Koşu, özellikle de maraton, neredeyse tüm farklılıkları, eşitsizlikleri ortadan kaldırır. Sınıfsız, yaşsız, cinsiyetsiz koşarsınız maratonu. Günlük hayatınızda bir araya gelme şansınızın çok az olduğu insanlarla suyunuzu paylaşırsınız, yarışı bırakmaya kalkarlarsa onlara kilometrelerce eşlik edersiniz, düşerlerse kendi yarışınızı bırakır, yardım gelene kadar onların yanında beklersiniz. Hatta bazen hiç tanımadığınız birisine sarılıp ağlarsınız bitiş çizgisinde. 

Ben uzun mesafe koşmaya başladığımda 28 yaşındaydım. Bir otobüs durağında gördüğüm afiş beni Lösemi ve Lenfoma Derneği’nin koşu takımı Team in Training’in1 tanışma toplantısına götürmüştü. Hiç koşu geçmişim olmadığı için biraz çekimserdim salona girerken. Her yaştan, her vücut tipinde —ve kiloda— eski koşucuyu ve koşucu adayını görmek beni rahatlattı hemen. Onlar koşmuşsa, koşuyorsa, ben de koşabilirdim. (Koşmam gereken mesafenin 42 kilometre 195 metre olduğunu da o toplantıda öğrendim. Bunun ne anlama geldiğini çok sonra anlayacaktım tabii…)

Hemen kaydımı yaptırdım ve ekiple birlikte antrenmanlara başladım. Cumartesi sabahları uzun antrenmanlar yapıyorduk ve koştuğumuz mesafe her hafta artıyordu. 

Antrenörümüz uzun mesafenin “konuşma hızında” koşulması gerektiğini söylemişti. Bu nedenle genellikle iki kişi yan yana ve konuşarak —böylece nefesimizi de kontrol ederek— koşuyorduk. Benim koşu arkadaşım Amy idi. Amy 45 yaşındaydı ve o da benim gibi doktora tezi yazıyordu. Tahmin edilebileceği gibi, uzun koşularda tezlerimizi, akademisyenliğin zorluklarını konuşuyorduk. Amy sayesinde Lesley ile tanıştım. Lesley 50 yaşındaydı ve müzisyendi. Koşmadığı zamanlarda beste ya da kayıt yapıyordu. Aynı hızda koşuyorduk, kilometreleri birlikte artırıyorduk. Koşu, aramızdaki yaş farkını tamamen ortadan kaldırmış, bizi eşitlemişti. 

Koşunun sınıfsız ve yaşsız olması elbette ABD’ye özgü bir şey değil. Bir cumartesi sabahı Belgrad Ormanı’ndaki ya da bir çarşamba akşamı Maçka Parkı, Florya ya da Caddebostan sahillerindeki Adım Adım2 antrenmanlarına geldiğinizde de her seviyede (çaylaklar, orta seviye ve ileri seviye), her yaştan, her meslekten koşucu görebilirsiniz. Birlikte ısınırız, antrenman yaparız, sohbet ederiz, koşu sonrası kahve içeriz, piknik yaparız, kahvaltı ederiz. Kendilerine “Adım Adım İhtiyar Heyeti” diyen bir grup da var aramızda. Emekli olduktan sonra koşuya başlayan ya da ağırlık veren, haftanın en az üç günü antrenman yapan, İstanbul’daki ya da şehir dışındaki çok sayıda yarışa giden, Boğaz’ın serin sularında yüzen, bağış videoları çeken ve neredeyse tüm davranışlarıyla “gençlere örnek olan” harika bir ekip. 

Fotoğraf: Mehmet Vanlı

Ancak bu ilham veren örneklere rağmen, iki yardımseverlik koşusu grubunun demografik yapısında dikkat çeken bir fark var: Team in Training3 ile koşanların aksine, Adım Adım’daki 65 yaş üstü koşucu oranı yalnızca %1. Bir başka deyişle, 60.000 Adım Adım koşucusunun yalnızca 600’ü 65 yaşın üzerinde. Bu 600 kişinin de yaklaşık 10’da 1’i kadın. Yani 60.000 kişi içinde 65 yaş üstü yaklaşık altmış kadın koşuyor/yürüyor. Oysa genele baktığınızda kadın/erkek oranı %49-%51. Bu veriye bakarak şunu söylemek mümkün: Hele kadınsak, yaşımız ilerledikçe, koşmuyoruz/yürümüyoruz. 

65 yaş üstü kadınlar ve erkekler arasındaki farkı toplumsal cinsiyetle açıklamak mümkün. Türkiye’de koşu, çok kısa bir süre öncesine kadar neredeyse tamamen profesyonellerin yaptığı bir spordu. Bu koşucuların çok büyük bir kısmı da erkekti. İşte bu nedenle, koşuya uzun zaman önce başlamış, şimdi de master’lar kategorisinde yarışanların ve Adım Adım’a gelenlerin çoğunun erkek olması aslında beklenebilecek bir durum. Daha ileri yaşlarda Adım Adım ile uzun mesafe koşmaya ve yürümeye başlayanların büyük çoğunluğunun erkek olmasını da toplumsal cinsiyet rolleriyle açıklamak mümkün.

Türkiye’de çocuk bakımından ağırlıklı olarak kadın sorumlu. AÇEV’in (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) 2017’de yayımladığı Türkiye’de Babalığı Anlamak Serisi I: Türkiye’de İlgili Babalık ve Belirleyicileri Ön Araştırma Raporu’na göre, “çocuktan birincil olarak annesi sorumludur” diyen erkeklerin oranı %91 civarında.4 Bu sorumluluk anneanneler ve babaanneler için de geçerli aslında. Erkekler emekliliğin keyfini spora ve diğer hobilerine daha fazla zaman ayırarak çıkarırken kadınlar torunlarıyla vakit geçiriyor, torunlarının anne babaları işteyken ya da hobilerine zaman ayırırken…

Özellikle üzerinde durmak istediğim ise, erkeklerde de, 65 yaş üstü Adım Adım üyesi sayısının oldukça düşük olması. Bunun “koşu”dan kaynaklandığını düşünenler olabilir. Evet, koşmakla ilgili çok yaygın önyargılar ve doğru bilinen yanlışlar var: “Koşu, özellikle belli bir yaştan sonra sağlığa zararlıdır”, “koşu eklemleri, özellikle dizleri bitirir”, “koşucuların hepsi en az bir kez dizinden ameliyat olmuştur”, “koşu kalp krizine neden olur”, “koşmak zararlı, yürümek yararlıdır” ve bunlara benzer onlarcası… Tüm bunların ve rol model eksikliğinin etkili olduğu şüphesiz. Ancak bu rakamın bu derece düşük olmasını yalnızca bu yargılara bağlamak mümkün değil kanımca. 

Neoliberal şehrin barındırdığı eşitsizlikleri5 de mutlaka dikkate almak gerekir. İçinde yaşadığımız şehirler şehir hakkı idealinden uzak, sağlamcı bir bakış açısıyla tasarlandığı için çocuklar, engelliler ve yaşlılar kendilerini dışarda hisseder. Bourdieu’nün habitus6 kavramı çerçevesinde düşünürsek, neoliberal şehrin ötekisidir onlar. Arabaların park ettiği kaldırımlarda yürümekte zorlanırlar, toplu taşıma araçlarına binerken, yürüyen merdivenlere adım atarken yardıma ihtiyaç duyarlar, sık sık tuvaleti kullanmak isterler… Yaşlıların kentler tasarlanırken nasıl ötekileştirildiklerinin çok çarpıcı bir örneğini Vesperi’nin etnografik çalışması The City of Green Benches7’te (Yeşil Banklı Şehir) görmek mümkündür. Florida eyaletindeki St. Petersburg şehrinin farklı noktalarına yaşlıların ve hastaların dinlenmesi için 3000 adet yeşil bank yerleştirilmiştir. 1960’ların başında bu banklar yavaş yavaş kaldırılır, şehrin daha dinamik, genç ve zengin görünmesi, iş insanlarını çekmesi amacıyla. Vesperi’nin bulguları banklar kalktıktan sonra yaşlıların evden daha az çıkmaya, kamusal alanda daha az sosyalleşmeye başladıklarına işaret eder. Bir zamanlar ait oldukları mekanların ötekisi durumuna geçmişlerdir artık. 

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

St. Petersburg örneğinde görüldüğü gibi, neoliberal şehirler kısa bir süre koştuktan ya da yürüdükten sonra banklarda dinlenmesi, tuvaleti kullanması gerekenler için değil, gençlere ve “iyi yaşlandıkları için” bunlara ihtiyaç duymayanlara yönelik tasarlanır. “İyi yaşlanmak” kavramı ilk olarak Rowe ve Kahn8 tarafından kullanılmıştır. İyi yaşlananlar kolay hastalanmaz, fiziksel ve zihinsel kapasiteleri yüksektir ve aktif olarak hayatın içinde yer alırlar. Bu yaklaşıma göre, “normal” yaşlılık sürecinin dışına çıkıp, “iyi yaşlanmak” bireyin elindedir. Bir başka deyişle, yeteri kadar isteyen ve çaba gösteren herkes iyi yaşlanmayı başarır. Bu, bireyin seçimlerine bağlı olduğu için de toplumun iyi yaşlanmayı başaramayanlar için “ekstra” düzenlemelere gitmesine gerek olmadığına inanılır. 

Koşu örneğine dönecek olursak, “normal” yaşlanan bir bireyin kendini dış mekanda koşarken hayal etmesi neredeyse imkânsız. Güvenli bir şekilde koşabileceği kamusal alanlar, büyük ihtimalle, yaşadığı yerden kilometrelerce uzakta. Eğer araba kullanmıyorsa, sahilde ya da parkların birinde, koşuya başlamadan kuru kıyafetlerini ve çantasını bırakabileceği bir yer bulması mümkün değil. Eğer koşu sırasında yorulursa durup dinlenebileceği banklar yok denecek kadar az. Tuvalet ihtiyacını karşılamak için çoğu zaman kilometrelerce koşması/yürümesi gerekiyor. Hiçbir parkurda susadığında su içebileceği çeşme yok. Tüm bunlara ihtiyaç duyması iyi yaşlanmayı başaramadığına işaret ediyor tabii ve “bizim şehrimizde” böyle insanlara yer yok!

Adım Adım’da 65 yaş üstü koşucu sayısı çok az, çünkü içinde yaşadığımız neoliberal şehirlerde koşu da yaşsız bir aktivite değil. Mekansal ve toplumsal ayrışma ve sosyal eşitsizlikler normal yaşlanan bireylerin, koşu dahil, her türlü fiziksel aktiviteden uzak durmasına ve kalmasına neden oluyor. Çözüm mü? Herkes —çocuklar, gençler, engelliler, iyi yaşlanan veya normal yaşlanan bireyler— için tasarlanmış, kapsayıcı şehirler, “normal yaşlandığı halde” spor yapabilen kadın ve erkek rol modeller. 


1- Amerika’da 1988’de kurulan, kanser hastalarının tedavileri için bağış toplamayı hedefleyen bir koşu takımı.

2- Adım Adım, Mart 2008’de, yurtdışında charity run olarak bilinen kolektif yardımseverlik koşusunu Türkiye’de tanıtmak ve yaygınlaştırmak için kurulan ilk sivil toplum oluşumudur. Bkz. www.adimadim.org

3- Team in Training ve benzeri koşu gruplarında bu oran %10-15 civarında. 

4- AÇEV (2017) Türkiye’de Babalığı Anlamak Serisi I: Türkiye’de İlgili Babalık ve Belirleyicileri, Özet Araştırma Raporu, İstanbul: Taymaz Matbaacılık, www.ilkisbabalik.acev.org/wp-content/uploads/2017/06/ilgilibabalikyoneticiozeti.08.06.17.web_.pdf (Erişim tarihi: 8 Mart 2019).

5- Watson, S. (2006) City Publics: The (Dis)enchantment of Urban Encounters, Londra: Routledge.

6- Bourdieu, P. (1990) In Other Words, Cambridge: Polity Press.

7- Vesperi, M. D. (1998) City of Green Benches: Growing Old in a New Downtown, Ithaca, New York: Cornell University Press.

8- Rowe, J. W. ve  R. L. Kahn (1987) “Human Aging: Usual and Successful”, Science, 237: 143-49.

Koşu, özellikle de maraton, neredeyse tüm farklılıkları, eşitsizlikleri ortadan kaldırır. Sınıfsız, yaşsız, cinsiyetsiz koşarsınız maratonu. Günlük hayatınızda bir araya gelme şansınızın çok az olduğu insanlarla suyunuzu paylaşırsınız, yarışı bırakmaya kalkarlarsa onlara kilometrelerce eşlik edersiniz, düşerlerse kendi yarışınızı bırakır, yardım gelene kadar onların yanında beklersiniz. Hatta bazen hiç tanımadığınız birisine sarılıp ağlarsınız bitiş çizgisinde. 

Ben uzun mesafe koşmaya başladığımda 28 yaşındaydım. Bir otobüs durağında gördüğüm afiş beni Lösemi ve Lenfoma Derneği’nin koşu takımı Team in Training’in1 tanışma toplantısına götürmüştü. Hiç koşu geçmişim olmadığı için biraz çekimserdim salona girerken. Her yaştan, her vücut tipinde —ve kiloda— eski koşucuyu ve koşucu adayını görmek beni rahatlattı hemen. Onlar koşmuşsa, koşuyorsa, ben de koşabilirdim. (Koşmam gereken mesafenin 42 kilometre 195 metre olduğunu da o toplantıda öğrendim. Bunun ne anlama geldiğini çok sonra anlayacaktım tabii…)

Hemen kaydımı yaptırdım ve ekiple birlikte antrenmanlara başladım. Cumartesi sabahları uzun antrenmanlar yapıyorduk ve koştuğumuz mesafe her hafta artıyordu. 

Antrenörümüz uzun mesafenin “konuşma hızında” koşulması gerektiğini söylemişti. Bu nedenle genellikle iki kişi yan yana ve konuşarak —böylece nefesimizi de kontrol ederek— koşuyorduk. Benim koşu arkadaşım Amy idi. Amy 45 yaşındaydı ve o da benim gibi doktora tezi yazıyordu. Tahmin edilebileceği gibi, uzun koşularda tezlerimizi, akademisyenliğin zorluklarını konuşuyorduk. Amy sayesinde Lesley ile tanıştım. Lesley 50 yaşındaydı ve müzisyendi. Koşmadığı zamanlarda beste ya da kayıt yapıyordu. Aynı hızda koşuyorduk, kilometreleri birlikte artırıyorduk. Koşu, aramızdaki yaş farkını tamamen ortadan kaldırmış, bizi eşitlemişti. 

Koşunun sınıfsız ve yaşsız olması elbette ABD’ye özgü bir şey değil. Bir cumartesi sabahı Belgrad Ormanı’ndaki ya da bir çarşamba akşamı Maçka Parkı, Florya ya da Caddebostan sahillerindeki Adım Adım2 antrenmanlarına geldiğinizde de her seviyede (çaylaklar, orta seviye ve ileri seviye), her yaştan, her meslekten koşucu görebilirsiniz. Birlikte ısınırız, antrenman yaparız, sohbet ederiz, koşu sonrası kahve içeriz, piknik yaparız, kahvaltı ederiz. Kendilerine “Adım Adım İhtiyar Heyeti” diyen bir grup da var aramızda. Emekli olduktan sonra koşuya başlayan ya da ağırlık veren, haftanın en az üç günü antrenman yapan, İstanbul’daki ya da şehir dışındaki çok sayıda yarışa giden, Boğaz’ın serin sularında yüzen, bağış videoları çeken ve neredeyse tüm davranışlarıyla “gençlere örnek olan” harika bir ekip. 

Fotoğraf: Mehmet Vanlı

Ancak bu ilham veren örneklere rağmen, iki yardımseverlik koşusu grubunun demografik yapısında dikkat çeken bir fark var: Team in Training3 ile koşanların aksine, Adım Adım’daki 65 yaş üstü koşucu oranı yalnızca %1. Bir başka deyişle, 60.000 Adım Adım koşucusunun yalnızca 600’ü 65 yaşın üzerinde. Bu 600 kişinin de yaklaşık 10’da 1’i kadın. Yani 60.000 kişi içinde 65 yaş üstü yaklaşık altmış kadın koşuyor/yürüyor. Oysa genele baktığınızda kadın/erkek oranı %49-%51. Bu veriye bakarak şunu söylemek mümkün: Hele kadınsak, yaşımız ilerledikçe, koşmuyoruz/yürümüyoruz. 

65 yaş üstü kadınlar ve erkekler arasındaki farkı toplumsal cinsiyetle açıklamak mümkün. Türkiye’de koşu, çok kısa bir süre öncesine kadar neredeyse tamamen profesyonellerin yaptığı bir spordu. Bu koşucuların çok büyük bir kısmı da erkekti. İşte bu nedenle, koşuya uzun zaman önce başlamış, şimdi de master’lar kategorisinde yarışanların ve Adım Adım’a gelenlerin çoğunun erkek olması aslında beklenebilecek bir durum. Daha ileri yaşlarda Adım Adım ile uzun mesafe koşmaya ve yürümeye başlayanların büyük çoğunluğunun erkek olmasını da toplumsal cinsiyet rolleriyle açıklamak mümkün.

Türkiye’de çocuk bakımından ağırlıklı olarak kadın sorumlu. AÇEV’in (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) 2017’de yayımladığı Türkiye’de Babalığı Anlamak Serisi I: Türkiye’de İlgili Babalık ve Belirleyicileri Ön Araştırma Raporu’na göre, “çocuktan birincil olarak annesi sorumludur” diyen erkeklerin oranı %91 civarında.4 Bu sorumluluk anneanneler ve babaanneler için de geçerli aslında. Erkekler emekliliğin keyfini spora ve diğer hobilerine daha fazla zaman ayırarak çıkarırken kadınlar torunlarıyla vakit geçiriyor, torunlarının anne babaları işteyken ya da hobilerine zaman ayırırken…

Özellikle üzerinde durmak istediğim ise, erkeklerde de, 65 yaş üstü Adım Adım üyesi sayısının oldukça düşük olması. Bunun “koşu”dan kaynaklandığını düşünenler olabilir. Evet, koşmakla ilgili çok yaygın önyargılar ve doğru bilinen yanlışlar var: “Koşu, özellikle belli bir yaştan sonra sağlığa zararlıdır”, “koşu eklemleri, özellikle dizleri bitirir”, “koşucuların hepsi en az bir kez dizinden ameliyat olmuştur”, “koşu kalp krizine neden olur”, “koşmak zararlı, yürümek yararlıdır” ve bunlara benzer onlarcası… Tüm bunların ve rol model eksikliğinin etkili olduğu şüphesiz. Ancak bu rakamın bu derece düşük olmasını yalnızca bu yargılara bağlamak mümkün değil kanımca. 

Neoliberal şehrin barındırdığı eşitsizlikleri5 de mutlaka dikkate almak gerekir. İçinde yaşadığımız şehirler şehir hakkı idealinden uzak, sağlamcı bir bakış açısıyla tasarlandığı için çocuklar, engelliler ve yaşlılar kendilerini dışarda hisseder. Bourdieu’nün habitus6 kavramı çerçevesinde düşünürsek, neoliberal şehrin ötekisidir onlar. Arabaların park ettiği kaldırımlarda yürümekte zorlanırlar, toplu taşıma araçlarına binerken, yürüyen merdivenlere adım atarken yardıma ihtiyaç duyarlar, sık sık tuvaleti kullanmak isterler… Yaşlıların kentler tasarlanırken nasıl ötekileştirildiklerinin çok çarpıcı bir örneğini Vesperi’nin etnografik çalışması The City of Green Benches7’te (Yeşil Banklı Şehir) görmek mümkündür. Florida eyaletindeki St. Petersburg şehrinin farklı noktalarına yaşlıların ve hastaların dinlenmesi için 3000 adet yeşil bank yerleştirilmiştir. 1960’ların başında bu banklar yavaş yavaş kaldırılır, şehrin daha dinamik, genç ve zengin görünmesi, iş insanlarını çekmesi amacıyla. Vesperi’nin bulguları banklar kalktıktan sonra yaşlıların evden daha az çıkmaya, kamusal alanda daha az sosyalleşmeye başladıklarına işaret eder. Bir zamanlar ait oldukları mekanların ötekisi durumuna geçmişlerdir artık. 

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

St. Petersburg örneğinde görüldüğü gibi, neoliberal şehirler kısa bir süre koştuktan ya da yürüdükten sonra banklarda dinlenmesi, tuvaleti kullanması gerekenler için değil, gençlere ve “iyi yaşlandıkları için” bunlara ihtiyaç duymayanlara yönelik tasarlanır. “İyi yaşlanmak” kavramı ilk olarak Rowe ve Kahn8 tarafından kullanılmıştır. İyi yaşlananlar kolay hastalanmaz, fiziksel ve zihinsel kapasiteleri yüksektir ve aktif olarak hayatın içinde yer alırlar. Bu yaklaşıma göre, “normal” yaşlılık sürecinin dışına çıkıp, “iyi yaşlanmak” bireyin elindedir. Bir başka deyişle, yeteri kadar isteyen ve çaba gösteren herkes iyi yaşlanmayı başarır. Bu, bireyin seçimlerine bağlı olduğu için de toplumun iyi yaşlanmayı başaramayanlar için “ekstra” düzenlemelere gitmesine gerek olmadığına inanılır. 

Koşu örneğine dönecek olursak, “normal” yaşlanan bir bireyin kendini dış mekanda koşarken hayal etmesi neredeyse imkânsız. Güvenli bir şekilde koşabileceği kamusal alanlar, büyük ihtimalle, yaşadığı yerden kilometrelerce uzakta. Eğer araba kullanmıyorsa, sahilde ya da parkların birinde, koşuya başlamadan kuru kıyafetlerini ve çantasını bırakabileceği bir yer bulması mümkün değil. Eğer koşu sırasında yorulursa durup dinlenebileceği banklar yok denecek kadar az. Tuvalet ihtiyacını karşılamak için çoğu zaman kilometrelerce koşması/yürümesi gerekiyor. Hiçbir parkurda susadığında su içebileceği çeşme yok. Tüm bunlara ihtiyaç duyması iyi yaşlanmayı başaramadığına işaret ediyor tabii ve “bizim şehrimizde” böyle insanlara yer yok!

Adım Adım’da 65 yaş üstü koşucu sayısı çok az, çünkü içinde yaşadığımız neoliberal şehirlerde koşu da yaşsız bir aktivite değil. Mekansal ve toplumsal ayrışma ve sosyal eşitsizlikler normal yaşlanan bireylerin, koşu dahil, her türlü fiziksel aktiviteden uzak durmasına ve kalmasına neden oluyor. Çözüm mü? Herkes —çocuklar, gençler, engelliler, iyi yaşlanan veya normal yaşlanan bireyler— için tasarlanmış, kapsayıcı şehirler, “normal yaşlandığı halde” spor yapabilen kadın ve erkek rol modeller. 


1- Amerika’da 1988’de kurulan, kanser hastalarının tedavileri için bağış toplamayı hedefleyen bir koşu takımı.

2- Adım Adım, Mart 2008’de, yurtdışında charity run olarak bilinen kolektif yardımseverlik koşusunu Türkiye’de tanıtmak ve yaygınlaştırmak için kurulan ilk sivil toplum oluşumudur. Bkz. www.adimadim.org

3- Team in Training ve benzeri koşu gruplarında bu oran %10-15 civarında. 

4- AÇEV (2017) Türkiye’de Babalığı Anlamak Serisi I: Türkiye’de İlgili Babalık ve Belirleyicileri, Özet Araştırma Raporu, İstanbul: Taymaz Matbaacılık, www.ilkisbabalik.acev.org/wp-content/uploads/2017/06/ilgilibabalikyoneticiozeti.08.06.17.web_.pdf (Erişim tarihi: 8 Mart 2019).

5- Watson, S. (2006) City Publics: The (Dis)enchantment of Urban Encounters, Londra: Routledge.

6- Bourdieu, P. (1990) In Other Words, Cambridge: Polity Press.

7- Vesperi, M. D. (1998) City of Green Benches: Growing Old in a New Downtown, Ithaca, New York: Cornell University Press.

8- Rowe, J. W. ve  R. L. Kahn (1987) “Human Aging: Usual and Successful”, Science, 237: 143-49.

DÖN