Kentleşme ve nüfusun yaşlanması 21. yüzyılda gündelik hayatın biçimlenmesindeki iki önemli faktördür. 2006 yılından itibaren dünya nüfusunun yarısından fazlası kentsel alanlarda yaşamaktadır. Nüfus projeksiyonlarına göre ise yakın gelecekte kentlerdeki nüfusun önemli bir kısmının yaşlılardan oluşması öngörülmektedir. 2015 yılı verilerine göre OECD ülkelerinde yaşlı (65+) nüfusun %43,2’si kentlerde yaşamaktadır ve kentlerde yaşayan yaşlı nüfusun artması beklenmektedir. Zira 2001-2011 yılları arasında kentlerdeki yaşlı nüfus %23,8 oranında artarken kırsal alanlarda %18,2 oranında artmıştır. 2001 yılında OECD ülkelerinde kentlerde yaşayan yaşlı nüfusun oranı %12,2 iken 2011 yılında %13,9’a yükselmiştir.1 Bu iki eğilim, düşük ya da orta düzey gelir seviyesine sahip ülkelerde daha dramatik bir biçimde gerçekleşmektedir. Azgelişmiş ülkelerde 2050 yılında 60 ve üzeri nüfusun %25’i kentlerde yaşayacaktır; gelişmiş ülkelerde ise halihazırda yaşlı nüfusun %80’i kentlerde yaşamaktadır.2 Kente ve yaşlanmaya ilişkin mevcut nüfus yapısı ya da nüfus projeksiyonları önemli olmakla birlikte, kentleşmenin ve kentte yaşlanma pratiklerinin nüfus verilerinden bağımsız bir biçimde düşünülmesi bir zorunluluktur. Demografik değişimler, meselenin daha geniş ölçüde ele alınmasını zorunlu kılmakla birlikte kentte yaşlanma deneyimini önemli kılan tek değişken değildir.

Yaşlanmanın mekan bağlamından ayrı düşünülemeyeceği dikkate alınırsa kentsel ve kırsal alanda yaşlanma sürecinin birbirinden farklılaştığı söylenebilir.3 Homojen ve toplumsal hayattan izole bir yaşlılık biçiminin var olduğu kırsal alanda genel olarak gelir az, sağlık hizmetlerine erişimi düşük ve sınırlı hareket kabiliyeti olan bir yaşlı nüfusu bulunmaktadır. Heterojen, akrabalık ve aile ilişkilerinin görece zayıf olduğu kentsel alanda ise kırsal alana kıyasla çocukların yaşlılara daha az destek verdiği, sağlık hizmetlerine erişimin yüksek olduğu ve yaşlıların daha geniş hareket kabiliyetine sahip oldukları söylenebilir. Kentte ulaşım imkanları kırsala göre daha iyiyken kırda yaşlıların geliri düşüktür ve sadece niteliği iyi olmayan sağlık hizmetlerine erişebilmektedirler, ama güçlü bir arkadaşlık ve komşuluk ilişkisine sahiptirler.

Yaşlanma mekanla, yerleşimle ve mekana bağlı bir biçimde gerçekleşen iktisadi, toplumsal ve siyasal ilişkilerle yakından ilişkilidir. Yaşlıların mekanla kurduğu ilişki hem yaşam düzenlerinden etkilenmekte hem de yaşam düzeninin niteliğini oluşturabilmektedir. Bu, yaşlıların yaşam düzeni ile mekanın özellikleri arasında birbirinden ayrılmaz bir ilişki olduğunu göstermektedir. Mekanın sunduğu yaşam alanı, yaşlıların gündelik hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle kent ve yaşlanma deneyimi arasındaki ilişkinin daha net tanımlanabilmesi için hem kentleşmenin yeni dinamiklerinin ekonomi politik boyutları hem de kentlerdeki yaşlanma pratikleri ele alınmalıdır. Zira Merrifield’in söylediği gibi “kentsel nüfus patlamasının, x kişinin y sene içinde kentsel alanlarda yaşayacağına dair ardı arkası kesilmeyen medya iddiaları ve ‘uzman’ görüşleri –bütün bu Malthusçu korku tüccarlığı– mevcut kent sorununu çevreleyen sınıf ve iktidar meselesini bulanıklaştırıyor.”5 Yeni kentleşme dinamiklerinin ele alınması yaşlanmanın ekonomik, siyasi ve toplumsal ilişkilerle var olan kentsel alanla ilişkisinin daha geçerli bir zeminde anlaşılmasını sağlayacaktır. Böylelikle kentsel alanda yaşlanmanın boyutları, imkanları ve sınırlılıkları görülebilecektir.

Yeni Kentleşme Dinamikleri

1970’li yıllardan itibaren dünyadaki ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişmeler kentleşmenin boyutlarını farklılaştırmış ve kentteki gündelik hayatın önemli ölçüde değişimine neden olmuştur. “Kent dokusu” terimini dünyanın “kentleşmesini” anlamak için kullanan Merrifield6 bu terimin, az büyüme ile aşırı büyüme, yalnızlık ile kalabalıklaşma, azgelişmişlik ile aşırı gelişmişlik olarak kendini gösteren süreç hakkında düşünmeyi kolaylaştırdığını belirtmektedir.

1980 sonrasında sanayi toplumundan bilgi toplumuna, ulus devletler dünyasından küresel bir dünyaya, Fordist üretimden esnek üretime ve modernist zihniyetler dünyasından postmodernist zihniyetler dünyasına geçişte kentleşme biçimlerinin de dönüştüğünü vurgulayan İlhan Tekeli’ye göre bu dönüşüm yerleşmeler sisteminde, kentlerin formunda, toplumsal tabakalaşmada ve demokrasi ve yönetim anlayışında olmak üzere temelde dört alanda gerçekleşmiştir: (1) İletişim teknolojilerindeki değişimler, zaman ve mekan arasındaki ilişkiyi değiştirmekte, sınırların ve kapıların önemini yitirmesine yol açarak mekanın bir ağ biçiminde örgütlenmesine, ülkeler arasındaki akım ilişkilerinin kentler üzerinden gerçekleşmesine ve kentlerin birbirleriyle rekabet etmesine neden olmaktadır. Artık büyük kentler, dikey işbölümü yerine yatay işbölümünü kolaylaştırmakta ve güçlerini buradan almaktadırlar. (2) Kentler giderek tek merkezli metropoliten yerleşimler olmaktan çıkarak geniş bir alana yayılan ve her parçası küresel ilişkilere sahip çokmerkezli bir kentsel bölgeye dönüşmektedir. Merkezi iş alanı çevresinde beliren çöküntü alanlarının soylulaştırılması, yeni orta ve üst orta sınıflar için kentlerin çeperlerinde kapıları kapalı lüks konut alanlarının inşa edilmesi söz konusudur. (3) İstihdam piyasasında farklılaşmaların yaşanması, esnek üretimin giderek yaygın hâle gelmesiyle mavi yakalıların azalması ve beyaz yakalıların artması, kentlerde yeni orta sınıfların yükselişini getirmiştir. Bu durum kentteki yaşam tarzlarını ve tüketim biçimlerini değiştirmektedir. (4) Geçmişte tek taraflı ve etkileşime kapalı yöntem anlayışının değiştiği ve yönetişim yaklaşımının giderek yaygınlaştığı söylenebilir. Bu durum üstten verilen kararların değişmesi anlamına gelmektedir.7

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Kentleşme biçimlerindeki bu değişimlerin temelinde devlet, sermaye ve toplum ilişkilerinin farklılaşması olduğu söylenebilir. Castells’in 1970’li yıllarda tanımladığı şekliyle, devlet tarafından sunulan ortak/kolektif tüketim öğeleri hem devletin hem sermayenin meşruiyetini hem de emeğin yeniden üretimini sağlamaktaydı. Devlet tarafından finanse edilen eğitim, sağlık, konut ve ulaşım gibi mal ve hizmetler ortak/kolektif tüketim olarak tanımlanmakta ve Castells bu tüketimi düzenleyen, planlayan ve finanse eden devletin kendi siyasi meşruiyetini sağladığını iddia etmekteydi.8 Bu açıdan kent, Castells için emek gücünün yeniden üretiminin mekanıydı. Castells’in, kenti emeğin yeniden üretiminin mekansal birimi olarak tanımlamamasını eleştiren Merrifield9, Castells’in analiz ettiği “kent sorunu”ndan farklı olarak “yeni kent sorunu”nu tartışmaktadır. Buna göre devlet ideolojik ve maddi açıdan insanları desteklemekten ziyade sermayeyi desteklemektedir. Sermaye üretken bir biçimde kentsel mekanı “yağmalamakta”, ortak/kolektif tüketim biçimlerine “aktif” olarak el koymakta, kentsel mekanı bir meta, finansal bir varlık olarak değerlendirmekte, insanları yerlerinden etmekte ve sürekli olarak arazinin değerini artırmaktadır. 

Arazi değerinin sürekli artması kapitalist kent ilişkilerinin belirlenmesinde ve kentlerin homojenleşmesinde merkezi bir öneme sahiptir. David Harvey’e göre kullanım, değeri belirlediği zaman konut tahsisi toplumsal anlamda akılcı bir şeydir. Ancak değer, kullanımı belirlediğinde ise konut tahsisi, yaygın spekülasyonun ve suni kıtlıkların himayesinde gerçekleşir ve üretimin ve dağıtımın örgütlenmesiyle ilgili olduğu iddiasını kaybeder. Sosyal politikalar birinci tahsisi gerçekleştirmeye çalışsalar da özel mülkiyetin tekelci gücünü koruyacak çok sayıda taktik vardır. Sosyal politikalar bu taktikler karşısında çaresiz kalır ve ülkelerin siyasi, ekonomik ve toplumsal koşulları farklılaşsa da kapitalist kent biçimlerinde bir homojenlik sağlar.10 Kapitalist kent biçimlerinin homojenleşmesi 1980 sonrasında giderek artsa da 19. yüzyıldan bu yana varlığını devam ettiren bir süreç olarak değerlendirilebilir. Andy Merrifield, 1980 sonrasında yaşananları 19. yüzyıl ortasında Paris’te Haussmann’ın müdahaleleriyle ilişkilendirmekte ve günümüzdeki kentsel politikaları Yeni Haussmannlaştırma olarak tanımlamaktadır. Kısaca Yeni Haussmannlaştırma, egemen sınıfın kentleri “yağmalamaya” ve “tekrar organize etmeye” yönelik küresel bir stratejisi olarak tanımlanabilir.11 Kentsel dönüşüm, Yeni Haussmannlaştırmanın ve kentsel girişimciliğin göstergelerinden biridir. Kentsel dönüşüm ile sermayenin kentlere akışı hız kazanmaktadır. 

Kent Dokusunda Değişimler ve Yaşlılık

1970 sonrasında ekonominin temel işleyişinin değişmesi ve istihdam piyasasının farklılaşması yaşlıları etkilemiş, çalışma yaşamının dışında bırakmış, emeklilik dönemlerini ise ekonomik güçlüklerle yaşanmasına neden olmuştur. Diğer taraftan istihdam piyasasının yapısal değişimi ve kadınların daha fazla istihdam piyasasında yer alması yaşlılara verilen toplumsal desteğin azalmasını beraberinde getirmektedir. İstihdam piyasasındaki kadın ve erkek daha fazla kent içi ve dışı hareketliliğe sahiptir ve bu durum onların ebeveynleriyle görüşme sıklığını değiştirmekte, onlara destek olma imkânlarını farklılaştırmaktadır. Bu hareketlilik kuşaklararası ilişkileri ve dayanışma mekanizmalarını dönüştürmektedir. Bu durum da ekonomik dönüşümün yanı sıra kentlerde önemli bir toplumsal değişim yaşanmaya başladığını göstermektedir.

Metropoliten alanlardan çokmerkezli kentsel bölgelere geçilmesi, kentler arasındaki rekabetin hız kazanması ve sermayenin kendini kent mekanı üzerinden yeniden çevrime sokması ile soylulaştırma ve kentsel dönüşüm temel eğilimlerden biri hâline gelmektedir. Sosyoekonomik olarak orta ve üst gelir grubundaki yaşlı nüfusun daha yoğun olduğu kentin tarihi merkezinde soylulaşmanın yaşandığı, öğrenci ve genç nüfusun arttığı görülmektedir. Yine kent merkezinde kentsel dönüşümün (birey ya da kamu kararıyla) gerçekleşmesi demografik ve sosyal yapıda önemli değişimler yaratmaktadır. Görece sosyoekonomik olarak alt ve orta gelir grubundaki yaşlıların bulunduğu kentin çeperlerinde de kentsel dönüşüm (birey ya da kamu kararıyla) ile sosyomekansal bir değişim gerçekleşmektedir. Kent formunda yaşanan bu gelişmeler yaşlıların gündelik hayat pratiklerinde değişimlere neden olmaktadır. Yerinde yaşlanmanın hem fiziksel mekana alışkanlık ile olan ilişkisi hem de yerleşik sosyal ilişkiler açısından önemi dikkate alınırsa kent formundaki bu değişimler hayati önem taşımaktadır. Soylulaşma, öğrencileşme ve gençleşme kent merkezlerinde kalabalığın ve gürültünün artmasına, tüketim ve eğlence mekanlarının çoğalmasıyla homojen yapı giderek heterojenleşmektedir. Kent merkezinde uzun süredir yaşayan yaşlılar, değişen sosyomekansal çevreye uyum sağlama konusunda zorlanmakta ve kamusal mekanlardan giderek çekilmektedirler. Kentsel dönüşüm (özellikle kamu eliyle gerçekleşen bütüncül dönüşümler) ise yapılı çevreyi tümüyle değiştirmekte ve özellikle yaşlıların sosyal ilişkilerinin farklılaşmasına neden olmaktadır. Alışkanlıklar, mahalle ve komşuluk ilişkileri, toplumsal hafıza, tanıdık çevre yitirilmekte ve bu durum yaşlıların gündelik hayatını derinden etkilemektedir. 

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Kentlerdeki yaşlılar, yalnızlık ve kalabalıklaşma arasında bir hayatı yaşamaktadırlar. Özellikle kent merkezlerindeki yaşlıların az çocuk ve akraba sahibi oldukları dikkate alınırsa sosyal ilişkilerde giderek yalnızlaştıkları söylenebilir. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma süreçleri de bu yalnızlığın artmasına neden olabilmektedir. Kentlerde artan beyaz yakalı nüfusun eğlence ve tüketim alışkanlıklarındaki yenilikler kent merkezlerine olan ilgiyi artırmıştır. Kentsel rekabette önemli unsurlardan biri olan eğitimli, profesyonel meslek sahipleri ve yaratıcı endüstri çalışanlarının kente çekilmesi, tüketim kalıplarında ve yaşam tarzlarında önemli değişimler yaratmaktadır. Bu değişim, kent merkezlerinde, görece yaşlı nüfusun yoğun olduğu alanlarda gerçekleşen tüketim eksenli soylulaşmayı ve kalabalıklaşmayı beraberinde getirmektedir. Kalabalıklar arasında ama yalnız kalan yaşlıların mekanı kullanım pratikleri dönüşmekte ve giderek içe kapanmaları ya da kent içinde ve kent dışında farklı mekanlara taşınmaları gündeme gelmektedir.

Diğer taraftan Türkiye kentleşme deneyimine bakıldığında, halihazırdaki yapılı çevrenin yaşlıların gündelik hayatını kolaylaştıracak ve aktif bir yaşlanma süreci geçirmelerini sağlayacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Kentsel dönüşüm politikalarının ve uygulamalarının, Türkiye kentlerinin sınırlılıklarının aşılması ve imkânlarının genişletilmesi için ortaya çıktığı karar vericiler tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır. Ancak gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları yaşlıları ve onların yaşama kültürünü dikkate almamakla birlikte, yeni oluşan alanlarda yaşlıları çeşitli dezavantajlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Kentsel dönüşüm iyileşme sağlamak üzere yola çıkarken yaşlıların gündelik hayatını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle Türkiye’de yeni bir kentleşme hamlesi olarak değerlendirilebilecek olan kentsel dönüşüm politikalarının ve uygulamalarının yaşlılar için bir tehdit değil imkân olarak yeniden kurgulanması gerekmektedir. Bunun için sermayenin baskısını kırabilecek ve katılımı sağlayabilecek mekanizmaların geliştirilmesi önemlidir.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Yaşlılar sadece kentsel dönüşüm politikaları ve uygulamaları çerçevesinde değil, genel olarak kentle ilgili karar alma süreçlerine dahil edilmemektedirler. Türkiye’de tüm toplumsal gruplar için geçerli olan bu durumun değişmesi gerekmektedir. Özellikle farklı toplumsal grupların taleplerini dile getirebilmeleri ve yönetime katılmaları demokratik yönetimler açısından elzemdir. Yaşlıları “deneyimli/tecrübeli”, “bilge” gibi olumlu biçimde tanımlayan bir toplulukta kent ve kentle ilgili hususlar söz konusu olduğunda onları dışarıda bırakmak bir çelişkinin göstergesidir. Türkiye’de yerel yönetimler yaşlıların özellikle evde bakım taleplerine yanıt vermektedirler ve bu yönde uygulamalar gerçekleştirmektedirler. Ancak mekansal politikalar ve uygulamalarda da yaşlıların yönetimde bulunmasına olanak tanınmalıdır. Bunu sağlamak için yaşlılara kategorik ve türdeş bir grup olarak bakmamak ve onları kentli ve birbirinden farklı özellikleri, talepleri, yaşamları, aileleri olan bir toplumsallık olarak değerlendirmek gerekir.

Yaşlıların kentin ve kentsel toplumun ayrılmaz bir parçası oldukları dikkate alınırsa yaşlılık ve yaşlanma deneyiminin hem daha rahat kavranabileceği hem de bütünsel mekansal ve sosyal politikalar geliştirilebileceği söylenebilir. Ancak sermayenin baskısı ve kentler arasındaki rekabet, istihdam piyasasına dahil olamayan yaşlıların dışarıda bırakılmasına neden olmaktadır. Bu durumu kamusal mekanlar üzerinden okumak mümkündür. Kentlerde sınırlı kamusal mekan kullanımına sahip olan yaşlıların, yoğun olarak park/bahçe alanlarını, ibadethaneleri, kahvehaneleri/lokalleri kullandığı görülmektedir. Kamusal mekanların sınırlı olduğu kentlerde bu alanların artırılması ve yaşlılara yönelik hâle getirilmesi gerekmektedir. Kamusal tuvaletler, oturaklar/banklar, kaldırımlar, tabelalar/yönlendirmeler (resimli, renkli, büyük harfli), parklar, kafeler vb. kamusal mekanların ve imkânların sayıca artırılması ve niteliklerinin iyileştirilmesi zaruridir. Kentsel koşulların tüm kentlilerin kamusal mekanlara rahatça erişebileceği ve kullanabileceği nitelikte olması gerekmektedir.

Sermayenin kent üzerindeki baskısı ve kentler arasındaki rekabet, özellikle metropollerdeki arazi spekülasyonunu ve değerini artırmaktadır. Bu durum konut edinme süreçlerinde yaşlıları dezavantajlı grupların başına yerleştirmektedir. Halihazırda Türkiye’de yaşlıların hatırı sayılır kısmının konuta sahip olduğu söylenebilir. Ancak bahsedilen değişimler dikkate alındığında yaşlanmakta olanların yakın gelecekte kentsel koşullarda zorlanabilecekleri hususların başında “konuta erişim”in geleceği ileri sürülebilir. Bunun önüne geçebilmek için hem genel mekan ve konut politikalarını gözden geçirmek hem de yaşlılar için (kent dışında ve/veya dışlayıcı pratikleri destekleyen şekilde değil) konutla sosyomekansal çevrenin uyumlu olduğu yaşam alanlarının oluşturulması gerekmektedir.

Kentleşmenin geçmişten beri var olan dinamiklerinin yeni boyutlar kazanması kentte yaşayan farklı toplumsal grupların kentle ve kentsel imkânlarla kurduğu ilişkiyi de önemli ölçüde değiştirmektedir. Modern iktisadi sistemin kent üzerindeki etkisi, özellikle çalışma yaşamının görece dışında yer alan çocuklar, engelliler ve yaşlılar açısından yıkıcı boyutlara varmaktadır. Bu nedenle kapitalist kentleşmenin yeni dinamikleri anlaşılmadan ve/veya bu bağlam dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmeler iyi niyetli olsalar da gerçekçi ve kalıcı çözüm üretmekten uzak kalacaklardır. Diğer taraftan belli iyileştirmeleri sağlamak için çeşitli adımların atılmasında söz konusu toplumsal gruplar açısından yarar olduğu söylenebilir. Bunun için yaş dostu kentlerin politika ve uygulamalarından esinlenerek, ancak yerel yaşama kültürünü odağa alarak kentte yaşlanma deneyiminin aktif bir biçimde gerçekleşmesine imkân tanıyacak müdahaleler gerçekleştirilebilir. Yerelleştirme kent, semt ve mahalle düzeyine kadar inmelidir. Bunun için yaşlıların yekpare bir grup olmadığı ve farklı özelliklerinin bulunduğu dikkate alınmalıdır. Ayrıca yaşlılığın bir anda ortaya çıkan/kronolojik olarak erişilen eşik sonrasında beliren dışsal bir kategori olmadığının anlaşılması gerekmektedir. Kentsel koşullarla olan ilişkinin hayatın başlangıcından itibaren oluşmaya başladığını fark etmek önemlidir. Kentte yaşlanma deneyiminin aktif ve huzurlu bir biçimde yaşanması için yaşam seyri perspektifine ihtiyaç vardır. Yaşam seyrinin ve kentsel koşulların şekillenmesinde etkili olan ekonomik, politik ve toplumsal değişimlerin birlikte dikkate alınması hem meselenin kavranmasını mümkün kılacak hem de daha gerçekçi çözümleri konuşmaya imkân verecektir.


1- OECD (2015) Ageing in Cities, Paris: OECD Publishing, s. 5, dx.doi.org/10.1787/9789264231160-en (Erişim tarihi: 4 Nisan 2019). 

2- Beard, J. vd. (2012) “Ageing and Urbanization”, Global Population Ageing: Peril or Promise içinde, haz. J. Beard vd., Cenevre: World Economic Forum, s. 93.

3- Şentürk, M. (2015) “Sonuç ve Tartışma: Bir Yaşam Alanı Olarak Kent ve İstanbul’da Yaşlanmak”, İstanbul’da Yaşlanmak içinde, haz. M. Şentürk, H. Ceylan, İstanbul: Açılım Kitap, s. 283-341.

4- Hooyman, N., K. Kawamoto, A. Kiyak (2015) Aging Matters: An Introduction to Social Gerontology, New Jersey, NJ: Pearson, s. 301-11.

5-  Merrifield, A. (2017) Yeni Kent Sorunu, çev. D. Toprak, C. Akyos, İstanbul: Tekin, s. 14-15.

6- A.g.y., s. 15.

7- Tekeli, İ. (2014) “Türkiye’yi Anlamanın Yolu Kentlerini ve Demokrasisini Tanımaktan Geçiyor”, Doğu Batı, 67: 63-84.

8- Şentürk, M. (2011) “Kentsel Müdahaleler Açısından İstanbul”, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

9- Merrifield, A. (2017) A.g.y., s. 17-18.

10-  Harvey, D. (2009) Sosyal Adalet ve Şehir, çev. M. Moralı, İstanbul: Metis, s. 175-6.

11- Merrifield, A. (2017) A.g.y., s. 18, 50.

Kentleşme ve nüfusun yaşlanması 21. yüzyılda gündelik hayatın biçimlenmesindeki iki önemli faktördür. 2006 yılından itibaren dünya nüfusunun yarısından fazlası kentsel alanlarda yaşamaktadır. Nüfus projeksiyonlarına göre ise yakın gelecekte kentlerdeki nüfusun önemli bir kısmının yaşlılardan oluşması öngörülmektedir. 2015 yılı verilerine göre OECD ülkelerinde yaşlı (65+) nüfusun %43,2’si kentlerde yaşamaktadır ve kentlerde yaşayan yaşlı nüfusun artması beklenmektedir. Zira 2001-2011 yılları arasında kentlerdeki yaşlı nüfus %23,8 oranında artarken kırsal alanlarda %18,2 oranında artmıştır. 2001 yılında OECD ülkelerinde kentlerde yaşayan yaşlı nüfusun oranı %12,2 iken 2011 yılında %13,9’a yükselmiştir.1 Bu iki eğilim, düşük ya da orta düzey gelir seviyesine sahip ülkelerde daha dramatik bir biçimde gerçekleşmektedir. Azgelişmiş ülkelerde 2050 yılında 60 ve üzeri nüfusun %25’i kentlerde yaşayacaktır; gelişmiş ülkelerde ise halihazırda yaşlı nüfusun %80’i kentlerde yaşamaktadır.2 Kente ve yaşlanmaya ilişkin mevcut nüfus yapısı ya da nüfus projeksiyonları önemli olmakla birlikte, kentleşmenin ve kentte yaşlanma pratiklerinin nüfus verilerinden bağımsız bir biçimde düşünülmesi bir zorunluluktur. Demografik değişimler, meselenin daha geniş ölçüde ele alınmasını zorunlu kılmakla birlikte kentte yaşlanma deneyimini önemli kılan tek değişken değildir.

Yaşlanmanın mekan bağlamından ayrı düşünülemeyeceği dikkate alınırsa kentsel ve kırsal alanda yaşlanma sürecinin birbirinden farklılaştığı söylenebilir.3 Homojen ve toplumsal hayattan izole bir yaşlılık biçiminin var olduğu kırsal alanda genel olarak gelir az, sağlık hizmetlerine erişimi düşük ve sınırlı hareket kabiliyeti olan bir yaşlı nüfusu bulunmaktadır. Heterojen, akrabalık ve aile ilişkilerinin görece zayıf olduğu kentsel alanda ise kırsal alana kıyasla çocukların yaşlılara daha az destek verdiği, sağlık hizmetlerine erişimin yüksek olduğu ve yaşlıların daha geniş hareket kabiliyetine sahip oldukları söylenebilir. Kentte ulaşım imkanları kırsala göre daha iyiyken kırda yaşlıların geliri düşüktür ve sadece niteliği iyi olmayan sağlık hizmetlerine erişebilmektedirler, ama güçlü bir arkadaşlık ve komşuluk ilişkisine sahiptirler.

Yaşlanma mekanla, yerleşimle ve mekana bağlı bir biçimde gerçekleşen iktisadi, toplumsal ve siyasal ilişkilerle yakından ilişkilidir. Yaşlıların mekanla kurduğu ilişki hem yaşam düzenlerinden etkilenmekte hem de yaşam düzeninin niteliğini oluşturabilmektedir. Bu, yaşlıların yaşam düzeni ile mekanın özellikleri arasında birbirinden ayrılmaz bir ilişki olduğunu göstermektedir. Mekanın sunduğu yaşam alanı, yaşlıların gündelik hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle kent ve yaşlanma deneyimi arasındaki ilişkinin daha net tanımlanabilmesi için hem kentleşmenin yeni dinamiklerinin ekonomi politik boyutları hem de kentlerdeki yaşlanma pratikleri ele alınmalıdır. Zira Merrifield’in söylediği gibi “kentsel nüfus patlamasının, x kişinin y sene içinde kentsel alanlarda yaşayacağına dair ardı arkası kesilmeyen medya iddiaları ve ‘uzman’ görüşleri –bütün bu Malthusçu korku tüccarlığı– mevcut kent sorununu çevreleyen sınıf ve iktidar meselesini bulanıklaştırıyor.”5 Yeni kentleşme dinamiklerinin ele alınması yaşlanmanın ekonomik, siyasi ve toplumsal ilişkilerle var olan kentsel alanla ilişkisinin daha geçerli bir zeminde anlaşılmasını sağlayacaktır. Böylelikle kentsel alanda yaşlanmanın boyutları, imkanları ve sınırlılıkları görülebilecektir.

Yeni Kentleşme Dinamikleri

1970’li yıllardan itibaren dünyadaki ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişmeler kentleşmenin boyutlarını farklılaştırmış ve kentteki gündelik hayatın önemli ölçüde değişimine neden olmuştur. “Kent dokusu” terimini dünyanın “kentleşmesini” anlamak için kullanan Merrifield6 bu terimin, az büyüme ile aşırı büyüme, yalnızlık ile kalabalıklaşma, azgelişmişlik ile aşırı gelişmişlik olarak kendini gösteren süreç hakkında düşünmeyi kolaylaştırdığını belirtmektedir.

1980 sonrasında sanayi toplumundan bilgi toplumuna, ulus devletler dünyasından küresel bir dünyaya, Fordist üretimden esnek üretime ve modernist zihniyetler dünyasından postmodernist zihniyetler dünyasına geçişte kentleşme biçimlerinin de dönüştüğünü vurgulayan İlhan Tekeli’ye göre bu dönüşüm yerleşmeler sisteminde, kentlerin formunda, toplumsal tabakalaşmada ve demokrasi ve yönetim anlayışında olmak üzere temelde dört alanda gerçekleşmiştir: (1) İletişim teknolojilerindeki değişimler, zaman ve mekan arasındaki ilişkiyi değiştirmekte, sınırların ve kapıların önemini yitirmesine yol açarak mekanın bir ağ biçiminde örgütlenmesine, ülkeler arasındaki akım ilişkilerinin kentler üzerinden gerçekleşmesine ve kentlerin birbirleriyle rekabet etmesine neden olmaktadır. Artık büyük kentler, dikey işbölümü yerine yatay işbölümünü kolaylaştırmakta ve güçlerini buradan almaktadırlar. (2) Kentler giderek tek merkezli metropoliten yerleşimler olmaktan çıkarak geniş bir alana yayılan ve her parçası küresel ilişkilere sahip çokmerkezli bir kentsel bölgeye dönüşmektedir. Merkezi iş alanı çevresinde beliren çöküntü alanlarının soylulaştırılması, yeni orta ve üst orta sınıflar için kentlerin çeperlerinde kapıları kapalı lüks konut alanlarının inşa edilmesi söz konusudur. (3) İstihdam piyasasında farklılaşmaların yaşanması, esnek üretimin giderek yaygın hâle gelmesiyle mavi yakalıların azalması ve beyaz yakalıların artması, kentlerde yeni orta sınıfların yükselişini getirmiştir. Bu durum kentteki yaşam tarzlarını ve tüketim biçimlerini değiştirmektedir. (4) Geçmişte tek taraflı ve etkileşime kapalı yöntem anlayışının değiştiği ve yönetişim yaklaşımının giderek yaygınlaştığı söylenebilir. Bu durum üstten verilen kararların değişmesi anlamına gelmektedir.7

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Kentleşme biçimlerindeki bu değişimlerin temelinde devlet, sermaye ve toplum ilişkilerinin farklılaşması olduğu söylenebilir. Castells’in 1970’li yıllarda tanımladığı şekliyle, devlet tarafından sunulan ortak/kolektif tüketim öğeleri hem devletin hem sermayenin meşruiyetini hem de emeğin yeniden üretimini sağlamaktaydı. Devlet tarafından finanse edilen eğitim, sağlık, konut ve ulaşım gibi mal ve hizmetler ortak/kolektif tüketim olarak tanımlanmakta ve Castells bu tüketimi düzenleyen, planlayan ve finanse eden devletin kendi siyasi meşruiyetini sağladığını iddia etmekteydi.8 Bu açıdan kent, Castells için emek gücünün yeniden üretiminin mekanıydı. Castells’in, kenti emeğin yeniden üretiminin mekansal birimi olarak tanımlamamasını eleştiren Merrifield9, Castells’in analiz ettiği “kent sorunu”ndan farklı olarak “yeni kent sorunu”nu tartışmaktadır. Buna göre devlet ideolojik ve maddi açıdan insanları desteklemekten ziyade sermayeyi desteklemektedir. Sermaye üretken bir biçimde kentsel mekanı “yağmalamakta”, ortak/kolektif tüketim biçimlerine “aktif” olarak el koymakta, kentsel mekanı bir meta, finansal bir varlık olarak değerlendirmekte, insanları yerlerinden etmekte ve sürekli olarak arazinin değerini artırmaktadır. 

Arazi değerinin sürekli artması kapitalist kent ilişkilerinin belirlenmesinde ve kentlerin homojenleşmesinde merkezi bir öneme sahiptir. David Harvey’e göre kullanım, değeri belirlediği zaman konut tahsisi toplumsal anlamda akılcı bir şeydir. Ancak değer, kullanımı belirlediğinde ise konut tahsisi, yaygın spekülasyonun ve suni kıtlıkların himayesinde gerçekleşir ve üretimin ve dağıtımın örgütlenmesiyle ilgili olduğu iddiasını kaybeder. Sosyal politikalar birinci tahsisi gerçekleştirmeye çalışsalar da özel mülkiyetin tekelci gücünü koruyacak çok sayıda taktik vardır. Sosyal politikalar bu taktikler karşısında çaresiz kalır ve ülkelerin siyasi, ekonomik ve toplumsal koşulları farklılaşsa da kapitalist kent biçimlerinde bir homojenlik sağlar.10 Kapitalist kent biçimlerinin homojenleşmesi 1980 sonrasında giderek artsa da 19. yüzyıldan bu yana varlığını devam ettiren bir süreç olarak değerlendirilebilir. Andy Merrifield, 1980 sonrasında yaşananları 19. yüzyıl ortasında Paris’te Haussmann’ın müdahaleleriyle ilişkilendirmekte ve günümüzdeki kentsel politikaları Yeni Haussmannlaştırma olarak tanımlamaktadır. Kısaca Yeni Haussmannlaştırma, egemen sınıfın kentleri “yağmalamaya” ve “tekrar organize etmeye” yönelik küresel bir stratejisi olarak tanımlanabilir.11 Kentsel dönüşüm, Yeni Haussmannlaştırmanın ve kentsel girişimciliğin göstergelerinden biridir. Kentsel dönüşüm ile sermayenin kentlere akışı hız kazanmaktadır. 

Kent Dokusunda Değişimler ve Yaşlılık

1970 sonrasında ekonominin temel işleyişinin değişmesi ve istihdam piyasasının farklılaşması yaşlıları etkilemiş, çalışma yaşamının dışında bırakmış, emeklilik dönemlerini ise ekonomik güçlüklerle yaşanmasına neden olmuştur. Diğer taraftan istihdam piyasasının yapısal değişimi ve kadınların daha fazla istihdam piyasasında yer alması yaşlılara verilen toplumsal desteğin azalmasını beraberinde getirmektedir. İstihdam piyasasındaki kadın ve erkek daha fazla kent içi ve dışı hareketliliğe sahiptir ve bu durum onların ebeveynleriyle görüşme sıklığını değiştirmekte, onlara destek olma imkânlarını farklılaştırmaktadır. Bu hareketlilik kuşaklararası ilişkileri ve dayanışma mekanizmalarını dönüştürmektedir. Bu durum da ekonomik dönüşümün yanı sıra kentlerde önemli bir toplumsal değişim yaşanmaya başladığını göstermektedir.

Metropoliten alanlardan çokmerkezli kentsel bölgelere geçilmesi, kentler arasındaki rekabetin hız kazanması ve sermayenin kendini kent mekanı üzerinden yeniden çevrime sokması ile soylulaştırma ve kentsel dönüşüm temel eğilimlerden biri hâline gelmektedir. Sosyoekonomik olarak orta ve üst gelir grubundaki yaşlı nüfusun daha yoğun olduğu kentin tarihi merkezinde soylulaşmanın yaşandığı, öğrenci ve genç nüfusun arttığı görülmektedir. Yine kent merkezinde kentsel dönüşümün (birey ya da kamu kararıyla) gerçekleşmesi demografik ve sosyal yapıda önemli değişimler yaratmaktadır. Görece sosyoekonomik olarak alt ve orta gelir grubundaki yaşlıların bulunduğu kentin çeperlerinde de kentsel dönüşüm (birey ya da kamu kararıyla) ile sosyomekansal bir değişim gerçekleşmektedir. Kent formunda yaşanan bu gelişmeler yaşlıların gündelik hayat pratiklerinde değişimlere neden olmaktadır. Yerinde yaşlanmanın hem fiziksel mekana alışkanlık ile olan ilişkisi hem de yerleşik sosyal ilişkiler açısından önemi dikkate alınırsa kent formundaki bu değişimler hayati önem taşımaktadır. Soylulaşma, öğrencileşme ve gençleşme kent merkezlerinde kalabalığın ve gürültünün artmasına, tüketim ve eğlence mekanlarının çoğalmasıyla homojen yapı giderek heterojenleşmektedir. Kent merkezinde uzun süredir yaşayan yaşlılar, değişen sosyomekansal çevreye uyum sağlama konusunda zorlanmakta ve kamusal mekanlardan giderek çekilmektedirler. Kentsel dönüşüm (özellikle kamu eliyle gerçekleşen bütüncül dönüşümler) ise yapılı çevreyi tümüyle değiştirmekte ve özellikle yaşlıların sosyal ilişkilerinin farklılaşmasına neden olmaktadır. Alışkanlıklar, mahalle ve komşuluk ilişkileri, toplumsal hafıza, tanıdık çevre yitirilmekte ve bu durum yaşlıların gündelik hayatını derinden etkilemektedir. 

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Kentlerdeki yaşlılar, yalnızlık ve kalabalıklaşma arasında bir hayatı yaşamaktadırlar. Özellikle kent merkezlerindeki yaşlıların az çocuk ve akraba sahibi oldukları dikkate alınırsa sosyal ilişkilerde giderek yalnızlaştıkları söylenebilir. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma süreçleri de bu yalnızlığın artmasına neden olabilmektedir. Kentlerde artan beyaz yakalı nüfusun eğlence ve tüketim alışkanlıklarındaki yenilikler kent merkezlerine olan ilgiyi artırmıştır. Kentsel rekabette önemli unsurlardan biri olan eğitimli, profesyonel meslek sahipleri ve yaratıcı endüstri çalışanlarının kente çekilmesi, tüketim kalıplarında ve yaşam tarzlarında önemli değişimler yaratmaktadır. Bu değişim, kent merkezlerinde, görece yaşlı nüfusun yoğun olduğu alanlarda gerçekleşen tüketim eksenli soylulaşmayı ve kalabalıklaşmayı beraberinde getirmektedir. Kalabalıklar arasında ama yalnız kalan yaşlıların mekanı kullanım pratikleri dönüşmekte ve giderek içe kapanmaları ya da kent içinde ve kent dışında farklı mekanlara taşınmaları gündeme gelmektedir.

Diğer taraftan Türkiye kentleşme deneyimine bakıldığında, halihazırdaki yapılı çevrenin yaşlıların gündelik hayatını kolaylaştıracak ve aktif bir yaşlanma süreci geçirmelerini sağlayacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Kentsel dönüşüm politikalarının ve uygulamalarının, Türkiye kentlerinin sınırlılıklarının aşılması ve imkânlarının genişletilmesi için ortaya çıktığı karar vericiler tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır. Ancak gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları yaşlıları ve onların yaşama kültürünü dikkate almamakla birlikte, yeni oluşan alanlarda yaşlıları çeşitli dezavantajlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Kentsel dönüşüm iyileşme sağlamak üzere yola çıkarken yaşlıların gündelik hayatını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle Türkiye’de yeni bir kentleşme hamlesi olarak değerlendirilebilecek olan kentsel dönüşüm politikalarının ve uygulamalarının yaşlılar için bir tehdit değil imkân olarak yeniden kurgulanması gerekmektedir. Bunun için sermayenin baskısını kırabilecek ve katılımı sağlayabilecek mekanizmaların geliştirilmesi önemlidir.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Yaşlılar sadece kentsel dönüşüm politikaları ve uygulamaları çerçevesinde değil, genel olarak kentle ilgili karar alma süreçlerine dahil edilmemektedirler. Türkiye’de tüm toplumsal gruplar için geçerli olan bu durumun değişmesi gerekmektedir. Özellikle farklı toplumsal grupların taleplerini dile getirebilmeleri ve yönetime katılmaları demokratik yönetimler açısından elzemdir. Yaşlıları “deneyimli/tecrübeli”, “bilge” gibi olumlu biçimde tanımlayan bir toplulukta kent ve kentle ilgili hususlar söz konusu olduğunda onları dışarıda bırakmak bir çelişkinin göstergesidir. Türkiye’de yerel yönetimler yaşlıların özellikle evde bakım taleplerine yanıt vermektedirler ve bu yönde uygulamalar gerçekleştirmektedirler. Ancak mekansal politikalar ve uygulamalarda da yaşlıların yönetimde bulunmasına olanak tanınmalıdır. Bunu sağlamak için yaşlılara kategorik ve türdeş bir grup olarak bakmamak ve onları kentli ve birbirinden farklı özellikleri, talepleri, yaşamları, aileleri olan bir toplumsallık olarak değerlendirmek gerekir.

Yaşlıların kentin ve kentsel toplumun ayrılmaz bir parçası oldukları dikkate alınırsa yaşlılık ve yaşlanma deneyiminin hem daha rahat kavranabileceği hem de bütünsel mekansal ve sosyal politikalar geliştirilebileceği söylenebilir. Ancak sermayenin baskısı ve kentler arasındaki rekabet, istihdam piyasasına dahil olamayan yaşlıların dışarıda bırakılmasına neden olmaktadır. Bu durumu kamusal mekanlar üzerinden okumak mümkündür. Kentlerde sınırlı kamusal mekan kullanımına sahip olan yaşlıların, yoğun olarak park/bahçe alanlarını, ibadethaneleri, kahvehaneleri/lokalleri kullandığı görülmektedir. Kamusal mekanların sınırlı olduğu kentlerde bu alanların artırılması ve yaşlılara yönelik hâle getirilmesi gerekmektedir. Kamusal tuvaletler, oturaklar/banklar, kaldırımlar, tabelalar/yönlendirmeler (resimli, renkli, büyük harfli), parklar, kafeler vb. kamusal mekanların ve imkânların sayıca artırılması ve niteliklerinin iyileştirilmesi zaruridir. Kentsel koşulların tüm kentlilerin kamusal mekanlara rahatça erişebileceği ve kullanabileceği nitelikte olması gerekmektedir.

Sermayenin kent üzerindeki baskısı ve kentler arasındaki rekabet, özellikle metropollerdeki arazi spekülasyonunu ve değerini artırmaktadır. Bu durum konut edinme süreçlerinde yaşlıları dezavantajlı grupların başına yerleştirmektedir. Halihazırda Türkiye’de yaşlıların hatırı sayılır kısmının konuta sahip olduğu söylenebilir. Ancak bahsedilen değişimler dikkate alındığında yaşlanmakta olanların yakın gelecekte kentsel koşullarda zorlanabilecekleri hususların başında “konuta erişim”in geleceği ileri sürülebilir. Bunun önüne geçebilmek için hem genel mekan ve konut politikalarını gözden geçirmek hem de yaşlılar için (kent dışında ve/veya dışlayıcı pratikleri destekleyen şekilde değil) konutla sosyomekansal çevrenin uyumlu olduğu yaşam alanlarının oluşturulması gerekmektedir.

Kentleşmenin geçmişten beri var olan dinamiklerinin yeni boyutlar kazanması kentte yaşayan farklı toplumsal grupların kentle ve kentsel imkânlarla kurduğu ilişkiyi de önemli ölçüde değiştirmektedir. Modern iktisadi sistemin kent üzerindeki etkisi, özellikle çalışma yaşamının görece dışında yer alan çocuklar, engelliler ve yaşlılar açısından yıkıcı boyutlara varmaktadır. Bu nedenle kapitalist kentleşmenin yeni dinamikleri anlaşılmadan ve/veya bu bağlam dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmeler iyi niyetli olsalar da gerçekçi ve kalıcı çözüm üretmekten uzak kalacaklardır. Diğer taraftan belli iyileştirmeleri sağlamak için çeşitli adımların atılmasında söz konusu toplumsal gruplar açısından yarar olduğu söylenebilir. Bunun için yaş dostu kentlerin politika ve uygulamalarından esinlenerek, ancak yerel yaşama kültürünü odağa alarak kentte yaşlanma deneyiminin aktif bir biçimde gerçekleşmesine imkân tanıyacak müdahaleler gerçekleştirilebilir. Yerelleştirme kent, semt ve mahalle düzeyine kadar inmelidir. Bunun için yaşlıların yekpare bir grup olmadığı ve farklı özelliklerinin bulunduğu dikkate alınmalıdır. Ayrıca yaşlılığın bir anda ortaya çıkan/kronolojik olarak erişilen eşik sonrasında beliren dışsal bir kategori olmadığının anlaşılması gerekmektedir. Kentsel koşullarla olan ilişkinin hayatın başlangıcından itibaren oluşmaya başladığını fark etmek önemlidir. Kentte yaşlanma deneyiminin aktif ve huzurlu bir biçimde yaşanması için yaşam seyri perspektifine ihtiyaç vardır. Yaşam seyrinin ve kentsel koşulların şekillenmesinde etkili olan ekonomik, politik ve toplumsal değişimlerin birlikte dikkate alınması hem meselenin kavranmasını mümkün kılacak hem de daha gerçekçi çözümleri konuşmaya imkân verecektir.


1- OECD (2015) Ageing in Cities, Paris: OECD Publishing, s. 5, dx.doi.org/10.1787/9789264231160-en (Erişim tarihi: 4 Nisan 2019). 

2- Beard, J. vd. (2012) “Ageing and Urbanization”, Global Population Ageing: Peril or Promise içinde, haz. J. Beard vd., Cenevre: World Economic Forum, s. 93.

3- Şentürk, M. (2015) “Sonuç ve Tartışma: Bir Yaşam Alanı Olarak Kent ve İstanbul’da Yaşlanmak”, İstanbul’da Yaşlanmak içinde, haz. M. Şentürk, H. Ceylan, İstanbul: Açılım Kitap, s. 283-341.

4- Hooyman, N., K. Kawamoto, A. Kiyak (2015) Aging Matters: An Introduction to Social Gerontology, New Jersey, NJ: Pearson, s. 301-11.

5-  Merrifield, A. (2017) Yeni Kent Sorunu, çev. D. Toprak, C. Akyos, İstanbul: Tekin, s. 14-15.

6- A.g.y., s. 15.

7- Tekeli, İ. (2014) “Türkiye’yi Anlamanın Yolu Kentlerini ve Demokrasisini Tanımaktan Geçiyor”, Doğu Batı, 67: 63-84.

8- Şentürk, M. (2011) “Kentsel Müdahaleler Açısından İstanbul”, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

9- Merrifield, A. (2017) A.g.y., s. 17-18.

10-  Harvey, D. (2009) Sosyal Adalet ve Şehir, çev. M. Moralı, İstanbul: Metis, s. 175-6.

11- Merrifield, A. (2017) A.g.y., s. 18, 50.

DÖN