Kamu, 5366’ya karşı
Yapı Kredi Yayınları 2000 yılında okurlarına hediye etmek üzere neredeyse kibrit kutusu büyüklüğünde Bir Beyoğlu Fotoromanı: Bir Efsanenin Monografisi’ni yayımlar. Emek Sineması monografiye eşlik eden krokilerde sayfa 34’te 33 numarada yer alır; İstiklâl Caddesi’ni Tarlabaşı’na doğru kesen Yeşilçam Sokağı’nın sol köşesinde. Monografide şöyle yazar: “Burada yüzyıl başında bir buz pateni sahası vardı. 1924 yılında Melek Sineması inşa edildi. 1958’den sonra Emek Sineması adını aldı. Bugün İstanbul’un en güzel sinemalarından biridir.”
2010’da başlayan ısrarlı mücadeleye rağmen İstanbul’un en güzel sinemalarından biri 2013 yılında yıkıldı. Bugün, yerinde yükselen Grand Pera adlı AVM’nin üst katındaki bir hacme süslemeleri kondu, adına Emek Sahnesi dendi. Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkanlar ise bu hacmi “Çakma Emek” olarak adlandırıyor.
2010’dan itibaren Emek Sineması’nı yıkacak, cephesi İstiklâl Caddesi’ne bakan Cercle d’Orient’i de içeren proje kamuoyunda tartışılmaya başladı. Benim de içinde yer aldığım, daha sonra Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatifi’nin oluşumunu sağlayacak İstanbul Kültür Sanat Varyetesi, yıkıma karşı eylemlerine 2010 yılında İstanbul Film Festivali’nin açılış gecesinde başladı. İstanbul’da ve Türkiye’de birçok yıkımın önünü açan 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’a dayanarak Emek Sineması’nın da içinde yer aldığı yapı kompleksi 2006 yılında Bakanlar Kurulu imzasıyla Yenileme Alanı ilan edildi. 2010’dan 2013’e kadar gerek hukuki mücadele, gerek İstiklâl Caddesi’nde binlerce insanın katıldığı birçok eylem, yürüyüş, forum, nöbet, film gösterimi bu yenileme adı altındaki yıkıma engel olamadı. Mayıs 2013’te Gezi isyanının başlamasından birkaç gün önce de Emek Sineması yıkıldı. Demirören’in karşısında Grand Pera’nın yükselmesiyle, eylem günlerinin ardından Yeşilçam Sokağı Covid-19 pandemisi öncesinde olduğu gibi bugün de ıssız bir sokak.
Emek Bizim İstanbul Bizim, basın açıklamalarından birinde şöyle seslenmişti:
Emek Sineması yıkımına karşı verilen mücadele, ortak geçmişimize sahip çıkmak kadar, bugünümüzü kurmak ve farklı bir gelecek tahayyül edebilmek içindir. AVM’ler içerisine sıkıştırılan sinema salonlarına, ticarileşen ve metalaşan sanatsal ve kültürel üretime karşı durmak, kenti ve kentsel mekânları sermayenin ve iktidarın elinden geri almaya, kamusallığı yeniden telaffuz etmeye ve kurmaya dair bir çabadır.
Bu iddianın sadeleştiği slogan ise “Kapısı Sokağa Açılan Sinema” oldu. AVM katlarına sıkışan seyir deneyimine karşı sayısı her geçen gün azalan, kapısı sokağa açılan sinemalar istiyorduk. “Kapısı Sokağa Açılan Sinema” Emek Sineması’nın kıymetinin sadece tarihi, mimari öneminden gelmediğini, sinemanın kamusal hayatla kurduğu ilişkiyi vurguluyordu. Bu sloganı yıllar sonra, Beyoğlu’nun kapısı sokağa açılan tek salonu olacak Beyoğlu Sineması da destek kampanyalarında kullanacaktı.
Emek Sineması mücadelesinin hafızasını tutmak ve aktarmak için 2016 yılında kolektif olarak hazırlanan, eylemlere katılan birçok kişinin arşivinden yararlanılarak kurgulanan Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Belgeseli’nin1 vurguladığı üzere mücadelenin önde gelen aktörleri, başta İstanbul Film Festivali’nin seyircisi olmak üzere Emek Sineması’nda onlarca film izlemiş seyircilerdi. Emek Sineması mücadelesi, seyircinin aktörleştiği bir mücadeleydi. Fırat Yücel’in Paris Sinematek, Emek Sineması ve Gezi Direnişi arasındaki ilişkiyi açtığı yazısında belirttiği üzere seyir deneyimini sadece filmleri anlamlandırma sürecinde aktif olan bir ilişki olarak düşünmek yetersiz kalıyor. Sinemanın üretim-dağıtım-gösterim döngüsünde seyirin-seyircinin siyasi bir rol üstlenebileceğini göstermişti Emek Sineması mücadelesi.2
Post-truth sinyalleri: “Yıkmıyoruz, taşıyoruz!”
Geriye dönüp bakınca, Emek Sineması mücadelesi sırasında, ısrarla vurgulamak zorunda kaldığımız ve neredeyse bitap düştüğümüz, sinemanın yıkılacak olmasını anlatma zorunluluğu, bugün post-truth (hakikat-sonrası) dediğimiz sürecin habercisiymiş. Projenin sözcüsü ve yatırımcısı Levent Eyüboğlu bıkmadan usanmadan “Yıkmıyoruz, taşıyoruz!” diye demeçler verdi. Birçok köşe yazarı bu söylemi takip etti. Moving dedikleri taşıma yöntemini Emek Sineması için geçerli olabilecek bir restorasyon yöntemi olarak kamuoyunda dolaşıma sokmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu süreçte dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da kafa karıştırıcı açıklamalar yapmaktan çekinmedi, “Emek Sineması Yıkılmıyor” diye bir beyanat bile verdi.3
Basında Akif Beki, Hıncal Uluç ve Engin Ardıç gibi isimler de Emek’in yıkımı için kalem oynattılar.4 Sinema Yazarları Derneği süreç boyunca ve sonrasında en etkin sesi çıkaran ve yıkımdan sonra da Çakma Emek’te yapılacak hiçbir etkinliğe katılmayacaklarını belirten en güçlü kurumsal yapı oldu. Fakat, Türkiye’de her sinemaseverin bir noktada karşısına yazılarıyla çıkmış olan Atilla Dorsay sürecin sonunda pes etti. Yıkım projesinin halkla ilişkilerini Per İletişim’den alan A&B İletişim’in yöneticisi ve kurucusu Sibel Asna’nın kendisine özel yaptığı Grand Pera turundan sonra yazdığı 30 Nisan 2016 tarihli yazısını şöyle bitirdi:
Yüzde 40’ı kültür ve sanata ayrılan bir kendine özgü AVM bu. Ve yanı başındaki Serkldoryan’la birlikte Beyoğlu’na bir canlılık, bir yeni heyecan katabilir. Ben, tüm o hülyaların içinden geçen bir hayattan sonra (sinema bir düşler alanı değil midir?), sanırım artık belli bir gerçekçiliğe ulaştım. Ve bu yanımla, artık eski Emek için bitmeyen ağıtlar yakmaktansa, yenisine sempatiyle baktım. Ama böyle düşünmeyenlere ve o ilkeli tavrı inatla koruyup “ben oraya adım atmam” diyenlere de büyük saygım ve sevgim olduğunu mutlaka söylemeliyim.5
Ne var ki Atilla Dorsay’ın tutumunu kültür ve sanat dünyasının geniş bir kesimi takip etmedi. Burası en hafifinden “ayıplı bir mekân”. Grand Pera işletmecilerinin Emek Sahnesi demeyi tercih ettiği Çakma Emek’te kimler nasıl sahne alıyor, kimler filmlerini gösteriyor diye bakmak isterseniz birinci kaynak: www.grandpera.com/performans/emek-sahnesi.
Resmî Gazete’nin 28 Ağustos 2014 sayısında Ahmet Akbalık, Dursun Ali Alp, Mehmet Saat, Osman Ağca, Levent Eyüboğlu ve Alper Işıkal’ın kurduğunu okuduğumuz Emek Sanat ve Kültür Vakfı bugün Çakma Emek’in programını yapmakta.6 Bu isimlerden yıkım projesinin medyadaki sözcüsü olan Levent Eyüboğlu, projenin yüklenici firması Kamer İnşaat’ın ortağı ve Turkmall şirketinin kurucusu. Kamer İnşaat’ın diğer ortağı ise Ahmet Akbalık. Levent Eyüboğlu’nun diğer vakıf kurucusu Osman Ağca ile de ortak bir şirketi var.7 Emek’i yıkan yatırımcıların, Çakma Emek’i yönetmek üzere kamu yararı gözetmesi gereken bir kültür sanat vakfı kurmuş olması, sadece Grand Pera projesinin halkla ilişkiler planının bir parçası mı yoksa başka bir niyet içeriyor mu, bilemiyoruz.
“Bugün Grand Pera’nın müşterisi kim?”, “Yukarıda isimleri geçen yatırımcılar Grand Pera’dan memnun mu?”, gibi sorular ayrı araştırmaların konusu. Benim ve Emek Sineması mücadelesinde yer almış birçok kişi için ise Grand Pera bugün bir boykot mekânı. Tıpkı Demirören AVM, tarihi karakterini tamamen kaybetmiş yeni hâliyle Narmanlı Han gibi. Bu boykotu sürdürmek, boykotu hatırlatmak bugün mücadelenin hâlâ bir parçası ve özellikle sinemacılar ve film kültürü üreticileri arasında benimsenen bir tutum. İstanbul’da sayıları her geçen gün artan film festivalleri Çakma Emek’i gösterim salonlarından biri olarak programlarına almamakta. Bu boykotta etkin olanın kurumların kendi kararları kadar, belki de daha çok seyircinin mücadeleden beri süregiden tepkisi olduğunu da akılda tutmak gerek.
Emek Sineması mücadelesi sadece bir sinemanın geleceği için değil, Beyoğlu’nda süregiden dönüşüme dair büyük sermayenin önderlik ettiği bir dönüşüme, metalaşmaya karşı ses yükseltiyor, bu mücadelenin kent hakkı mücadelelerinden bağımsız olmadığını; Sulukule’yi yıkan, Ayvansaray’ı, Tarlabaşı’nı dönüştüren projelerden bağımsız olmadığını vurguluyordu.
Bu süreçte mücadele ettiğimiz bir diğer gerekçe de, “Emek Sineması bakımsızdı, seyirci gitmiyordu, tepki göstereceğinize gitseydiniz kapanmazdı…” cümlesiydi. Sanki Emek Sineması’nın başka türlü bir işletme modeliyle, İstanbul’un kültür, sanat, etkinlik alanları arasında yer almaya nasıl devam edeceği geniş katılımlı bir şekilde tartışılmış da, Bakanlar Kurulu kararıyla sermayenin hükmüne bırakılmamıştı. “Emek Sineması’nın Geleceği Nasıl Olsun?” tartışması varmış gibi, “Projeniz nedir?” soruları yıkım yanlılarının itirazlara cevabıydı. Bu anlamda Emek Sineması’nı yıkacak projeye karşı ilk güçlü kamusal sesin İstanbul Film Festivali’nin 2010 yılındaki açılışında yükselmesi tesadüf değildi. Ertuğrul Günay’ın da protestolardan nasibini aldığı o gece, Emek Sineması’nı yıllardır hem İstanbul Film Festivali’ne hem de Filmekimi’ne ana mekân yapan İKSV’ye de sorumluluğu hatırlatılmış oldu. Daha sonraları Emek Sineması’na dair projelendirme sürecinden haberdar edilmedikleri için şikâyette bulunan İKSV, bırakın İstanbul’un kültür ve sanat yaşamı için taşıdığı önemi, kendi seyirci rakamlarını etkileyecek bu yıkımı engellemek için ciddi bir rol üstlenmedi, üstlenemedi ya da çabaları başarısız kaldı. İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı basına verdiği bir röportajda, Emek’in de içinde olduğu Cercle d’Orient binasını kültür merkezine dönüştürebileceklerini söylemiş olsa da bu çabalarının ne olduğunu, nasıl akamate uğradığını hiçbir zaman öğrenemedik.8
Siyasi krizin öncesinde Emek Sineması mücadelesi
Emek Sineması mücadelesinin, tarihi bir sinema salonu özelinde kentsel mekânların hayatına dair bir kamusallık tartışması açarken çok kritik bir dönemin öncesine denk geldiğini, ancak geriye dönüp bakınca anlıyoruz. İstiklâl Caddesi’nin girişindeki tramvay durağına kamusal çağrıların yapıldığı, binlerce kişinin toplanıp caddede protesto yürüyüşü gerçekleştirdiği, 2016’da Darbe Girişimi sonrası başlayacak OHAL döneminde kapatılacak IMC ve Hayat TV gibi televizyon kanallarının dışında NTV, Doğan Haber Ajansı gibi ana akım televizyon kanallarının da habercilerinin, kameramanlarının geldiği yürüyüşler yapılıyordu. Bu yürüyüşlerde Demirören AVM’yi yüzlerce kişi işgal ediyor, o günlerde Boğaziçi Üniversitesi’ndeki şubesi “işgal” edilen Starbucks’ın İstiklâl Caddesi’nin girişindeki şubesi de protestolardan nasibini alıyordu. Nike’ın deposu hâline gelmiş kapalı Alkazar Sineması da, proje kapsamında yerinden edilecek olan İnci Pastanesi ve Yeni Rüya Sineması da Emek Sineması mücadelesinin durakları ve ses vermeye çalıştığı mekânsal yok oluşlar arasındaydı. Emek Sineması mücadelesi sadece bir sinemanın geleceği için değil, Beyoğlu’nda süregiden dönüşüme dair büyük sermayenin önderlik ettiği bir dönüşüme, metalaşmaya karşı ses yükseltiyor, bu mücadelenin kent hakkı mücadelelerinden bağımsız olmadığını; Sulukule’yi yıkan, Ayvansaray’ı, Tarlabaşı’nı dönüştüren projelerden bağımsız olmadığını vurguluyordu. Sulukule’nin, Tarlabaşı’nın yıkımını mümkün kılan 5366 sayılı yasa Emek Sineması’nı da yıkıyordu.
Diğer kent mücadeleleriyle bağlar, söylemsel düzeyde vurgulansa da, bu mücadelelerle doğrudan ilişkilenmeler yeteri kadar güçlü değildi. Emek Sineması yıkıldıktan, Gezi direnişinden sonra Kent Hareketleri, Kuzey Ormanları Savunması, Forumlar Arası Kentsel Dönüşümle Mücadele Çalışma Grubu başta olmak üzere çok sayıda park forumu, bölge dayanışması, mahalle ve çevre derneği, meslek örgütü, demokratik kitle örgütü ve siyasi parti 22 Aralık 2013’te “Artık Yeter! Yağmaya Karşı Haydi İstanbul’u Savunmaya” sloganıyla Kadıköy’de ortak bir İstanbul Mitingi düzenlemiş olsa da bütün bu hareketler arasındaki bağlar dönüştürücü bir güce dönüşmedi. Bu büyük ölçüde ülke siyasetinin içinden geçeceği büyük dönüşümle ilintiliydi. Bu kent mitingi 17-25 Aralık operasyonları olarak bildiğimiz Gülen cemaatinin devlet içindeki yapılanmasıyla hükümet arasındaki çatışmanın sert anlarından birinin ortasında gerçekleşti. Ardından gelen 2014 yerel seçimlerinde İstanbul’da yönetim değişmedi. 2015 yılında barış süreci çöktü, 2015-2016 dönemindeki sokağa çıkma yasaklarında çatışmalar, en şiddetli hâli Cizre ve Sur’da olmak üzere kentsel mekâna taşındı, yüzlerce sivil öldürüldü, binlerce kişi evsiz kaldı. Suruç, Ankara ve İstanbul’da bombalı saldırılarda yüzlerce insan öldü. Bu şiddeti, 2016 yılında başarısız darbe girişimi ve ardından gelen iki yıllık OHAL dönemi takip etti. Sinema özelinde bu süreçte kayyumların, sansürün ve ceza davalarının gölgesinde kültür merkezlerini, festivalleri ve filmlerin gösterim hakkını kaybettik.9
Daralan alanlar
Özel Harekat polisinin, TOMA’ların İstiklâl Caddesi’nin dokusunu yeniden tanımladığı bu dönemde, İstiklâl Caddesi’nin kendisi kamusallığını yitirdi. Cumartesi İnsanları’nın 25 Ağustos 2018’de gerçekleştirecekleri 700. hafta toplantısını polisin engellemesiyle, Galatasaray Meydanı sürekli bir ablukanın altına girdi. İstiklâl Caddesi’nin en önemli toplanma ve gösteri mekânı bugün hâlâ polis ablukasında. Son birkaç yılın siyasi kronolojisi içinden bakınca Emek Sineması mücadelesi yaklaşmakta olan bir siyasi krizin arefesinde vuku buldu. Bu değişime dair hafızamdaki en güçlü an, Özgürleşen Seyirci belgeselinin kaba kurgusunu izlediğimiz 2016’dan bir güne ait. Polisin TOMA’yla, biber gazıyla müdahale ettiği 7 Nisan 2013’teki Emek Sineması eyleminde polis Yeşilçam Sokağı’na girişimizi kalkanlarıyla engellemişti. Belgeselde kalkanlarla yüz yüze geldiğimiz, kalkanları ittiğimiz ânı görünce başka bir zamana ait bir görüntü gördüğümü çok güçlü bir şekilde hissetmiştim. 2016 yılında İstiklâl Caddesi’nde artık polisle o yakınlıkta yüz yüze gelmek, bunun uzun dakikalar sürebilmesi unuttuğumuz bir şeydi. Biber gazı ve TOMA suyu o yakınlaşmaya izin vermeden devreye giriyordu. Bugün artık böyle anları İstiklâl Caddesi’nde sadece 8 Mart’ta ve 25 Kasım’da yürüyen kadınlar ve LGBTİ+ hareketinin düzenlediği Onur Haftası yürüyüşlerine katılanlar yaşayabiliyor. Cumartesi İnsanları Galatasaray Meydanı’ndan İHD (İnsan Hakları Derneği) İstanbul Şubesi’nin önüne çekilmiş durumda. Her cumartesi basın açıklamasını o kalkanların çizdiği sınırlarda gerçekleştiriyorlar. Artık sermayenin daralttığı kamusal alandan çok, insan hakları mücadelesinin öne çıkardığı “daralan sivil alan” meselesini konuştuğumuz bir dönemdeyiz. Mekânlara dair kamusal taleplerden çok meydanlarda, sokaklarda toplanabilmek, yürüyebilmek için alan açmaya çalıştığımız bir noktaya geldik.
Eğer Emek Sineması mücadelesi kamusallık siyasetine küçük de olsa bir katkı sağladıysa, bugün bu kamusal mekânların siyaseti çok daha zorlu süreçlerle mücadele etmek zorunda.
1- Bkz. ozgurlesenseyirci.com
2- Yücel, F. (2015). Paris Sinemateki’nden Emek Sineması’na Seyir ve Direniş. B. Ö. Fırat ve A. Kuryel (Ed.), Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik içinde (s. 269-280). İstanbul: İletişim Yayınları.
3- TRT haber (2011, 19 Aralık). Emek Sineması Yıkılmıyor. trthaber.com/haber/kultur-sanat/emek-sinemasi-yikilmiyor-20648.html
4- Uluç, H. (2010, 22 Nisan). Emek yıkılmıyor, kurtarılıyor!.. Sabah. sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2010/04/22/emek_yikilmiyor_kurtariliyor; Ardıç, E. (2013, 11 Nisan). Solculuk, entellik, sazanlık. Sabah. sabah.com.tr/yazarlar/ardic/2013/04/11/solculuk-entellik-sazanlik; Beki, A. (2013, 18 Mayıs). Emek’te Engin Ardıç haklıymış. Radikal. radikal.com.tr/yazarlar/akif-beki/emekte-engin-ardic-hakliymis-1133944/
5- Dorsay, A. (2016, 30 Nisan). Yeni Emek: Nasıl bir şey olacak?. T24. t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/yeni-emek-nasil-bir-sey-olacak,14454
6- Canan Coşkun’un 17 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet’te yer alan “Onca Emek Boşa Gitti” başlıklı haberine göre Emek Kültür ve Sanat Vakfı isim değiştirerek “Yedi Sanat ve Kültür Vakfı” oldu. Bkz. cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/449906/onca-emek-bosa-gitti.html
7- Özgentürk, J. (2012, 12 Ocak). Tekstilci Akbalık Emek’in yatırımcısı. Radikal. radikal.com.tr/yazarlar/jale-ozgenturk/tekstilci-akbalik-emekin-yatirimcisi-1075342/
8- Yılmaz, İ. (2011, 22 Aralık). Emek’e talibiz, kurtarabiliriz. Hürriyet. hurriyet.com.tr/gundem/emek-e-talibiz-kurtarabiliriz-19520356
9- Köstepen, E. (2019, 6 Eylül). Festivallerde Yeniden Buluşabilecek miyiz?. Altyazı Fasikül. fasikul.altyazi.net/2019/09/06/festivallerde-yeniden-bulusabilecek-miyiz/