Sakatlık deneyiminin mekânda adalet kaygısı çerçevesinde tartışmaya açılabilmesi için hem akademik hem de gündelik dikkatin iki önemli dönüşümden geçmesi gerekmiştir. Bunların ilki, mekânın toplumsal olarak üretildiği ve üretim ve kullanımının, topluma yayılmış bulunan iktidar ilişkilerinden, onu üreten ve kullanan kesimlerin mücadele ve müdahalelerinden bağımsız düşünülemeyeceği yönündeki kabuldür. Benzer şekilde, toplumsal üretim ve yeniden üretim de mekân boyutu olmaksızın düşünülemez. Mekân nasıl üretilir? Ne tür pratiklere ve deneyimlere imkân tanır? Ne tür yaşayışlara yer açar? Nasıl dönüşür? Sosyal bilimler uzun zamandır bu soruların peşine düşmüş ve ister kişisel düzeyde ister bölgesel ve ulusal sınırlar veya küresel akışlar düzeyinde ele alınsın, mekân-toplum ilişkisini mercek altına almak gerektiğini teslim etmiştir.

Yine bu bağlamda dikkate alınması gereken ikinci büyük dönüşüm, yalnızca mekânın değil, sakatlık deneyiminin de toplumsal boyutunun tanınması ve sağlamcı söylem ve pratiklerin bu deneyimin üretilmesindeki rolünün deşifre edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu dönüşümü, sakatların maruz kaldığı dayatma ve dışlamaları hedef alan ve bir yandan da bu alandaki eleştirel bilgi üretimini mümkün kılan sakat hareketine borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu hareket, 1960’ların politik ikliminde ve özellikle ABD ve İngiltere’de yeşermiş; Birleşmiş Milletler tarafından 1981 yılının Engelliler Yılı ilan edilmesinden sonra da ivme kazanmıştır. Elbette ki sakatların hak mücadelesinin her yerde aynı hızda ve şekilde geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, sakatların farklı hak mücadelelerine yön veren temel birkaç ilkeden söz etmek mümkündür. Bu mücadeleler öncelikle sakatlık deneyiminin temel belirleyicilerinin tarihsel ve toplumsal olarak kurulup dönüştüğünü göstermiştir: Modern sakatlık kurgusu ve yol açtığı deneyimler, bir yandan kapitalizmin ve endüstriyel üretimin fabrika hızına uyarlanmış çalışma ve kent düzeninden, diğer yandan istatistik, nüfusbilim, sosyoloji, antropoloji, psikoloji gibi bilim dallarının insanın bilgisini üretirken icat ettiği normallik tanımlarından bağımsız bir şekilde düşünülemez. Demek ki, sakatlık yalnızca bedensel-biyolojik, dolayısıyla tıbbın ilgi alanında sayılması gereken bir durum değildir. Başka bir deyişle, sakatlığa atfedilen doğallık böylece tartışmaya açılmış, meselenin sakatlık değil, sakat olmayanları merkeze alan ve yaşamı onlara göre örgütleyen sağlamcı söylem ve pratiklerin süreklileşmiş etkileri olduğu tespit edilmiştir. Tıpkı ırkçılık gibi, sağlamcılık da bir tür ayrımcılıktır.

Sakat hareketinin ikinci büyük kazanımı, sakatların güçsüz kişiler oldukları, onlar adına konuşulması ve hareket edilmesi gerektiği yönündeki algının da sarsıntıya uğramasıdır. Bu bağlamda zikredilmesi gereken erken ve etkileyici örneklerden birisi, ADAPT [Americans Disabled for Accessible Public Transit (Erişilebilir Toplu Taşıma İçin Amerikalı Sakatlar)] eylemcilerinin 1997 yılında Beyaz Saray’ın merdivenlerinde gerçekleştirdikleri eylemdir. Bu eylemciler kendilerini tekerlekli sandalyelerinden atmış ve merdivenleri sürünerek çıkmıştır. Yine aynı dönemde hem ABD, hem İngiltere’de gerek yolları ve geçitleri kapatarak, gerek kendilerini otobüslere zincirleyerek seslerini duyurmaya çalışan sakatlar, böylece bizzat bu mekanlarda cisimleşmiş bulunan ayrımcılığı da gözler önüne sermiştir. Mekânın erişilebilirliği aynı zamanda eğitime, istihdama, sağlık hizmetlerine, rekreasyon alanlarına ve daha birçok imkana erişim anlamına geldiğinden, mekânın ve özelde kentin nasıl kurulup örgütlendiği üzerine mücadele, sakat hakları mücadelesinin temel eksenlerinden birini oluşturmuştur.

İşte bu sayıda bu tartışmaların farklı yönlerine yer vermeye çalıştık. Teknik ve teorik tartışmaları, yaşama ve deneyime değdirmeye çalışan; sakatlığı tekerlekli sandalyeden, erişilebilirliği de rampadan ibaret saymayan yazıları bir araya getirmeyi denedik. Bu bağlamda mevzuattan iyi uygulama örneklerine, oy ve kent hakkı mücadelesine, gündelik hayata ve kişisel hikayelere, spor tarihine uzanan geniş bir yelpazede farklı konular, farklı sesler bir arada. Bütün yazıları kat eden ve altı tekrar tekrar çizilmesi gereken nokta kanımca şu: Bu tartışmaların, mağduriyet, muhtaçlık, yardım gibi toplumsal hiyerarşileri yeniden üreten yaklaşımlar bağlamında değil; bağımsız yaşam, kent hakkı, evrensel tasarım gibi farkı gözeten, normu dönüştüren, yaşamı yeniden kuran bir perspektifle ele alınması gerekiyor. Adalet arayışı, sanıyorum bu açıdan da, sonu gelmeyecek bir arayış.

Bu sayı bağlamında yazılarıyla ve çalışmalarıyla bu arayışa ortak olan herkese teşekkür ediyorum.


1- Buradaki tartışmaları daha önce yazdığım iki metinde etraflıca ele almıştım, bkz. “Sakatlığın Tarihsel İnşası”, http://secbir.org/images/2015/pdf/metin1.pdf, “Sakatlık ve Siyaset” http://secbir.org/images/2015/pdf/metin2.pdf. Metinleri kullanmama izin verdikleri için kendilerine teşekkür ederim.

Sakatlık deneyiminin mekânda adalet kaygısı çerçevesinde tartışmaya açılabilmesi için hem akademik hem de gündelik dikkatin iki önemli dönüşümden geçmesi gerekmiştir. Bunların ilki, mekânın toplumsal olarak üretildiği ve üretim ve kullanımının, topluma yayılmış bulunan iktidar ilişkilerinden, onu üreten ve kullanan kesimlerin mücadele ve müdahalelerinden bağımsız düşünülemeyeceği yönündeki kabuldür. Benzer şekilde, toplumsal üretim ve yeniden üretim de mekân boyutu olmaksızın düşünülemez. Mekân nasıl üretilir? Ne tür pratiklere ve deneyimlere imkân tanır? Ne tür yaşayışlara yer açar? Nasıl dönüşür? Sosyal bilimler uzun zamandır bu soruların peşine düşmüş ve ister kişisel düzeyde ister bölgesel ve ulusal sınırlar veya küresel akışlar düzeyinde ele alınsın, mekân-toplum ilişkisini mercek altına almak gerektiğini teslim etmiştir.

Yine bu bağlamda dikkate alınması gereken ikinci büyük dönüşüm, yalnızca mekânın değil, sakatlık deneyiminin de toplumsal boyutunun tanınması ve sağlamcı söylem ve pratiklerin bu deneyimin üretilmesindeki rolünün deşifre edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu dönüşümü, sakatların maruz kaldığı dayatma ve dışlamaları hedef alan ve bir yandan da bu alandaki eleştirel bilgi üretimini mümkün kılan sakat hareketine borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu hareket, 1960’ların politik ikliminde ve özellikle ABD ve İngiltere’de yeşermiş; Birleşmiş Milletler tarafından 1981 yılının Engelliler Yılı ilan edilmesinden sonra da ivme kazanmıştır. Elbette ki sakatların hak mücadelesinin her yerde aynı hızda ve şekilde geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, sakatların farklı hak mücadelelerine yön veren temel birkaç ilkeden söz etmek mümkündür. Bu mücadeleler öncelikle sakatlık deneyiminin temel belirleyicilerinin tarihsel ve toplumsal olarak kurulup dönüştüğünü göstermiştir: Modern sakatlık kurgusu ve yol açtığı deneyimler, bir yandan kapitalizmin ve endüstriyel üretimin fabrika hızına uyarlanmış çalışma ve kent düzeninden, diğer yandan istatistik, nüfusbilim, sosyoloji, antropoloji, psikoloji gibi bilim dallarının insanın bilgisini üretirken icat ettiği normallik tanımlarından bağımsız bir şekilde düşünülemez. Demek ki, sakatlık yalnızca bedensel-biyolojik, dolayısıyla tıbbın ilgi alanında sayılması gereken bir durum değildir. Başka bir deyişle, sakatlığa atfedilen doğallık böylece tartışmaya açılmış, meselenin sakatlık değil, sakat olmayanları merkeze alan ve yaşamı onlara göre örgütleyen sağlamcı söylem ve pratiklerin süreklileşmiş etkileri olduğu tespit edilmiştir. Tıpkı ırkçılık gibi, sağlamcılık da bir tür ayrımcılıktır.

Sakat hareketinin ikinci büyük kazanımı, sakatların güçsüz kişiler oldukları, onlar adına konuşulması ve hareket edilmesi gerektiği yönündeki algının da sarsıntıya uğramasıdır. Bu bağlamda zikredilmesi gereken erken ve etkileyici örneklerden birisi, ADAPT [Americans Disabled for Accessible Public Transit (Erişilebilir Toplu Taşıma İçin Amerikalı Sakatlar)] eylemcilerinin 1997 yılında Beyaz Saray’ın merdivenlerinde gerçekleştirdikleri eylemdir. Bu eylemciler kendilerini tekerlekli sandalyelerinden atmış ve merdivenleri sürünerek çıkmıştır. Yine aynı dönemde hem ABD, hem İngiltere’de gerek yolları ve geçitleri kapatarak, gerek kendilerini otobüslere zincirleyerek seslerini duyurmaya çalışan sakatlar, böylece bizzat bu mekanlarda cisimleşmiş bulunan ayrımcılığı da gözler önüne sermiştir. Mekânın erişilebilirliği aynı zamanda eğitime, istihdama, sağlık hizmetlerine, rekreasyon alanlarına ve daha birçok imkana erişim anlamına geldiğinden, mekânın ve özelde kentin nasıl kurulup örgütlendiği üzerine mücadele, sakat hakları mücadelesinin temel eksenlerinden birini oluşturmuştur.

İşte bu sayıda bu tartışmaların farklı yönlerine yer vermeye çalıştık. Teknik ve teorik tartışmaları, yaşama ve deneyime değdirmeye çalışan; sakatlığı tekerlekli sandalyeden, erişilebilirliği de rampadan ibaret saymayan yazıları bir araya getirmeyi denedik. Bu bağlamda mevzuattan iyi uygulama örneklerine, oy ve kent hakkı mücadelesine, gündelik hayata ve kişisel hikayelere, spor tarihine uzanan geniş bir yelpazede farklı konular, farklı sesler bir arada. Bütün yazıları kat eden ve altı tekrar tekrar çizilmesi gereken nokta kanımca şu: Bu tartışmaların, mağduriyet, muhtaçlık, yardım gibi toplumsal hiyerarşileri yeniden üreten yaklaşımlar bağlamında değil; bağımsız yaşam, kent hakkı, evrensel tasarım gibi farkı gözeten, normu dönüştüren, yaşamı yeniden kuran bir perspektifle ele alınması gerekiyor. Adalet arayışı, sanıyorum bu açıdan da, sonu gelmeyecek bir arayış.

Bu sayı bağlamında yazılarıyla ve çalışmalarıyla bu arayışa ortak olan herkese teşekkür ediyorum.


1- Buradaki tartışmaları daha önce yazdığım iki metinde etraflıca ele almıştım, bkz. “Sakatlığın Tarihsel İnşası”, http://secbir.org/images/2015/pdf/metin1.pdf, “Sakatlık ve Siyaset” http://secbir.org/images/2015/pdf/metin2.pdf. Metinleri kullanmama izin verdikleri için kendilerine teşekkür ederim.

DÖN