İngilizceden çeviren: Emrah Altınok 

Konut yeterince basit bir şeydir. Fakat Marx’ın bir zamanlar söylediği gibi, konut aynı zamanda bir meta olduğundan, bu onun, “metafizik incelikler ve teolojik ayrıntılarla” dolu olduğu anlamına gelir. Büyüdüğüm ev, 1945 sonrası Britanyasının, güvenli, korunaklı ve saygın bir işçi sınıfı mahallesindeydi. Biraz sıradan ve ruhsuz olsa da bir kullanım değerinin ürünüydü. Yemek yemek, uyumak, sosyalleşmek, hikâye okumak, ev ödevi yapmak veya radyo dinlemek için oldukça zorlayıcı bir mekân olmasına rağmen, güvenli bir ortam oluşturan bu yer, tüm içsel karmaşıklıkları ve gerilimleriyle, ailenin çok fazla dış müdahale olmadan yaşayabileceği ve ilişki kurabileceği bir yerdi. Komşularla olan ilişkiler samimi ve destekleyiciydi ama sıkı fıkı da değildi. Burası kullanım değerinin şehriydi.

Lakin evin kredi borcunun bittiği günü hatırlıyorum. Küçük bir kutlama oldu. O zaman farkına vardığım, evin gelecekteki kuşaklara (benim gibi) aktarılabilecek bir mübadele değeri de vardı. Tabii bu hiç sohbet konusu olmadı. Evimize çok da uzak olmayan bir yerde sosyal konutlar vardı. Ama ne zaman ki bana gayet normal görünen bu mahalleden bir kız arkadaşım oldu, annem bunu kesinlikle onaylamadı ve oradaki insanların güvenilmemesi gereken sorumsuz insanlar olduğunu söyledi. Halbuki onlar da (belki biraz yavan olsa da) fena olmayan bir çevrede yer alan güvenli konutlara sahiplerdi. Aileler aynı radyo programlarını dinliyor, çocuklar sokaklarda aynı oyunları oynuyordu. Fakat seçimlerde İşçi Partisi’ni2 destekliyorlardı. Bizim mahallede ise hem İşçi Partisi hem de Tory3 afişleri vardı. İşçi sınıfının ev sahibi olması, Britanya’da 1890’lardan beri teşvik edilmiştir; ki bu başından beri Bolşevizm’e karşı bir savunma ve toplumsal kontrol aracı olagelmiştir. ABD’de şöyle bir deyiş vardır: “Borçlandırılmış konut sahipleri grev yapmazlar.”

Artık ilgi konuta değil, üzerinde durduğu toprağa odaklıydı. Mevcut arazi değeri ile arazinin en iyi şekilde kullanımıyla elde edilecek en yüksek değer arasındaki fark, yatırımcıları baştan çıkardı.

1980’lerde konuta yaklaşımda bir değişiklik oldu. Margaret Thatcher, sosyal konut uygulamalarını tasfiye etti ve insanlar konutlarının mübadele değeriyle daha bir ilgilenir oldu. Konut sahipliğini teşvik eden inşaat şirketleri işçi sınıfının mahalli kurumları olmaktan çıkıp, adeta bankalara dönüştüler. 1981’de, İngiltere’deki konutların neredeyse üçte biri kamu sektöründeyken, 2016’ya dek bu oran %7’nin altına düştü. Doğrusu neoliberalizmin ideal dünyasında sosyal konuta yer yoktu. Colin Crouch’un söylediği gibi, “Sosyal konut kiracıları, neoliberal öncesi bir geçmişin istenmeyen kalıntıları”ydı. Hâliyle biz de gayrimenkul sahibi olmaya dayalı yeni bir demokrasi düzenine bağlı hâle geldik. Konutlar kiralanmak ya da bakım yapılarak daha değerli hâle getirilmek üzere mübadele edildi. Böylece insanların daha yüksek statüdeki mahallelere taşınabilmeleri mümkün oluyordu. Buradaki yaklaşım, bir mübadele değeri, bir tasarruf biçimi ve bireysel zenginleşmenin aracı olarak konutun, değerli hâle getirilmek üzere düzenlenmesine dayalıydı. Ev sahipliğine bağlı bu zenginlik, sıklıkla tartışmaların konusu oluyordu. Riff-raff (beyaz olmayanlar veya göçmenler) mahallelerin mülk değerlerinin korunabilmesi için dışarıda tutulacaktı. Ayrışma pekişti ve kapalı-korunaklı siteler gelişti. Mekân çitlenirken, kentsel müşterekler de tükendi.

Yüzyılın sonuna gelindiğinde yaklaşım tekrar değişti. Konut, sermaye birikimi ve spekülatif kazanç aracı olarak görülüyor; insanların ipotek teminatlı kredilerini yeniden finanse ederek servet elde edebilecekleri bir ATM’ye dönüşüyordu. Konut piyasalarında kredi ve likidite çalkantıdaydı; konut fiyatları da bir oraya bir buraya savruluyordu. Fakat bu değişimin ardından çok daha korkunç bir güç ortaya çıktı. Artık ilgi konuta değil, üzerinde durduğu toprağa odaklıydı. Mevcut arazi değeri ile arazinin en iyi şekilde kullanımıyla elde edilecek en yüksek değer arasındaki fark, yatırımcıları baştan çıkardı. Bu spekülatif kazancı gerçekleştirmek için ya mevcut kullanım biçimi ve oranın sakinleri yerinden edilmek zorundaydı ya da bu insanlar, orada kalma hakkının ayrıcalığı karşılığında daha yüksek kiralar ödemeliydi. 

Çarpıcı örnekler dünyanın bütün büyük metropoliten bölgelerinde bulunabilir. Çin’in durumunu ele alalım. Çin’de arazi fiyatları 2004-2015 yıllarında beş kat arttı. 2008’den önce, arazi değerleri Pekin konut fiyatlarının ortalama %37’sine denk düşüyordu. 2010’dan sonra bu oran %60’a yükseldi. Her yerde dar gelirli nüfus ya zorla tahliye edildi ya da hızla yükselen kira yüklerinin altına sokuldu. China’s Great Wall of Debt [Çin’in Borç Seddi] adlı kitabın yazarı Dinny McMahon’dan alıntıyla: “Milyonlar, yaşadıkları şehirlerde artan fiyatlar sebebiyle konut piyasasının dışına itilirken, durum hiç de iyiye gitmiyor.”

Bu gidişat Marx’ı elbette şaşırtmazdı; zira “Konut rantı için yoksulluk, sahipleri için Potosi madenlerinin olduğundan daha verimli bir kaynaktır” diyen oydu.4 “Muazzam güç”, toprak üzerindeki mülklere tahakkuk ediyor; bu da “ücret mücadelesi veren işçilerin, ikametgâhları olan dünyadan dışlanmasına” neden oluyordu. Bu yüzden Marx’a göre, “konut” değil, “toprak rantı bir spekülasyon nesnesi”ydi. 

Birçok mahallede dar gelirli insanlar, lüks yatırım fırsatlarına, pahalı apartman dairelerine ve bu dairelerin Airbnb gibi yeni kullanımlara çevrilmesine fırsat yaratabilmek için yerlerinden edildiler. Artık konut piyasasını sürükleyen şey yalnızca mübadele değeri değil, konut piyasalarının manipüle edilmesine dayalı sermaye birikimi arayışıydı. Gayrimenkul fiyatlarındaki hızlı artış ev sahiplerine fayda sağlıyor gibi görünse de, bu işten asıl fayda sağlayanlar bankalar, kredi kuruluşları ve sözkonusu spekülatif oyuna katılan büyük şirketler ile koruma fonları (hedge funds)5 oldu.

Çöküş başladığında dönüşüm artık daha belirgindi. Bankalar paçayı kurtarırken ev sahipleri borsanın köpekbalıklarına yem edildi. ABD’deki milyonlarca insan 2007-2010’da evlerini icraya kaptırdı; kiralık konut pazarında ise dar gelirli insanların evlerinden tahliye edilmeleri, her yerde hız kazandı ve bu durum yıkıcı sosyal sonuçlara yol açtı. Hacizli konutları haraç-mezat fiyatlara satın alan koruma fonları ve özel sermaye, bugün finansal işlemleri üzerinden servet elde ediyorlar. Kamu sektörünün kalıntıları içinde, kemer sıkma politikalarının, konut stokunun bakımının ertelenmesi ve konutların çürümesine yol açtığı yerde, bize söylenen, artık yalnızca özelleştirmenin işleri iyileştirebileceğiydi. Kamu varlıklarını özelleştiren sermaye, insanları yerinden etmenin uzmanı hâline gelirken; dar gelirliler için karşılanabilir konut üretiminin kâr amaçlı konut piyasasına dönüşümü hız kazandı.

Burası artık spekülatif kazancın kentiydi. Konuttaki kalıcılığın değişken ve kısa ömürlü hâle geldiği, toplumsal dayanışmanın ve mahalli ortaklıkların çözüldüğü, daha çok gayrimenkul firmalarının —seçkin yaşamın kurgusal özelliklerine sahip lüks, kapalı sitelerin— yükselişe geçtiği bir kent… Öyle ki, kentsel imaj mühendisliği (urban imagineering) dedikleri şey, artık tamzamanlı bir mesleğe dönüşüyordu. Gerçekte olan, toplumsal ilişkilerin aşınmasıdır; üstelik bunun korkunç sonuçları vardır. Glyn Robbins, bugünlerde Londra’yı kasıp kavuran suç dalgasından dem vurarak şöyle diyor: 

Kâr odaklı neoliberal kent politikaları, gençlerin büyük bir kısmının kendisini tam anlamıyla yersiz yurtsuz hissettiği kentler yarattı. Bu gençler, doğdukları çevrede bedelini karşılayabilecekleri bir eve sahip olmayı neredeyse imkânsız buluyor ve bu onların, bağımsız bir hayat sürme kabiliyeti geliştirmelerine engel oluyor. Sosyal ağları, aidiyet duyguları ve yetişkin dünyasında saygı gördüklerine dair hisleri kaybolma noktasına geldi. Gençlerin, ne kendilerinin ne de diğerlerinin hayatlarını önemsedikleri böylesine bir hâl, daha iyi tasarlanamazdı.

Yani bu dünya, yetiştiğim dünyadan farklı bir dünya. Yine de, ev hâlâ ev olmaya devam ediyor.

Farklılaşan değer biçimleri, meta formunda her zaman uyum içinde var olmaz. Konut piyasalarının yakın tarihinde bu değer biçimlerinin birlikte evrimleşme süreci, sermayenin arazi ve mülkiyet piyasaları üzerindeki hegemonik gücü nedeniyle dünya nüfusunun yarısından fazlasının insan onuruna yaraşır, yaşamaya değer bir çevre bulamadığı spekülatif değerlemenin günümüzdeki kördüğümüyle sonuçlandı. Halbuki böyle olmak zorunda değil. Geçenlerde çalışma odamı düzenlerken, New York Metropoliten Bölgesi Konut Konseyi’nin yayımladığı 1978 tarihli bir kitapçık karşıma çıktı. Başlığı şuydu: Housing in the Public Domain: The Only Solution [Kamu Mülkiyetinde Konut Edinimi: Tek Çözüm]. 1978’de, ABD Konut ve Kentsel Gelişme Bakanlığı, bu çözüm için 83 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştı. Büyük kentlerin çoğunda, kısmi mülkiyetli konut kooperatifleri (limited-equity coops)6 ve hatta topluluk temelli arsa ortaklıkları (community land trusts – CLTs)7 piyasa dışı çözümler sunarak yaygınlaşıyordu. 1983’e gelindiğinde, Bakanlığın ilgili bütçesi 18 milyar dolara düştü ve Clinton döneminde tamamen feshedildi. Kırk sene sonra ben de kendimi “kamu mülkiyetinde konut” çözümünün peşinden kararlılıkla gitmiyor olmanın dünya genelinde yarattığı yıkıcı sonuçları üzerine kafa yorarken buldum. Öncelik kullanım değerinin olmalıdır.


1- Bu yazı daha önce Tribune Mag’de yayımlanmıştır. Bkz. Harvey, D. (2019, 10 Ocak). A Tale of Three Cities. tribunemag.co.uk/2019/01/a-tale-of-three-cities

2- 1945’te mecliste 146 koltuğa sahip olmayı başaran, Britanya’nın merkez sol partisi İşçi Partisi (Labour Party), 23 Şubat 1950 genel seçimlerinde koltuk sayısını büyük oranda kaybederek (sadece beş milletvekili ile) yönetimdeki temsiliyetini büyük oranda yitirmişti. -ç.n.  

3- İngiliz dili ve siyaset tarihinde muhafazakâr ideolojiye bağlı olanlar “tory” adıyla anılır. Yazarın sözünü ettiği afiş, İngiliz tipi gelenekselcilik ve muhafazakârlık anlayışını (Toryism) benimseyen merkez sağ partiye (Muhafazakar Parti’ye) aittir. 

Bu konuda, henüz çevirisi yayımlanmamış olan The Political Thought of the Conservative Party since 1945 [1945’ten bugüne Muhafazakar Parti Siyasal Düşüncesi] adlı kitapta yer alan toparlayıcı bir tartışma için Arthur Aughey’nin kaleme aldığı Traditional Toryism adlı bölüm okunabilir. Bkz. Aughey A. (2005). Traditional Toryism. Hickson K. (ed.) The Political Thought of the Conservative Party since 1945 içinde. Londra: Palgrave Macmillan. -ç.n.

4- İspanya’nın egemen sınıflarının, 16. yüzyıldan itibaren köle emeğini kullanarak sömürmeye başladığı Bolivya’nın güneyindeki verimli gümüş madenleri, yüzyıllar boyunca İspanya zenginliğinin kaynağı olmuştur. Marx’a göre, emekçi sınıfların kentlerde yaşadığı evlerin pahalılığıyla nitelikleri ters orantılıydı. “Servetin artışıyla birlikte kentlerde görülen imar hareketleri”, yoksulları daha kötü koşullarda yaşayacakları kenar mahallelere sürüyordu. Bu düzenekte konut spekülatörleri, Potosi’deki gümüş madenlerini sömüren sermayenin konduğu kârdan daha büyük bir kâra (üstelik çok daha az masrafla) konabiliyordu. Bkz. Marx, K. (2011). Yirmibeşinci Bölüm: Kapitalist Birikimin Genel Yasası. Kapital Cilt: 1 içinde. Yordam Kitap. -ç.n.  

5- Özellikle ABD’de 1990’lardan itibaren yaygınlaşan koruma fonları (serbest fonlar), genellikle karmaşık portföy oluşturma ve risk yönetimi teknikleriyle çeşitli varlıklara yatırım yapan fonlardır. Profesyonel bir yatırım yönetimi gerektiren bu fonlar, birtakım düzenleme aygıtlarından bağımsız olmaları ve daha çok likit varlıklara yatırım yapmaları esasıyla, diğer özel sermaye fonlarından ayrışırlar. İngiliz gazeteci yazar Sebastian Mallaby’nin kaleme aldığı, henüz Türkçeleştirilmemiş olan More Money Than God: Hedge Funds and the Making of the New Elite [Tanrıdan Daha Zengin: Koruma Fonları ve Yeni Seçkinler] adlı kitap, ABD’de yükselen koruma fonlarının tarihini tüm detaylarıyla ortaya koyuyor. Bkz. Mallaby, S. (2011). More Money Than God Hedge Funds and the Making of a New Elite. Londra: Bloomsbury Publishing PLC. -ç.n. 

6- Geleneksel konut kooperatiflerinden mülk edinimi ve satışına belirli kısıtlamalar getirilmesi bağlamında ayrışan bu modelde, kooperatif üyeleri piyasa rayiçlerinden görece daha düşük maliyetlere konut edinebilirler. Yalnızca düşük bütçeli üyelerin kurabildiği bu ortaklık modelinde, konutun üçüncü şahıslara satışını kısıtlayan koşullar sözkonusudur. Cambridge (Massachusetts) Planlama Ajansı’nın hazırladığı açıklayıcı web sayfası için bkz. www.cambridgema.gov/CDD/housing/forhomebuyers/coops. -ç.n. 

7- Kâr amacı gütmeyen bu kuruluşlar, toplulukların, başta karşılanabilir konut olmak üzere ihtiyaç duyduğu sosyal donatılara ve açık alanlara erişimini mümkün kılacak politikaları ve eylemleri yürütür. İlk kez 1930’lar Amerikasında tarım toprağının Afro-Amerikalı topluluklarca müşterekleştirilmesi amacıyla kurulmuş olan bu kuruluşlar, arsa geliştirme de dahil olmak üzere, topluluklara kaynak yaratma amacıyla ticari işletmeler kurma ve bunları yönetme işlerini de üstlenebilmektedirler. Topluluk temelli arsa ortaklıkları bugün birçok ülkede bireysel mülk edinimi yerine müşterek mülkiyet anlayışının merkeze alındığı yeni bir kentsel-toplumsal organizasyon modeli olarak yeniden ele alınmaktadır. ABD’de birçok eyalette faaliyetlerini sürdüren Topluluk Refahı (Community Wealth) kolektifinin web sitesi konuyla ilgili geniş bilgi ve veri içeriğine sahip. Bkz. community-wealth.org. -ç.n.

İngilizceden çeviren: Emrah Altınok 

Konut yeterince basit bir şeydir. Fakat Marx’ın bir zamanlar söylediği gibi, konut aynı zamanda bir meta olduğundan, bu onun, “metafizik incelikler ve teolojik ayrıntılarla” dolu olduğu anlamına gelir. Büyüdüğüm ev, 1945 sonrası Britanyasının, güvenli, korunaklı ve saygın bir işçi sınıfı mahallesindeydi. Biraz sıradan ve ruhsuz olsa da bir kullanım değerinin ürünüydü. Yemek yemek, uyumak, sosyalleşmek, hikâye okumak, ev ödevi yapmak veya radyo dinlemek için oldukça zorlayıcı bir mekân olmasına rağmen, güvenli bir ortam oluşturan bu yer, tüm içsel karmaşıklıkları ve gerilimleriyle, ailenin çok fazla dış müdahale olmadan yaşayabileceği ve ilişki kurabileceği bir yerdi. Komşularla olan ilişkiler samimi ve destekleyiciydi ama sıkı fıkı da değildi. Burası kullanım değerinin şehriydi.

Lakin evin kredi borcunun bittiği günü hatırlıyorum. Küçük bir kutlama oldu. O zaman farkına vardığım, evin gelecekteki kuşaklara (benim gibi) aktarılabilecek bir mübadele değeri de vardı. Tabii bu hiç sohbet konusu olmadı. Evimize çok da uzak olmayan bir yerde sosyal konutlar vardı. Ama ne zaman ki bana gayet normal görünen bu mahalleden bir kız arkadaşım oldu, annem bunu kesinlikle onaylamadı ve oradaki insanların güvenilmemesi gereken sorumsuz insanlar olduğunu söyledi. Halbuki onlar da (belki biraz yavan olsa da) fena olmayan bir çevrede yer alan güvenli konutlara sahiplerdi. Aileler aynı radyo programlarını dinliyor, çocuklar sokaklarda aynı oyunları oynuyordu. Fakat seçimlerde İşçi Partisi’ni2 destekliyorlardı. Bizim mahallede ise hem İşçi Partisi hem de Tory3 afişleri vardı. İşçi sınıfının ev sahibi olması, Britanya’da 1890’lardan beri teşvik edilmiştir; ki bu başından beri Bolşevizm’e karşı bir savunma ve toplumsal kontrol aracı olagelmiştir. ABD’de şöyle bir deyiş vardır: “Borçlandırılmış konut sahipleri grev yapmazlar.”

Artık ilgi konuta değil, üzerinde durduğu toprağa odaklıydı. Mevcut arazi değeri ile arazinin en iyi şekilde kullanımıyla elde edilecek en yüksek değer arasındaki fark, yatırımcıları baştan çıkardı.

1980’lerde konuta yaklaşımda bir değişiklik oldu. Margaret Thatcher, sosyal konut uygulamalarını tasfiye etti ve insanlar konutlarının mübadele değeriyle daha bir ilgilenir oldu. Konut sahipliğini teşvik eden inşaat şirketleri işçi sınıfının mahalli kurumları olmaktan çıkıp, adeta bankalara dönüştüler. 1981’de, İngiltere’deki konutların neredeyse üçte biri kamu sektöründeyken, 2016’ya dek bu oran %7’nin altına düştü. Doğrusu neoliberalizmin ideal dünyasında sosyal konuta yer yoktu. Colin Crouch’un söylediği gibi, “Sosyal konut kiracıları, neoliberal öncesi bir geçmişin istenmeyen kalıntıları”ydı. Hâliyle biz de gayrimenkul sahibi olmaya dayalı yeni bir demokrasi düzenine bağlı hâle geldik. Konutlar kiralanmak ya da bakım yapılarak daha değerli hâle getirilmek üzere mübadele edildi. Böylece insanların daha yüksek statüdeki mahallelere taşınabilmeleri mümkün oluyordu. Buradaki yaklaşım, bir mübadele değeri, bir tasarruf biçimi ve bireysel zenginleşmenin aracı olarak konutun, değerli hâle getirilmek üzere düzenlenmesine dayalıydı. Ev sahipliğine bağlı bu zenginlik, sıklıkla tartışmaların konusu oluyordu. Riff-raff (beyaz olmayanlar veya göçmenler) mahallelerin mülk değerlerinin korunabilmesi için dışarıda tutulacaktı. Ayrışma pekişti ve kapalı-korunaklı siteler gelişti. Mekân çitlenirken, kentsel müşterekler de tükendi.

Yüzyılın sonuna gelindiğinde yaklaşım tekrar değişti. Konut, sermaye birikimi ve spekülatif kazanç aracı olarak görülüyor; insanların ipotek teminatlı kredilerini yeniden finanse ederek servet elde edebilecekleri bir ATM’ye dönüşüyordu. Konut piyasalarında kredi ve likidite çalkantıdaydı; konut fiyatları da bir oraya bir buraya savruluyordu. Fakat bu değişimin ardından çok daha korkunç bir güç ortaya çıktı. Artık ilgi konuta değil, üzerinde durduğu toprağa odaklıydı. Mevcut arazi değeri ile arazinin en iyi şekilde kullanımıyla elde edilecek en yüksek değer arasındaki fark, yatırımcıları baştan çıkardı. Bu spekülatif kazancı gerçekleştirmek için ya mevcut kullanım biçimi ve oranın sakinleri yerinden edilmek zorundaydı ya da bu insanlar, orada kalma hakkının ayrıcalığı karşılığında daha yüksek kiralar ödemeliydi. 

Çarpıcı örnekler dünyanın bütün büyük metropoliten bölgelerinde bulunabilir. Çin’in durumunu ele alalım. Çin’de arazi fiyatları 2004-2015 yıllarında beş kat arttı. 2008’den önce, arazi değerleri Pekin konut fiyatlarının ortalama %37’sine denk düşüyordu. 2010’dan sonra bu oran %60’a yükseldi. Her yerde dar gelirli nüfus ya zorla tahliye edildi ya da hızla yükselen kira yüklerinin altına sokuldu. China’s Great Wall of Debt [Çin’in Borç Seddi] adlı kitabın yazarı Dinny McMahon’dan alıntıyla: “Milyonlar, yaşadıkları şehirlerde artan fiyatlar sebebiyle konut piyasasının dışına itilirken, durum hiç de iyiye gitmiyor.”

Bu gidişat Marx’ı elbette şaşırtmazdı; zira “Konut rantı için yoksulluk, sahipleri için Potosi madenlerinin olduğundan daha verimli bir kaynaktır” diyen oydu.4 “Muazzam güç”, toprak üzerindeki mülklere tahakkuk ediyor; bu da “ücret mücadelesi veren işçilerin, ikametgâhları olan dünyadan dışlanmasına” neden oluyordu. Bu yüzden Marx’a göre, “konut” değil, “toprak rantı bir spekülasyon nesnesi”ydi. 

Birçok mahallede dar gelirli insanlar, lüks yatırım fırsatlarına, pahalı apartman dairelerine ve bu dairelerin Airbnb gibi yeni kullanımlara çevrilmesine fırsat yaratabilmek için yerlerinden edildiler. Artık konut piyasasını sürükleyen şey yalnızca mübadele değeri değil, konut piyasalarının manipüle edilmesine dayalı sermaye birikimi arayışıydı. Gayrimenkul fiyatlarındaki hızlı artış ev sahiplerine fayda sağlıyor gibi görünse de, bu işten asıl fayda sağlayanlar bankalar, kredi kuruluşları ve sözkonusu spekülatif oyuna katılan büyük şirketler ile koruma fonları (hedge funds)5 oldu.

Çöküş başladığında dönüşüm artık daha belirgindi. Bankalar paçayı kurtarırken ev sahipleri borsanın köpekbalıklarına yem edildi. ABD’deki milyonlarca insan 2007-2010’da evlerini icraya kaptırdı; kiralık konut pazarında ise dar gelirli insanların evlerinden tahliye edilmeleri, her yerde hız kazandı ve bu durum yıkıcı sosyal sonuçlara yol açtı. Hacizli konutları haraç-mezat fiyatlara satın alan koruma fonları ve özel sermaye, bugün finansal işlemleri üzerinden servet elde ediyorlar. Kamu sektörünün kalıntıları içinde, kemer sıkma politikalarının, konut stokunun bakımının ertelenmesi ve konutların çürümesine yol açtığı yerde, bize söylenen, artık yalnızca özelleştirmenin işleri iyileştirebileceğiydi. Kamu varlıklarını özelleştiren sermaye, insanları yerinden etmenin uzmanı hâline gelirken; dar gelirliler için karşılanabilir konut üretiminin kâr amaçlı konut piyasasına dönüşümü hız kazandı.

Burası artık spekülatif kazancın kentiydi. Konuttaki kalıcılığın değişken ve kısa ömürlü hâle geldiği, toplumsal dayanışmanın ve mahalli ortaklıkların çözüldüğü, daha çok gayrimenkul firmalarının —seçkin yaşamın kurgusal özelliklerine sahip lüks, kapalı sitelerin— yükselişe geçtiği bir kent… Öyle ki, kentsel imaj mühendisliği (urban imagineering) dedikleri şey, artık tamzamanlı bir mesleğe dönüşüyordu. Gerçekte olan, toplumsal ilişkilerin aşınmasıdır; üstelik bunun korkunç sonuçları vardır. Glyn Robbins, bugünlerde Londra’yı kasıp kavuran suç dalgasından dem vurarak şöyle diyor: 

Kâr odaklı neoliberal kent politikaları, gençlerin büyük bir kısmının kendisini tam anlamıyla yersiz yurtsuz hissettiği kentler yarattı. Bu gençler, doğdukları çevrede bedelini karşılayabilecekleri bir eve sahip olmayı neredeyse imkânsız buluyor ve bu onların, bağımsız bir hayat sürme kabiliyeti geliştirmelerine engel oluyor. Sosyal ağları, aidiyet duyguları ve yetişkin dünyasında saygı gördüklerine dair hisleri kaybolma noktasına geldi. Gençlerin, ne kendilerinin ne de diğerlerinin hayatlarını önemsedikleri böylesine bir hâl, daha iyi tasarlanamazdı.

Yani bu dünya, yetiştiğim dünyadan farklı bir dünya. Yine de, ev hâlâ ev olmaya devam ediyor.

Farklılaşan değer biçimleri, meta formunda her zaman uyum içinde var olmaz. Konut piyasalarının yakın tarihinde bu değer biçimlerinin birlikte evrimleşme süreci, sermayenin arazi ve mülkiyet piyasaları üzerindeki hegemonik gücü nedeniyle dünya nüfusunun yarısından fazlasının insan onuruna yaraşır, yaşamaya değer bir çevre bulamadığı spekülatif değerlemenin günümüzdeki kördüğümüyle sonuçlandı. Halbuki böyle olmak zorunda değil. Geçenlerde çalışma odamı düzenlerken, New York Metropoliten Bölgesi Konut Konseyi’nin yayımladığı 1978 tarihli bir kitapçık karşıma çıktı. Başlığı şuydu: Housing in the Public Domain: The Only Solution [Kamu Mülkiyetinde Konut Edinimi: Tek Çözüm]. 1978’de, ABD Konut ve Kentsel Gelişme Bakanlığı, bu çözüm için 83 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştı. Büyük kentlerin çoğunda, kısmi mülkiyetli konut kooperatifleri (limited-equity coops)6 ve hatta topluluk temelli arsa ortaklıkları (community land trusts – CLTs)7 piyasa dışı çözümler sunarak yaygınlaşıyordu. 1983’e gelindiğinde, Bakanlığın ilgili bütçesi 18 milyar dolara düştü ve Clinton döneminde tamamen feshedildi. Kırk sene sonra ben de kendimi “kamu mülkiyetinde konut” çözümünün peşinden kararlılıkla gitmiyor olmanın dünya genelinde yarattığı yıkıcı sonuçları üzerine kafa yorarken buldum. Öncelik kullanım değerinin olmalıdır.


1- Bu yazı daha önce Tribune Mag’de yayımlanmıştır. Bkz. Harvey, D. (2019, 10 Ocak). A Tale of Three Cities. tribunemag.co.uk/2019/01/a-tale-of-three-cities

2- 1945’te mecliste 146 koltuğa sahip olmayı başaran, Britanya’nın merkez sol partisi İşçi Partisi (Labour Party), 23 Şubat 1950 genel seçimlerinde koltuk sayısını büyük oranda kaybederek (sadece beş milletvekili ile) yönetimdeki temsiliyetini büyük oranda yitirmişti. -ç.n.  

3- İngiliz dili ve siyaset tarihinde muhafazakâr ideolojiye bağlı olanlar “tory” adıyla anılır. Yazarın sözünü ettiği afiş, İngiliz tipi gelenekselcilik ve muhafazakârlık anlayışını (Toryism) benimseyen merkez sağ partiye (Muhafazakar Parti’ye) aittir. 

Bu konuda, henüz çevirisi yayımlanmamış olan The Political Thought of the Conservative Party since 1945 [1945’ten bugüne Muhafazakar Parti Siyasal Düşüncesi] adlı kitapta yer alan toparlayıcı bir tartışma için Arthur Aughey’nin kaleme aldığı Traditional Toryism adlı bölüm okunabilir. Bkz. Aughey A. (2005). Traditional Toryism. Hickson K. (ed.) The Political Thought of the Conservative Party since 1945 içinde. Londra: Palgrave Macmillan. -ç.n.

4- İspanya’nın egemen sınıflarının, 16. yüzyıldan itibaren köle emeğini kullanarak sömürmeye başladığı Bolivya’nın güneyindeki verimli gümüş madenleri, yüzyıllar boyunca İspanya zenginliğinin kaynağı olmuştur. Marx’a göre, emekçi sınıfların kentlerde yaşadığı evlerin pahalılığıyla nitelikleri ters orantılıydı. “Servetin artışıyla birlikte kentlerde görülen imar hareketleri”, yoksulları daha kötü koşullarda yaşayacakları kenar mahallelere sürüyordu. Bu düzenekte konut spekülatörleri, Potosi’deki gümüş madenlerini sömüren sermayenin konduğu kârdan daha büyük bir kâra (üstelik çok daha az masrafla) konabiliyordu. Bkz. Marx, K. (2011). Yirmibeşinci Bölüm: Kapitalist Birikimin Genel Yasası. Kapital Cilt: 1 içinde. Yordam Kitap. -ç.n.  

5- Özellikle ABD’de 1990’lardan itibaren yaygınlaşan koruma fonları (serbest fonlar), genellikle karmaşık portföy oluşturma ve risk yönetimi teknikleriyle çeşitli varlıklara yatırım yapan fonlardır. Profesyonel bir yatırım yönetimi gerektiren bu fonlar, birtakım düzenleme aygıtlarından bağımsız olmaları ve daha çok likit varlıklara yatırım yapmaları esasıyla, diğer özel sermaye fonlarından ayrışırlar. İngiliz gazeteci yazar Sebastian Mallaby’nin kaleme aldığı, henüz Türkçeleştirilmemiş olan More Money Than God: Hedge Funds and the Making of the New Elite [Tanrıdan Daha Zengin: Koruma Fonları ve Yeni Seçkinler] adlı kitap, ABD’de yükselen koruma fonlarının tarihini tüm detaylarıyla ortaya koyuyor. Bkz. Mallaby, S. (2011). More Money Than God Hedge Funds and the Making of a New Elite. Londra: Bloomsbury Publishing PLC. -ç.n. 

6- Geleneksel konut kooperatiflerinden mülk edinimi ve satışına belirli kısıtlamalar getirilmesi bağlamında ayrışan bu modelde, kooperatif üyeleri piyasa rayiçlerinden görece daha düşük maliyetlere konut edinebilirler. Yalnızca düşük bütçeli üyelerin kurabildiği bu ortaklık modelinde, konutun üçüncü şahıslara satışını kısıtlayan koşullar sözkonusudur. Cambridge (Massachusetts) Planlama Ajansı’nın hazırladığı açıklayıcı web sayfası için bkz. www.cambridgema.gov/CDD/housing/forhomebuyers/coops. -ç.n. 

7- Kâr amacı gütmeyen bu kuruluşlar, toplulukların, başta karşılanabilir konut olmak üzere ihtiyaç duyduğu sosyal donatılara ve açık alanlara erişimini mümkün kılacak politikaları ve eylemleri yürütür. İlk kez 1930’lar Amerikasında tarım toprağının Afro-Amerikalı topluluklarca müşterekleştirilmesi amacıyla kurulmuş olan bu kuruluşlar, arsa geliştirme de dahil olmak üzere, topluluklara kaynak yaratma amacıyla ticari işletmeler kurma ve bunları yönetme işlerini de üstlenebilmektedirler. Topluluk temelli arsa ortaklıkları bugün birçok ülkede bireysel mülk edinimi yerine müşterek mülkiyet anlayışının merkeze alındığı yeni bir kentsel-toplumsal organizasyon modeli olarak yeniden ele alınmaktadır. ABD’de birçok eyalette faaliyetlerini sürdüren Topluluk Refahı (Community Wealth) kolektifinin web sitesi konuyla ilgili geniş bilgi ve veri içeriğine sahip. Bkz. community-wealth.org. -ç.n.

DÖN