İngilizceden çeviren: Mesadet Maria Sözmen

Konut oldukça karmaşık ve dinamik bir kavramdır: Sadece temel ihtiyaçlarımızdan biri değil, aynı zamanda en büyük arzularımızdan biridir: Özel, kamusal, ücretsiz, erişilebilir, pahalı; küçük, kocaman, az katlı/çok katlı, sıralı, tekli; samandan, ahşaptan, tuğladan, demirden, betondan; kiraladığımız, satın aldığımız, miras edindiğimiz, işgal ettiğimiz, kendimiz inşa ettiğimiz; hayatımıza temel olan; içinde güvende, ilgilenilmiş, iyileşmiş, huzurlu, mutlu hissettiğimiz; bizi hasta eden, yoksulluk kısırdöngüsüne hapseden, kişisel gelişimimizi ve özgürlüklerimizi kısıtlayan, mahremiyetimizi ihlal eden, fiziksel ve psikolojik eviçi şiddete maruz bırakan; tahliye ihtarnamesi alan, haczedilen, yıkılan, yenilenen; içeriden dışarıya genişleyen, mahalleler ve şehirler kuran bir şeydir. Konut bizi bir araya getirir; toplumları kurar, işbirliğini güçlendirir ve aktivizmi besler.

Konut bir insan hakkıdır. 

Konut, şehirlerimizdeki mekânsal adalet arayışı için bir mücadele alanıdır aynı zamanda. COVID-19 salgını ve dünyanın dört bir yanından açık ve net yapılan #evdekalgüvendekal çağrılarıyla birlikte konutun içinde olduğu derin kriz şimdi bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor; milyonlarca insanın evi yok, milyarlar ise yaşanabilir konutlardan mahrum. Konutun yaşanabilir olması için 1) hukuki güvencesi olan, 2) ödenebilir, 3) yaşamaya uygun, 4) herkes için erişilebilir, 5) hizmetlere ulaşabilir durumda, 6) güvenli ve şehre entegre bir yerde ve 7) farklı kültürleri ve yaşama biçimlerini yansıtıyor ve onlara saygı duyuyor olması şarttır.

Bu sayı, hem dünyanın dört bir yanındaki çarpıcı konut mücadelesi örneklerini hem de konut krizi üzerine temel tartışmaları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Bu sayıda konut bir barınaktan, yani dört duvar ve bir çatıdan öte bir şey olarak tartışılıyor. Konut kentleşme sürecinin temel itici güçlerinden birisidir. Aynı zamanda toprak, altyapı, malzeme, finansman, uzmanlık, hizmetler ve hak sahipliği gibi kaynaklara erişim için verilen kolektif mücadelelerin ve mekânın toplumsal üretimine dairdir. 

Ancak kapitalizmin son aşamasında, konut bütün dünyada derin bir krizin içinde. İnsanların hayatına temel olan, onlara birçok unsur karşısında koruma sağlayan, yeniden üretim yoluyla hayatı olumlayan, toplumlar kuran konutun kullanım değeri kökten değişen şehirlerde ve kırsal alanlarda kâr amaçlı kentleşme ve ekstraktivizm tarafından tehlikeye atıldı. Piyasada bir meta olarak alınıp satılmasından ileri gelen değişim değeri ise kullanım değerini çoktan ekarte etti ve spekülatifleşti. Konut son hızla finansallaşıyor; kamu konutlarının çoğu özelleştirilmiş durumda; soylulaştırma küresel bir düzeyde gerçekleşiyor; ve mekânsal adaletin olmadığı şehirlerde evsizlik ve düşük nitelikli konut normalleştirilmiş hâlde. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve başarısız olan kentsel dönüşüm politikaları ve slum’ların yıkımı, “küresel Güney”in hızla büyüyen şehirlerinde zorla tahliyeler ve zorla yeniden yerleştirmelerle birlikte tekrar uygulamaya geçirildi. Güvenlikli siteler artık sadece toplumları daha da ayırmakla kalmıyor, doğanın üzerindeki baskıyı da artırıyor. İçinde yaşayanların katılımı olmaksızın tepeden inmeci yürütülen konut planlaması, tasarımı ve inşası elli yıl önce olduğu gibi bugün de bir sorun olmaya devam ediyor. 

Nihayetinde konut derin bir krizin içinde ve dünyanın her yerinden politika yapıcıların, araştırmacıların, gazetecilerin ve aktivistlerin işbirliğiyle, yaratıcı ve ısrarlı eylemleri hayata geçirmelerini gerektiriyor. Yaşanabilir konut hakkının herkes için gerçekleşebilmesi için ayakları yere basan araştırmalar yürütmeli, kaynaklara erişimi iyileştirmeli, birlikte alternatifler üretmeli, müşterekleri birlikte idare etmeli, yeni kolektif yaşam biçimlerini denemeli ve mülk teminatını yaygınlaştırmalıyız. 

Bu sayının içeriği kabaca üç bölüme ayrılabilir. İlk bölüm farklı coğrafyalarda, konutun içinde bulunduğu çokyönlü krize odaklanıyor. Sayıyı düzenlemeye başladığımız COVID-19 salgını öncesi dönemde henüz planlarımız arasında olmayan ikinci bölüm ise eşi görülmemiş küresel halk sağlığı krizi koşullarında konutun değişen anlamlarını ele alıyor. Son bölüm ise, dünyanın dört bir yanından konut aktivizminin çeşitli örneklerini öne çıkarıyor. Bu örneklerin konut krizine dair nihai bir cevap vermek gibi bir iddiası yok. Daha ziyade, krizle mücadelede bulunduğu bağlama özgü çokölçekli araçlar ortaya koyuyor. 

Birinci bölümün ilk yazısı olan David Harvey’nin “Üç Şehrin Hikâyesi” adlı kısa makalesi konutun değişen değerine dair —kullanım değerinden spekülatif değerine— bir çerçeve sunarak konut krizini kavrayışımıza bir temel oluşturuyor. Eray Çaylı, spekülatif konut paradigmasının akıbetini temsil eden, neoliberal konut rejiminin hem birebir hem de simgesel anıtı olan Grenfell Katliamı üzerine yazıyor. Zsuzsanna Pósfai, konut finansallaşmasının derinleşmesini kapitalist ekonomilerdeki hane borçluluğuna içkin bağı üzerinden tartışıyor. Nairobi’den bildiren Protus Onyango, şehirdeki inşaat patlamasını ve bunun ölümcül “iş kazaları” üzerindeki etkisini anlatıyor. Mindy Thompson Fullilove ve Molly Rose Kaufman konutu fiziksel ve duygusal ekosistemler içerisinde konumlandırarak konut krizini insanlığın deneyimlemekte olduğu iklim krizi de dahil birçok krizle olan ilişkisi üzerinden ele alıyor. Konutun halk sağlığı boyutu üzerinde duran Glenda Girón, Honduras’ın kırsalında yaşayanlar arasında çok yaygın görülen böbrek hastalığının hikâyesini anlatıyor. Selin Yazıcı, mesken buhranından günümüz konut krizine Türkiye’nin son 100 yıldır değişen konut politikalarını yansıtan, tarihsel olarak önemli tipolojileri gösteren bir konut mimarisi kataloğu sunuyor. Benim yazdığım, Bekir Dindar ve Cevahir Akbaş’ın fotoğraflarıyla eşlik ettiği makale, yıkılma tehdidi altında ve yoğunluklu olarak işçi sınıfının yaşadığı mahalleleri bakım ekolojileri olarak yeniden kavramsallaştırıyor. Fotoğraf sanatçısı Murat Germen, İstanbul’un kentsel dönüşüm projeleri bağlamında mülksüzleştirilmesi üzerine yazıyor. 

İkinci bölüm, sayının aslen planlanmış içeriğine yeni ve gerekli bir ilave. COVID-19 salgınının patlak vermesi ve küreselleşmesiyle birlikte virüslere karşı son cephe olarak evlerimize sığındık. Dünyanın her yerinde “evde kal, güvende kal” diyen, kimi gönüllü, kimi zorunlu çağrılar yapıldı. Dört bir yanda şehirler kendi içlerine kapanırken işyerleri, okullar, parklar ve spor salonları ise evlerin içine tıkıldı. 

COVID-19 salgını ve dünyanın dört bir yanından açık ve net yapılan #evdekalgüvendekal çağrılarıyla birlikte konutun içinde olduğu derin kriz şimdi bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor; milyonlarca insanın evi yok, milyarlar ise yaşanabilir konutlardan mahrum.

Peki ya en başta evi olmayan insanlar bu “yeni normal” ile nasıl başa çıkıyor? Ya bizi koruması gereken evler aslında kadınlar, çocuklar, mülteciler, yaşlılar ve kuirler için fiziksel koşulları ve eviçi şiddet, yoksulluk, teknoloji farkı gibi faktörler sebebiyle güvenli değilse? Ev ve işyerini birleştirmenin ne gibi sonuçları var? Bu bölüm, alanlarında uzman aktivistlerin katkılarıyla bu sorulara açıklık getiriyor. 

Son bölüm, dünyadan çeşitli konut aktivizmi pratiklerini bir araya getiriyor. Bu bölüm için seçilen umut mekânları ve pratikleri listesinin eksiksiz olma gibi bir iddiası yok. Aktivistlerin yaratıcı araçları, taktikleri ve stratejileri kullandığı çeşitli örnekleri ön plana çıkarıyor. İngiltere’de evsiz ölümlerinin araştırılması üzerine yazan gazeteci Maeve McClenaghan toplumsal sorumluluğunu yerine getiren bir medyanın görünmeyeni görünür kılmadaki etkisini gösteriyor. Alessandra Esposito, İtalya, Napoli’deki Airbnb kaynaklı soylulaştırma özelinde, bir konut aktivizmi biçimi olarak haritalandırmaya odaklanıyor. Fredrik Gertten ve Birleşmiş Milletler Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı eski Özel Raportörü Leilani Farha ile konut hakkı ve PUSH filmi üzerine yaptığımız röportajda, konut aktivizminin küresel düzlemde güçlendirilmesi yolunda film çekmenin bir yöntem olarak kullanılmasının altı çiziliyor. Belgeselci Fatih Pınar, İstanbul’un işçi sınıfı mahallerinin on yıl zarfında gerçekleşen değişimini fotoğraflarla belgeliyor. Sotiris Sideris gayrimenkul açık artırmalarının Yunanistan’da yol açtığı mülksüzleştirmeyi veri madenciliğiyle su yüzüne çıkarıyor. Jennings ve Donnelly’nin katkıda bulunduğu Elfie Seymour makalesinde Belfast’ta en güvencesiz gruplara uygun fiyatlı konut temin edilmesi için yürütülen kamu arazisi talebi anlatılıyor. Jared Rossouw ve Bevil Lucas’ın anlattığı Cape Town örneği kamu binalarının konut olarak kullanılmak üzere işgal edilmesini tartışıyor. Ayşe Adanalı, Volkan Işıl ve ben, Bangalore, Hindistan’daki slum’lardan bildiren, yurttaş gazeteciliği girişimi Slum Jagatthu ile olan deneyimimizi anlatıyoruz. Bahar Bayhan “A’dan Z’ye Mahalle Sözlüğü”nden derlediği kelimelerle söylem aktivizminin bir biçimi olarak yazmanın önemini vurguluyor. Ben MAD’ın enformel yerleşim yerlerine dair gazete kupürleri hakkındaki arşivleme projesinin bir “aşağıdan” bilgi üretim biçimi olmasına dair yazıyorum. Ardından, 1950’lerden bir konut aktivisti üzerine, bir arşivin su yüzüne çıkardığı meselelerden birini derinlemesine tartışıyorum. Aralarında Türkiye’den Umut Evleri’nin de olduğu, dünyanın dört bir yerinden, toplumsal bir amacı olan konut projeleri serisiyle bu bölüm sonlanıyor. 

MAD’ın editoryal ekibindeki çalışma arkadaşlarım Bahar Bayhan, Duygu Dağ, Mesadet Maria Sözmen ve Ceren Yartan’a sadece sarf ettikleri bunca emek için değil, aynı zamanda bu yayını Türkçe ve İngilizce eşzamanlı olarak bir araya getirdikleri için şükranlarımı sunuyorum. Bu yayın, herkes için insan hakkı, sosyal ve ekonomik adalet için çalışan aktivistleri, hikâye anlatıcılarını ve avukatları destekleyen Bertha Vakfı ve dünya çapında toplumsal adalete inanan bir organizasyon olan Development and Peace’in cömert destekleri sayesinde çıkıyor. 2019/2020 konut aktivizmi üzerine olan Bertha Challenge bursiyerleri de dahil olmak üzere bütün yazarların geniş katkısı ve yardımıyla ürettiğimiz bu sayı, beyond.istanbul’un şimdiye kadarki en ulusötesi sayısı oldu. 

İngilizceden çeviren: Mesadet Maria Sözmen

Konut oldukça karmaşık ve dinamik bir kavramdır: Sadece temel ihtiyaçlarımızdan biri değil, aynı zamanda en büyük arzularımızdan biridir: Özel, kamusal, ücretsiz, erişilebilir, pahalı; küçük, kocaman, az katlı/çok katlı, sıralı, tekli; samandan, ahşaptan, tuğladan, demirden, betondan; kiraladığımız, satın aldığımız, miras edindiğimiz, işgal ettiğimiz, kendimiz inşa ettiğimiz; hayatımıza temel olan; içinde güvende, ilgilenilmiş, iyileşmiş, huzurlu, mutlu hissettiğimiz; bizi hasta eden, yoksulluk kısırdöngüsüne hapseden, kişisel gelişimimizi ve özgürlüklerimizi kısıtlayan, mahremiyetimizi ihlal eden, fiziksel ve psikolojik eviçi şiddete maruz bırakan; tahliye ihtarnamesi alan, haczedilen, yıkılan, yenilenen; içeriden dışarıya genişleyen, mahalleler ve şehirler kuran bir şeydir. Konut bizi bir araya getirir; toplumları kurar, işbirliğini güçlendirir ve aktivizmi besler.

Konut bir insan hakkıdır. 

Konut, şehirlerimizdeki mekânsal adalet arayışı için bir mücadele alanıdır aynı zamanda. COVID-19 salgını ve dünyanın dört bir yanından açık ve net yapılan #evdekalgüvendekal çağrılarıyla birlikte konutun içinde olduğu derin kriz şimdi bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor; milyonlarca insanın evi yok, milyarlar ise yaşanabilir konutlardan mahrum. Konutun yaşanabilir olması için 1) hukuki güvencesi olan, 2) ödenebilir, 3) yaşamaya uygun, 4) herkes için erişilebilir, 5) hizmetlere ulaşabilir durumda, 6) güvenli ve şehre entegre bir yerde ve 7) farklı kültürleri ve yaşama biçimlerini yansıtıyor ve onlara saygı duyuyor olması şarttır.

Bu sayı, hem dünyanın dört bir yanındaki çarpıcı konut mücadelesi örneklerini hem de konut krizi üzerine temel tartışmaları bir araya getirmeyi amaçlıyor. Bu sayıda konut bir barınaktan, yani dört duvar ve bir çatıdan öte bir şey olarak tartışılıyor. Konut kentleşme sürecinin temel itici güçlerinden birisidir. Aynı zamanda toprak, altyapı, malzeme, finansman, uzmanlık, hizmetler ve hak sahipliği gibi kaynaklara erişim için verilen kolektif mücadelelerin ve mekânın toplumsal üretimine dairdir. 

Ancak kapitalizmin son aşamasında, konut bütün dünyada derin bir krizin içinde. İnsanların hayatına temel olan, onlara birçok unsur karşısında koruma sağlayan, yeniden üretim yoluyla hayatı olumlayan, toplumlar kuran konutun kullanım değeri kökten değişen şehirlerde ve kırsal alanlarda kâr amaçlı kentleşme ve ekstraktivizm tarafından tehlikeye atıldı. Piyasada bir meta olarak alınıp satılmasından ileri gelen değişim değeri ise kullanım değerini çoktan ekarte etti ve spekülatifleşti. Konut son hızla finansallaşıyor; kamu konutlarının çoğu özelleştirilmiş durumda; soylulaştırma küresel bir düzeyde gerçekleşiyor; ve mekânsal adaletin olmadığı şehirlerde evsizlik ve düşük nitelikli konut normalleştirilmiş hâlde. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve başarısız olan kentsel dönüşüm politikaları ve slum’ların yıkımı, “küresel Güney”in hızla büyüyen şehirlerinde zorla tahliyeler ve zorla yeniden yerleştirmelerle birlikte tekrar uygulamaya geçirildi. Güvenlikli siteler artık sadece toplumları daha da ayırmakla kalmıyor, doğanın üzerindeki baskıyı da artırıyor. İçinde yaşayanların katılımı olmaksızın tepeden inmeci yürütülen konut planlaması, tasarımı ve inşası elli yıl önce olduğu gibi bugün de bir sorun olmaya devam ediyor. 

Nihayetinde konut derin bir krizin içinde ve dünyanın her yerinden politika yapıcıların, araştırmacıların, gazetecilerin ve aktivistlerin işbirliğiyle, yaratıcı ve ısrarlı eylemleri hayata geçirmelerini gerektiriyor. Yaşanabilir konut hakkının herkes için gerçekleşebilmesi için ayakları yere basan araştırmalar yürütmeli, kaynaklara erişimi iyileştirmeli, birlikte alternatifler üretmeli, müşterekleri birlikte idare etmeli, yeni kolektif yaşam biçimlerini denemeli ve mülk teminatını yaygınlaştırmalıyız. 

Bu sayının içeriği kabaca üç bölüme ayrılabilir. İlk bölüm farklı coğrafyalarda, konutun içinde bulunduğu çokyönlü krize odaklanıyor. Sayıyı düzenlemeye başladığımız COVID-19 salgını öncesi dönemde henüz planlarımız arasında olmayan ikinci bölüm ise eşi görülmemiş küresel halk sağlığı krizi koşullarında konutun değişen anlamlarını ele alıyor. Son bölüm ise, dünyanın dört bir yanından konut aktivizminin çeşitli örneklerini öne çıkarıyor. Bu örneklerin konut krizine dair nihai bir cevap vermek gibi bir iddiası yok. Daha ziyade, krizle mücadelede bulunduğu bağlama özgü çokölçekli araçlar ortaya koyuyor. 

Birinci bölümün ilk yazısı olan David Harvey’nin “Üç Şehrin Hikâyesi” adlı kısa makalesi konutun değişen değerine dair —kullanım değerinden spekülatif değerine— bir çerçeve sunarak konut krizini kavrayışımıza bir temel oluşturuyor. Eray Çaylı, spekülatif konut paradigmasının akıbetini temsil eden, neoliberal konut rejiminin hem birebir hem de simgesel anıtı olan Grenfell Katliamı üzerine yazıyor. Zsuzsanna Pósfai, konut finansallaşmasının derinleşmesini kapitalist ekonomilerdeki hane borçluluğuna içkin bağı üzerinden tartışıyor. Nairobi’den bildiren Protus Onyango, şehirdeki inşaat patlamasını ve bunun ölümcül “iş kazaları” üzerindeki etkisini anlatıyor. Mindy Thompson Fullilove ve Molly Rose Kaufman konutu fiziksel ve duygusal ekosistemler içerisinde konumlandırarak konut krizini insanlığın deneyimlemekte olduğu iklim krizi de dahil birçok krizle olan ilişkisi üzerinden ele alıyor. Konutun halk sağlığı boyutu üzerinde duran Glenda Girón, Honduras’ın kırsalında yaşayanlar arasında çok yaygın görülen böbrek hastalığının hikâyesini anlatıyor. Selin Yazıcı, mesken buhranından günümüz konut krizine Türkiye’nin son 100 yıldır değişen konut politikalarını yansıtan, tarihsel olarak önemli tipolojileri gösteren bir konut mimarisi kataloğu sunuyor. Benim yazdığım, Bekir Dindar ve Cevahir Akbaş’ın fotoğraflarıyla eşlik ettiği makale, yıkılma tehdidi altında ve yoğunluklu olarak işçi sınıfının yaşadığı mahalleleri bakım ekolojileri olarak yeniden kavramsallaştırıyor. Fotoğraf sanatçısı Murat Germen, İstanbul’un kentsel dönüşüm projeleri bağlamında mülksüzleştirilmesi üzerine yazıyor. 

İkinci bölüm, sayının aslen planlanmış içeriğine yeni ve gerekli bir ilave. COVID-19 salgınının patlak vermesi ve küreselleşmesiyle birlikte virüslere karşı son cephe olarak evlerimize sığındık. Dünyanın her yerinde “evde kal, güvende kal” diyen, kimi gönüllü, kimi zorunlu çağrılar yapıldı. Dört bir yanda şehirler kendi içlerine kapanırken işyerleri, okullar, parklar ve spor salonları ise evlerin içine tıkıldı. 

COVID-19 salgını ve dünyanın dört bir yanından açık ve net yapılan #evdekalgüvendekal çağrılarıyla birlikte konutun içinde olduğu derin kriz şimdi bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor; milyonlarca insanın evi yok, milyarlar ise yaşanabilir konutlardan mahrum.

Peki ya en başta evi olmayan insanlar bu “yeni normal” ile nasıl başa çıkıyor? Ya bizi koruması gereken evler aslında kadınlar, çocuklar, mülteciler, yaşlılar ve kuirler için fiziksel koşulları ve eviçi şiddet, yoksulluk, teknoloji farkı gibi faktörler sebebiyle güvenli değilse? Ev ve işyerini birleştirmenin ne gibi sonuçları var? Bu bölüm, alanlarında uzman aktivistlerin katkılarıyla bu sorulara açıklık getiriyor. 

Son bölüm, dünyadan çeşitli konut aktivizmi pratiklerini bir araya getiriyor. Bu bölüm için seçilen umut mekânları ve pratikleri listesinin eksiksiz olma gibi bir iddiası yok. Aktivistlerin yaratıcı araçları, taktikleri ve stratejileri kullandığı çeşitli örnekleri ön plana çıkarıyor. İngiltere’de evsiz ölümlerinin araştırılması üzerine yazan gazeteci Maeve McClenaghan toplumsal sorumluluğunu yerine getiren bir medyanın görünmeyeni görünür kılmadaki etkisini gösteriyor. Alessandra Esposito, İtalya, Napoli’deki Airbnb kaynaklı soylulaştırma özelinde, bir konut aktivizmi biçimi olarak haritalandırmaya odaklanıyor. Fredrik Gertten ve Birleşmiş Milletler Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı eski Özel Raportörü Leilani Farha ile konut hakkı ve PUSH filmi üzerine yaptığımız röportajda, konut aktivizminin küresel düzlemde güçlendirilmesi yolunda film çekmenin bir yöntem olarak kullanılmasının altı çiziliyor. Belgeselci Fatih Pınar, İstanbul’un işçi sınıfı mahallerinin on yıl zarfında gerçekleşen değişimini fotoğraflarla belgeliyor. Sotiris Sideris gayrimenkul açık artırmalarının Yunanistan’da yol açtığı mülksüzleştirmeyi veri madenciliğiyle su yüzüne çıkarıyor. Jennings ve Donnelly’nin katkıda bulunduğu Elfie Seymour makalesinde Belfast’ta en güvencesiz gruplara uygun fiyatlı konut temin edilmesi için yürütülen kamu arazisi talebi anlatılıyor. Jared Rossouw ve Bevil Lucas’ın anlattığı Cape Town örneği kamu binalarının konut olarak kullanılmak üzere işgal edilmesini tartışıyor. Ayşe Adanalı, Volkan Işıl ve ben, Bangalore, Hindistan’daki slum’lardan bildiren, yurttaş gazeteciliği girişimi Slum Jagatthu ile olan deneyimimizi anlatıyoruz. Bahar Bayhan “A’dan Z’ye Mahalle Sözlüğü”nden derlediği kelimelerle söylem aktivizminin bir biçimi olarak yazmanın önemini vurguluyor. Ben MAD’ın enformel yerleşim yerlerine dair gazete kupürleri hakkındaki arşivleme projesinin bir “aşağıdan” bilgi üretim biçimi olmasına dair yazıyorum. Ardından, 1950’lerden bir konut aktivisti üzerine, bir arşivin su yüzüne çıkardığı meselelerden birini derinlemesine tartışıyorum. Aralarında Türkiye’den Umut Evleri’nin de olduğu, dünyanın dört bir yerinden, toplumsal bir amacı olan konut projeleri serisiyle bu bölüm sonlanıyor. 

MAD’ın editoryal ekibindeki çalışma arkadaşlarım Bahar Bayhan, Duygu Dağ, Mesadet Maria Sözmen ve Ceren Yartan’a sadece sarf ettikleri bunca emek için değil, aynı zamanda bu yayını Türkçe ve İngilizce eşzamanlı olarak bir araya getirdikleri için şükranlarımı sunuyorum. Bu yayın, herkes için insan hakkı, sosyal ve ekonomik adalet için çalışan aktivistleri, hikâye anlatıcılarını ve avukatları destekleyen Bertha Vakfı ve dünya çapında toplumsal adalete inanan bir organizasyon olan Development and Peace’in cömert destekleri sayesinde çıkıyor. 2019/2020 konut aktivizmi üzerine olan Bertha Challenge bursiyerleri de dahil olmak üzere bütün yazarların geniş katkısı ve yardımıyla ürettiğimiz bu sayı, beyond.istanbul’un şimdiye kadarki en ulusötesi sayısı oldu. 

DÖN