Bir tür kent çiftçisi olarak gıdanı yetiştirmeye, toprağını dönüştürmeye başladığında kırsaldaki üreticiyle sınırlı da olsa empati kurmaya başlıyorsun.

Apartmanda, balkonda, topluluk bahçesinde veya gerilla bahçeciliğiyle gelişen kentteki tarım pratiğinin sen neresinde duruyorsun?

Evimizin önündeki beş metrekarelik toprak alan, çocukluğumdan beri beni toprağa yakınlaştıran şeydir. O küçücük alanda söğüt, ceviz, şeftali, erik, karayemiş, kavak ve hurma ağaçları kardeşçe yaşayan bir orman gibiydi. Onların meyvelerini yemek, onları incelemek, bazılarının doğumlarını ve ölümlerini görmek benim için büyük bir deneyimdi. Eğitim sisteminin beton duvarları arasında topraktan ve o bilinçten uzaklaşmıştım. Başta kent bahçeciliği anlayışı değildi beni tekrar toprağa yaklaştıran; adalar, sahiller, koşu parkurları, kentin içindeki o küçücük park alanlarıydı. Üniversite yıllarımda ekolojiyle özel olarak ilgilenmeye başladığımda permakültürle tanıştım. Gıda üretmenin, ağaç yetiştirmenin, bitkiler arasındaki ilişkiyi gözlemlemenin kentte de olabileceğini fark ettim. Lisansüstü eğitimim için Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’ndeyken konuya ilgim devam etti ancak üniversitede bir bostan oluşumu yoktu ve olabileceği de aklıma gelmemişti doğrusu. O zamanlarda Permablitz İstanbul denen bir oluşumun gönüllülerinden biriydim. Bahçesi olan, bu bahçede bir kent bostanı büyümesini isteyen kişiler bize bahçesini sunar, biz de bahçelerinde permakültür tasarımı yapar ve bir gün içerisinde, yaptığımız çağrı sonrası gelen gönüllü bir ekiple bahçeye girip orayı bir bostana dönüştürürdük. Bunun gibi dört-beş proje yaptık. Fakat daha sonra bu hareket duraksadı ve son buldu. Bu hareket sonrasında da uzunca bir dönem kent bahçeciliğinden uzak kalmış oldum. Bir süre sonra Tarlataban’la tanışma fırsatı bulunca burayı başta öğrendiklerimi uygulayabileceğim, pratik edebileceğim bir alan olarak düşündüm. Yaklaşık üç yıl boyunca her pazar günü oraya gidip gönüllü olarak üniversite öğrencileriyle kent ve topluluk bahçeciliğine adım atmış oldum. Mevzu sadece bahçe yapmak değil; bir araya geldiğin insanlarla birlikte karar verebilmek, semaverden çay içip sohbet edebilmek, hiç tanımadığın insanların hayatlarına dokunabileceğin, karşılıklı etkileşim kurabileceğin bir paylaşım alanında olmaktı.

Bu hareketin arkasında bütünlüklü bir anlatı var mı? Pratikleri yan yana getirme motivasyonu ne?

Her bostanın kendine ait bir hikayesi var. Roma Bostanı ile Fenerbahçe Topluluk Bahçesi’nin hikayesi aslında çok başka. Amaçları da verdikleri mesaj da… Birbirine yakınlar ancak karşılaştıkları durumlara göre verdikleri tepkiler farklı. Yine de ilk aklıma gelen ortak nokta “Yerel üret, yerel tüket” sloganı. Her iki bostanın da bir yerde temelleri yerel üretime uzanıyor. Bu faaliyetlerin bir sebebinin de, insanların gıdalarını uzaktan temin etmelerinden kaynaklandığını, yabancılaşmadan kaynaklı bir yakınlaşma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Neden bostan yapıyoruz? Aslında sosyal bir etkinlik veya hobi olsun diye yapmıyoruz. Yakınlardaki bir bostan, çevresindeki herkesin sofrasına bir sebze koyamıyor bile olsa, oraya giden herkes biberin nasıl yetiştiğini görme imkanına sahip. Türkiye’de şu an yaşayan bostanların temel misyonu, insanlara gıdanın nasıl yetiştiğini, neden yeşil alanların korunması gerektiğini, ölen komşuluk ve mahalle kültürünün yeniden canlandırılması gerektiğini, topluluk olmanın ve bunun nasıl yönetilebileceğini öğrenmenin, öğretmeyi öğrenmenin, birbirimizle dayanışabileceğimiz, benzer düşünen insanların dayanışabileceği bir ortamın nasıl yaratılabileceğini göstermek. Zaten permakültüre göre de bu tasarımların/ürünlerin/üretimlerin tek fonksiyonlu olmaması gerekirdi. Süreçte temel motivasyon ürettiğini görmek, sonrasında topluluk olmak, topluluklar arası dayanışmayı öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak, son olarak da paradigma denen şeyi algılamak ve değiştirebilmek için adımlar atmak olabilir.

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu inisiyatifler kendilerini nasıl gerçekleştiriyor? Bunların özneleri kimler? Bir araya gelme aracı ne? Hangi kanallarla çeşitleniyor?

Toprağa dokunduğunda insanlar daha mutlu oluyorlar. Bunun sebebi topraktaki bir bakteri de olabilir, psikolojik bir şey de olabilir, atalarının yaptığı bir şeyi yaptığı için kendi özünü hatırlayarak mutlu oluyor da olabilir o an. Bir ihtiyaç aslında; bir araya getiren, insanın öğrenmesine, hissetmesine vesile olan ve ona eksikliğini hissettiren şeyler. Başka bir tatmin süreci var. O farklı hedef kitlelerinin her birinin kendine ait kilit bir noktası var. Kentlerde, binalarda, birbirinden ayrılmış ortamlarda kimle bir arada oturduğumuzu bilmeden yaşıyoruz. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek istiyorlar. Güven tarafından baktığımızda, bunun temeli savunmasız ortamlarda bir arada hareket etmek güdüsüne dayanıyor olabilir. İnsanlar bu ihtiyaçla örgütlenmeyi öğreniyor olabilirler aslında.

Yapıların devamlılığını sağlamak için, herkes önce bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyor ve böylece bir araya gelerek o organizasyonun sürekliliği için hayatlarına “inisiyatif almak” denen şeyi katıyorlar. İnisiyatif almak insanı da geliştiren bir şey. Ve bu topluluklar içindeki öğrenme süreci sürekli devam ettiğinden dolayı, inisiyatif aldıkça zamanla başka şeylerin de farkına varıyorlar. Basit görevlerle başlıyorlar belki en başta; sadece bir çuvalı bir yerden bir yere taşıma-doldurma-boşaltma işi gibi. Kent bostanlarında, aynı niyetle bir araya gelen insanlar hem inisiyatif alıyorlar, hem de aldıkları inisiyatifi hayatlarının bir külfetiymiş gibi düşünmüyorlar, keyifle gerçekleştiriyorlar. 

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu oluşumların yerellikten, yerellerle çalışmaktan anladıkları şey ne?

Mesela Roma Bostanı’nda bir gıda ormanı yapıyoruz. Gıda ormanımız, Kuzey Ormanları Savunması’nda da gönüllü olan bir dostumuzun Kemerburgaz’daki arazisinden ya da bostana destek olmak isteyen insanların getirip diktikleri fidelerle hayat buldu. Mesafe olarak İstanbul yakınlarında yer alan, yerel olan, İstanbul ikliminde yetişebilen bu örneğini verdiğim fideleri de Roma Bostanı’na dikiyoruz. İklim bağlamında değerlendirirsek o bitkilerin bölgeye binlerce yılda adapte olanlarını kent bostanlarında çoğaltmak hem karbon ayak izimizi düşürür, hem lojistik anlamda işimizi kolaylaştırır, hem bölgesel çeşitliliği korumak, hem de türün devamlılığı için önemli. Bir başka örnek, Alakır’dan dostlarımızın Antalya’daki mücadelelerinden gelip bostana bir şey dikmeleri dayanışma ruhuna can suyu oluyor. Başka bostanlardan dostlarımız da, çokça Roma Bostanı’na gelerek emeklerini sundular, tohumlarını paylaştılar. Sorunu gördüğünde, harekete geçerek onu değiştirmeye veya dönüştürmeye yönelik yaptıklarının, uyguladıklarının çözüm olabildiğini görüyorsun. Daha fazlası ve bunu daha ileri götürmek için gereken motivasyon da buradan sağlanıyor. Dayanışma ağlarının yaratılmasını sağlayan şey de bu. Bostanlara süpermarketten fide alıp dikmiyorlar. Anadolu’dan veya çevre bölgelerden topladıkları tohumları aralarında paylaşıp, evlerinde bin bir emekle yetiştirip, fidelerini Tarlataban’da ya da Roma Bostanı’nda dikiyorlar. 

Kentsel tarım pratikleri temiz, sağlıklı ve adil gıdaya erişimi sence nasıl dert ediniyor?

Şu anda hepsinin böyle bir derdi yok. Farklı mücadelelere odaklanmış durumdalar. Hepsinin köklerini biraz kurcalarsak var fakat hepsinin doğrudan bunu söylediklerini görmüyoruz. Roma Bostanı’nda bu söylem biraz var. Bir gecekondu mahallesine gittiğimizde insanların evlerinin önüne karalahana, soğan ektiğini ya da herhangi bir sebze yetiştirdiğini görürüz ya da görürdük. Buradan baktığımız zaman bu bostan hareketlerinin hepsinin gıda hareketleriyle bağlanması gerekiyor. O bağlar tam olarak hepsinde kurulamadı ya da kurulmadı. Bu bağların kurulması da etkileşimle gerçekleşiyor. Gruplardan bazılarının şu anda böyle bir söylemleri olmasa bile, zamanla, farklı alanlardan katılım gösteren gönüllüler bu bilinci diğer insanlara da yayacaktır. Çünkü niyetleri ortak ve varacağı yer yine burası. Bu noktada önemli olan, bu hareketleri sürdürülebilir kılmak ve desteklemek. İnsanların yaşam alanlarına yakın, gıda üretebilecekleri yerlerin oluşmasını sağlayacak, Yedikule Bostanı’nda çiftçilerin emeğinin karşılığını almasına ve bunun adil olmasına dikkat çekecek empatiyi sağlayacak bir araç, bir yol kent bostanları. Bir tür kent çiftçisi olarak kendini bir kent bostanı insanı olarak gıdanı yetiştirmeye, toprağını dönüştürmeye başladığında kırsaldaki üreticiyle sınırlı da olsa empati kurmaya başlıyorsun aslında. Sofrana gelen biberin kaç aylık bir emekle yetiştiğini görüyorsun. Benim için bunları üreten insanlar neler yaşıyor, nasıl üretiyor anlamış oluyorsun.

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu inisiyatifler kendilerini gıda politikalarıyla ilişkilendiriyorlar mı? Nasıl ilişkileniyorlar? Kenti dönüştürme iddiaları var mı? 

Bostanlar aslında kentin içerisinde gıda politikalarının temelini oluşturacak, bu politikaları üretecek insanlar için vizyon yaratacak yerler. O bostana uzaktan bakan ve sosyal medyadan takip eden, 55 yaşına gelmiş, sadece kentte yaşamış, hiç toprağa dokunmamış birisi bile bunu görüp yerel, adil ve temiz gıda hakkında fikir sahibi olduğu zaman bu alanda bir talepte bulunabiliyor. Permakültür geçiş kentleri (Transition towns), kentte ekoloji odaklı sosyal merkezler yaratmayı ve bostanları da bu alanların içine dahil etmeyi; merkezi olmayan STK’ların oluşmasını, farklı yerlerde bu deneyimi paylaşacak merkezsiz bir yapıyı öneriyor. Neyi, ne kadar dönüştürebileceğimiz, bazı durumlarda, sermaye gruplarının reaksiyonlarına, onlarla girilen çatışmalara, devletin engellerine bağlı olarak gelişiyor, değişiyor ve evriliyor. Bu hareketlerin bu alanlarla ve bariyerlerle, bu mücadeleyi vermeye hazır oldukları bir seviyeye ulaştıkları nokta, umarım öyle olmaz, insanlık namına bıçağın kemiğe dayandığı nokta olabilir. Şu aşamada kent bostanı hareketlerinin bazı örneklerinin belediyelerle işbirliği halinde yapılabiliyor olması, yerel yönetimler ve buna bağlı kamuoyu ortamlarının sağlayabileceği çıktıları çoğaltabilecek bir şey. Buradan hareketle bahsettiğimiz ortaklıkların, uygulanan bahçe ve bostan hareketlerinin gıda politikalarına etki edebilecek bir kamuoyuna erişimi sağlayabileceğini ve buna emek veren insanlar artıkça bu uygulamaları da artırarak kenti dönüştürme fikrine bir o kadar yaklaşabileceklerini görebiliyoruz ve söyleyebiliriz. Doğa yolumuz olsun… 

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş

Bir tür kent çiftçisi olarak gıdanı yetiştirmeye, toprağını dönüştürmeye başladığında kırsaldaki üreticiyle sınırlı da olsa empati kurmaya başlıyorsun.

Apartmanda, balkonda, topluluk bahçesinde veya gerilla bahçeciliğiyle gelişen kentteki tarım pratiğinin sen neresinde duruyorsun?

Evimizin önündeki beş metrekarelik toprak alan, çocukluğumdan beri beni toprağa yakınlaştıran şeydir. O küçücük alanda söğüt, ceviz, şeftali, erik, karayemiş, kavak ve hurma ağaçları kardeşçe yaşayan bir orman gibiydi. Onların meyvelerini yemek, onları incelemek, bazılarının doğumlarını ve ölümlerini görmek benim için büyük bir deneyimdi. Eğitim sisteminin beton duvarları arasında topraktan ve o bilinçten uzaklaşmıştım. Başta kent bahçeciliği anlayışı değildi beni tekrar toprağa yaklaştıran; adalar, sahiller, koşu parkurları, kentin içindeki o küçücük park alanlarıydı. Üniversite yıllarımda ekolojiyle özel olarak ilgilenmeye başladığımda permakültürle tanıştım. Gıda üretmenin, ağaç yetiştirmenin, bitkiler arasındaki ilişkiyi gözlemlemenin kentte de olabileceğini fark ettim. Lisansüstü eğitimim için Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’ndeyken konuya ilgim devam etti ancak üniversitede bir bostan oluşumu yoktu ve olabileceği de aklıma gelmemişti doğrusu. O zamanlarda Permablitz İstanbul denen bir oluşumun gönüllülerinden biriydim. Bahçesi olan, bu bahçede bir kent bostanı büyümesini isteyen kişiler bize bahçesini sunar, biz de bahçelerinde permakültür tasarımı yapar ve bir gün içerisinde, yaptığımız çağrı sonrası gelen gönüllü bir ekiple bahçeye girip orayı bir bostana dönüştürürdük. Bunun gibi dört-beş proje yaptık. Fakat daha sonra bu hareket duraksadı ve son buldu. Bu hareket sonrasında da uzunca bir dönem kent bahçeciliğinden uzak kalmış oldum. Bir süre sonra Tarlataban’la tanışma fırsatı bulunca burayı başta öğrendiklerimi uygulayabileceğim, pratik edebileceğim bir alan olarak düşündüm. Yaklaşık üç yıl boyunca her pazar günü oraya gidip gönüllü olarak üniversite öğrencileriyle kent ve topluluk bahçeciliğine adım atmış oldum. Mevzu sadece bahçe yapmak değil; bir araya geldiğin insanlarla birlikte karar verebilmek, semaverden çay içip sohbet edebilmek, hiç tanımadığın insanların hayatlarına dokunabileceğin, karşılıklı etkileşim kurabileceğin bir paylaşım alanında olmaktı.

Bu hareketin arkasında bütünlüklü bir anlatı var mı? Pratikleri yan yana getirme motivasyonu ne?

Her bostanın kendine ait bir hikayesi var. Roma Bostanı ile Fenerbahçe Topluluk Bahçesi’nin hikayesi aslında çok başka. Amaçları da verdikleri mesaj da… Birbirine yakınlar ancak karşılaştıkları durumlara göre verdikleri tepkiler farklı. Yine de ilk aklıma gelen ortak nokta “Yerel üret, yerel tüket” sloganı. Her iki bostanın da bir yerde temelleri yerel üretime uzanıyor. Bu faaliyetlerin bir sebebinin de, insanların gıdalarını uzaktan temin etmelerinden kaynaklandığını, yabancılaşmadan kaynaklı bir yakınlaşma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Neden bostan yapıyoruz? Aslında sosyal bir etkinlik veya hobi olsun diye yapmıyoruz. Yakınlardaki bir bostan, çevresindeki herkesin sofrasına bir sebze koyamıyor bile olsa, oraya giden herkes biberin nasıl yetiştiğini görme imkanına sahip. Türkiye’de şu an yaşayan bostanların temel misyonu, insanlara gıdanın nasıl yetiştiğini, neden yeşil alanların korunması gerektiğini, ölen komşuluk ve mahalle kültürünün yeniden canlandırılması gerektiğini, topluluk olmanın ve bunun nasıl yönetilebileceğini öğrenmenin, öğretmeyi öğrenmenin, birbirimizle dayanışabileceğimiz, benzer düşünen insanların dayanışabileceği bir ortamın nasıl yaratılabileceğini göstermek. Zaten permakültüre göre de bu tasarımların/ürünlerin/üretimlerin tek fonksiyonlu olmaması gerekirdi. Süreçte temel motivasyon ürettiğini görmek, sonrasında topluluk olmak, topluluklar arası dayanışmayı öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak, son olarak da paradigma denen şeyi algılamak ve değiştirebilmek için adımlar atmak olabilir.

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu inisiyatifler kendilerini nasıl gerçekleştiriyor? Bunların özneleri kimler? Bir araya gelme aracı ne? Hangi kanallarla çeşitleniyor?

Toprağa dokunduğunda insanlar daha mutlu oluyorlar. Bunun sebebi topraktaki bir bakteri de olabilir, psikolojik bir şey de olabilir, atalarının yaptığı bir şeyi yaptığı için kendi özünü hatırlayarak mutlu oluyor da olabilir o an. Bir ihtiyaç aslında; bir araya getiren, insanın öğrenmesine, hissetmesine vesile olan ve ona eksikliğini hissettiren şeyler. Başka bir tatmin süreci var. O farklı hedef kitlelerinin her birinin kendine ait kilit bir noktası var. Kentlerde, binalarda, birbirinden ayrılmış ortamlarda kimle bir arada oturduğumuzu bilmeden yaşıyoruz. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek istiyorlar. Güven tarafından baktığımızda, bunun temeli savunmasız ortamlarda bir arada hareket etmek güdüsüne dayanıyor olabilir. İnsanlar bu ihtiyaçla örgütlenmeyi öğreniyor olabilirler aslında.

Yapıların devamlılığını sağlamak için, herkes önce bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyor ve böylece bir araya gelerek o organizasyonun sürekliliği için hayatlarına “inisiyatif almak” denen şeyi katıyorlar. İnisiyatif almak insanı da geliştiren bir şey. Ve bu topluluklar içindeki öğrenme süreci sürekli devam ettiğinden dolayı, inisiyatif aldıkça zamanla başka şeylerin de farkına varıyorlar. Basit görevlerle başlıyorlar belki en başta; sadece bir çuvalı bir yerden bir yere taşıma-doldurma-boşaltma işi gibi. Kent bostanlarında, aynı niyetle bir araya gelen insanlar hem inisiyatif alıyorlar, hem de aldıkları inisiyatifi hayatlarının bir külfetiymiş gibi düşünmüyorlar, keyifle gerçekleştiriyorlar. 

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu oluşumların yerellikten, yerellerle çalışmaktan anladıkları şey ne?

Mesela Roma Bostanı’nda bir gıda ormanı yapıyoruz. Gıda ormanımız, Kuzey Ormanları Savunması’nda da gönüllü olan bir dostumuzun Kemerburgaz’daki arazisinden ya da bostana destek olmak isteyen insanların getirip diktikleri fidelerle hayat buldu. Mesafe olarak İstanbul yakınlarında yer alan, yerel olan, İstanbul ikliminde yetişebilen bu örneğini verdiğim fideleri de Roma Bostanı’na dikiyoruz. İklim bağlamında değerlendirirsek o bitkilerin bölgeye binlerce yılda adapte olanlarını kent bostanlarında çoğaltmak hem karbon ayak izimizi düşürür, hem lojistik anlamda işimizi kolaylaştırır, hem bölgesel çeşitliliği korumak, hem de türün devamlılığı için önemli. Bir başka örnek, Alakır’dan dostlarımızın Antalya’daki mücadelelerinden gelip bostana bir şey dikmeleri dayanışma ruhuna can suyu oluyor. Başka bostanlardan dostlarımız da, çokça Roma Bostanı’na gelerek emeklerini sundular, tohumlarını paylaştılar. Sorunu gördüğünde, harekete geçerek onu değiştirmeye veya dönüştürmeye yönelik yaptıklarının, uyguladıklarının çözüm olabildiğini görüyorsun. Daha fazlası ve bunu daha ileri götürmek için gereken motivasyon da buradan sağlanıyor. Dayanışma ağlarının yaratılmasını sağlayan şey de bu. Bostanlara süpermarketten fide alıp dikmiyorlar. Anadolu’dan veya çevre bölgelerden topladıkları tohumları aralarında paylaşıp, evlerinde bin bir emekle yetiştirip, fidelerini Tarlataban’da ya da Roma Bostanı’nda dikiyorlar. 

Kentsel tarım pratikleri temiz, sağlıklı ve adil gıdaya erişimi sence nasıl dert ediniyor?

Şu anda hepsinin böyle bir derdi yok. Farklı mücadelelere odaklanmış durumdalar. Hepsinin köklerini biraz kurcalarsak var fakat hepsinin doğrudan bunu söylediklerini görmüyoruz. Roma Bostanı’nda bu söylem biraz var. Bir gecekondu mahallesine gittiğimizde insanların evlerinin önüne karalahana, soğan ektiğini ya da herhangi bir sebze yetiştirdiğini görürüz ya da görürdük. Buradan baktığımız zaman bu bostan hareketlerinin hepsinin gıda hareketleriyle bağlanması gerekiyor. O bağlar tam olarak hepsinde kurulamadı ya da kurulmadı. Bu bağların kurulması da etkileşimle gerçekleşiyor. Gruplardan bazılarının şu anda böyle bir söylemleri olmasa bile, zamanla, farklı alanlardan katılım gösteren gönüllüler bu bilinci diğer insanlara da yayacaktır. Çünkü niyetleri ortak ve varacağı yer yine burası. Bu noktada önemli olan, bu hareketleri sürdürülebilir kılmak ve desteklemek. İnsanların yaşam alanlarına yakın, gıda üretebilecekleri yerlerin oluşmasını sağlayacak, Yedikule Bostanı’nda çiftçilerin emeğinin karşılığını almasına ve bunun adil olmasına dikkat çekecek empatiyi sağlayacak bir araç, bir yol kent bostanları. Bir tür kent çiftçisi olarak kendini bir kent bostanı insanı olarak gıdanı yetiştirmeye, toprağını dönüştürmeye başladığında kırsaldaki üreticiyle sınırlı da olsa empati kurmaya başlıyorsun aslında. Sofrana gelen biberin kaç aylık bir emekle yetiştiğini görüyorsun. Benim için bunları üreten insanlar neler yaşıyor, nasıl üretiyor anlamış oluyorsun.

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş
Bu inisiyatifler kendilerini gıda politikalarıyla ilişkilendiriyorlar mı? Nasıl ilişkileniyorlar? Kenti dönüştürme iddiaları var mı? 

Bostanlar aslında kentin içerisinde gıda politikalarının temelini oluşturacak, bu politikaları üretecek insanlar için vizyon yaratacak yerler. O bostana uzaktan bakan ve sosyal medyadan takip eden, 55 yaşına gelmiş, sadece kentte yaşamış, hiç toprağa dokunmamış birisi bile bunu görüp yerel, adil ve temiz gıda hakkında fikir sahibi olduğu zaman bu alanda bir talepte bulunabiliyor. Permakültür geçiş kentleri (Transition towns), kentte ekoloji odaklı sosyal merkezler yaratmayı ve bostanları da bu alanların içine dahil etmeyi; merkezi olmayan STK’ların oluşmasını, farklı yerlerde bu deneyimi paylaşacak merkezsiz bir yapıyı öneriyor. Neyi, ne kadar dönüştürebileceğimiz, bazı durumlarda, sermaye gruplarının reaksiyonlarına, onlarla girilen çatışmalara, devletin engellerine bağlı olarak gelişiyor, değişiyor ve evriliyor. Bu hareketlerin bu alanlarla ve bariyerlerle, bu mücadeleyi vermeye hazır oldukları bir seviyeye ulaştıkları nokta, umarım öyle olmaz, insanlık namına bıçağın kemiğe dayandığı nokta olabilir. Şu aşamada kent bostanı hareketlerinin bazı örneklerinin belediyelerle işbirliği halinde yapılabiliyor olması, yerel yönetimler ve buna bağlı kamuoyu ortamlarının sağlayabileceği çıktıları çoğaltabilecek bir şey. Buradan hareketle bahsettiğimiz ortaklıkların, uygulanan bahçe ve bostan hareketlerinin gıda politikalarına etki edebilecek bir kamuoyuna erişimi sağlayabileceğini ve buna emek veren insanlar artıkça bu uygulamaları da artırarak kenti dönüştürme fikrine bir o kadar yaklaşabileceklerini görebiliyoruz ve söyleyebiliriz. Doğa yolumuz olsun… 

Fotoğraf: M. Cevahir Akbaş

DÖN