“Bizim şurada bir yer vardı iki sene önce; her gün gidiyordum muhabbet sohbet olsun diye. Benim eski işten arkadaşlar falan buluşup çay içiyorduk. Sonra bir baktık kapadılar orayı, böyle havalı değişik bir kafe mi ne açtılar. 1,5 liraya çay içiyorduk orada, bir baktık çay 5 lira. Sahibi kim onu da bilmiyoruz. Gitmiyorum artık… Yazık oldu tabii.”

Erkek, 73, Hasanpaşa / İstanbul1

Bu yazıda kentsel mekanlarda yaşlıları görünür kılmak ve sosyal katılımlarını artırmak için geliştirilen içermeci ve erişilebilir politikaların sıkça gözden kaçırdığı bir nokta üzerinde duracağım. Bugün yaşlı nüfusa yönelik olarak geliştirilmiş birçok uygulama mekanın fiziksel erişilebilirliğine kafa yorup herkes için ulaşılabilir mekanlar sözü vermekten öteye geçemiyor (ki bu Türkiye’de halen son derece yetersiz olan engelli rampaları, asansörlü binalar ve toplu taşıma durakları vb. uygulamaları içeriyor). Burada sözde-erişilebilirlik (pseudo-accessibility) olarak bahsedeceğim bu durumun, neoliberal mekan ve örtük yaşçılıkla nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu ve bunun yaşlıların günlük yaşamında nasıl bir tezahürü olduğunu anlatmayı deneyeceğim.

Örtük yaşçılık (implicit ageism), bireylerin farkında olmadan yaşa ve/veya yaşlılığa dair içselleştirdikleri birtakım önyargı ve stereotiplere dayanan ayrımcılığı ifade ediyor. Pasupathi ve Löckenhoff yaşçı davranışı yaşlılık veya yaşlılar hakkındaki negatif düşünce ve inanışlardan kaynaklanan, yaşlı bireylere doğrudan ya da dolaylı olarak zarar veren, yaşa dayalı ayrımcı davranışlar olarak tanımlıyor.2 Yaşçılık aslında her yaş grubunu kapsayan bir ayrımcılığı ifade etmesine rağmen, çoğunlukla yaşlıların deneyimleri özelinde tartışılıyor, ama çocukların, gençlerin deneyimlediği yaşçı davranışlardan bahsetmek de mümkün. Örtük yaşçılığın önemli yanlarından biri içselleştirilmiş yaşlılıkla yakından ilişkisi. Çayır’ın bahsettiği gibi, kişiler kendilerine atfedilen stereotiplere uygun davranıp üzerlerindeki baskıyı içselleştirerek normal görmeye başlayabiliyorlar.3 Benim burada bahsedeceğim yaşçılık ise, yaşlı nüfusa yönelik geliştirilen kent politikalarının yapısı ve bu içselleştirilmiş stereotiplerin kesişim noktası üzerinden olacak.

Makbul Vatandaşlar ve “Cool” Mekanlar

Bugün devlet kurumlarının ve birçok uluslararası sivil toplum kuruluşunun yaşlılara yönelik politikaları, arzu edilen makbul vatandaş imgesi üzerinden kurgulanıyor. Makbul vatandaş genç ve dinamik, vergisini ödeyen, iş piyasasında aktif, üretken ve itaatkâr kişi olarak resmediliyor. Makbul yaşlı da benzer bir yolda; mümkün olduğu kadar uzun süre ekonomik katkıda bulunan, kendi sağlığından sorumlu, kendi halinde bir vatandaş. Hâliyle bugün yaşlılara yönelik uygulamaya konan politikalar da bu ideal yaşlıyı hedefliyor. Burada üzerinde durmak istediğim kısım ise bu tektip ideal yaşlının kamusal mekanlar üzerindeki şekillendirici etkisi. Kentsel alanlar bu anlamda bakıldığında iki farklı damarı takip ediyor gibi duruyor. Birincisi yaşa dayalı mekansal ayrışma uygulamaları, yani yaşlıların homojen bir grup olarak algılandığı ve belirli bir yaşlı stereotipi üzerinde kurgulanan mekanlar. İkincisi ise görünürde “herkes için kentler” düsturuyla tasarlanmış, ancak örtük olarak yaşçı olan mekanlar. Bu mekanların genel özelliği aslında belirli bir kullanıcı kitlesine hitap etmesi. Bu sözde erişilebilir mekanların yaşlıların görünürlüğü ve kente katılımı üzerindeki etkisi ise kentsel dönüşüm, yerinden etme ve yeni “içermeci” kent politikalarıyla yakından ilişkili.

Sözde erişilebilir mekandan kastım, fiziksel anlamda erişilebilir, ancak sosyal anlamda dışlayıcı mekanlar. Yani mekanın bir çeşit sembolik çitle çevrili olması. Bu sembolik çitler yaşlıların bazı mekanlarda sosyalleşmesini engelleyen ve dahası onlarda bir çeşit yabancılaşmaya yol açan bariyerler. Bugün soylulaştırma projelerinin yaşlılar üzerindeki etkisi üzerine yapılmış çalışmaların en sık ortaklaştığı nokta bu yabancılaşma hissi.4 Literatürde yerinden etmeden soylulaştırma (gentrification without displacement) üzerinden tartışılan bu konuda hedef kullanıcı kitlesi dışında kalan insanları “rahat ettiren mekanlar”ın artık olmayışı, seçeneklerin giderek azalması ve mekanların tektipleşmesi en sık dile getirilen sorunlar olarak öne çıkıyor. Yaşlılar bu yaratıcılık, yenilikçilik ve canlılık vurgulu “cool” mekanların hedef kitlesinin dışında kalıyor çünkü arzu edilen genç, orta sınıf tüketici profiline uymuyorlar. Alışveriş merkezi, kafe, restoran gibi bugün sıkça kullanılan buluşma yerleri bu ideal kullanıcı etrafında tasarlanıyor. Dolayısıyla yaşlıların deneyimlediği mekansal ayrımcılık sınıfsal bir temelden de öteye geçiyor. İstanbul’un her yerine virüs gibi yayılan üçüncü dalga kahveciler, lokal-füzyon mutfaklar, sanat galerileri, konser salonları, parklar, kısacası her yer bu örtük yaşçılıktan nasibini alıyor. Mekanların bu sembolik çitleri yaşlıların yersiz yurtsuz hissetmesine yol açıyor. Mekansal aidiyetleri sarsılıyor ve yaşadıkları mahalleye, kente yabancılaşmaya ve sokakta gitgide daha az görünür olmaya başlıyorlar. Belirli bir mekana has, zamanla geliştirilmiş bağlar ve mekansal hafıza siliniyor ve yerini “yeni” ve “dinamik” olana bırakıyor. 

Fotoğraf: Berkay Ergüler

Marcuse bu durumu yerinden edilme baskısı (displacement pressure) olarak tanımlanıyor.5 Buna göre yerinden etme durumlarından etkilenen topluluklar yalnızca fiziksel olarak yer değiştirmek zorunda kalanlar değil; örneğin bir mahallenin tanınmayacak derecede dönüşmesi, tanıdık yüzlerin oradan taşınması gibi durumlar da insanların mekansal aidiyetlerini derinden sarsarak üzerlerinde bir çeşit baskı oluşturuyor. Bugün İstanbul’un hızla değişen birçok mahallesinde hissedilen bu durum, yaşlılar sözkonusu olduğunda daha da öne çıkıyor. Çünkü uzun süre aynı mahallede ikamet etmiş insanların yaşadıkları yere yabancılaşması veya oradan taşınmak zorunda kalması yer değiştirme travması (relocation trauma) gibi riskler taşıyor, beraberinde birçok bilişsel ve zihinsel bozulma getirebiliyor.6 Mekansal aidiyetsizlik, yakışıksızlık gibi hislerin sonucu olarak yaşlılar, yaşlılığın homojenleştirilip tektipleştirildiği mekanlara itiliyorlar. Örneğin Türkiye’de birçok belediyenin yaşlılar özelinde sunduğu hizmetler iki çatı altında birleşiyor: yaşlı özelleşmeli sağlık hizmetleri ve sosyal yaşam evleri. İlki belediyenin şart koştuğu bazı kriterleri sağlayan yaşlılara götürülen evde bakım, temizlik, sağlık danışma hattı, acil durum butonu gibi hizmetleri kapsıyor. İkincisi ise yaşlıların ikamet ettiği semtte bulunan yaşam/mahalle evlerinde sunulan hizmetlerden oluşuyor. Bu hizmetler çoğunlukla yaşlıların kendi yaş grubundan insanlarla bir araya gelip sosyalleşmesini sağlamak amacıyla izole mekanlarda organize ediliyor. Resim, heykel, müzik, bilgisayar dersi gibi çeşitli alanlarda eğitimler veriliyor. Genellikle mekanın içinde ya da yakınında bulunan bir alan da geriye kalan vakitte bir araya gelmeleri ve tanışmaları için ortak alan olarak hizmet veriyor. Bu mekanların planlaması, yukarıda bahsettiğim homojen ve ideal yaşlılıktan, örneğin yaşlıların kendi yaş grubundan insanlarla etkileşimde olmak isteyecekleri varsayımından yola çıkıyor ve tam da bu nedenle sorun teşkil ediyor. Bu uygulamalara karşıt olarak geliştirilen içermeci, katılımcı politikalar ise birçok kusur barındırıyor.

Bu Mahalle Hepimizin (mi?)

Mekanı anlamlı kılan hafıza, ötekiyle karşılaşma ve deneyim gibi bileşenler tepeden inme kaynaştırma politikalarıyla yeniden inşa edilmeye çalışılıyor. Bir nevi aynı potada eritme stratejisiyle uygulanan içermeci düzenlemeler iyileşmenin yolunun ötekiyle karşılaşmaktan geçtiğini öne sürüyordu, ama Gill Valentine ve meslektaşlarının 2000’lerin başından beri mekansal karşılaşma ve öteki üzerine yaptıkları araştırmalar bize başka bir hikâye anlatıyor.7 Öteki olana karşı duyulan örtük ya da değil, her türlü önyargı ve ayrımcı tutum doğrudan meydan okunmadığı sürece baki kalıyor. Dolayısıyla burada müdahale gerektiren durum mekansal ayrışmayı engellemekten ibaret değil, insanların yaşlı nüfustaki çeşitliliği anlaması ve onların birey olarak aktörlüklerinin tanımasının sağlanması gerekiyor. Mekansal karşılaşmanın getirdiği çatışma ötekinin dezavantajına sonuçlanıyor, çünkü baştan adil olmayan bir karşılaşmadan söz ediyoruz. Yeni nesil mekanların öncelikli olarak daha genç orta sınıfı hedeflediğini düşünürsek, yaşlıların kendilerine yer bulamamaları şaşırtıcı değil. Örneğin İstanbul’un birçok köklü mahallesinde kamusal alan bazında seçeneklerin azalması sözkonusu; halihazırda herkes için çember daralıyorken bu çemberin yaşlılar için daha da dar olduğunu görmek zor değil. Sennett’in bahsettiği gibi kamusal alanlar artık birçok insan tarafından bir şeylerin tüketildiği/satın alındığı yerler olarak algılanıyor, alışveriş merkezleri ve çarşı gibi tüketim ve zevk merkezli yerler gibi.8 Bunun dışında parklardan, meydanlardan söz etmek gitgide zorlaşıyor. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma projeleri anlamının karşılıklı olarak üretildiği, paylaşıldığı mekanların kimliksizleşmesine yol açıyor. Uzun yıllar aynı mahallede ikamet eden biri için tanıdık ve güvenli olan çevrenin bir anda dışlayıcı ve yabancı bir mekana dönüşmesi birçok sorunu beraberinde getiriyor.

Yaşa dayalı yerinden etme süreçlerine maruz kalan iki gruptan söz edebiliriz. Birincisi, yeni gelenlerini çoğunlukla genç orta ve üst sınıfın oluşturduğu soylulaşmaya uğrayan semtlerde ekonomik nedenlerle yerinden edilen ve genel olarak şehrin çeperinde, daha düşük gelirli mahallelere taşınan yaşlılar. İkincisi ise, halen aynı semtte yaşamaya devam eden, ancak yerinden edilme baskısıyla karşı karşıya olanlar. Birinci grup, birçok hassas grupta olduğu gibi çeşitli dezavantajların kümülatif olarak birikmesi sonucu yerinden edilen ve üzerinde en sık durulan gruplardan birini oluşturuyor. İkinci grup ise yıllardır yaşadığı mahallede günlük hayatını artık “öteki” olarak sürdüren ve yabancılaşma döngüsünün içerisinde olan yaşlı nüfustan oluşuyor. Örnek vermek gerekirse, Kadıköy ve Beşiktaş, İstanbul’un en yaşlı nüfusa sahip semtlerinden ve aynı zamanda Beyoğlu’ndaki dramatik dönüşümden sonra eğlence merkezi olarak gözde hâle gelen semtler. Dolayısıyla bu semtler önemli oranda genç nüfusu çekiyorlar ve son yıllarda gözle görülür biçimde popülerleşmesinden dolayı hem oldukça kalabalıklaşan hem de hızla değişen mekanlar. Buralarda ikamet eden yaşlılarda giderek artan bir yerinden edilme baskısından söz etmek mümkün. 

Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların 2000’ler sonrası reçete ettiği “yerinde yaşlanma” uygulamaları, yaşlıların mümkün olduğu kadar uzun süre kendi mahallelerinde ve evlerinde yaşamlarını sürdürmeleri gerektiğini öne sürüyor. Özünde yaşlıların bakımevi ve hastane gibi sağlık kurumlarındaki masraflarını kısmayı ve bakımı kurumsaldan aileye aktarmayı hedefleyen bu reçete, gerekli koşullar sağlandığı takdirde yaşlıların bağımsız ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlayabilir. Yerinde yaşlanmaya devam edenlerin yaşam kalitelerinin ve beyan ettikleri yaşam memnuniyetlerinin (Self-reported life satisfaction), ileri yaşlarda yer değiştirmek zorunda kalmış kişilere göre daha yüksek olduğuna dair birçok çalışma bulunuyor.9 Uzun süre ikamet edilen yerde komşularla, esnafla kurulan ilişkiler ve mekanın kişi için tanıdık detaylara sahip olması güven duygusunu sağlayarak yaşlıların ruhsal ve zihinsel sağlığına katkıda bulunuyor.

Neredeyim ben?

“Kadıköy’de sürekli yeni yerler açıyorlar, ama ne olduklarını bilmiyoruz. Bakıyorum, sanki oraya gidersem hoş karşılamazlar gibi geliyor. Ne yapayım? Gidip ‘Burası ne’ diye mi sorayım? Hoş olmaz ki! Tanıtımı falan da yapılmıyor pek, anlamıyoruz ne oluyor.”

Kadın, 70, Hasanpaşa / İstanbul

Yaşlıların bu sözde erişilebilir mekanlardaki görünürlükleri ve mekanla olan etkileşimleri son yıllarda kamusal alan karşılaşmaları konusunda tartışılan uygunsuz/yakışıksız hissetme durumuyla yakından ilişkili. Görünürde engeli olmayan, “içermeci” yeni nesil mekanlar, orada bulunan yaşlıların dışlanmış hissetmelerine, ayıplandıklarını düşünmelerine ve aidiyetsizlik hissi yaşamalarına neden oluyor. Daha önceden bağ kurdukları mekanların yerini bu örtük yaşçı mekanlara bırakması, mekanı anlamlı kılan yaşanmışlıkların silinmesi gibi durumların, özünde bir hak ihlali olarak ele alınması gerekiyor. Lefebvre’in önerdiği ve bugün birçok kent çalışmacısı, aktivist ve örgüt tarafından dezavantajlı grupların kentsel alandaki konumunu tartışırken değinilen şehir hakkı burada devreye giriyor.10 Lefebvre’in kapitalist mekanın değişim ve kullanım değeri üzerinden tartıştığı şehir hakkı, mekanın kullanıcılarının özel mülkiyet sebebiyle kârına kâr katanlara karşı örgütlenmesi, şehri kendi ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda dönüştürmesine işaret ediyor. Adil, eşitlikçi ve özgür mekanlar için şehrin kenara süpürülen sakinlerine yer açılması ve seslerinin duyulması gerekiyor. Bunun için de bütün kimlikleri tek potada eriten sözde bir içermeciliktense, müşterek ve müdahil bir kent planlamasına ihtiyaç var.


1- Yazıda kullanılan alıntılar 2017’de yürüttüğüm şehir hakkı ve yaşlılık konulu yüksek lisans tezi kapsamında 70 yaş ve üstü bireylerle yaptığım derinlemesine mülakatlardan alınmıştır. Tunçer, M. (2017) “Urban Ageing and the Right to the City: Experiences of Elderly in Kadıköy”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi.

2- Pasupathi, M. ve C. E. Löckenhoff,  (2002) “Ageist Behavior”,  Ageism: Stereotyping and Prejudice Against Older Persons, haz. T. D. Nelson içinde, Cambridge, MA, ABD: The MIT Press, s. 201-46.

3- Çayır, K. (2012) “Yaşçılık / Yaşa Dayalı Ayrımcılık”, Ayrımcılık: Çok Boyutlu Yaklaşımlar, haz. K. Çayır ve M. Ayan Ceyhan, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 163-77.

4- Henig, J.G. (1981) “Gentrification and Displacement of the Elderly: An Empirical Analysis”, The Gerontologist, 21(1): 67-75; Burns, V. F., J. P. Lavoie ve D. Rose (2012) “Revisiting the Role of Neighbourhood Change in Social Exclusion and Inclusion of Older People”, Journal of Aging Research.

5- Marcuse, P. (1985) “Gentrification, Abandonment, and Displacement: Connections, Causes, and Policy Responses in New York City”, Journal of Urban and Contemporary Law, 28:195-240.  

6- Castle, N. G., (2001) “Relocation of the Elderly”, Medical Care Research and Review, 58(3): 291-333.

7- Valentine, G. (2008) “Living with Difference: Reflections on Geographies of Encounter”, Progress in Human Geography, 32(3): 323-37; Leitner, H. (2012) ”Spaces of Encounters: Immigration, Race, Class, and the Politics of Belonging in Small-Town America”, Annals of the Association of American Geographers, 102(4): 828-46. 

8- Sennett, R. (1989) “The Civitas of Seeing”, Places Journal, 5(4): 82-84.

9- Dünya Sağlık Örgütü (WHO) (2007) Global Age-Friendly Cities: A Guide, Fransa;  Plouffe, L. ve A. Kalache (2010) “Towards Global Age-Friendly Cities: Determining Urban Features that Promote Active Ageing”, Journal of Urban Health: Bulletin of the New York Academy of Medicine, 87(5): 733-39; Buffel, T., Phillipson, C. ve T. Scharf (2012) “Ageing in Urban Environments: Developing ‘Age-Friendly’ Cities”, Critical Social Policy, 32(4): 597-617.

10- Lefebvre, H. (2016) Şehir Hakkı, İstanbul: Sel

“Bizim şurada bir yer vardı iki sene önce; her gün gidiyordum muhabbet sohbet olsun diye. Benim eski işten arkadaşlar falan buluşup çay içiyorduk. Sonra bir baktık kapadılar orayı, böyle havalı değişik bir kafe mi ne açtılar. 1,5 liraya çay içiyorduk orada, bir baktık çay 5 lira. Sahibi kim onu da bilmiyoruz. Gitmiyorum artık… Yazık oldu tabii.”

Erkek, 73, Hasanpaşa / İstanbul1

Bu yazıda kentsel mekanlarda yaşlıları görünür kılmak ve sosyal katılımlarını artırmak için geliştirilen içermeci ve erişilebilir politikaların sıkça gözden kaçırdığı bir nokta üzerinde duracağım. Bugün yaşlı nüfusa yönelik olarak geliştirilmiş birçok uygulama mekanın fiziksel erişilebilirliğine kafa yorup herkes için ulaşılabilir mekanlar sözü vermekten öteye geçemiyor (ki bu Türkiye’de halen son derece yetersiz olan engelli rampaları, asansörlü binalar ve toplu taşıma durakları vb. uygulamaları içeriyor). Burada sözde-erişilebilirlik (pseudo-accessibility) olarak bahsedeceğim bu durumun, neoliberal mekan ve örtük yaşçılıkla nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu ve bunun yaşlıların günlük yaşamında nasıl bir tezahürü olduğunu anlatmayı deneyeceğim.

Örtük yaşçılık (implicit ageism), bireylerin farkında olmadan yaşa ve/veya yaşlılığa dair içselleştirdikleri birtakım önyargı ve stereotiplere dayanan ayrımcılığı ifade ediyor. Pasupathi ve Löckenhoff yaşçı davranışı yaşlılık veya yaşlılar hakkındaki negatif düşünce ve inanışlardan kaynaklanan, yaşlı bireylere doğrudan ya da dolaylı olarak zarar veren, yaşa dayalı ayrımcı davranışlar olarak tanımlıyor.2 Yaşçılık aslında her yaş grubunu kapsayan bir ayrımcılığı ifade etmesine rağmen, çoğunlukla yaşlıların deneyimleri özelinde tartışılıyor, ama çocukların, gençlerin deneyimlediği yaşçı davranışlardan bahsetmek de mümkün. Örtük yaşçılığın önemli yanlarından biri içselleştirilmiş yaşlılıkla yakından ilişkisi. Çayır’ın bahsettiği gibi, kişiler kendilerine atfedilen stereotiplere uygun davranıp üzerlerindeki baskıyı içselleştirerek normal görmeye başlayabiliyorlar.3 Benim burada bahsedeceğim yaşçılık ise, yaşlı nüfusa yönelik geliştirilen kent politikalarının yapısı ve bu içselleştirilmiş stereotiplerin kesişim noktası üzerinden olacak.

Makbul Vatandaşlar ve “Cool” Mekanlar

Bugün devlet kurumlarının ve birçok uluslararası sivil toplum kuruluşunun yaşlılara yönelik politikaları, arzu edilen makbul vatandaş imgesi üzerinden kurgulanıyor. Makbul vatandaş genç ve dinamik, vergisini ödeyen, iş piyasasında aktif, üretken ve itaatkâr kişi olarak resmediliyor. Makbul yaşlı da benzer bir yolda; mümkün olduğu kadar uzun süre ekonomik katkıda bulunan, kendi sağlığından sorumlu, kendi halinde bir vatandaş. Hâliyle bugün yaşlılara yönelik uygulamaya konan politikalar da bu ideal yaşlıyı hedefliyor. Burada üzerinde durmak istediğim kısım ise bu tektip ideal yaşlının kamusal mekanlar üzerindeki şekillendirici etkisi. Kentsel alanlar bu anlamda bakıldığında iki farklı damarı takip ediyor gibi duruyor. Birincisi yaşa dayalı mekansal ayrışma uygulamaları, yani yaşlıların homojen bir grup olarak algılandığı ve belirli bir yaşlı stereotipi üzerinde kurgulanan mekanlar. İkincisi ise görünürde “herkes için kentler” düsturuyla tasarlanmış, ancak örtük olarak yaşçı olan mekanlar. Bu mekanların genel özelliği aslında belirli bir kullanıcı kitlesine hitap etmesi. Bu sözde erişilebilir mekanların yaşlıların görünürlüğü ve kente katılımı üzerindeki etkisi ise kentsel dönüşüm, yerinden etme ve yeni “içermeci” kent politikalarıyla yakından ilişkili.

Sözde erişilebilir mekandan kastım, fiziksel anlamda erişilebilir, ancak sosyal anlamda dışlayıcı mekanlar. Yani mekanın bir çeşit sembolik çitle çevrili olması. Bu sembolik çitler yaşlıların bazı mekanlarda sosyalleşmesini engelleyen ve dahası onlarda bir çeşit yabancılaşmaya yol açan bariyerler. Bugün soylulaştırma projelerinin yaşlılar üzerindeki etkisi üzerine yapılmış çalışmaların en sık ortaklaştığı nokta bu yabancılaşma hissi.4 Literatürde yerinden etmeden soylulaştırma (gentrification without displacement) üzerinden tartışılan bu konuda hedef kullanıcı kitlesi dışında kalan insanları “rahat ettiren mekanlar”ın artık olmayışı, seçeneklerin giderek azalması ve mekanların tektipleşmesi en sık dile getirilen sorunlar olarak öne çıkıyor. Yaşlılar bu yaratıcılık, yenilikçilik ve canlılık vurgulu “cool” mekanların hedef kitlesinin dışında kalıyor çünkü arzu edilen genç, orta sınıf tüketici profiline uymuyorlar. Alışveriş merkezi, kafe, restoran gibi bugün sıkça kullanılan buluşma yerleri bu ideal kullanıcı etrafında tasarlanıyor. Dolayısıyla yaşlıların deneyimlediği mekansal ayrımcılık sınıfsal bir temelden de öteye geçiyor. İstanbul’un her yerine virüs gibi yayılan üçüncü dalga kahveciler, lokal-füzyon mutfaklar, sanat galerileri, konser salonları, parklar, kısacası her yer bu örtük yaşçılıktan nasibini alıyor. Mekanların bu sembolik çitleri yaşlıların yersiz yurtsuz hissetmesine yol açıyor. Mekansal aidiyetleri sarsılıyor ve yaşadıkları mahalleye, kente yabancılaşmaya ve sokakta gitgide daha az görünür olmaya başlıyorlar. Belirli bir mekana has, zamanla geliştirilmiş bağlar ve mekansal hafıza siliniyor ve yerini “yeni” ve “dinamik” olana bırakıyor. 

Fotoğraf: Berkay Ergüler

Marcuse bu durumu yerinden edilme baskısı (displacement pressure) olarak tanımlanıyor.5 Buna göre yerinden etme durumlarından etkilenen topluluklar yalnızca fiziksel olarak yer değiştirmek zorunda kalanlar değil; örneğin bir mahallenin tanınmayacak derecede dönüşmesi, tanıdık yüzlerin oradan taşınması gibi durumlar da insanların mekansal aidiyetlerini derinden sarsarak üzerlerinde bir çeşit baskı oluşturuyor. Bugün İstanbul’un hızla değişen birçok mahallesinde hissedilen bu durum, yaşlılar sözkonusu olduğunda daha da öne çıkıyor. Çünkü uzun süre aynı mahallede ikamet etmiş insanların yaşadıkları yere yabancılaşması veya oradan taşınmak zorunda kalması yer değiştirme travması (relocation trauma) gibi riskler taşıyor, beraberinde birçok bilişsel ve zihinsel bozulma getirebiliyor.6 Mekansal aidiyetsizlik, yakışıksızlık gibi hislerin sonucu olarak yaşlılar, yaşlılığın homojenleştirilip tektipleştirildiği mekanlara itiliyorlar. Örneğin Türkiye’de birçok belediyenin yaşlılar özelinde sunduğu hizmetler iki çatı altında birleşiyor: yaşlı özelleşmeli sağlık hizmetleri ve sosyal yaşam evleri. İlki belediyenin şart koştuğu bazı kriterleri sağlayan yaşlılara götürülen evde bakım, temizlik, sağlık danışma hattı, acil durum butonu gibi hizmetleri kapsıyor. İkincisi ise yaşlıların ikamet ettiği semtte bulunan yaşam/mahalle evlerinde sunulan hizmetlerden oluşuyor. Bu hizmetler çoğunlukla yaşlıların kendi yaş grubundan insanlarla bir araya gelip sosyalleşmesini sağlamak amacıyla izole mekanlarda organize ediliyor. Resim, heykel, müzik, bilgisayar dersi gibi çeşitli alanlarda eğitimler veriliyor. Genellikle mekanın içinde ya da yakınında bulunan bir alan da geriye kalan vakitte bir araya gelmeleri ve tanışmaları için ortak alan olarak hizmet veriyor. Bu mekanların planlaması, yukarıda bahsettiğim homojen ve ideal yaşlılıktan, örneğin yaşlıların kendi yaş grubundan insanlarla etkileşimde olmak isteyecekleri varsayımından yola çıkıyor ve tam da bu nedenle sorun teşkil ediyor. Bu uygulamalara karşıt olarak geliştirilen içermeci, katılımcı politikalar ise birçok kusur barındırıyor.

Bu Mahalle Hepimizin (mi?)

Mekanı anlamlı kılan hafıza, ötekiyle karşılaşma ve deneyim gibi bileşenler tepeden inme kaynaştırma politikalarıyla yeniden inşa edilmeye çalışılıyor. Bir nevi aynı potada eritme stratejisiyle uygulanan içermeci düzenlemeler iyileşmenin yolunun ötekiyle karşılaşmaktan geçtiğini öne sürüyordu, ama Gill Valentine ve meslektaşlarının 2000’lerin başından beri mekansal karşılaşma ve öteki üzerine yaptıkları araştırmalar bize başka bir hikâye anlatıyor.7 Öteki olana karşı duyulan örtük ya da değil, her türlü önyargı ve ayrımcı tutum doğrudan meydan okunmadığı sürece baki kalıyor. Dolayısıyla burada müdahale gerektiren durum mekansal ayrışmayı engellemekten ibaret değil, insanların yaşlı nüfustaki çeşitliliği anlaması ve onların birey olarak aktörlüklerinin tanımasının sağlanması gerekiyor. Mekansal karşılaşmanın getirdiği çatışma ötekinin dezavantajına sonuçlanıyor, çünkü baştan adil olmayan bir karşılaşmadan söz ediyoruz. Yeni nesil mekanların öncelikli olarak daha genç orta sınıfı hedeflediğini düşünürsek, yaşlıların kendilerine yer bulamamaları şaşırtıcı değil. Örneğin İstanbul’un birçok köklü mahallesinde kamusal alan bazında seçeneklerin azalması sözkonusu; halihazırda herkes için çember daralıyorken bu çemberin yaşlılar için daha da dar olduğunu görmek zor değil. Sennett’in bahsettiği gibi kamusal alanlar artık birçok insan tarafından bir şeylerin tüketildiği/satın alındığı yerler olarak algılanıyor, alışveriş merkezleri ve çarşı gibi tüketim ve zevk merkezli yerler gibi.8 Bunun dışında parklardan, meydanlardan söz etmek gitgide zorlaşıyor. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma projeleri anlamının karşılıklı olarak üretildiği, paylaşıldığı mekanların kimliksizleşmesine yol açıyor. Uzun yıllar aynı mahallede ikamet eden biri için tanıdık ve güvenli olan çevrenin bir anda dışlayıcı ve yabancı bir mekana dönüşmesi birçok sorunu beraberinde getiriyor.

Yaşa dayalı yerinden etme süreçlerine maruz kalan iki gruptan söz edebiliriz. Birincisi, yeni gelenlerini çoğunlukla genç orta ve üst sınıfın oluşturduğu soylulaşmaya uğrayan semtlerde ekonomik nedenlerle yerinden edilen ve genel olarak şehrin çeperinde, daha düşük gelirli mahallelere taşınan yaşlılar. İkincisi ise, halen aynı semtte yaşamaya devam eden, ancak yerinden edilme baskısıyla karşı karşıya olanlar. Birinci grup, birçok hassas grupta olduğu gibi çeşitli dezavantajların kümülatif olarak birikmesi sonucu yerinden edilen ve üzerinde en sık durulan gruplardan birini oluşturuyor. İkinci grup ise yıllardır yaşadığı mahallede günlük hayatını artık “öteki” olarak sürdüren ve yabancılaşma döngüsünün içerisinde olan yaşlı nüfustan oluşuyor. Örnek vermek gerekirse, Kadıköy ve Beşiktaş, İstanbul’un en yaşlı nüfusa sahip semtlerinden ve aynı zamanda Beyoğlu’ndaki dramatik dönüşümden sonra eğlence merkezi olarak gözde hâle gelen semtler. Dolayısıyla bu semtler önemli oranda genç nüfusu çekiyorlar ve son yıllarda gözle görülür biçimde popülerleşmesinden dolayı hem oldukça kalabalıklaşan hem de hızla değişen mekanlar. Buralarda ikamet eden yaşlılarda giderek artan bir yerinden edilme baskısından söz etmek mümkün. 

Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların 2000’ler sonrası reçete ettiği “yerinde yaşlanma” uygulamaları, yaşlıların mümkün olduğu kadar uzun süre kendi mahallelerinde ve evlerinde yaşamlarını sürdürmeleri gerektiğini öne sürüyor. Özünde yaşlıların bakımevi ve hastane gibi sağlık kurumlarındaki masraflarını kısmayı ve bakımı kurumsaldan aileye aktarmayı hedefleyen bu reçete, gerekli koşullar sağlandığı takdirde yaşlıların bağımsız ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlayabilir. Yerinde yaşlanmaya devam edenlerin yaşam kalitelerinin ve beyan ettikleri yaşam memnuniyetlerinin (Self-reported life satisfaction), ileri yaşlarda yer değiştirmek zorunda kalmış kişilere göre daha yüksek olduğuna dair birçok çalışma bulunuyor.9 Uzun süre ikamet edilen yerde komşularla, esnafla kurulan ilişkiler ve mekanın kişi için tanıdık detaylara sahip olması güven duygusunu sağlayarak yaşlıların ruhsal ve zihinsel sağlığına katkıda bulunuyor.

Neredeyim ben?

“Kadıköy’de sürekli yeni yerler açıyorlar, ama ne olduklarını bilmiyoruz. Bakıyorum, sanki oraya gidersem hoş karşılamazlar gibi geliyor. Ne yapayım? Gidip ‘Burası ne’ diye mi sorayım? Hoş olmaz ki! Tanıtımı falan da yapılmıyor pek, anlamıyoruz ne oluyor.”

Kadın, 70, Hasanpaşa / İstanbul

Yaşlıların bu sözde erişilebilir mekanlardaki görünürlükleri ve mekanla olan etkileşimleri son yıllarda kamusal alan karşılaşmaları konusunda tartışılan uygunsuz/yakışıksız hissetme durumuyla yakından ilişkili. Görünürde engeli olmayan, “içermeci” yeni nesil mekanlar, orada bulunan yaşlıların dışlanmış hissetmelerine, ayıplandıklarını düşünmelerine ve aidiyetsizlik hissi yaşamalarına neden oluyor. Daha önceden bağ kurdukları mekanların yerini bu örtük yaşçı mekanlara bırakması, mekanı anlamlı kılan yaşanmışlıkların silinmesi gibi durumların, özünde bir hak ihlali olarak ele alınması gerekiyor. Lefebvre’in önerdiği ve bugün birçok kent çalışmacısı, aktivist ve örgüt tarafından dezavantajlı grupların kentsel alandaki konumunu tartışırken değinilen şehir hakkı burada devreye giriyor.10 Lefebvre’in kapitalist mekanın değişim ve kullanım değeri üzerinden tartıştığı şehir hakkı, mekanın kullanıcılarının özel mülkiyet sebebiyle kârına kâr katanlara karşı örgütlenmesi, şehri kendi ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda dönüştürmesine işaret ediyor. Adil, eşitlikçi ve özgür mekanlar için şehrin kenara süpürülen sakinlerine yer açılması ve seslerinin duyulması gerekiyor. Bunun için de bütün kimlikleri tek potada eriten sözde bir içermeciliktense, müşterek ve müdahil bir kent planlamasına ihtiyaç var.


1- Yazıda kullanılan alıntılar 2017’de yürüttüğüm şehir hakkı ve yaşlılık konulu yüksek lisans tezi kapsamında 70 yaş ve üstü bireylerle yaptığım derinlemesine mülakatlardan alınmıştır. Tunçer, M. (2017) “Urban Ageing and the Right to the City: Experiences of Elderly in Kadıköy”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi.

2- Pasupathi, M. ve C. E. Löckenhoff,  (2002) “Ageist Behavior”,  Ageism: Stereotyping and Prejudice Against Older Persons, haz. T. D. Nelson içinde, Cambridge, MA, ABD: The MIT Press, s. 201-46.

3- Çayır, K. (2012) “Yaşçılık / Yaşa Dayalı Ayrımcılık”, Ayrımcılık: Çok Boyutlu Yaklaşımlar, haz. K. Çayır ve M. Ayan Ceyhan, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 163-77.

4- Henig, J.G. (1981) “Gentrification and Displacement of the Elderly: An Empirical Analysis”, The Gerontologist, 21(1): 67-75; Burns, V. F., J. P. Lavoie ve D. Rose (2012) “Revisiting the Role of Neighbourhood Change in Social Exclusion and Inclusion of Older People”, Journal of Aging Research.

5- Marcuse, P. (1985) “Gentrification, Abandonment, and Displacement: Connections, Causes, and Policy Responses in New York City”, Journal of Urban and Contemporary Law, 28:195-240.  

6- Castle, N. G., (2001) “Relocation of the Elderly”, Medical Care Research and Review, 58(3): 291-333.

7- Valentine, G. (2008) “Living with Difference: Reflections on Geographies of Encounter”, Progress in Human Geography, 32(3): 323-37; Leitner, H. (2012) ”Spaces of Encounters: Immigration, Race, Class, and the Politics of Belonging in Small-Town America”, Annals of the Association of American Geographers, 102(4): 828-46. 

8- Sennett, R. (1989) “The Civitas of Seeing”, Places Journal, 5(4): 82-84.

9- Dünya Sağlık Örgütü (WHO) (2007) Global Age-Friendly Cities: A Guide, Fransa;  Plouffe, L. ve A. Kalache (2010) “Towards Global Age-Friendly Cities: Determining Urban Features that Promote Active Ageing”, Journal of Urban Health: Bulletin of the New York Academy of Medicine, 87(5): 733-39; Buffel, T., Phillipson, C. ve T. Scharf (2012) “Ageing in Urban Environments: Developing ‘Age-Friendly’ Cities”, Critical Social Policy, 32(4): 597-617.

10- Lefebvre, H. (2016) Şehir Hakkı, İstanbul: Sel

DÖN