Ulaş Bayraktar: Kısaca inisiyatifin ortaya çıkış öyküsünü anlatır mısınız?

100. Yıl İnisiyatifi: 100. Yıl İnisiyatifi 2013 Haziran’ından beri bir arada olan bir topluluk. Gezi isyanından sonra mahallede ortaya çıkan ve ilk olarak 19 Haziran’da yapılan forumla başlayan; iki ay kadar neredeyse her gün parkta toplanan, ardından haftada bire düşen toplanmalarla devam eden bir bir aradalık.

Zaten birbirini tanıyan insanlar mı Gezi sürecinde bir araya geldi, yoksa Gezi sürecinde mi tanışıp bir araya gelindi?

İlk defa Gezi sürecinde birbirimizi tanıdık. Bütün Türkiye’de olduğu gibi bizim mahallemizde de 31 Mayıs gecesinden itibaren binlerce kişi sokağa çıktı ve 19 Haziran’a kadar her gece yürüyüş oldu. Sloganı duyan aşağı iniyordu ve kalabalık kitleler hâlinde yürüyor, mahallede turluyorduk. Sonra yorulduk yürü yürü. İstanbul’da başlayan forumlar sonrasında biz de “yürü yürü nereye kadar” diyerek , 19 Haziran’da ilk defa, “parkta oturalım bir konuşalım” diyerek forumlara başladık. 

Yürüyüşlerimiz oldukça kalabalıktı. Mahallede yürümenin şöyle bir keyfi var: insana değiyorsun. 10 kişiyle başladığın yürüyüş 150 kişiyle bitebiliyor; duyan iniyor aşağıya. Tabii 100. Yıl Mahallesi özgün bir yer; işçiler, emekliler, öğrenciler, ODTÜ’nün çok yakınında olmasıyla birlikte… Örneğin başörtülü bir kadın da iniyor orta yaşlı, yaşlı bir amca da, öğrenciler de iniyor. Mahallede yaşayan her kimse: esnaf, pusetli bebekli kadınlar, eline darbukasını tenceresini alan da geliyor, özgün sloganlarıyla beraber… Dolayısıyla büyüyerek giden bir şeye dönüşüyor. Yürümenin keyfi birazcık bu. Ve her yürümenin sonu forumla bitiyordu. 

Mahalle köklerine dönmüş diyebilir miyiz bir anlamda çünkü kuruluşu da zaten böyle bir kolektiflikten geliyor, değil mi?

Evet kooperatif olarak kurulmuş bir işçi mahallesi. Türk-İş Sendikası üyelerinin kooperatifi. 100. Yıl İşçi Blokları olarak geçiyor. O zamanlar bir sol örgütlenme kültürü var. Örneğin Halkevi varmış, orada toplanırlarmış. Kooperatif tabii bağlayıcı bir şey.Herkesin birbirini tanıması için bir olanakmış kooperatif. 5000 daireden bahsediyoruz. Yaklaşık 20.000 kişilik bir mahalle, şehir gibi. Tabii bu 20.000 kişilik mahallede iki bakkal, bir kasap, bir fırın şeklinde yıllarca sürmüş bir düzen olduğu için herkesin birbirini tanıması çok daha kolaydı. Çevresi de boştu. Su ve yol sorunumuz vardı. Yeni kurulan bir mahalle neticede; yarısı inşaat, yarısı balçık, otobüs dolmuş yeterli değil, altyapı yeterli değil; şehrin de dışı sayılan bir yerdi aynı zamanda. Artık değil tabii, şu anda rant alanı. 

Mahalle olmanın böyle bir yanı var. Kaçıyorsun, sığınacağın yeri biliyorsun, esnafa veya tanıdığına… Sonra tekrar çıkıyorsun, tekrar toplanıyorsun.

Burası köyün ortasında bir site gibiydi. Bir tarafımız ODTÜ Ormanı. Birbirimizi tanımamız ve kendiliğinden bir mahalle kültürü olması kaçınılmaz. Bir de tabii işçilerin, daha öncesinde gecekonduda yaşarken sağladıkları dayanışmacı kültürleri var. O kültürü de taşıyorlar buraya. Orada da, burada da bahçesinde sebze yetiştiriyor. Zemin katta kümesi olanlar var ve burada ciddi sayıda meyve ağaçları var… Yemyeşil bir mahalle aslında.

Bu bölge tehdit altında bir yandan da…

Burada yol hikâyesine gelebiliriz. Gezi sonrasında Temmuz’da bu forumlarda toplanıldığı sırada meğer yol inşaatı başlamış. Fakat tam Çiğdem Mahallesi ile olan sınırımızda bu yol. Dolayısıyla çoğumuzun böyle 

Kentte Ortak Yaşam Çalıştayı’nda İnisiyatif’le söyleşi

bir yoldan haberi yok. Tam da o yolun inşaatının dibindeki bir parkta forum yapmaya karar verdik o dönem. Tesadüf aslında. Başlangıçta toplandığımız parkın etrafında evlerin olması ve forumların bazen gece yarılarına kadar sürmesinden, gürültüden ötürü daha sakin bir parka ihtiyaç duymamız nedeniyle forum oraya taşındı. Bir gittik ki dibimizde viyadük ayakları… Tabela falan da yok. Bilgi de yok. Yazısız çizisiz viyadük yapıyorlar. Meğerse bilenler, duyanlar varmış. ODTÜ yolu yapılacak, ağaçlar kesilecek dediler. O zaman biz olayın farkına vardık ve bunu bir tehdit olarak algıladık.

Sakin, güzel mahallemiz bu yolla hem ODTÜ’den ayrılıyor ve de yeni rant kapısı aralanıyor. Zaten kentsel dönüşüm tehlikesi altındayız diye iyice irkildik. Trafik yoğunluğu diğer taraftan… Şu an karşıya geçmekte zorlanıyoruz bu güzel mahallede sabahları. Şu çok netti: şehrin yeni aksları oluşuyor. Melih Gökçek’in gökdelenleri, Çukurambar, İncek ve arada kalan ODTÜ ile 100. Yıl Mahallesi. Bu yol aslında tam da oluşan yeni rant alanlarını birbirine bağlayan geçişi sağlayacaktı. Dolayısıyla mahalleyi de ortadan kaldıracak ve ODTÜ’yü de bölecek bir proje. ODTÜ’lülerin de gündemi oldu. Hatta biz öncelikle yolla ilgili burada sokağa çıkıp itirazlarımızı dile getirirken muradımız şuydu: ODTÜ’de dönem başlasa da öğrenciler gelse, destek olsa ve daha da büyüse mesele. Gökçek de bunun farkında olduğu için ağaç kesimlerini de daha okul açılmadan yaptı, yolu da hızlı bir şekilde inşa etmeye çalıştı. 

Fakat burada gerçekten önemli olan şey şu: Mahalleye sahip çıkma bilinci oluştu o dönemde. Böyle bir mahallede 3.000 kişinin polisle çok ciddi kapışması hiç öyle hafife alınacak bir konu değil. Burada günlerce, sayıları binlerle ifade edilebilecek insan bir araya gelip polisin gazıyla mücadele etti. Gezi sonrası süreçte yola karşı yapılan, tamamen mahallenin içinde olan bir kitlesel karşı koyuş bu ve çok da yaratıcıydı bir yanıyla da… Rögar kapaklarını kaldırıyorduk, kirpiler geçmesin diye. Caddeler geniştir burada. Baştan ferah dizayn edilmiş. Barikat kurulması çok zor. Kaçış güzergâhlarımız, sığınılacak evler belliydi. Mahalle olmanın böyle bir yanı var. Kaçıyorsun, sığınacağın yeri biliyorsun, esnafa veya tanıdığına… Sonra tekrar çıkıyorsun, tekrar toplanıyorsun.

En önemli noktalardan biri haberdar olmak meselesi, değil mi? Gezi’de, Taksim’de ne olduğunu biliyoruz ama arka sokağımızda belediyenin ne yaptığından haberimiz olmayabiliyor.

Evet çok önemli. 26 Ağustos’ta yolu öğrendik; forumlar oldu, şehir plancıları, Mimarlar Odası geldi, konuşmalar oldu, ODTÜ’den hocalarla konuştuk. Kimisinin evinin önünden geçiyor bu yol. Böyle bir ortaklık oluştu. Çadırımsı bir direniş alanı kurduk. “Mahalleme dokunma” mesajlarıyla, 15 gün kadar sürdü. Bayram tatilinde düzlediler direniş alanını ve çok çabuk bir şekilde yolu yaptılar, bir gecede ağaçlar kesildi. Bu bir çöküntü yarattı. Bu direnişin çok büyüyeceğini, binlerce insanın burada olacağını hayal ediyorduk. Ne yazık ki öyle olamadı. 

Ağaçlar kesildikten sonraki süreçte gazlı ortam bir hafta kadar sürdü. Bir şey için direniyorduk ve onu kaybettik. E şimdi ne yapacağız? Bu toplanmaların tek amacı yol mücadelesi hâline gelmişti bu iki aylık süreçte, e o da bitti. Sonra toplanalım devam edelim derken mahallemizdeki bir alana benzinlik açılacağını öğrendik komşularımızdan. 

Benzinlik için dilekçe toplama, meclis kararlarını takip etme ve plan değişikliklerine itiraz etme şeklinde bir süreç ilerledi. Her gün meclis kararlarına bakıyorduk, duruma göre Büyükşehir’e dilekçeleri topluca veriyorduk. 4-5 kere bu kararı değiştirttik. Benzinlikçi ise 15 kişiden benzinlik istenildiğine dair dilekçe toplamış, biz bu sefer tekrar itiraz ettik. Takip ediyorduk ve anında itiraz ediyorduk. En sonunda onların lehine son kararı verdiler. Dava süreci başladı. Çankaya Belediyesi’ni dava açmaya ikna etme çabası içine girdik. Büyükşehir ile kötü olmak istemiyorlardı. Son gündü, dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı’na baskısıyla son anda dava açtırdık, müdahil olduk. 3 sene yaptırtmadık ama sonunda yapıldı.

Tüm bunlar olup biterken de “derdimiz nedir?” diye hep konuştuk. Aslında forumu oluşturan arkadaşlarla birlikte aklımızda hep bir mahalle meclisi fikri vardı. Burada yaşama müdahil olalım ve daha yaşanılabilir, birbirimize değdiğimiz bir alan oluşturalım istiyorduk. Yaşadığımız alanla ilgili alınan kararlara müdahil olabildiğimiz ve kendimizi gerçekleştirdiğimiz, mahalleyi güzelleştirdiğimiz, birlikte yaşamın keyifli alanlarını da kurabildiğimiz bir zemin oluşturalım burada. Doğrudan demokrasinin de işleyebildiği, nasıl yaşayacağımıza burada kendimizin de karar verdiği, sadece talep eden değil, yapan bir yapıyı da nasıl birlikte kurarız diye düşündük. Sadece itiraz edip kavga eden bir yapı değil. Gezi’nin ardından Berkin Elvan hayatını kaybettikten sonra “Bir fidanlık kurabilir miyiz?” sorusuyla başlayıp ardından mahalle bostanı yapmaya karar verip 100. Yıl Berkin Elvan Mahalle Bostanı’nı kurduk. Herkesin bir şekilde elinin değdiği, ortak işlenen, mahallelinin de gidip meyvesini sebzesini topladığı bir yere dönüştü orası. Tek başına kapitalist talan sisteminin mahallemize dayattığı her şeye itiraz ederken bir yandan da inisiyatifi almak meselesi üzerine gittik.

Çalıştay fikri nasıl doğdu? Türkiye’nin dört bir tarafından mahallenize konuk geldik.

Bunu bir seneden fazladır konuşuyorduk. Seçimlerin öncesinde çalıştaylarla başlamayı istedik. Üç ayda bir, birkaç tane olabilecek şekilde düşündük ama yapamadık. 

Sonuçta beş yıllık bir pratiğimiz var. Bu süreçte muhtarla anlaştığımız dönem de oldu, anlaşamadığımız dönem de. Muhtardan dayanışma talebimize ret yanıtı aldığımız zamanlar oldu. Sonuçta biz yerel bir mücadele veriyoruz ve bir ortak yaşam pratiği geliştirmeye çalışıyoruz, öyle yaşamak istiyoruz. Aynı zamanında olan bitene de, genel gündemlere de mahalleden ses vermeye çalıştık. Şengal’deki Ezidilerin yaşadıklarına karşı oluşturulan dayanışmaya biz de dahil olduk. Açık alanda kadınlı erkekli örgü örme işini çadır kurup yapınca çok ilgi çekti. Sadece mahallemize özgü de kalmadı mesele. 

Genel gündemleri de mahalleye taşımaya çalıştık. Şunu da önemsiyoruz: 

Ankara’nın eylem merkezi Kızılay’dır; 50 tane örgüt, 50 insan katılır. Biz mahallede aynı gündemle o işi yaptığımızda 100 insan katılıyordu örneğin. Daha da önemlisi o 100 insan dolaştığı için sürekli, binlerce insana değiyordu. Bir derdi anlatmak için burada yaptığımız şey çok elverişli bir zemin sağlıyor. Hayatın asıl aktığı mecrada bir şeyi anlatmaya çalışıyorsun. Bu buluşmalar da daha hakiki buluşmalar oluyor dolayısıyla.

Yerel yönetimlerle ilgili de öyle düşündük. Nasıl bir kent, mahalle, yaşam istiyoruz? Bu seçimlerden yetti artık, istemediğimiz birilerini sürekli seçmek durumundayız ve çok edilgeniz. Alternatif bir şey sunabilelim, en azından bunun tartışılabileceği ortamı sağlamaya çalışalım diye bir düşünceyle geçen sene bunu kurguladık. Seçimden hemen önce olması da tercihimizdi. Hazır ortamda seçim, adaylar konuşuluyorken bunların dışında alternatiflerin konuşulduğu bir gündem olsun, kendi hayatımız hakkında da söz söyleriz, yapabileceğimiz de şeyler var demek istedik.

Mahalle atölyesini de ziyaret ettik. Bir yaşam alanı, eylemden eyleme değil de, gündelik hayatın içinde de bir araya gelmenin önemli bir yeri gibi orası. Biraz Atölye’den de bahsedebilir misiniz?

Orda pek çok şey yapıldı ve yapılıyor halihazırda. Her hafta sinema gösterimi var; hep birlikte izliyoruz, konuşuyoruz. Okumalar yapılıyor; dikiş atölyeleri, fotoğraf atölyeleri yapılıyor. Kendi materyallerimizi orada üretiyoruz, görsellerimizi vs. Kimi zaman sadece mekâna ihtiyaç duyan çeşitli gruplara yer oluyor, kullanın diyoruz temizliğine dikkat ederek; bozmadan, yıpratmadan… Mekân da aynı zamanda insanların bir araya gelmesine imkân sağlıyor. Bir adrese ihtiyaç duyuluyor.

O çok önemli çünkü sosyal medya bir tembellik yarattı. Sanki her şeyi oradan paylaşınca, tartışınca halloluyormuş gibi… Oysa bu beşeri ilişkilere temas etmek çok mühim.

Tabii burada iyi bir araç daha var: çocuk şenlikleri. 23 Nisan’da çocukların hep mahkûm edildiği, çok resmi ideolojinin çerçevesinde oluşmuş o sıkıcı formel çocuk şenliklerini aşan bir şey nasıl yaparız diye kafa yorup her Nisan’da bostanın yanındaki açık alanda, ağaçların altında çok güzel bir çocuk şenliği organize ediyoruz. Ve mesela çok mütedeyyin ailelerin, normalde bize “solcular bunlar” diyerek mesafeli duran ailelerin çocukları da gelip “ben hayatımın en güzel çocuk şenliğini yaşadım” deyince, bize bakışı da değişiyor o ailelerin, insanların ya da komşularımızın, deyim yerindeyse. Dolayısıyla buluşmak için çok imkân var. Bostanda mesela, tohum ekme şenliği, fide ekme şenliği -adına da hep şenlik diyoruz- menemen şenliği, bunlar güzel buluşmalar oluyor.

Demoralize olduğumuz zamanlar da olmuyor değil elbette. Geçtiğimiz Eylül’deki gibi bu atölyeyi devam ettirecek miyiz, ettirmeyecek miyiz gibi krizler yaşadığımız da oluyor.

Ama umut bulaşıcı, bunun için de temas etmek gerekiyor. Siz umudu bize bulaştırıyorsunuz, o sırada size biz bir şey veriyoruz…

Aslında Kentte Ortak Yaşam Çalıştayı’nın derdi tam da buydu. Bu örnekleri ne kadar çoğaltabiliriz, ne kadar birbirine bakıştırır, değdirir ve birbirini besler hâle getiririz, görünür kılarız, yapılabilir olduğunu gösteririz bir alternatifin var olduğunu, bize dayatılanın dışında bir hayatın mümkünlüğünü gösteririz idi.

Bir araya gelindiğinde umutlanıyor olmak bile yeterli bizce şu aşamada.

Ulaş Bayraktar: Kısaca inisiyatifin ortaya çıkış öyküsünü anlatır mısınız?

100. Yıl İnisiyatifi: 100. Yıl İnisiyatifi 2013 Haziran’ından beri bir arada olan bir topluluk. Gezi isyanından sonra mahallede ortaya çıkan ve ilk olarak 19 Haziran’da yapılan forumla başlayan; iki ay kadar neredeyse her gün parkta toplanan, ardından haftada bire düşen toplanmalarla devam eden bir bir aradalık.

Zaten birbirini tanıyan insanlar mı Gezi sürecinde bir araya geldi, yoksa Gezi sürecinde mi tanışıp bir araya gelindi?

İlk defa Gezi sürecinde birbirimizi tanıdık. Bütün Türkiye’de olduğu gibi bizim mahallemizde de 31 Mayıs gecesinden itibaren binlerce kişi sokağa çıktı ve 19 Haziran’a kadar her gece yürüyüş oldu. Sloganı duyan aşağı iniyordu ve kalabalık kitleler hâlinde yürüyor, mahallede turluyorduk. Sonra yorulduk yürü yürü. İstanbul’da başlayan forumlar sonrasında biz de “yürü yürü nereye kadar” diyerek , 19 Haziran’da ilk defa, “parkta oturalım bir konuşalım” diyerek forumlara başladık. 

Yürüyüşlerimiz oldukça kalabalıktı. Mahallede yürümenin şöyle bir keyfi var: insana değiyorsun. 10 kişiyle başladığın yürüyüş 150 kişiyle bitebiliyor; duyan iniyor aşağıya. Tabii 100. Yıl Mahallesi özgün bir yer; işçiler, emekliler, öğrenciler, ODTÜ’nün çok yakınında olmasıyla birlikte… Örneğin başörtülü bir kadın da iniyor orta yaşlı, yaşlı bir amca da, öğrenciler de iniyor. Mahallede yaşayan her kimse: esnaf, pusetli bebekli kadınlar, eline darbukasını tenceresini alan da geliyor, özgün sloganlarıyla beraber… Dolayısıyla büyüyerek giden bir şeye dönüşüyor. Yürümenin keyfi birazcık bu. Ve her yürümenin sonu forumla bitiyordu. 

Mahalle köklerine dönmüş diyebilir miyiz bir anlamda çünkü kuruluşu da zaten böyle bir kolektiflikten geliyor, değil mi?

Evet kooperatif olarak kurulmuş bir işçi mahallesi. Türk-İş Sendikası üyelerinin kooperatifi. 100. Yıl İşçi Blokları olarak geçiyor. O zamanlar bir sol örgütlenme kültürü var. Örneğin Halkevi varmış, orada toplanırlarmış. Kooperatif tabii bağlayıcı bir şey.Herkesin birbirini tanıması için bir olanakmış kooperatif. 5000 daireden bahsediyoruz. Yaklaşık 20.000 kişilik bir mahalle, şehir gibi. Tabii bu 20.000 kişilik mahallede iki bakkal, bir kasap, bir fırın şeklinde yıllarca sürmüş bir düzen olduğu için herkesin birbirini tanıması çok daha kolaydı. Çevresi de boştu. Su ve yol sorunumuz vardı. Yeni kurulan bir mahalle neticede; yarısı inşaat, yarısı balçık, otobüs dolmuş yeterli değil, altyapı yeterli değil; şehrin de dışı sayılan bir yerdi aynı zamanda. Artık değil tabii, şu anda rant alanı. 

Mahalle olmanın böyle bir yanı var. Kaçıyorsun, sığınacağın yeri biliyorsun, esnafa veya tanıdığına… Sonra tekrar çıkıyorsun, tekrar toplanıyorsun.

Burası köyün ortasında bir site gibiydi. Bir tarafımız ODTÜ Ormanı. Birbirimizi tanımamız ve kendiliğinden bir mahalle kültürü olması kaçınılmaz. Bir de tabii işçilerin, daha öncesinde gecekonduda yaşarken sağladıkları dayanışmacı kültürleri var. O kültürü de taşıyorlar buraya. Orada da, burada da bahçesinde sebze yetiştiriyor. Zemin katta kümesi olanlar var ve burada ciddi sayıda meyve ağaçları var… Yemyeşil bir mahalle aslında.

Bu bölge tehdit altında bir yandan da…

Burada yol hikâyesine gelebiliriz. Gezi sonrasında Temmuz’da bu forumlarda toplanıldığı sırada meğer yol inşaatı başlamış. Fakat tam Çiğdem Mahallesi ile olan sınırımızda bu yol. Dolayısıyla çoğumuzun böyle 

Kentte Ortak Yaşam Çalıştayı’nda İnisiyatif’le söyleşi

bir yoldan haberi yok. Tam da o yolun inşaatının dibindeki bir parkta forum yapmaya karar verdik o dönem. Tesadüf aslında. Başlangıçta toplandığımız parkın etrafında evlerin olması ve forumların bazen gece yarılarına kadar sürmesinden, gürültüden ötürü daha sakin bir parka ihtiyaç duymamız nedeniyle forum oraya taşındı. Bir gittik ki dibimizde viyadük ayakları… Tabela falan da yok. Bilgi de yok. Yazısız çizisiz viyadük yapıyorlar. Meğerse bilenler, duyanlar varmış. ODTÜ yolu yapılacak, ağaçlar kesilecek dediler. O zaman biz olayın farkına vardık ve bunu bir tehdit olarak algıladık.

Sakin, güzel mahallemiz bu yolla hem ODTÜ’den ayrılıyor ve de yeni rant kapısı aralanıyor. Zaten kentsel dönüşüm tehlikesi altındayız diye iyice irkildik. Trafik yoğunluğu diğer taraftan… Şu an karşıya geçmekte zorlanıyoruz bu güzel mahallede sabahları. Şu çok netti: şehrin yeni aksları oluşuyor. Melih Gökçek’in gökdelenleri, Çukurambar, İncek ve arada kalan ODTÜ ile 100. Yıl Mahallesi. Bu yol aslında tam da oluşan yeni rant alanlarını birbirine bağlayan geçişi sağlayacaktı. Dolayısıyla mahalleyi de ortadan kaldıracak ve ODTÜ’yü de bölecek bir proje. ODTÜ’lülerin de gündemi oldu. Hatta biz öncelikle yolla ilgili burada sokağa çıkıp itirazlarımızı dile getirirken muradımız şuydu: ODTÜ’de dönem başlasa da öğrenciler gelse, destek olsa ve daha da büyüse mesele. Gökçek de bunun farkında olduğu için ağaç kesimlerini de daha okul açılmadan yaptı, yolu da hızlı bir şekilde inşa etmeye çalıştı. 

Fakat burada gerçekten önemli olan şey şu: Mahalleye sahip çıkma bilinci oluştu o dönemde. Böyle bir mahallede 3.000 kişinin polisle çok ciddi kapışması hiç öyle hafife alınacak bir konu değil. Burada günlerce, sayıları binlerle ifade edilebilecek insan bir araya gelip polisin gazıyla mücadele etti. Gezi sonrası süreçte yola karşı yapılan, tamamen mahallenin içinde olan bir kitlesel karşı koyuş bu ve çok da yaratıcıydı bir yanıyla da… Rögar kapaklarını kaldırıyorduk, kirpiler geçmesin diye. Caddeler geniştir burada. Baştan ferah dizayn edilmiş. Barikat kurulması çok zor. Kaçış güzergâhlarımız, sığınılacak evler belliydi. Mahalle olmanın böyle bir yanı var. Kaçıyorsun, sığınacağın yeri biliyorsun, esnafa veya tanıdığına… Sonra tekrar çıkıyorsun, tekrar toplanıyorsun.

En önemli noktalardan biri haberdar olmak meselesi, değil mi? Gezi’de, Taksim’de ne olduğunu biliyoruz ama arka sokağımızda belediyenin ne yaptığından haberimiz olmayabiliyor.

Evet çok önemli. 26 Ağustos’ta yolu öğrendik; forumlar oldu, şehir plancıları, Mimarlar Odası geldi, konuşmalar oldu, ODTÜ’den hocalarla konuştuk. Kimisinin evinin önünden geçiyor bu yol. Böyle bir ortaklık oluştu. Çadırımsı bir direniş alanı kurduk. “Mahalleme dokunma” mesajlarıyla, 15 gün kadar sürdü. Bayram tatilinde düzlediler direniş alanını ve çok çabuk bir şekilde yolu yaptılar, bir gecede ağaçlar kesildi. Bu bir çöküntü yarattı. Bu direnişin çok büyüyeceğini, binlerce insanın burada olacağını hayal ediyorduk. Ne yazık ki öyle olamadı. 

Ağaçlar kesildikten sonraki süreçte gazlı ortam bir hafta kadar sürdü. Bir şey için direniyorduk ve onu kaybettik. E şimdi ne yapacağız? Bu toplanmaların tek amacı yol mücadelesi hâline gelmişti bu iki aylık süreçte, e o da bitti. Sonra toplanalım devam edelim derken mahallemizdeki bir alana benzinlik açılacağını öğrendik komşularımızdan. 

Benzinlik için dilekçe toplama, meclis kararlarını takip etme ve plan değişikliklerine itiraz etme şeklinde bir süreç ilerledi. Her gün meclis kararlarına bakıyorduk, duruma göre Büyükşehir’e dilekçeleri topluca veriyorduk. 4-5 kere bu kararı değiştirttik. Benzinlikçi ise 15 kişiden benzinlik istenildiğine dair dilekçe toplamış, biz bu sefer tekrar itiraz ettik. Takip ediyorduk ve anında itiraz ediyorduk. En sonunda onların lehine son kararı verdiler. Dava süreci başladı. Çankaya Belediyesi’ni dava açmaya ikna etme çabası içine girdik. Büyükşehir ile kötü olmak istemiyorlardı. Son gündü, dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı’na baskısıyla son anda dava açtırdık, müdahil olduk. 3 sene yaptırtmadık ama sonunda yapıldı.

Tüm bunlar olup biterken de “derdimiz nedir?” diye hep konuştuk. Aslında forumu oluşturan arkadaşlarla birlikte aklımızda hep bir mahalle meclisi fikri vardı. Burada yaşama müdahil olalım ve daha yaşanılabilir, birbirimize değdiğimiz bir alan oluşturalım istiyorduk. Yaşadığımız alanla ilgili alınan kararlara müdahil olabildiğimiz ve kendimizi gerçekleştirdiğimiz, mahalleyi güzelleştirdiğimiz, birlikte yaşamın keyifli alanlarını da kurabildiğimiz bir zemin oluşturalım burada. Doğrudan demokrasinin de işleyebildiği, nasıl yaşayacağımıza burada kendimizin de karar verdiği, sadece talep eden değil, yapan bir yapıyı da nasıl birlikte kurarız diye düşündük. Sadece itiraz edip kavga eden bir yapı değil. Gezi’nin ardından Berkin Elvan hayatını kaybettikten sonra “Bir fidanlık kurabilir miyiz?” sorusuyla başlayıp ardından mahalle bostanı yapmaya karar verip 100. Yıl Berkin Elvan Mahalle Bostanı’nı kurduk. Herkesin bir şekilde elinin değdiği, ortak işlenen, mahallelinin de gidip meyvesini sebzesini topladığı bir yere dönüştü orası. Tek başına kapitalist talan sisteminin mahallemize dayattığı her şeye itiraz ederken bir yandan da inisiyatifi almak meselesi üzerine gittik.

Çalıştay fikri nasıl doğdu? Türkiye’nin dört bir tarafından mahallenize konuk geldik.

Bunu bir seneden fazladır konuşuyorduk. Seçimlerin öncesinde çalıştaylarla başlamayı istedik. Üç ayda bir, birkaç tane olabilecek şekilde düşündük ama yapamadık. 

Sonuçta beş yıllık bir pratiğimiz var. Bu süreçte muhtarla anlaştığımız dönem de oldu, anlaşamadığımız dönem de. Muhtardan dayanışma talebimize ret yanıtı aldığımız zamanlar oldu. Sonuçta biz yerel bir mücadele veriyoruz ve bir ortak yaşam pratiği geliştirmeye çalışıyoruz, öyle yaşamak istiyoruz. Aynı zamanında olan bitene de, genel gündemlere de mahalleden ses vermeye çalıştık. Şengal’deki Ezidilerin yaşadıklarına karşı oluşturulan dayanışmaya biz de dahil olduk. Açık alanda kadınlı erkekli örgü örme işini çadır kurup yapınca çok ilgi çekti. Sadece mahallemize özgü de kalmadı mesele. 

Genel gündemleri de mahalleye taşımaya çalıştık. Şunu da önemsiyoruz: 

Ankara’nın eylem merkezi Kızılay’dır; 50 tane örgüt, 50 insan katılır. Biz mahallede aynı gündemle o işi yaptığımızda 100 insan katılıyordu örneğin. Daha da önemlisi o 100 insan dolaştığı için sürekli, binlerce insana değiyordu. Bir derdi anlatmak için burada yaptığımız şey çok elverişli bir zemin sağlıyor. Hayatın asıl aktığı mecrada bir şeyi anlatmaya çalışıyorsun. Bu buluşmalar da daha hakiki buluşmalar oluyor dolayısıyla.

Yerel yönetimlerle ilgili de öyle düşündük. Nasıl bir kent, mahalle, yaşam istiyoruz? Bu seçimlerden yetti artık, istemediğimiz birilerini sürekli seçmek durumundayız ve çok edilgeniz. Alternatif bir şey sunabilelim, en azından bunun tartışılabileceği ortamı sağlamaya çalışalım diye bir düşünceyle geçen sene bunu kurguladık. Seçimden hemen önce olması da tercihimizdi. Hazır ortamda seçim, adaylar konuşuluyorken bunların dışında alternatiflerin konuşulduğu bir gündem olsun, kendi hayatımız hakkında da söz söyleriz, yapabileceğimiz de şeyler var demek istedik.

Mahalle atölyesini de ziyaret ettik. Bir yaşam alanı, eylemden eyleme değil de, gündelik hayatın içinde de bir araya gelmenin önemli bir yeri gibi orası. Biraz Atölye’den de bahsedebilir misiniz?

Orda pek çok şey yapıldı ve yapılıyor halihazırda. Her hafta sinema gösterimi var; hep birlikte izliyoruz, konuşuyoruz. Okumalar yapılıyor; dikiş atölyeleri, fotoğraf atölyeleri yapılıyor. Kendi materyallerimizi orada üretiyoruz, görsellerimizi vs. Kimi zaman sadece mekâna ihtiyaç duyan çeşitli gruplara yer oluyor, kullanın diyoruz temizliğine dikkat ederek; bozmadan, yıpratmadan… Mekân da aynı zamanda insanların bir araya gelmesine imkân sağlıyor. Bir adrese ihtiyaç duyuluyor.

O çok önemli çünkü sosyal medya bir tembellik yarattı. Sanki her şeyi oradan paylaşınca, tartışınca halloluyormuş gibi… Oysa bu beşeri ilişkilere temas etmek çok mühim.

Tabii burada iyi bir araç daha var: çocuk şenlikleri. 23 Nisan’da çocukların hep mahkûm edildiği, çok resmi ideolojinin çerçevesinde oluşmuş o sıkıcı formel çocuk şenliklerini aşan bir şey nasıl yaparız diye kafa yorup her Nisan’da bostanın yanındaki açık alanda, ağaçların altında çok güzel bir çocuk şenliği organize ediyoruz. Ve mesela çok mütedeyyin ailelerin, normalde bize “solcular bunlar” diyerek mesafeli duran ailelerin çocukları da gelip “ben hayatımın en güzel çocuk şenliğini yaşadım” deyince, bize bakışı da değişiyor o ailelerin, insanların ya da komşularımızın, deyim yerindeyse. Dolayısıyla buluşmak için çok imkân var. Bostanda mesela, tohum ekme şenliği, fide ekme şenliği -adına da hep şenlik diyoruz- menemen şenliği, bunlar güzel buluşmalar oluyor.

Demoralize olduğumuz zamanlar da olmuyor değil elbette. Geçtiğimiz Eylül’deki gibi bu atölyeyi devam ettirecek miyiz, ettirmeyecek miyiz gibi krizler yaşadığımız da oluyor.

Ama umut bulaşıcı, bunun için de temas etmek gerekiyor. Siz umudu bize bulaştırıyorsunuz, o sırada size biz bir şey veriyoruz…

Aslında Kentte Ortak Yaşam Çalıştayı’nın derdi tam da buydu. Bu örnekleri ne kadar çoğaltabiliriz, ne kadar birbirine bakıştırır, değdirir ve birbirini besler hâle getiririz, görünür kılarız, yapılabilir olduğunu gösteririz bir alternatifin var olduğunu, bize dayatılanın dışında bir hayatın mümkünlüğünü gösteririz idi.

Bir araya gelindiğinde umutlanıyor olmak bile yeterli bizce şu aşamada.

DÖN