkâr ettiğimiz mekânlar” diye adlandırır.9

Son yıllarda yapılan çalışmalarda, cinsel saldırıyla ilişkili korkunun sadece kamusal alanla değil, daha fazla saldırı yaşanan özel alanla ilişkisine dikkat çekilir.10 Liz Bondi ve Damaris Rose, Anglo-Amerikan feminist kent coğrafyacılarının çalışmalarını değerlendirdikleri makalelerinde bu konuya işaret eder ve kentin kamusal mekânlarında yabancıların şiddetine maruz kalma korkusu duyan kadınların istatistiksel olarak bir yakınları tarafından aile içi şiddete maruz kalma riskini en çok taşıyan kadınlar olduklarını vurgularlar.11 Benzer şekilde Latin Amerika’da yapılan araştırmalarda da kamusal ve özel alanda yaşanan şiddet olgusuyla ilgili bir devamlılık tespit edilir.12

Postyapısalcılığın sabitlenmiş toplumsal cinsiyet ve kimliklere dair eleştirisi ile eleştirel coğrafyacıların ilişkisel ve çoklu mekân tanımlamaları korku, güvenli olan ve olmayan yer ile bağlantılı yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına imkân sağladı. Bu sayede güvenli ve güvenli olmayan tanımlamalarının sabit ve değişmez olmadığı, dolayısıyla kadınların korkularının şehir ölçeğinde ya da kamusal – özel alan ayrımı açısından basit ve sabit açıklamaları olmadığının görülmesi mümkün oldu.13 Feminist kuramın uzun yıllardır kamusal alan – özel alan ayrımının keskin ve geçişken olmayan tariflerine getirdikleri eleştiri de bu noktada bir kez daha haklılık kazandı.

Elbette bu yaklaşımlar kamusal alanda kadınların duydukları korkunun ne hayal ürünü olduğunu ne de erkek şiddeti, cinsel şiddet ve cinsel saldırıdan bağımsız olduğunu gösterir. Ancak mekâna ilişkisel, çoklu ve statik olmayan bir perspektifle bakıldığında kentin kamusal mekânlarının kadınlar açısından sadece korkuyu ya da özel alanların huzur ve güveni temsil etmediğini görebilmek mümkün olur. Güvenlikli sitelerin kameralarla ve duvarlarla korunan sınırlarına doğru arabasız ve tenha bir yolda yürürken ya da benzer bir sitenin otoparkında, ya da güvenli olduğunu düşündüğümüz mahallemize ulaşmaya çalışırken kahvehane, pavyon önü ya da erkek kalabalığının olduğu bir parkın yanından geçerken de benzer bir korku yaşayabiliriz. Dolayısıyla aslında güvenli ve güvenli olmayanın sınırlarının çizilmesinin o kadar da kolay olmadığını, bu sınırların değişken olduğunu biliyoruz. COVID-19 salgını sebebiyle evlere kapandığımız bugünlerde kadınlara yönelik ev içi şiddet ve kadın cinayetlerinin artışına dair pek çok haber duyuyoruz. Henüz yapılmış bir araştırma olmasa da sadece geceleri değil, gündüzleri de sıradışı şekilde boş olan şehir sokaklarında kadınların tedirgin olduklarını gözlemliyoruz. Kenti güvenli olduğunu düşündüğümüz zihin haritalarıyla gezerken, sokakların boşalmasıyla zihnimizdeki haritalar da büyük oranda geçerliğini yitirdi. Rachel Pain aşağıdaki ifadesiyle mekânın kadınların deneyimlerindeki etkisinin fiziksel mekân boyutundan öte ele alınması gerektiğine işaret eder:

Kadınlar için korku ve güvenlik hislerinin mekânsal ayrışması belli yerelliklerde deneyimlenebilir veya tersi olarak “güvenli” ve “güvenli olmayan” arasında hiçbir kesin fiziksel mesafe olmayabilir. Daha büyük bir önem arz eden, geniş bir ölçekte bu mekânların nasıl inşa olduğu, neyi temsil ettikleri ve kadınların yaşamlarında birikmiş olarak nasıl bir etki yarattıkları üzerine çalışmaktır.14

Farklı kadınların deneyimlerinin görünürlüğü

Özellikle postyapısalcılıktan beslenen feminist coğrafyacıların kadınların kentsel kamusal mekân kullanımında yaşadıkları korku ile ilgili ilk dönem çalışmalara son yıllarda getirdikleri temel eleştirilerden biri de bu çalışmalarda sadece kentli orta sınıf kadınların korkularının temel alınmasıdır. Diğer kadınların duydukları korkunun görünür olmaması, araştırma konusu olmaması eleştirilir.15

Ayten Alkan’ın Ankara’da yerel politikada toplumsal cinsiyet farkındalığını odağa alan araştırmasında kadınların gündelik hayatlarındaki hareketlilikle ilgili önemli bir bulgu yer alır: “Komşu ziyaretleri ve kapı önüne çıkmak bir yana bırakıldığında Ankaralı kadınların %42’sinin haftada bir ve daha az dışarı çıkıyor olmasıdır. Bu da neredeyse her iki kadından birinin başlıca yaşam alanının ev ve yakın çevresi olduğunu gösterir.”16 Bu açıdan baktığımızda büyük şehirde yaşıyor olmak her kadının şehrin kalabalığına, şehir merkezindeki kamusal mekânlara erişebildiği ya da erişme arzusu içinde olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla farklı kadınların yaşamlarını ve kentle kurdukları mekânsal ilişkiyi düşünmemizin önemi ortaya çıkar. Kent merkezine erişimle ilgili ekonomik ve sosyal sınırlanmaları olan kadınların mahalle ölçeğinde kullandıkları mekânlar nerelerdir? Buraları kullanmaya ilişkin korkuları var mıdır? Bunlar cevaplarını çok az bildiğimiz araştırma sorularıdır.

Şerife Geniş ve Dilek K. Akkirman Aydın’da, eşitsiz kentleşme ve sosyo-mekânsal ayrışmanın ortaya çıkardığı sorunların belirlenmesi ve çözüm üretilmesinde mahallenin önemine dair, kadınların kent hakkı çerçevesinden yola çıkarak katkı yapmayı amaçladıkları bir araştırma gerçekleştirmişler.17 Bu araştırmada kadınların kent içi hareketliliği ile ilgili şu tespiti yaparlar: 

Kadınlar için korku ve güvenlik hislerinin mekânsal ayrışması belli yerelliklerde deneyimlenebilir veya tersi olarak “güvenli” ve “güvenli olmayan” arasında hiçbir kesin fiziksel mesafe olmayabilir. Daha büyük bir önem arz eden, geniş bir ölçekte bu mekânların nasıl inşa olduğu, neyi temsil ettikleri ve kadınların yaşamlarında birikmiş olarak nasıl bir etki yarattıkları üzerine çalışmaktır.18

Gelir düzeyi ve geleneksel ataerkil değerlerin baskınlığı açısından en dezavantajlı kadınların ev ve mahalle dışı hareketliliğinin önündeki en önemli engeller yoksulluk değil, cinsiyete dayalı işbölümünün yarattığı sorumluluk ve ataerkil normların getirdiği kısıtlar olarak tarif edilir. Geçmiş yıllarda yapılan araştırmalarda olduğu gibi bugün de hemşerilik ve akrabalık bağlarının yoğun olduğu mahallelerde, kadınların çalışmak için mahallelerinden çıkmaları ahlaki değer yargılarına dayalı sorgulamalarla karşılaşmalarına yol açmaktadır. Mahalle dışına çıkmadan, erkeklerin baskın olduğu kahvehane, park gibi alanlardan geçerken tedirgin olmak da kentin kamusal alanlarında yaşadıkları korkuya benzer niteliktedir.19 Dolayısıyla korkunun yarattığı sınırlandırmalar ille de çalışan ve kent merkezine erişebilen kadınların sorunu değildir.20

Ev içi şiddet gördüğünde sığınma evine giden, ardından kendine yeni ev kuran kadınlarla yürüttüğüm araştırmanın21 bulgularından biri de kadınların önemli bir kısmının evden çıkmak istememeleriydi. Dar gelirli kadınların daha fazla olduğu bu çalışmada kadınların bazılarının anlatımına göre hem şehrin keşmekeşi hem de kaçtıkları (eski) kocalarıyla karşılaşma ihtimallerinden ötürü dışarısı ürkütücüydü. Bunda ekonomik kısıtların ve yaşamlarının önceki dönemlerinde evde olmalarının, bir çeşit kapatılmışlığın da etkisi olduğu söylenebilir.

Farklı kadınların deneyimleri elbette burada verilen örneklerle sınırlı değil; LGBTİ-Q bireylerin, göçmen kadınların da kentin kamusal alanında yaşadıklarından yola çıkarak pek çok farklı deneyim üzerine düşünülebilir, araştırma yapılabilir.

Kentsel kamusal mekânda baş etme taktikleri ve mekânda güvende hissetmek

Kadınlar, kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkuyla kimi zaman bireysel taktiklerle baş ederler, kimi zaman da feminist örgütlülüğün eylemleri ile açıktan mekânı talep ederler. 

Kentsel kamusal mekânda güvenlik amaçlı bulundurulan bazı objeler kadınlar açısından taktiksel öneme sahiptir:22 Özellikle hava karardıktan sonra cep telefonu ile konuşmak ya da konuşuyor gibi yapmak, anahtarı elde kesici bir obje gibi tutmak, biber gazı spreyi bulundurmak gibi. 1900’lerin başlarında İstanbul’da kadınların sokakta bir parça güvende olabilmek için yanlarına (yaşlı kadın gibi görünmek ya da bohçacı sanılmak için) bohça alıp çıkmaları, o dönem için mekânla ilgili güvenliği sağlama yollarından biri olmuş.23 Kendinden emin ve güçlü bir beden duruşuyla sert adımlarla yürümek de kentin kamusal mekânlarında korkuya karşı geliştirilen bir taktik sayılabilir. 

Dünyanın pek çok farklı coğrafyasından kadınlar, toplumsal cinsiyet temelli erkek şiddetini, cinsel tacizi ve cinsel saldırıyı gündeme getirmek için farklı isimlerle geceleri protesto yürüyüşleri yapıyorlar. Türkiye’de bazı şehirlerde gerçekleştirilen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü de bunlardan biri. Kadınların yaşadığı pek çok ayrımcılık türünü gündeme getirdikleri bu yürüyüş aynı zamanda gece dışarıda, şehrin sokaklarında birlikte ve korkusuzca yürüdüğümüzde, gece dışarıda bulunmamayı olağanlaştırdığımız bir deneyimi yeniden hatırlatır.

Kentsel kamusal mekânda güvenlik amaçlı bulundurulan bazı objeler kadınlar açısından taktiksel öneme sahiptir: Özellikle hava karardıktan sonra cep telefonu ile konuşmak ya da konuşuyor gibi yapmak, anahtarı elde kesici bir obje gibi tutmak, biber gazı spreyi bulundurmak gibi.

Koskela, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda gelişmiş bir ülke olduğu düşünülen Finlandiya’da, mekânsal bağlamda kentte yaşanan şiddete karşı kadınların korkularını incelediği araştırma makalesinde korku kadar cesarete de odaklanır.24 Cinsiyete bağlı güç ilişkilerinin farklı ölçeklerde sosyal yaşamdaki mevcudiyetini kadınların kentin kamusal alanındaki deneyimleriyle ele alır. Araştırmasında görüşmecilerinin aktarımlarından analiz ederek vardığı önemli bir bulgu da bazı kadınların, kentin kamusal mekânlarını sadece pasif bir şekilde deneyimlemek yerine cesur ve güvenli hâlleri ile onu yeniden üretmede aktif rol oynamalarıdır. Bu sayede kadınlar sadece gece yürüyüşleri gibi tekil gecelerde değil, gündelik pratikleri üzerinden de mekân kullanımını rutinleştirir, olağan bir hâle dönüştürürler. Koskela, kadınların ısrarla kentin kamusal alanına çıkmayı, gündelik hayatlarının rutin bir parçası hâline getirmelerinin bir direniş pratiği olarak görülebileceğini ifade eder. Böylesi bir ısrarla dışarıda bulunma hâlinin diğer kadınlar için de kamusal alanda olmayı mümkün kılacağını savunur. Koskela’ya göre mekânsal güven bir iktidar dışavurumudur; böylesi bir dışavurum ile bir meydan okumaya işaret eder:

Kadınlar mekânı yeniden talep edebilirler. Kadınlar tehlike veya korkuyu önlemek için hareketliliklerini kısıtlamayı öğrenebildikleri gibi mekânda güvenli hissetmeyi de (yeniden) öğrenebilirler. Ayrıca, kızlarını sonsuz uyarılar ve kısıtlamalarla korkutmak yerine, mekâna sahip çıkacak şekilde yetiştirmeyi de öğrenebilirler. Bugün kadınların güvende hissetmesi için başkaları nadiren destekleyici şekilde davranır: elbette kitle iletişim araçları veya kamuoyu desteklemez, çok az ebeveyn ve ne yazık ki hâlâ az sayıda feminist araştırmacı tarafından (en azından doğrudan) desteklenir; ama kadınların sınırlı yetkinliklerinin (yeniden) üretimine meydan okumalıyız.25

Sonuç

Konu kadınların kentsel kamusal alanda yaşadıkları korku olduğunda kadınları hem kurban konumuna yerleştirmemek hem de aktif kentsel kamusal yaşama katılımlarını görünür kılmak arasında kurulacak denge hayli önem kazanıyor.26

Bu yazıda kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkunun feminist coğrafyacılar tarafından ele alınışındaki bazı noktaları paylaştım. Bunu yaparken de son yıllarda ilk dönem çalışmalara getirilen eleştiriler kapsamında bir yandan mevcut erkek şiddeti ve saldırısının gerçekliğine ve bunu görünür kılmanın önemine, diğer yandan da güvenli ve güvenli olmayan yerlerin sabit olmadığına ve farklı kadınlık deneyimleri ile mekânla kurulan ilişkinin farklılaşabileceğine dikkat çekmeye çalıştım.

Kentin kamusal mekânlarında korkuya rağmen talepkâr bir şekilde bulunacak mıyız, yeni zihinsel haritalar ve objelerle taktiklerimizi uygulamayı sürdürecek miyiz? Bu soruları Koskela’nın çalışmasında işaret ettiği “bir iktidar dışavurumu olarak mekânsal güven”le ilişkili olarak düşünmenin farklı bir bakış açısı sağlayabileceğini umuyorum. 


1 “Kendimizi inkâr ettiğimiz mekânlar” ifadesi Teresa del Valle’e, çevirisi yazara aittir. Bkz. del Valle, T. (2006) “Seguridad y conviviencia: Hacia nueavas formas de transitar y de habitar”, Urbanismo y género. Una visión necesaria para todos içinde, Diputacion de Barcelona.

2 Peake, L. (2020) “Gender and the City”, International Encyclopedia of Human Geography içinde, ed. A. Kobayashi, Elsevier, s. 281-292.

3 Listerbon, C. (2016) “Feminist Struggle Over Urban Safety and the Politics of Space”, European Journal of Women’s Studies, 23(3): 251-264.

4 Bkz. Koskela, H. (1997) “Bold Walk and Breakings: Women’s spatial confidence versus fear of violence”, Gender, Place and Culture: A Journal of Feminist Geography, 4(3): 301-320; Leslie, K. (2005) “In Place and At Home in the City: Connecting privilege, safety and belonging for women in Toronto”, Gender, Place and Culture, 12(3): 357-377; Mehta, A. (1999) “Embodied Discourse: On gender and fear of violence”, Gender, Place and Culture: A Journal of Feminist Geography, 6(1): 67-84; Pain, R. (1991) “Space, Sexual Violence and Social Control”, Progress in Human Geography, 15: 415-431; Tankel, Y. (2011) “Reframing ‘Safe Cities for Women’: Feminist articulations in Recife”, Development, 54: 352-357; Valentine, G. (1989) “The Geography of Women’s Fear”, Area, 21(4): 385-390. 

5 Anlaşılırlığı kolaylaştırması açısından (keskin bir tarihsel ayrıma dayanmasa da) 1980’li yıllarda ilk çalışmaları yapan feminist coğrafyacılar ilk / erken dönem olarak adlandırıldı.

6 Riger, S. ve Gordon, M.T. (1981) “The Fear of Rape: A Study in Social Control”, Journal of Social Issues, 37(4): 71-92; Gordon, M.T., Riger, S., Le Bailley, R.K. ve Heath, L. (1980) “Crime, Women and the Quality of Urban Life”, Signs, 5(5): 143-160. 

7 Pain, R. (1991) A.g.y.

8 Valentine, G. (1989) A.g.y.

9 Rainero, L. (2010) “A Contribution to the Debate on the City, Public Space and Safety from a Feminist Perspective”, Women in the City: On Violence and Rights içinde, ed. A. Falu, s. 165-178.

10 Koskela, H. (1997) A.g.y.; Pain, R. (1991) A.g.y.

11 Bondi, L. ve Rose, D. (2003) “Constructing gender, constructing the urban: A review of Anglo-American feminist urban geography”, Gender, Place & Culture: A Journal of Feminist Geography, 10(3): 229-245. 

12 Rainero, L. (2010) A.g.y.

13 Peake, L. (2020). A.g.y.

14 Pain, R. (1991) A.g.y., s. 417

15 Listerbon, C. (2016) A.g.y.

16 Alkan, A. (2005) Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların Kentte Görünmez Varlığı, Dipnot. Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırlarındaki sekiz ilçede (Çankaya, Keçiören, Yenimahalle, Altındağ, Mamak, Sincan, Etimesgut, Gölbaşı) toplam 76 mahallede 605 kadınla 2001 yılında yapılan görüşmeler kapsamında değerlendirme ve analizler gerçekleştirilmiştir.

17 Geniş, Ş. ve Akkirman, K.D. (2020) “Eşitsizlik Mekânları Olarak Mahalleler ve Kadınların Kent Hakkı”, Amme İdaresi Dergisi, 53(1): 1-35. Aydın’da birbirinden sosyo-ekonomik ve kültürel olarak farklı yaşayanlara sahip dört mahallede 120 kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilmiştir. 

18 A.g.y.

19 Arık, H. (2009) “Kahvehanede Erkek Olmak: Kamusal Alanda Erkek Egemenliğin Antropolojisi”, Cins Cins Mekân içinde, ed. A. Alkan, Varlık, s. 168-201; Lordoğlu, C. (2018) İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak, İletişim; Geniş, Ş. ve Akkirman, K.D. (2020) A.g.y.

20 Peake, L. (2020) A.g.y.

21 MSGSÜ Bilimsel Araştırma Projeleri desteğiyle Nisan 2018 – Ekim 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen “Zorunlu Nedenlerle Evinden Ayrılan Kadınların Ev Algıları” adlı projede 24 kadınla derinlemesine görüşme yapılmıştır. Proje bulgularına şu web sitesinden erişilebilir: www.evkurma.com

22 The Roestone Collective (2014) “Safe Space: Towards a Reconceptualization”, Antipode, 46: 1346– 1365.

23  İleri, N. (2016) “Kent, Gece ve Kadınlar”, Saha, 3: 57-63.

24 Koskela, H. (1997) A.g.y.

25 A.g.y. s. 316.

26 The Roestone Collective (2014) A.g.y.

Bu yazıda, kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkunun, 1980’li yıllardan itibaren ağırlıkla Küresel Kuzey ülkelerinden feminist coğrafyacılar tarafından ele alınışına dair tartışmaya değer bulduğum bazı noktaları paylaşacağım. Bunu yaparken “korku” ve “mekân” konularının birlikte ele alınışındaki karmaşık ve ilişkisel duruma dikkat çekmeye çalışacağım. Kadınların erkek şiddetine, cinsel taciz ve saldırıya bağlı olarak kamusal mekânlarda duydukları korkunun maddi ve sembolik boyutlarıyla yaşadıkları sınırlandırmaların görünmezliğini farklı çalışmalardan örneklerle tartışacağım. Son olarak da yeni düşünme ve eyleme imkânları doğuracağına inandığım cesaret fikrinden yola çıkarak, kadınların kentin kamusal mekânlarını yeniden talep etmeleri fikri üzerinde duracağım. 

Feminist coğrafya literatüründe “korku”

Kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korku, 1980’li yıllardan itibaren ağırlıkla Küresel Kuzey ülkelerinden feminist coğrafyacılar tarafından2 ele alınsa da dünyanın farklı coğrafyalarından kadınların da korkuyla ilgili deneyimleri ortaklaşmaktadır.3

Feminist coğrafyacılar çalışmalarında, kadınların kent içi hareketliliğini ve yaşadıkları sınırlandırmaları inceler, görünür kılarlar. Kent içi hareketliliğin bilgisi kadınların kentin kamusal mekân kullanım imkânlarını, kamusal mekâna erişebilirliklerini, beraberinde de hangi sınırlandırmalarla karşılaştıklarını gösterir. Feminist yaklaşımla gerçekleştirilen bu çalışmalar sayesinde erkeklerden farklı olarak, kadınların kentle kurdukları ilişkide yaşadıkları mekânsal dışlanma, şiddet riski, işgücüne katılmalarının önündeki engeller gibi konular görünürlük kazandı.4

Kentin kamusal mekânlarının kullanımı ile ilgili yapılan erken dönem çalışmalarda5 (bugün halen benzer çalışmalar devam etmekle birlikte) ağırlıkla kadınların erkek şiddeti, cinsel şiddet ve cinsel saldırıyla bağlantılı olarak yaşadıkları korku ele alınır.6 Kadınlar kentin neresinde, ne zaman, hangi davranış biçimiyle, giysi ve beden duruşuyla yer almaları gerektiği bilgisine sahiptirler. Erkeklerin baskın olduğu kamusal mekânlarda kadınların duydukları korkunun temelinde erkek şiddeti, cinsel taciz ve cinsel saldırı vardır.7 Yazılı olmayan bu bilgi sayesinde Valentine’in8 deyişiyle, kadınlar şehirde zihinlerindeki güvenlik haritaları ile gezinir. Fakat kadınlar bir yandan da güvenli olmayan bu yerlerle ilgili sınırları, erişememe durumlarını o denli olağanlaştırırlar ki, Teresa del Valle bu mekânları “kendimizi inkâr ettiğimiz mekânlar” diye adlandırır.9

Son yıllarda yapılan çalışmalarda, cinsel saldırıyla ilişkili korkunun sadece kamusal alanla değil, daha fazla saldırı yaşanan özel alanla ilişkisine dikkat çekilir.10 Liz Bondi ve Damaris Rose, Anglo-Amerikan feminist kent coğrafyacılarının çalışmalarını değerlendirdikleri makalelerinde bu konuya işaret eder ve kentin kamusal mekânlarında yabancıların şiddetine maruz kalma korkusu duyan kadınların istatistiksel olarak bir yakınları tarafından aile içi şiddete maruz kalma riskini en çok taşıyan kadınlar olduklarını vurgularlar.11 Benzer şekilde Latin Amerika’da yapılan araştırmalarda da kamusal ve özel alanda yaşanan şiddet olgusuyla ilgili bir devamlılık tespit edilir.12

Postyapısalcılığın sabitlenmiş toplumsal cinsiyet ve kimliklere dair eleştirisi ile eleştirel coğrafyacıların ilişkisel ve çoklu mekân tanımlamaları korku, güvenli olan ve olmayan yer ile bağlantılı yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına imkân sağladı. Bu sayede güvenli ve güvenli olmayan tanımlamalarının sabit ve değişmez olmadığı, dolayısıyla kadınların korkularının şehir ölçeğinde ya da kamusal – özel alan ayrımı açısından basit ve sabit açıklamaları olmadığının görülmesi mümkün oldu.13 Feminist kuramın uzun yıllardır kamusal alan – özel alan ayrımının keskin ve geçişken olmayan tariflerine getirdikleri eleştiri de bu noktada bir kez daha haklılık kazandı.

Elbette bu yaklaşımlar kamusal alanda kadınların duydukları korkunun ne hayal ürünü olduğunu ne de erkek şiddeti, cinsel şiddet ve cinsel saldırıdan bağımsız olduğunu gösterir. Ancak mekâna ilişkisel, çoklu ve statik olmayan bir perspektifle bakıldığında kentin kamusal mekânlarının kadınlar açısından sadece korkuyu ya da özel alanların huzur ve güveni temsil etmediğini görebilmek mümkün olur. Güvenlikli sitelerin kameralarla ve duvarlarla korunan sınırlarına doğru arabasız ve tenha bir yolda yürürken ya da benzer bir sitenin otoparkında, ya da güvenli olduğunu düşündüğümüz mahallemize ulaşmaya çalışırken kahvehane, pavyon önü ya da erkek kalabalığının olduğu bir parkın yanından geçerken de benzer bir korku yaşayabiliriz. Dolayısıyla aslında güvenli ve güvenli olmayanın sınırlarının çizilmesinin o kadar da kolay olmadığını, bu sınırların değişken olduğunu biliyoruz. COVID-19 salgını sebebiyle evlere kapandığımız bugünlerde kadınlara yönelik ev içi şiddet ve kadın cinayetlerinin artışına dair pek çok haber duyuyoruz. Henüz yapılmış bir araştırma olmasa da sadece geceleri değil, gündüzleri de sıradışı şekilde boş olan şehir sokaklarında kadınların tedirgin olduklarını gözlemliyoruz. Kenti güvenli olduğunu düşündüğümüz zihin haritalarıyla gezerken, sokakların boşalmasıyla zihnimizdeki haritalar da büyük oranda geçerliğini yitirdi. Rachel Pain aşağıdaki ifadesiyle mekânın kadınların deneyimlerindeki etkisinin fiziksel mekân boyutundan öte ele alınması gerektiğine işaret eder:

Kadınlar için korku ve güvenlik hislerinin mekânsal ayrışması belli yerelliklerde deneyimlenebilir veya tersi olarak “güvenli” ve “güvenli olmayan” arasında hiçbir kesin fiziksel mesafe olmayabilir. Daha büyük bir önem arz eden, geniş bir ölçekte bu mekânların nasıl inşa olduğu, neyi temsil ettikleri ve kadınların yaşamlarında birikmiş olarak nasıl bir etki yarattıkları üzerine çalışmaktır.14

Farklı kadınların deneyimlerinin görünürlüğü

Özellikle postyapısalcılıktan beslenen feminist coğrafyacıların kadınların kentsel kamusal mekân kullanımında yaşadıkları korku ile ilgili ilk dönem çalışmalara son yıllarda getirdikleri temel eleştirilerden biri de bu çalışmalarda sadece kentli orta sınıf kadınların korkularının temel alınmasıdır. Diğer kadınların duydukları korkunun görünür olmaması, araştırma konusu olmaması eleştirilir.15

Ayten Alkan’ın Ankara’da yerel politikada toplumsal cinsiyet farkındalığını odağa alan araştırmasında kadınların gündelik hayatlarındaki hareketlilikle ilgili önemli bir bulgu yer alır: “Komşu ziyaretleri ve kapı önüne çıkmak bir yana bırakıldığında Ankaralı kadınların %42’sinin haftada bir ve daha az dışarı çıkıyor olmasıdır. Bu da neredeyse her iki kadından birinin başlıca yaşam alanının ev ve yakın çevresi olduğunu gösterir.”16 Bu açıdan baktığımızda büyük şehirde yaşıyor olmak her kadının şehrin kalabalığına, şehir merkezindeki kamusal mekânlara erişebildiği ya da erişme arzusu içinde olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla farklı kadınların yaşamlarını ve kentle kurdukları mekânsal ilişkiyi düşünmemizin önemi ortaya çıkar. Kent merkezine erişimle ilgili ekonomik ve sosyal sınırlanmaları olan kadınların mahalle ölçeğinde kullandıkları mekânlar nerelerdir? Buraları kullanmaya ilişkin korkuları var mıdır? Bunlar cevaplarını çok az bildiğimiz araştırma sorularıdır.

Şerife Geniş ve Dilek K. Akkirman Aydın’da, eşitsiz kentleşme ve sosyo-mekânsal ayrışmanın ortaya çıkardığı sorunların belirlenmesi ve çözüm üretilmesinde mahallenin önemine dair, kadınların kent hakkı çerçevesinden yola çıkarak katkı yapmayı amaçladıkları bir araştırma gerçekleştirmişler.17 Bu araştırmada kadınların kent içi hareketliliği ile ilgili şu tespiti yaparlar: 

Kadınlar için korku ve güvenlik hislerinin mekânsal ayrışması belli yerelliklerde deneyimlenebilir veya tersi olarak “güvenli” ve “güvenli olmayan” arasında hiçbir kesin fiziksel mesafe olmayabilir. Daha büyük bir önem arz eden, geniş bir ölçekte bu mekânların nasıl inşa olduğu, neyi temsil ettikleri ve kadınların yaşamlarında birikmiş olarak nasıl bir etki yarattıkları üzerine çalışmaktır.18

Gelir düzeyi ve geleneksel ataerkil değerlerin baskınlığı açısından en dezavantajlı kadınların ev ve mahalle dışı hareketliliğinin önündeki en önemli engeller yoksulluk değil, cinsiyete dayalı işbölümünün yarattığı sorumluluk ve ataerkil normların getirdiği kısıtlar olarak tarif edilir. Geçmiş yıllarda yapılan araştırmalarda olduğu gibi bugün de hemşerilik ve akrabalık bağlarının yoğun olduğu mahallelerde, kadınların çalışmak için mahallelerinden çıkmaları ahlaki değer yargılarına dayalı sorgulamalarla karşılaşmalarına yol açmaktadır. Mahalle dışına çıkmadan, erkeklerin baskın olduğu kahvehane, park gibi alanlardan geçerken tedirgin olmak da kentin kamusal alanlarında yaşadıkları korkuya benzer niteliktedir.19 Dolayısıyla korkunun yarattığı sınırlandırmalar ille de çalışan ve kent merkezine erişebilen kadınların sorunu değildir.20

Ev içi şiddet gördüğünde sığınma evine giden, ardından kendine yeni ev kuran kadınlarla yürüttüğüm araştırmanın21 bulgularından biri de kadınların önemli bir kısmının evden çıkmak istememeleriydi. Dar gelirli kadınların daha fazla olduğu bu çalışmada kadınların bazılarının anlatımına göre hem şehrin keşmekeşi hem de kaçtıkları (eski) kocalarıyla karşılaşma ihtimallerinden ötürü dışarısı ürkütücüydü. Bunda ekonomik kısıtların ve yaşamlarının önceki dönemlerinde evde olmalarının, bir çeşit kapatılmışlığın da etkisi olduğu söylenebilir.

Farklı kadınların deneyimleri elbette burada verilen örneklerle sınırlı değil; LGBTİ-Q bireylerin, göçmen kadınların da kentin kamusal alanında yaşadıklarından yola çıkarak pek çok farklı deneyim üzerine düşünülebilir, araştırma yapılabilir.

Kentsel kamusal mekânda baş etme taktikleri ve mekânda güvende hissetmek

Kadınlar, kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkuyla kimi zaman bireysel taktiklerle baş ederler, kimi zaman da feminist örgütlülüğün eylemleri ile açıktan mekânı talep ederler. 

Kentsel kamusal mekânda güvenlik amaçlı bulundurulan bazı objeler kadınlar açısından taktiksel öneme sahiptir:22 Özellikle hava karardıktan sonra cep telefonu ile konuşmak ya da konuşuyor gibi yapmak, anahtarı elde kesici bir obje gibi tutmak, biber gazı spreyi bulundurmak gibi. 1900’lerin başlarında İstanbul’da kadınların sokakta bir parça güvende olabilmek için yanlarına (yaşlı kadın gibi görünmek ya da bohçacı sanılmak için) bohça alıp çıkmaları, o dönem için mekânla ilgili güvenliği sağlama yollarından biri olmuş.23 Kendinden emin ve güçlü bir beden duruşuyla sert adımlarla yürümek de kentin kamusal mekânlarında korkuya karşı geliştirilen bir taktik sayılabilir. 

Dünyanın pek çok farklı coğrafyasından kadınlar, toplumsal cinsiyet temelli erkek şiddetini, cinsel tacizi ve cinsel saldırıyı gündeme getirmek için farklı isimlerle geceleri protesto yürüyüşleri yapıyorlar. Türkiye’de bazı şehirlerde gerçekleştirilen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü de bunlardan biri. Kadınların yaşadığı pek çok ayrımcılık türünü gündeme getirdikleri bu yürüyüş aynı zamanda gece dışarıda, şehrin sokaklarında birlikte ve korkusuzca yürüdüğümüzde, gece dışarıda bulunmamayı olağanlaştırdığımız bir deneyimi yeniden hatırlatır.

Kentsel kamusal mekânda güvenlik amaçlı bulundurulan bazı objeler kadınlar açısından taktiksel öneme sahiptir: Özellikle hava karardıktan sonra cep telefonu ile konuşmak ya da konuşuyor gibi yapmak, anahtarı elde kesici bir obje gibi tutmak, biber gazı spreyi bulundurmak gibi.

Koskela, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda gelişmiş bir ülke olduğu düşünülen Finlandiya’da, mekânsal bağlamda kentte yaşanan şiddete karşı kadınların korkularını incelediği araştırma makalesinde korku kadar cesarete de odaklanır.24 Cinsiyete bağlı güç ilişkilerinin farklı ölçeklerde sosyal yaşamdaki mevcudiyetini kadınların kentin kamusal alanındaki deneyimleriyle ele alır. Araştırmasında görüşmecilerinin aktarımlarından analiz ederek vardığı önemli bir bulgu da bazı kadınların, kentin kamusal mekânlarını sadece pasif bir şekilde deneyimlemek yerine cesur ve güvenli hâlleri ile onu yeniden üretmede aktif rol oynamalarıdır. Bu sayede kadınlar sadece gece yürüyüşleri gibi tekil gecelerde değil, gündelik pratikleri üzerinden de mekân kullanımını rutinleştirir, olağan bir hâle dönüştürürler. Koskela, kadınların ısrarla kentin kamusal alanına çıkmayı, gündelik hayatlarının rutin bir parçası hâline getirmelerinin bir direniş pratiği olarak görülebileceğini ifade eder. Böylesi bir ısrarla dışarıda bulunma hâlinin diğer kadınlar için de kamusal alanda olmayı mümkün kılacağını savunur. Koskela’ya göre mekânsal güven bir iktidar dışavurumudur; böylesi bir dışavurum ile bir meydan okumaya işaret eder:

Kadınlar mekânı yeniden talep edebilirler. Kadınlar tehlike veya korkuyu önlemek için hareketliliklerini kısıtlamayı öğrenebildikleri gibi mekânda güvenli hissetmeyi de (yeniden) öğrenebilirler. Ayrıca, kızlarını sonsuz uyarılar ve kısıtlamalarla korkutmak yerine, mekâna sahip çıkacak şekilde yetiştirmeyi de öğrenebilirler. Bugün kadınların güvende hissetmesi için başkaları nadiren destekleyici şekilde davranır: elbette kitle iletişim araçları veya kamuoyu desteklemez, çok az ebeveyn ve ne yazık ki hâlâ az sayıda feminist araştırmacı tarafından (en azından doğrudan) desteklenir; ama kadınların sınırlı yetkinliklerinin (yeniden) üretimine meydan okumalıyız.25

Sonuç

Konu kadınların kentsel kamusal alanda yaşadıkları korku olduğunda kadınları hem kurban konumuna yerleştirmemek hem de aktif kentsel kamusal yaşama katılımlarını görünür kılmak arasında kurulacak denge hayli önem kazanıyor.26

Bu yazıda kadınların kentin kamusal mekânlarında yaşadıkları korkunun feminist coğrafyacılar tarafından ele alınışındaki bazı noktaları paylaştım. Bunu yaparken de son yıllarda ilk dönem çalışmalara getirilen eleştiriler kapsamında bir yandan mevcut erkek şiddeti ve saldırısının gerçekliğine ve bunu görünür kılmanın önemine, diğer yandan da güvenli ve güvenli olmayan yerlerin sabit olmadığına ve farklı kadınlık deneyimleri ile mekânla kurulan ilişkinin farklılaşabileceğine dikkat çekmeye çalıştım.

Kentin kamusal mekânlarında korkuya rağmen talepkâr bir şekilde bulunacak mıyız, yeni zihinsel haritalar ve objelerle taktiklerimizi uygulamayı sürdürecek miyiz? Bu soruları Koskela’nın çalışmasında işaret ettiği “bir iktidar dışavurumu olarak mekânsal güven”le ilişkili olarak düşünmenin farklı bir bakış açısı sağlayabileceğini umuyorum. 


1 “Kendimizi inkâr ettiğimiz mekânlar” ifadesi Teresa del Valle’e, çevirisi yazara aittir. Bkz. del Valle, T. (2006) “Seguridad y conviviencia: Hacia nueavas formas de transitar y de habitar”, Urbanismo y género. Una visión necesaria para todos içinde, Diputacion de Barcelona.

2 Peake, L. (2020) “Gender and the City”, International Encyclopedia of Human Geography içinde, ed. A. Kobayashi, Elsevier, s. 281-292.

3 Listerbon, C. (2016) “Feminist Struggle Over Urban Safety and the Politics of Space”, European Journal of Women’s Studies, 23(3): 251-264.

4 Bkz. Koskela, H. (1997) “Bold Walk and Breakings: Women’s spatial confidence versus fear of violence”, Gender, Place and Culture: A Journal of Feminist Geography, 4(3): 301-320; Leslie, K. (2005) “In Place and At Home in the City: Connecting privilege, safety and belonging for women in Toronto”, Gender, Place and Culture, 12(3): 357-377; Mehta, A. (1999) “Embodied Discourse: On gender and fear of violence”, Gender, Place and Culture: A Journal of Feminist Geography, 6(1): 67-84; Pain, R. (1991) “Space, Sexual Violence and Social Control”, Progress in Human Geography, 15: 415-431; Tankel, Y. (2011) “Reframing ‘Safe Cities for Women’: Feminist articulations in Recife”, Development, 54: 352-357; Valentine, G. (1989) “The Geography of Women’s Fear”, Area, 21(4): 385-390. 

5 Anlaşılırlığı kolaylaştırması açısından (keskin bir tarihsel ayrıma dayanmasa da) 1980’li yıllarda ilk çalışmaları yapan feminist coğrafyacılar ilk / erken dönem olarak adlandırıldı.

6 Riger, S. ve Gordon, M.T. (1981) “The Fear of Rape: A Study in Social Control”, Journal of Social Issues, 37(4): 71-92; Gordon, M.T., Riger, S., Le Bailley, R.K. ve Heath, L. (1980) “Crime, Women and the Quality of Urban Life”, Signs, 5(5): 143-160. 

7 Pain, R. (1991) A.g.y.

8 Valentine, G. (1989) A.g.y.

9 Rainero, L. (2010) “A Contribution to the Debate on the City, Public Space and Safety from a Feminist Perspective”, Women in the City: On Violence and Rights içinde, ed. A. Falu, s. 165-178.

10 Koskela, H. (1997) A.g.y.; Pain, R. (1991) A.g.y.

11 Bondi, L. ve Rose, D. (2003) “Constructing gender, constructing the urban: A review of Anglo-American feminist urban geography”, Gender, Place & Culture: A Journal of Feminist Geography, 10(3): 229-245. 

12 Rainero, L. (2010) A.g.y.

13 Peake, L. (2020). A.g.y.

14 Pain, R. (1991) A.g.y., s. 417

15 Listerbon, C. (2016) A.g.y.

16 Alkan, A. (2005) Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların Kentte Görünmez Varlığı, Dipnot. Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırlarındaki sekiz ilçede (Çankaya, Keçiören, Yenimahalle, Altındağ, Mamak, Sincan, Etimesgut, Gölbaşı) toplam 76 mahallede 605 kadınla 2001 yılında yapılan görüşmeler kapsamında değerlendirme ve analizler gerçekleştirilmiştir.

17 Geniş, Ş. ve Akkirman, K.D. (2020) “Eşitsizlik Mekânları Olarak Mahalleler ve Kadınların Kent Hakkı”, Amme İdaresi Dergisi, 53(1): 1-35. Aydın’da birbirinden sosyo-ekonomik ve kültürel olarak farklı yaşayanlara sahip dört mahallede 120 kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilmiştir. 

18 A.g.y.

19 Arık, H. (2009) “Kahvehanede Erkek Olmak: Kamusal Alanda Erkek Egemenliğin Antropolojisi”, Cins Cins Mekân içinde, ed. A. Alkan, Varlık, s. 168-201; Lordoğlu, C. (2018) İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak, İletişim; Geniş, Ş. ve Akkirman, K.D. (2020) A.g.y.

20 Peake, L. (2020) A.g.y.

21 MSGSÜ Bilimsel Araştırma Projeleri desteğiyle Nisan 2018 – Ekim 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen “Zorunlu Nedenlerle Evinden Ayrılan Kadınların Ev Algıları” adlı projede 24 kadınla derinlemesine görüşme yapılmıştır. Proje bulgularına şu web sitesinden erişilebilir: www.evkurma.com

22 The Roestone Collective (2014) “Safe Space: Towards a Reconceptualization”, Antipode, 46: 1346– 1365.

23  İleri, N. (2016) “Kent, Gece ve Kadınlar”, Saha, 3: 57-63.

24 Koskela, H. (1997) A.g.y.

25 A.g.y. s. 316.

26 The Roestone Collective (2014) A.g.y.

DÖN