Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşlı nüfus, bilim ve teknolojideki gelişmeler, sağlık hizmetlerinin etkinliğinin artması vb. sebeplerle birlikte yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak giderek artmaktadır. Yaşlılık, belli bir yaşın üzerinde olan toplumsal grubu betimlemek için kullanılmaktadır. Yaşlanma ise sadece biyolojik bir durum değil, aynı zamanda toplumsal boyutları olan bir durumdur ve bir süreci ifade etmektedir. Dolayısıyla yaşlanma ve yaşlılık fizyolojik bir olgu olup meydana gelen fizyolojik değişimler sonucunda bireylerin bedensel, psikolojik ve sosyal anlamda özerkliklerini yitirmesine neden olur ve yeniden bağımlı bir duruma geçtikleri bir döneme karşılık gelir. Yaşlıların hasta, güçsüz, işe yaramaz olduğu yönündeki toplumsal kabuller yaşlılara yönelik ayrımcılığı pekiştirerek yaşlanma sürecini bir sosyal dışlanma haline dönüştürebilir. Dolayısıyla yaşlanma sürecinde bireyler sosyal ilişkilerden, kültürel ve toplumsal faaliyetlerden, temel hizmetlere erişimden ve yakın çevreden dışlanma ile karşı karşıya kalabilirler. Yaşlıların karşılaştıkları dışlanmalarda cinsiyetleri, etnisiteleri, medeni durumları ve kırsal-kentsel alanda yaşıyor olmaları gibi birçok faktör farklılaştırıcı rol oynayabilir. 

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre 2017 yılındaki toplam yaşlı nüfusunun %56’sını kadınlar, yaşlı kadın nüfusunun ise neredeyse yarısını eşi vefat etmiş kadınlar oluşturmaktadır. Tek kişilik hanede yaşayan yaşlıların %76,4’ü ise kadınlardır.1 Dul kalan erkekler, ev içi işleri ve kendi bakım işini yerine getirmesi amacıyla genellikle tekrar evlenmeyi tercih ederken, kadınlar yaşlılıklarını çoğunlukla yalnız geçirmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşlıların medeni durumları üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Yaşlı kadınlar yaşa bağlı dışlanma sürecini toplumsal cinsiyet rollerinin gölgesinde daha fazla yaşamaktadırlar. Ataerkil toplumlarda kadınların ikincil konumları, yaşlandıklarında yaşlı olarak değer görseler bile, hane sorumlulukları (ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı vb.) bağlamında dışlanmalarına yol açabilmektedir. Kadınların toplumda erkeklerle eşit fırsat ve kaynaklara sahip olmamaları, çoğu kez eğitim, istihdam ve sosyal güvence dışı kalmaları, evlilik dolayımlı toplumsal statüleri yaşlandıklarında onları pek çok sorunla karşı karşıya bırakmaktadır. TÜİK istatistiklerine göre yaşlı nüfus içinde yoksul yaşlı kadın oranı %17’dir. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine glerden faydalanan yaşlı sayısı 709.590’dır.2 Özellikle yoksul hanelerdeki yaşlı kadınların yeti yitimleri sebebiyle cinsiyete dayalı rollerini yerine getirememeleri sosyal statü kaybına yol açmakta ve ekonomik yoksunlukları da başkalarına bağımlılıklarını artırmaktadır. Sosyal ilişkilerden dışlanma ve kamusal yardımlara muhtaçlık, yaşlı kadınların dezavantajlarını artırmaktadır.

Yaşlılığın Kırsallaşması ve Kırsal Alanda Yaşlı Kadın Olmak

Hem kadın hem de yaşlı olmanın yarattığı dezavantajların yanında kırsal alanda yaşamanın getirdiği mekansal yoksunluklar ve eşitsizlikler yaşlı kadınların üçlü dezavantajlılığını oluşturmaktadır. Özellikle ülkemizde 1950’lerden itibaren hız kazanan göç süreciyle birlikte kırsal alanda yaşayan nüfus giderek yaşlılardan oluşmakta ve bu durum yaşlılığın kırsallaşması olarak tanımlanmaktadır. Kırsal alanda yaşamak, kaynak ve hizmetlere erişimde eşitsizlikler, istihdam olanaklarının yetersizliği ve temel kamusal hizmetlere erişememe nedeniyle yaşlılar dışlanmayı çok daha derinden ve çok boyutlu olarak yaşamaktadır.3 

2017 yılında Haziran ve Eylül ayları arasında İzmir’in Aliağa ilçesinin kırsal alanında yaşayan 60-96 yaş aralığındaki on kadınla yaptığım derinlemesine görüşmeler tam da bu olguları yakından gözlemlememi sağladı. Yaşlanma, toplumsal cinsiyet rolleri ve yoksulluk bağlamında yürüttüğüm bu araştırmada anlatılarla yaşlılık, yoksulluk ve yaşlı kadın olma ilişkisini incelemiştim. Görüşme yaptığım (aslında sonradan Aliağa’ya bağlı bir mahalle ismini alan) köy Çanakkale-İzmir karayolu tarafından ikiye bölünüyordu. Yolun alt tarafı genellikle tatilcilerin kaldığı bir alan iken, yolun üst tarafı geçimini tarımdan sağlamaya çalışan kişilerin ve yaşlıların bulunduğu bir alandı. Karayolunu takip ederek bu köye geldiğinizde muhteşem bir deniz manzarası, zeytinler ve zakkumlar sizi karşılar, köyün üst tarafına gittiğinizde ise oldukça eski kerpiç evler ve kapı önünde sohbet eden yaşlılarla karşılaşırsınız. Aile hekiminin bulunduğu aile sağlığı merkezi, ilkokul, eczane ve alışveriş yapılacak küçük marketlerin hepsi köyün alt tarafında yer almaktadır. Dolayısıyla karayolunun ayırdığı iki dünyayla karşılaşırsınız buraya geldiğinizde. 

Ülkemizde uzun yıllar boyunca çoğunluğunu kırsal nüfusun oluşturduğu göç süreciyle kentsel nüfus giderek artmış ve kırsal nüfusun çok önüne geçmiştir. Yaşanan bu dönüşüm sadece nüfus yapısını değil toplumsal yapıyı da etkilemiş ve ailenin yaşam biçimlerinde, evlenme, doğurganlık ya da eğitim durumunda da bir dizi değişiklikler ortaya çıkararak Türk ailesinin yeniden yapılanmasına neden olmuştur. Özellikle genç nüfus kırsaldaki iş imkanlarının kısıtlılığı ya da tarımsal üretimden para kazanamama gibi nedenlerle kentsel alanlara doğru göç etmekte ve kırsal alanlar yaşlıların mekanı haline gelmektedir. Bu durum hem geleneksel aile yapısını ve değerler sistemini dönüşüme uğratmakta hem de yaşlılara atfedilen rol ve statünün yeniden tanımlanmasına neden olmaktadır. Geleneksel aile içinde yaşlının konum ve statüsü güvence altındadır. Yaşlılar, ailenin en bilgili ve tecrübeli kişisi olarak saygıyla davranılan ve aynı zamanda ihtiyaçları giderilen kişilerdir. Dolayısıyla geleneksel aile anlayışında yaşlı olmak “sorumlu” olmak anlamına gelir ve ihtiyaç duyduğu tüm bakım ve hizmetler de hane içindeki ya da köyde yaşayan gençler tarafından sağlanır. Ancak yukarıda belirtilen sebeplerle çekirdek aileye doğru yaşanılan dönüşüm sürecinde, aile bir sosyal güvenlik kurumu olma özelliğini giderek kaybetmekte ve sorumlu bir statüye sahip olan yaşlıların da “sorunlu” olarak algılanmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla yaşlılar çocuklarına ya da topluma yük olan, sıkıntı veren bir algıyla değerlendirilmektedir. 

Görüşme yaptığım yaşlıların büyük çoğunluğunun çocukları köyden göç etmiş ve bayramdan bayrama köye ziyarete gelirken, çocukları yakınında olan yaşlılar da çocuklarından çok fayda görmediklerini, özellikle ihtiyaç duydukları durumlarda (soba yakma, ekmek alma, pazar alışverişi gibi) öncelikle komşularından yardım istediklerini belirtmişlerdir. Toplumda genel olarak, kentsel alanda yaşamanın ve yaşlanmanın birçok dezavantaja yol açtığı düşünülmekte, kırsal alanlar yaşlıların doğal yaşam alanları olarak idealleştirilmektedir. Kırsalda enformel dayanışma ilişkilerinin yoğunluğu nedeniyle yaşlıların yaşadıkları sıkıntıları kamusal destek almadan çözebilecekleri düşünülmektedir. Ancak kırsal aile yapılarında yaşanan dönüşüm, geleneksel dayanışma ilişkilerinin zayıflaması, coğrafi ve iklimsel koşullar, altyapı sorunları ve kamusal hizmetlere erişimdeki sıkıntılar nedeniyle kırsal yaşlanma daha karmaşık ve değişken bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.4

Modernleşmeyle birlikte yaşlı denilince bakıma muhtaç, yürüme güçlükleri olan, mutsuz, yalnız ve sosyal ilişkileri zayıflamış bireyler akla gelmekte, yaşlılık kavramı çoğu zaman hastalık kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Bu tür bir yanlış algı, yaşlı bireylerin, bu olumsuz değerleri benimsemelerine ve “kendilerini işe yaramaz ve toplumdan dışlanmış” hissetmelerine yol açmaktadır. Bu durum yaşlı bireylerin bağımsızlıklarını kaybettiklerini düşünmelerine neden olmakta ve sonuç olarak hayatlarının geri kalan yıllarını mutsuzluk ve yetersizlik hissi ile yaşamalarına sebep olmaktadır.5 Muhtaçlık ve yetersizlik duygusu benim görüşmelerim sırasında da sık sık gündeme geldi. Eşi vefat ettiğinden beri yalnız yaşayan 89 yaşındaki bir kadın görüşmeci durumunu “Yaşlandıkça muhtaçlığım arttı… bakkala gidip ekmek bile almak zor bazen… Eskiden böyle miydi? Her işe koşardım… Ele bakmak çok zor” şeklinde ifade ederken, eşi vefat etmiş 86 yaşındaki bir diğer görüşmeci “Kocam varken her şey daha kolaydı. İşleri o hallederdi. Kimsenin bir faydası yok. Kör topal idare ediyoruz işte. Allah yatırmasın, muhtaç etmesin kimseye” cümleleriyle yaşlılık sürecini “elden ayaktan düşmek” olarak gördüklerini ifade etmişlerdir.

Kırsalda kadınlar eşlerine ekonomik olarak bağımlı olmaları sebebiyle, eşlerinin ölümüyle birlikte ciddi bir gelir kaybıyla karşı karşıya kalmakta, erkeklere göre daha büyük zorluklar yaşamaktadır. Özellikle kırsal alanda daha baskın olan ataerkil yapı ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadının emeğinin karşılığı olan geliri ve sosyal güvenceyi elde edememesine ve özellikle eş kaybı sonrasında daha da derinleşen bir yoksulluk süreci yaşamasına neden olmaktadır. Eşi vefat etmiş ve çocuklarıyla birlikte yaşayan 77 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Çalışmakla ömrüm geçti. Adama dedim tütün paralarını üzerime yatıralım Bağ-Kur’um olsun. Kadın kısmı napcak Bağ-Kur’u dedi. Yatırmadı. Kocam varken eline bakardım üç kuruş para versin diye, şimdi oğlanın eline bakar oldum” sözleriyle dile getirerek kadının ikincil konumunu ve erkeğe bağımlılığını ifade etmektedir.

Daha önceki yaşam dönemlerinde toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kamusal alandan dışlanan kadınlar, eşlerinin vefatıyla birlikte yaşlılık sürecini daha da zorlanarak yaşamaktadırlar. 78 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Evin her işini kocam görürdü. En fazla komşuya giderdim oturmaya. Ölünce kaldım ortada. Yol bilmem, iz bilmem. Okumam yok, yazmam yok” sözleriyle ifade etmiştir. Hayatlarını ev içinde çocuklarının ve eşlerinin bakımına harcayan kadınlar eşleri ölünce kendilerini “sudan çıkmış balık” gibi hissetmektedirler. 

Yaşlanma ile bedensel yeti yitimi nedeniyle kendi işlerini yapamaz hale gelen kadınların hem ev işi ve bakım ihtiyaçları hem de maddi ihtiyaçları artmaktadır. 96 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Yaşlanınca evlatların sırtında kambursun. Evlenince hepsi el oluyor. Bayramdan bayrama gelirler. Akrabalar bir şey ister, diye yolunu değiştiriyor” sözleriyle ifade ederken, 76 yaşındaki diğer görüşmeci “İşlerken iyiydi elim, para görüyordu. Şimdi yüksün. Doktora götürürken bile yol parasını istiyorlar benden” şeklinde ifade etmektedir. Dolayısıyla yoksul yaşlı kadınların özellikle çocuklarıyla ve akrabalarıyla kurdukları dayanışma ilişkisi “sırttaki kambura” dönüşmektedir. Sonuçta enformel dayanışma ağlarının yetersizliği durumunda yaşlıların devletle bir dayanışma ilişkisine girmesi kaçınılmazdır. Bu gelir bağımlılığının da yaşlıların, toplumdaki tüketiciler ya da asalaklar olarak görülmesinin en önemli nedeni olduğu belirtilmektedir.6 Eşi vefat etmiş 77 yaşındaki bir kadın kocanın sağladığı korumayı devletin yapmasını beklediğini şöyle ifade etmiştir: “Ezelden fakirdik, ama kimseye muhtaç değildik. İşe gidip geçiniyorduk. Oğlanlarım yardım ederdi, evlendiler gittiler. Gençken iyiydi her şey, yaşlılık zor. Allah’a şükür elim ayağım tutuyor. Kendi işimi kendim görüyorum. Allah devlete zeval vermesin, fakir aylığı alıyorum, bize baba oldu devlet…” 

Eşi vefat etmiş 86 yaşındaki bir kadın da benzer biçimde şunları söylemektedir: “Zengin değildik, ama fakir de değildik. Çalışır, kazanır bütün yıl yettirirdik. Muhtaçlığımız yoktu. Şimdi devlet veriyor, onu yiyoruz. Allah razı olsun, bize bakıyor.” 

Eşi vefat etmiş yaşlı kadınların karşılaştıkları en olumsuz durum, sağlık problemleri arttığında ekonomik ve fiziksel olarak bağımsız yaşamalarının neredeyse imkânsızlaşmasıdır. Yaşlı bireyler, kendi kendine yetebildiği sürece, özellikle çocukları tarafından bir sorun olarak algılanmamaktadır. Ancak kadınların ataerkil yapı nedeniyle ikincilleştirilmesi ve özel alanla sınırlı bir yaşam sürmesi yaşlılık döneminde yoksulluğu daha derinden yaşamalarına neden olmaktadır. Ekonomik ve fiziksel yönden bağımlılık ise kadının sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalmasına ve kamusal yardımlarla hayatını idame ettirmesine neden olmaktadır. Ancak yaşlılık döneminde sağlık sorunları yoğun olarak yaşanmakta ve maddi olarak büyük yük getirmektedir. Bu süreci yoksulluk yardımı alan 96 yaşındaki bir görüşmeci “Sağlam olan yerimi saysam daha kolay be kızım. Şeker, tansiyon, kalp, romatizma, bir sürü hastalık var. Bir sürü ilaç alıyorum her gün. İnsanın eczanede veresiye defteri olur mu? Yaşlanınca oluyor…” sözleriyle ifade etmektedir. 87 yaşındaki bir diğer görüşmeci ise kırsal alanda yaşamanın sağlık hizmetlerine ulaşmada yarattığı sıkıntıyı “Koca köyde bir doktor var. Her tahlil yapılmıyor. Sadece ilaç yazdırıyorum. Üç ayda bir çocuklar uygun olursa Aliağa’ya götürüyorlar tahlil için” cümleleriyle ifade etmektedir. Dolayısıyla yaşlılık ve buna bağlı ortaya çıkan sağlık sorunlarında daha fazla ihtiyaç duyulan sağlık hizmetlerine, özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerine ulaşımda, ülkemizde uygulanan aile hekimliği modeli nedeniyle sıkıntılar yaşanmaktadır. Aile hekimlerinin belli günlerde poliklinik hizmeti vermesi ya da her tahlili yapamaması ve her ilacı yazamaması nedeniyle görüşmecilerin en yakın ilçeye, yani Aliağa’ya gitmeleri gerekmektedir. Bu durum kırsal alanda yaşamaya bağlı olarak yaşlıların mekansal dışlanmayı derinden hissetmelerine neden olmaktadır. 

Sonuç Olarak 

Ülkemizde yaşlılık sorunlarının çözümünde aileyi temel alan bir kamusal anlayış söz konusudur. Ancak yapılan çalışmalar ülkemizin hızlı bir yaşlanma sürecine girdiğini ve özellikle kırsal alanda yaşlı nüfusun yoğun olduğunu göstermektedir. Kırdan kente doğru yaşanan göç sonucunda kırsal alan daha çok yaşlıların mekanı haline gelmektedir. Geleneksel kırsal yapı içinde üretim süreçlerine bir şekilde dahil olabilen ve geniş ailenin avantajlarına sahip olan yaşlılar, göç süreciyle birlikte bu olanaklarını da büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Yaşamını kırsal alanda sürdüren yaşlılar hem fiziki ve sosyal altyapı yetersizlikleri hem de temel kamusal hizmetlere erişimde ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Dolayısıyla bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek mal ve hizmetlerin yetersizliği yanında yoksulluk ve mekansal yoksunluk özellikle kırsal alanda yaşayan yaşlılar için önemli bir sorundur. Yaşlı nüfus içinde kadınların erkeklerden daha uzun yaşaması ve yaşamları boyunca maruz kaldıkları toplumsal cinsiyet eşitsizliği katmerlenerek kadınların yaşlılık sürecinde dezavantajlılığını bir kat daha artırmaktadır. Kadınlar yaşlılık döneminde de ataerkil sistem nedeniyle toplumsal dışlanmayı ağır bir biçimde yaşamaktadır. Bu dışlanma sürecinin en önemli nedenleri arasında ise eğitimsizlik, dul olmak, yaşlının göç etmesi, engelli olmak, yoksulluk ve yaşanılan mekansal yapı gelmektedir. Yapılan çalışmalara göre özellikle yaşlı kadınlar yaşamlarını yalnız sürdürmekte ya da kırsal alanda yaşamakta ve düzenli bir gelir elde edememektedir.7 Bu bağlamda yaşlıların homojen bir grup olduğu düşüncesinden uzaklaşılması gerekmektedir. Görülmektedir ki, yaşlanma sürecinin yarattığı fiziksel, ruhsal, sosyal sorunlar yaşlının cinsiyetinden medeni durumuna, gelir seviyesine, yaşadığı mekana kadar birçok faktörden etkilenmekte ve yeni sorun alanları ortaya çıkmaktadır. Yaşlılara yönelik sosyal politikaların planlamasında aileyi temel alan bir anlayıştan öte yaşlının devlete muhtaç olmadan bir yaşam sürebileceği sosyal politika anlayışına ve uygulamalarına ihtiyacımız olduğu açıktır. 


1- TÜİK (2018) “İstatistiklerle Yaşlılar 2017”, www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27595 (Erişim tarihi: 12 Şubat 2019).

2- EYHGM (2019) “Engelli ve Yaşlı Bireylere İlişkin İstatistiki Bilgiler”, eyh.aile.gov.tr/uploads/pages/engelli-ve-yasli-bireylere-iliskin-istatistiki-bilgiler/bulten-ocak2019.pdf (Erişim tarihi: 10 Şubat 2019).

3- Öztürk, H. (2015) Yaşlanma ve Kırsal Yaşlılık: Mevcut Durum Raporu, Kalkınma Atölyesi, Ankara: Altan Matbaası.

4- Skinner, M. W., D. Cloutier ve G. J. Andrews (2015) “Geographies of Ageing: Progress and Possibilities After Two Decades of Change”, Progress in Human Geography, 39(6): 776-99. Ayrıca bkz. G. Andrews ve D. R. Phillips (2005) Ageing and Place: Perspectives, Policy and Practice, New York: Routledge.

5- Canatan, A. (2008) Sosyal Yönleriyle Yaşlılık, Ankara: Palme.

6- Turner, B. S. (2011) “Yaşlanma, Ölme ve Ölüm”, Tıbbî Güç ve Toplumsal İlgi içinde, çev. Ü. Tatlıcan,  Bursa: Sentez, s. 134-52.

7- Özmete, E. (2015) “Yaşlılıkta Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinin Yansımaları: Bakım Veren ve Bakım Alanlar İçin Psiko-Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Kanıtlar”, Kimlik ve Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Dergisi, 1(1): 28-29.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşlı nüfus, bilim ve teknolojideki gelişmeler, sağlık hizmetlerinin etkinliğinin artması vb. sebeplerle birlikte yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak giderek artmaktadır. Yaşlılık, belli bir yaşın üzerinde olan toplumsal grubu betimlemek için kullanılmaktadır. Yaşlanma ise sadece biyolojik bir durum değil, aynı zamanda toplumsal boyutları olan bir durumdur ve bir süreci ifade etmektedir. Dolayısıyla yaşlanma ve yaşlılık fizyolojik bir olgu olup meydana gelen fizyolojik değişimler sonucunda bireylerin bedensel, psikolojik ve sosyal anlamda özerkliklerini yitirmesine neden olur ve yeniden bağımlı bir duruma geçtikleri bir döneme karşılık gelir. Yaşlıların hasta, güçsüz, işe yaramaz olduğu yönündeki toplumsal kabuller yaşlılara yönelik ayrımcılığı pekiştirerek yaşlanma sürecini bir sosyal dışlanma haline dönüştürebilir. Dolayısıyla yaşlanma sürecinde bireyler sosyal ilişkilerden, kültürel ve toplumsal faaliyetlerden, temel hizmetlere erişimden ve yakın çevreden dışlanma ile karşı karşıya kalabilirler. Yaşlıların karşılaştıkları dışlanmalarda cinsiyetleri, etnisiteleri, medeni durumları ve kırsal-kentsel alanda yaşıyor olmaları gibi birçok faktör farklılaştırıcı rol oynayabilir. 

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre 2017 yılındaki toplam yaşlı nüfusunun %56’sını kadınlar, yaşlı kadın nüfusunun ise neredeyse yarısını eşi vefat etmiş kadınlar oluşturmaktadır. Tek kişilik hanede yaşayan yaşlıların %76,4’ü ise kadınlardır.1 Dul kalan erkekler, ev içi işleri ve kendi bakım işini yerine getirmesi amacıyla genellikle tekrar evlenmeyi tercih ederken, kadınlar yaşlılıklarını çoğunlukla yalnız geçirmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşlıların medeni durumları üzerinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Yaşlı kadınlar yaşa bağlı dışlanma sürecini toplumsal cinsiyet rollerinin gölgesinde daha fazla yaşamaktadırlar. Ataerkil toplumlarda kadınların ikincil konumları, yaşlandıklarında yaşlı olarak değer görseler bile, hane sorumlulukları (ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı vb.) bağlamında dışlanmalarına yol açabilmektedir. Kadınların toplumda erkeklerle eşit fırsat ve kaynaklara sahip olmamaları, çoğu kez eğitim, istihdam ve sosyal güvence dışı kalmaları, evlilik dolayımlı toplumsal statüleri yaşlandıklarında onları pek çok sorunla karşı karşıya bırakmaktadır. TÜİK istatistiklerine göre yaşlı nüfus içinde yoksul yaşlı kadın oranı %17’dir. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine glerden faydalanan yaşlı sayısı 709.590’dır.2 Özellikle yoksul hanelerdeki yaşlı kadınların yeti yitimleri sebebiyle cinsiyete dayalı rollerini yerine getirememeleri sosyal statü kaybına yol açmakta ve ekonomik yoksunlukları da başkalarına bağımlılıklarını artırmaktadır. Sosyal ilişkilerden dışlanma ve kamusal yardımlara muhtaçlık, yaşlı kadınların dezavantajlarını artırmaktadır.

Yaşlılığın Kırsallaşması ve Kırsal Alanda Yaşlı Kadın Olmak

Hem kadın hem de yaşlı olmanın yarattığı dezavantajların yanında kırsal alanda yaşamanın getirdiği mekansal yoksunluklar ve eşitsizlikler yaşlı kadınların üçlü dezavantajlılığını oluşturmaktadır. Özellikle ülkemizde 1950’lerden itibaren hız kazanan göç süreciyle birlikte kırsal alanda yaşayan nüfus giderek yaşlılardan oluşmakta ve bu durum yaşlılığın kırsallaşması olarak tanımlanmaktadır. Kırsal alanda yaşamak, kaynak ve hizmetlere erişimde eşitsizlikler, istihdam olanaklarının yetersizliği ve temel kamusal hizmetlere erişememe nedeniyle yaşlılar dışlanmayı çok daha derinden ve çok boyutlu olarak yaşamaktadır.3 

2017 yılında Haziran ve Eylül ayları arasında İzmir’in Aliağa ilçesinin kırsal alanında yaşayan 60-96 yaş aralığındaki on kadınla yaptığım derinlemesine görüşmeler tam da bu olguları yakından gözlemlememi sağladı. Yaşlanma, toplumsal cinsiyet rolleri ve yoksulluk bağlamında yürüttüğüm bu araştırmada anlatılarla yaşlılık, yoksulluk ve yaşlı kadın olma ilişkisini incelemiştim. Görüşme yaptığım (aslında sonradan Aliağa’ya bağlı bir mahalle ismini alan) köy Çanakkale-İzmir karayolu tarafından ikiye bölünüyordu. Yolun alt tarafı genellikle tatilcilerin kaldığı bir alan iken, yolun üst tarafı geçimini tarımdan sağlamaya çalışan kişilerin ve yaşlıların bulunduğu bir alandı. Karayolunu takip ederek bu köye geldiğinizde muhteşem bir deniz manzarası, zeytinler ve zakkumlar sizi karşılar, köyün üst tarafına gittiğinizde ise oldukça eski kerpiç evler ve kapı önünde sohbet eden yaşlılarla karşılaşırsınız. Aile hekiminin bulunduğu aile sağlığı merkezi, ilkokul, eczane ve alışveriş yapılacak küçük marketlerin hepsi köyün alt tarafında yer almaktadır. Dolayısıyla karayolunun ayırdığı iki dünyayla karşılaşırsınız buraya geldiğinizde. 

Ülkemizde uzun yıllar boyunca çoğunluğunu kırsal nüfusun oluşturduğu göç süreciyle kentsel nüfus giderek artmış ve kırsal nüfusun çok önüne geçmiştir. Yaşanan bu dönüşüm sadece nüfus yapısını değil toplumsal yapıyı da etkilemiş ve ailenin yaşam biçimlerinde, evlenme, doğurganlık ya da eğitim durumunda da bir dizi değişiklikler ortaya çıkararak Türk ailesinin yeniden yapılanmasına neden olmuştur. Özellikle genç nüfus kırsaldaki iş imkanlarının kısıtlılığı ya da tarımsal üretimden para kazanamama gibi nedenlerle kentsel alanlara doğru göç etmekte ve kırsal alanlar yaşlıların mekanı haline gelmektedir. Bu durum hem geleneksel aile yapısını ve değerler sistemini dönüşüme uğratmakta hem de yaşlılara atfedilen rol ve statünün yeniden tanımlanmasına neden olmaktadır. Geleneksel aile içinde yaşlının konum ve statüsü güvence altındadır. Yaşlılar, ailenin en bilgili ve tecrübeli kişisi olarak saygıyla davranılan ve aynı zamanda ihtiyaçları giderilen kişilerdir. Dolayısıyla geleneksel aile anlayışında yaşlı olmak “sorumlu” olmak anlamına gelir ve ihtiyaç duyduğu tüm bakım ve hizmetler de hane içindeki ya da köyde yaşayan gençler tarafından sağlanır. Ancak yukarıda belirtilen sebeplerle çekirdek aileye doğru yaşanılan dönüşüm sürecinde, aile bir sosyal güvenlik kurumu olma özelliğini giderek kaybetmekte ve sorumlu bir statüye sahip olan yaşlıların da “sorunlu” olarak algılanmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla yaşlılar çocuklarına ya da topluma yük olan, sıkıntı veren bir algıyla değerlendirilmektedir. 

Görüşme yaptığım yaşlıların büyük çoğunluğunun çocukları köyden göç etmiş ve bayramdan bayrama köye ziyarete gelirken, çocukları yakınında olan yaşlılar da çocuklarından çok fayda görmediklerini, özellikle ihtiyaç duydukları durumlarda (soba yakma, ekmek alma, pazar alışverişi gibi) öncelikle komşularından yardım istediklerini belirtmişlerdir. Toplumda genel olarak, kentsel alanda yaşamanın ve yaşlanmanın birçok dezavantaja yol açtığı düşünülmekte, kırsal alanlar yaşlıların doğal yaşam alanları olarak idealleştirilmektedir. Kırsalda enformel dayanışma ilişkilerinin yoğunluğu nedeniyle yaşlıların yaşadıkları sıkıntıları kamusal destek almadan çözebilecekleri düşünülmektedir. Ancak kırsal aile yapılarında yaşanan dönüşüm, geleneksel dayanışma ilişkilerinin zayıflaması, coğrafi ve iklimsel koşullar, altyapı sorunları ve kamusal hizmetlere erişimdeki sıkıntılar nedeniyle kırsal yaşlanma daha karmaşık ve değişken bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.4

Modernleşmeyle birlikte yaşlı denilince bakıma muhtaç, yürüme güçlükleri olan, mutsuz, yalnız ve sosyal ilişkileri zayıflamış bireyler akla gelmekte, yaşlılık kavramı çoğu zaman hastalık kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Bu tür bir yanlış algı, yaşlı bireylerin, bu olumsuz değerleri benimsemelerine ve “kendilerini işe yaramaz ve toplumdan dışlanmış” hissetmelerine yol açmaktadır. Bu durum yaşlı bireylerin bağımsızlıklarını kaybettiklerini düşünmelerine neden olmakta ve sonuç olarak hayatlarının geri kalan yıllarını mutsuzluk ve yetersizlik hissi ile yaşamalarına sebep olmaktadır.5 Muhtaçlık ve yetersizlik duygusu benim görüşmelerim sırasında da sık sık gündeme geldi. Eşi vefat ettiğinden beri yalnız yaşayan 89 yaşındaki bir kadın görüşmeci durumunu “Yaşlandıkça muhtaçlığım arttı… bakkala gidip ekmek bile almak zor bazen… Eskiden böyle miydi? Her işe koşardım… Ele bakmak çok zor” şeklinde ifade ederken, eşi vefat etmiş 86 yaşındaki bir diğer görüşmeci “Kocam varken her şey daha kolaydı. İşleri o hallederdi. Kimsenin bir faydası yok. Kör topal idare ediyoruz işte. Allah yatırmasın, muhtaç etmesin kimseye” cümleleriyle yaşlılık sürecini “elden ayaktan düşmek” olarak gördüklerini ifade etmişlerdir.

Kırsalda kadınlar eşlerine ekonomik olarak bağımlı olmaları sebebiyle, eşlerinin ölümüyle birlikte ciddi bir gelir kaybıyla karşı karşıya kalmakta, erkeklere göre daha büyük zorluklar yaşamaktadır. Özellikle kırsal alanda daha baskın olan ataerkil yapı ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadının emeğinin karşılığı olan geliri ve sosyal güvenceyi elde edememesine ve özellikle eş kaybı sonrasında daha da derinleşen bir yoksulluk süreci yaşamasına neden olmaktadır. Eşi vefat etmiş ve çocuklarıyla birlikte yaşayan 77 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Çalışmakla ömrüm geçti. Adama dedim tütün paralarını üzerime yatıralım Bağ-Kur’um olsun. Kadın kısmı napcak Bağ-Kur’u dedi. Yatırmadı. Kocam varken eline bakardım üç kuruş para versin diye, şimdi oğlanın eline bakar oldum” sözleriyle dile getirerek kadının ikincil konumunu ve erkeğe bağımlılığını ifade etmektedir.

Daha önceki yaşam dönemlerinde toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kamusal alandan dışlanan kadınlar, eşlerinin vefatıyla birlikte yaşlılık sürecini daha da zorlanarak yaşamaktadırlar. 78 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Evin her işini kocam görürdü. En fazla komşuya giderdim oturmaya. Ölünce kaldım ortada. Yol bilmem, iz bilmem. Okumam yok, yazmam yok” sözleriyle ifade etmiştir. Hayatlarını ev içinde çocuklarının ve eşlerinin bakımına harcayan kadınlar eşleri ölünce kendilerini “sudan çıkmış balık” gibi hissetmektedirler. 

Yaşlanma ile bedensel yeti yitimi nedeniyle kendi işlerini yapamaz hale gelen kadınların hem ev işi ve bakım ihtiyaçları hem de maddi ihtiyaçları artmaktadır. 96 yaşındaki bir görüşmeci bu durumu “Yaşlanınca evlatların sırtında kambursun. Evlenince hepsi el oluyor. Bayramdan bayrama gelirler. Akrabalar bir şey ister, diye yolunu değiştiriyor” sözleriyle ifade ederken, 76 yaşındaki diğer görüşmeci “İşlerken iyiydi elim, para görüyordu. Şimdi yüksün. Doktora götürürken bile yol parasını istiyorlar benden” şeklinde ifade etmektedir. Dolayısıyla yoksul yaşlı kadınların özellikle çocuklarıyla ve akrabalarıyla kurdukları dayanışma ilişkisi “sırttaki kambura” dönüşmektedir. Sonuçta enformel dayanışma ağlarının yetersizliği durumunda yaşlıların devletle bir dayanışma ilişkisine girmesi kaçınılmazdır. Bu gelir bağımlılığının da yaşlıların, toplumdaki tüketiciler ya da asalaklar olarak görülmesinin en önemli nedeni olduğu belirtilmektedir.6 Eşi vefat etmiş 77 yaşındaki bir kadın kocanın sağladığı korumayı devletin yapmasını beklediğini şöyle ifade etmiştir: “Ezelden fakirdik, ama kimseye muhtaç değildik. İşe gidip geçiniyorduk. Oğlanlarım yardım ederdi, evlendiler gittiler. Gençken iyiydi her şey, yaşlılık zor. Allah’a şükür elim ayağım tutuyor. Kendi işimi kendim görüyorum. Allah devlete zeval vermesin, fakir aylığı alıyorum, bize baba oldu devlet…” 

Eşi vefat etmiş 86 yaşındaki bir kadın da benzer biçimde şunları söylemektedir: “Zengin değildik, ama fakir de değildik. Çalışır, kazanır bütün yıl yettirirdik. Muhtaçlığımız yoktu. Şimdi devlet veriyor, onu yiyoruz. Allah razı olsun, bize bakıyor.” 

Eşi vefat etmiş yaşlı kadınların karşılaştıkları en olumsuz durum, sağlık problemleri arttığında ekonomik ve fiziksel olarak bağımsız yaşamalarının neredeyse imkânsızlaşmasıdır. Yaşlı bireyler, kendi kendine yetebildiği sürece, özellikle çocukları tarafından bir sorun olarak algılanmamaktadır. Ancak kadınların ataerkil yapı nedeniyle ikincilleştirilmesi ve özel alanla sınırlı bir yaşam sürmesi yaşlılık döneminde yoksulluğu daha derinden yaşamalarına neden olmaktadır. Ekonomik ve fiziksel yönden bağımlılık ise kadının sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalmasına ve kamusal yardımlarla hayatını idame ettirmesine neden olmaktadır. Ancak yaşlılık döneminde sağlık sorunları yoğun olarak yaşanmakta ve maddi olarak büyük yük getirmektedir. Bu süreci yoksulluk yardımı alan 96 yaşındaki bir görüşmeci “Sağlam olan yerimi saysam daha kolay be kızım. Şeker, tansiyon, kalp, romatizma, bir sürü hastalık var. Bir sürü ilaç alıyorum her gün. İnsanın eczanede veresiye defteri olur mu? Yaşlanınca oluyor…” sözleriyle ifade etmektedir. 87 yaşındaki bir diğer görüşmeci ise kırsal alanda yaşamanın sağlık hizmetlerine ulaşmada yarattığı sıkıntıyı “Koca köyde bir doktor var. Her tahlil yapılmıyor. Sadece ilaç yazdırıyorum. Üç ayda bir çocuklar uygun olursa Aliağa’ya götürüyorlar tahlil için” cümleleriyle ifade etmektedir. Dolayısıyla yaşlılık ve buna bağlı ortaya çıkan sağlık sorunlarında daha fazla ihtiyaç duyulan sağlık hizmetlerine, özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerine ulaşımda, ülkemizde uygulanan aile hekimliği modeli nedeniyle sıkıntılar yaşanmaktadır. Aile hekimlerinin belli günlerde poliklinik hizmeti vermesi ya da her tahlili yapamaması ve her ilacı yazamaması nedeniyle görüşmecilerin en yakın ilçeye, yani Aliağa’ya gitmeleri gerekmektedir. Bu durum kırsal alanda yaşamaya bağlı olarak yaşlıların mekansal dışlanmayı derinden hissetmelerine neden olmaktadır. 

Sonuç Olarak 

Ülkemizde yaşlılık sorunlarının çözümünde aileyi temel alan bir kamusal anlayış söz konusudur. Ancak yapılan çalışmalar ülkemizin hızlı bir yaşlanma sürecine girdiğini ve özellikle kırsal alanda yaşlı nüfusun yoğun olduğunu göstermektedir. Kırdan kente doğru yaşanan göç sonucunda kırsal alan daha çok yaşlıların mekanı haline gelmektedir. Geleneksel kırsal yapı içinde üretim süreçlerine bir şekilde dahil olabilen ve geniş ailenin avantajlarına sahip olan yaşlılar, göç süreciyle birlikte bu olanaklarını da büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Yaşamını kırsal alanda sürdüren yaşlılar hem fiziki ve sosyal altyapı yetersizlikleri hem de temel kamusal hizmetlere erişimde ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Dolayısıyla bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek mal ve hizmetlerin yetersizliği yanında yoksulluk ve mekansal yoksunluk özellikle kırsal alanda yaşayan yaşlılar için önemli bir sorundur. Yaşlı nüfus içinde kadınların erkeklerden daha uzun yaşaması ve yaşamları boyunca maruz kaldıkları toplumsal cinsiyet eşitsizliği katmerlenerek kadınların yaşlılık sürecinde dezavantajlılığını bir kat daha artırmaktadır. Kadınlar yaşlılık döneminde de ataerkil sistem nedeniyle toplumsal dışlanmayı ağır bir biçimde yaşamaktadır. Bu dışlanma sürecinin en önemli nedenleri arasında ise eğitimsizlik, dul olmak, yaşlının göç etmesi, engelli olmak, yoksulluk ve yaşanılan mekansal yapı gelmektedir. Yapılan çalışmalara göre özellikle yaşlı kadınlar yaşamlarını yalnız sürdürmekte ya da kırsal alanda yaşamakta ve düzenli bir gelir elde edememektedir.7 Bu bağlamda yaşlıların homojen bir grup olduğu düşüncesinden uzaklaşılması gerekmektedir. Görülmektedir ki, yaşlanma sürecinin yarattığı fiziksel, ruhsal, sosyal sorunlar yaşlının cinsiyetinden medeni durumuna, gelir seviyesine, yaşadığı mekana kadar birçok faktörden etkilenmekte ve yeni sorun alanları ortaya çıkmaktadır. Yaşlılara yönelik sosyal politikaların planlamasında aileyi temel alan bir anlayıştan öte yaşlının devlete muhtaç olmadan bir yaşam sürebileceği sosyal politika anlayışına ve uygulamalarına ihtiyacımız olduğu açıktır. 


1- TÜİK (2018) “İstatistiklerle Yaşlılar 2017”, www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27595 (Erişim tarihi: 12 Şubat 2019).

2- EYHGM (2019) “Engelli ve Yaşlı Bireylere İlişkin İstatistiki Bilgiler”, eyh.aile.gov.tr/uploads/pages/engelli-ve-yasli-bireylere-iliskin-istatistiki-bilgiler/bulten-ocak2019.pdf (Erişim tarihi: 10 Şubat 2019).

3- Öztürk, H. (2015) Yaşlanma ve Kırsal Yaşlılık: Mevcut Durum Raporu, Kalkınma Atölyesi, Ankara: Altan Matbaası.

4- Skinner, M. W., D. Cloutier ve G. J. Andrews (2015) “Geographies of Ageing: Progress and Possibilities After Two Decades of Change”, Progress in Human Geography, 39(6): 776-99. Ayrıca bkz. G. Andrews ve D. R. Phillips (2005) Ageing and Place: Perspectives, Policy and Practice, New York: Routledge.

5- Canatan, A. (2008) Sosyal Yönleriyle Yaşlılık, Ankara: Palme.

6- Turner, B. S. (2011) “Yaşlanma, Ölme ve Ölüm”, Tıbbî Güç ve Toplumsal İlgi içinde, çev. Ü. Tatlıcan,  Bursa: Sentez, s. 134-52.

7- Özmete, E. (2015) “Yaşlılıkta Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinin Yansımaları: Bakım Veren ve Bakım Alanlar İçin Psiko-Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Kanıtlar”, Kimlik ve Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Dergisi, 1(1): 28-29.

DÖN