Yaklaşık 20 yıllık döngülerle ölüp ölüp dirilmeyi kendine huy edinmiş “ünlü” şehir merkezimiz Beyoğlu… Yalnız muktedirin iş yapma dürtüsü ve sermayedarın iştahı ile değil, yalnız tazyikli su ve biber gazıyla değil, yalnız kanla ve uygun adım marşla değil, yalnız zelzele ve yangınla değil, yalnız vebadan akan irin ve koleradan yayılan kokuyla değil, hepsiyle art arda, aynı anda, bir anda defalarca sınanmıştır. Öyle sınanmıştır ki, tek bir ânını milyonlarca âna bölen bu felâketler silsilesiyle çoğaldıkça çoğalan, patlayan, sıçrayan zamanı, dünyanın güneşle kurduğu maddi ilişkiye değil, ancak “evvel zaman”a sığdırabilmiştir.

Anka kuşu her yandığında, küllerine biraz hüzün ve biraz umutla bakan faniler, zihinlerinde kalan anı parçalarıyla onu yeniden canlandırmaya çalışacaklar, zamanın sıkışıp patladığı o ânlarda kendi hikâyelerini damıtacaklar, kendi hayallerinde kalanı birbiriyle yarıştıracak, en güzelini, en parlağını, en ihtişamlısını kendilerinin gördüğünü iddia edecek ve masalda efsanevi kuşa eşlik eden bir kahramana dönüşeceklerdir. Ancak sorumuz şudur: Anlatılan kimin hikâyesidir?

Her anlatıda Beyoğlu daha da efsaneleşirken, sözde savrulan uçuculuk “şimdi”de, o “yerde” çarpışan gerçeklikleri tasnif eder ve bu tasnifte her hikâye diğerlerini dışarıda bırakarak kurulur. İnsan ömründe kurgunun gerçekle, masalın hayatla karışmayı en çok sevdiği zaman dilimi, nostaljinin parladığı “çocukluk”, hikâyenin beşiği olmaktan insaniyet eşiğine bir türlü atlayamaz. Beyoğlu’nun nostaljisi kökünü masalların daha inanılası, karakterlerin daha çekici olduğu, bir kere yetişkin olduktan sonra asla dönülemeyen o parlak çocukluğa uzatır. Öte yandan, Beyoğlu’nun efsaneleştiği hâli de, bildiğimiz tarihi de çocukları içermekten çok uzaktır. Beyoğlu efsaneleşirken tasnif edilenlerin başında çocuklar gelir ve bu tasnif oldukça sınıfsal bir çerçevede gerçekleşir. Yine sorumuz şudur: Anlatılan hangi çocukluğun nostaljisidir?

Bir an, birkaç çocukluk

Büyük buluşma noktası Taksim Meydanı’ndayız. Bir yanda AKM’nin yıkımı başlamış, diğer yanda ise cami inşaatı sürüyor. Açıklıkta esen hafif rüzgâr, minderde zilin sesini bekleyen güreşçiler gibi birbirine bakan iki heybetli binanın tozlarını birbirine karıştırmakla, inşaat makinelerinden taşan homurtularını göğe yükseltip ortalığı kızıştırmakla meşgul. Çocukluğunda AKM’de temsillere gitmiş, kapısının önünde arkadaş beklemiş kişiler, ellerinde fotoğraf makinesiyle kişisel tarihlerinde önemi olan bir yapının gövdesi yere düşmeden anı kırıntısı toplamak niyetinde. Kepçenin darbesiyle Türkiye’nin politik tarihine dair bir fay kırılıyor.

Fotoğraf: Serpil Gedik

Tam o anda, zannediyorum iki yaşında, göçmen bir çocuk kendisine farklı dilden seslenen annesine doğru, elinde Türk bayraklı bir balon ve meydana sığmayan bir mutlulukla koşturuyor. Koşmasıyla meydanın güvercinleri havalanıyor. Dikkati güvercinlere dönüyor ve coşkuyla gülmeye başlıyor. İnşaat seslerini dinliyor sonra. Bir o yandan bir bu yandan gelen ses, sanki aynı ses, girip çıkan makineler, araçlar sanki aynı araçlar… Çocuk meydanı ele geçirmeye çalışanlardan, üzerine bastığı zeminde kırılan faydan, konuştuğu dille elinde tuttuğu bayrağın çatışan anlamlarından habersiz. O an meydan onun ve güvercinlerle gökyüzüne yükselen coşkusunun.

Biraz ilerde su satan bir çocuk, sordum, sekiz yaşında, Gezi Parkı’nın meydana açılan yamacında dinleniyor. Her durumda kendini koruyabilmek için, her köşesini biliyor meydanın. Hangi saatte kimin gelip gittiğini, su satanlarla havaya fırlatılan oyuncak satanların nereden geldiğini, hangi “enformel” ağa bağlı olduğunu, kimin sivil polis olduğunu biliyor. O an ve her an meydan aslında onun.

Meydandan içeri İstiklâl’e doğru girdikçe okullu çocuklar giriyor âna; çırak çocuklar, varsıl çocuklar, derin yoksulluğun içindeki çocuklar mekânlarını bıçak gibi kesen büyük arterlerden sızarak aynı anda aynı yerde buluşmayı başarıyorlar, birbirini görerek, farkında olarak, ancak hiç ilişki kurmadan. Beyoğlu’nun çehresindeki değişim ve içinden geçtiği dönüşüm kimisi için ilginç inşaat sesleri, kimisi için sevdiği bir esnafın taşınması, kimisi için tekinsizlik, kimisi için artan kira baskısı, yerinden edilme tehdidi, kimisi için bağlı olduğu enformel ağlardaki güç dengelerinin değişimi demek. Bir çocukluğun deneyimi diğer çocukluğun deneyimini tutmuyor.

Çocuklar için Beyoğlu

Bu farklı deneyimlerin Beyoğlu’nu nasıl yaşadığını daha derinden anlayabilmek için Eylül 2019’da Şehir Dedektifi olarak “Türkiye’nin en simgesel şehir merkezinde çocuklara yer var mı?” sorusu çerçevesinde bir çalışma başlattık. Çalışma derinleştikçe hedef grupları farklı olan birkaç amaç birleşti. Bunlardan ilki ve mekânsal kullanım pratiğine dönük olanı, Beyoğlu’nda farklı çocukluk deneyimlerinin varlığına ve çocukların ihtiyaçlarına dikkat çekmekti. Nitekim Beyoğlu’nun içinden geçtiği dönüşüm yalnızca inşaat ve proje faaliyetini kapsamıyor, gündelik hayatta mekânsal hareketlilik reflekslerimizin belirleyicileri genellikle güvenlik tedbirlerine, belki daha yerinde tabiriyle kuşatmasına dayanıyor. Konu çocuklarla birlikte bir mekânda var olmaya gelince bu kuşatmanın ördüğü mekânsal görünümün kendisi bir tehdit hâline geliyor. Çoğu kimse Beyoğlu’nu çocuklarla vakit geçirmek için çok da “güvenli” bulmuyor.

Fotoğraf: Damla Atak

İkinci amacımız “çocuk dostu şehir” ve özellikle “çocuk dostu mekân” kavramlarının farklı çocukluk deneyimleriyle kurduğu ilişkiyi sorgulamak, kavrama hafıza katmanını dahil etmekti. Özetle “‘çocuk dostu’, hangi çocuğun dostu?” sorusunu sorduk. Bu sorunsallaştırmaya yazının ilerleyen bölümünde Narmanlı Han özelinde yeniden değineceğim.

Bu çerçevede dört temel hatta Beyoğlu’nda farklı zamanlarda farklı çocukluk deneyimlerinin izlerini toplamaya çalıştık. Cihangir, Tophane, Tarlabaşı, Kasımpaşa ve İstiklâl olmak üzere beş farklı bölgede okuyan 8-12 yaş aralığındaki çocuklarla gerçekleştirdiğimiz atölye çalışmaları araştırmamızın omurgasını oluşturdu.1 Atölyelerle ulaşamadığımız çocukların mekân kullanımını anlayabilmek için ilçe genelinde çocuk gözlemine dayanan Gönüllü Maratonu düzenledik. Maratonda yaklaşık yirmi gönüllü, güneşli bir cumartesi gününde kamusal mekândaki çocuk hareketliliklerini gözlemleyerek dijital bir haritaya işledi. Kimin için neyin değiştiğini anlamak adına çocukluğu Beyoğlu’nda geçen ve Beyoğlu’nda çocuk büyüten kişilerle video-röportajlar yaptık.2 Son olarak Beyoğlu’nda öne çıkan mekânları farklı tarihsel dönemlerde çocukların nasıl kullandığını araştırarak bir çocukluk hafızası rotası oluşturduk ve bu rotada yürüyüş düzenledik. Bu araştırmanın tüm çıktıları bu yazının sınırlarını bir hayli aşıyor. Yine de farklılıkları içermek yerine çocukluğu kutuplaştıran üç ilişkili dinamiğin Beyoğlu dönüşümüyle nasıl kurulduğunu bu yazıda tartışmaya açmak istiyorum.

Tüketen “çocukluğun icadı”

Fransız sosyal tarihçi Philippe Aries 1960 yılında yayımlanan Centuries of Childhood: A Social History of Family Life (Çocukluğun Çağları: Aile Yaşamının Sosyal Tarihi) çalışmasında çocukluğun yalnızca biyolojik bir olgu değil, toplumsal bir kategori olduğunu, dolayısıyla tarihsel sürece dahil olduğunu belirtir.3 Çocukluğu toplumsal tarih çerçevesinde inceleyen Mine Göğüş Tan ise çocukluğun geçmişini incelemenin yalnız çocukların değil, tüm toplumsal, ekonomik, kültürel gerçekliğin göz önüne alınması gerektiğini vurgular.4 Çocukluğun yetişkinlikten farklı olduğu ve çocukları yetişkinliğe yetişkinlerin hazırlaması gerektiği anlayışı üzerine kurulu modernist çocuk paradigması, 19. ve 20. yüzyılda Batılı ülkeler dışındaki toplumlarda, kendilerine özgü toplumsal dinamikler, geleneğin eleştirisi ve modernleşme sancıları içinde melez formlar gösteren bir çocukluk kavrayışıyla kurulmuştur.5

Böyle bir tarihsel arka planın mekânsal izlerine baktığımızda, Osmanlı Devleti’nin içeriden kurmaya çalıştığı modernitenin “yüzü” olan 19. yüzyıl Beyoğlusu’nun aynı zamanda modern eğitim mekânlarının kurumsallaştığı, dolayısıyla türlü çelişkileriyle dönemin çocukluğunun icat edildiği coğrafya olduğunu görürüz.6 Bu izlek Cumhuriyet döneminde, ulus ilkelerinin taşıyıcısı ve bizatihi istikbali olan çocuklukla devam eder. Modern eğitim kurumlarının ve bu kurumlar çerçevesinde gelişen cemiyetler ile ulus-devletin kamusal mekânlarında -meydanlarında, parklarında- varlık gösteren “makbul”, “icat edilmiş” çocukluk aynı zamanda bu yayının sorunsallaştırdığı “Beyoğlu nostaljisi”nin ana kaynaklarından birini oluşturuyor.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Bugün Beyoğlu dediğimizde, hem tarihyazımı içerisinde, hem gündelik yaşamda aklımıza gelen coğrafya -Taksim Meydanı’ndan başlayarak İstiklâl Caddesi ve birkaç paralelini içine alan hat- kademeli dönüşümlerle daralarak bugünkü hâlini almış, çeperine yoksulluk ile birlikte dönüşümün tetikleyicisi hâkim paradigmanın tanımladığı çocukluk dışında kalan çocukları da itmiştir. Beyoğlu’nun ara sokaklarına, hanlarına bazen gezinti için, ancak çoğunlukla işçi olarak sızan çocuklar, bu mekânsal çerçevenin hafıza üretiminde yer almazlar. Bu noktada bir örnekle parantez açmak isterim. Toplumsal hafızada çok büyük bir kırılma yaratan Gezi Parkı eylemleri sırasında, direnişçiler parkta yaşayan sokak çocuklarıyla karşılaşmış, dayanışma köprüsü kurmuş ve ortak bir direniş pratiği oluşturmuştu. Yine de Gezi Parkı eylemlerine dair anlatılarda bu karşılaşmaya dair anekdotlar çok az.

Bugün Beyoğlu’nun dönüşümünü tetikleyen toplumsal dinamiklerin çerçevesini ise tüketim oluşturuyor. Beyoğlu tüketim mekânlarını çoğaltacak şekilde dönüştükçe mekânın toplumsal dinamikleri bu defa “makbul” çocukluğu “tüketen çocuk” olarak icat ediyor. Kentsel açıklıklar ve pasaj gibi yarı kamusal mekânlar özelleştirilerek AVM’leştiriliyor ve çocuklar için tüketim içerecek şekilde işlevlendiriliyor. Bu makbul çocukluğun kapsamadığı göçmen, yoksul ve işçi çocukluk ise yalnızca bu mekânların dışında kalmıyor; bizatihi bu mekânların kendini üzerine kurduğu güvensizlik / güvenlik hattının meşruiyetinin imgelerinden biri hâline geliyor.

Denetim ve ihmal arasındaki uçurum

Beyoğlu’nda çocuklarla yaptığımız atölye çalışmalarında ve saha gözlemlerinde, çocukların semti aynı esneklikte kullanmadığını gördük. Tarlabaşı, Kasımpaşa, Tophane, Dolapdere mahallelerindeki çocuklar sokaklarda daha serbest dolaşırken, Cihangir ve Gümüşsuyu tarafında oturan çocuklar sokakları daha az kullanıyor. Bu farklılık, Cihangir ve Gümüşsuyu diğer mahallelere nazaran “güvensiz” olduğu için ortaya çıkmıyor. Nitekim algıdaki “tehlike” diğer semtleri seçiyor. Bu, sahanın bize sorduğu zor ve cevabını hemen veremeyeceğimiz bir soru. Bir yanda, kendi içinde dayanışma ve gözetim örüntülerini kurmuş mahalle dinamikleri var. Bu dinamikler içerisinde akranıyla, mahallenin yaşlı ve esnafıyla ilişkilenen çocuklar, ilişkilendikleri kişilerin dolaşımı oranında yavaş yavaş kendi dolaşım çemberini genişletiyorlar. Bu mahallelere gelen dönüşüm baskısı sakinlerini topluluklar hâlinde etkiliyor. Mahalle ekonomisini içeren bir direnç mekanizması daha kolay kuruluyor. Ancak bu, sorunları yok sayan bir bakışa yol açmamalı. Çocuklar yoksulluk baskısı içinde. Üstelik akran zorbalığına, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine, etraflarında tezahür eden şiddet örüntülerine karşı korumasız kalabiliyorlar.

Cihangir, Gümüşsuyu ve kısmen Tophane, Beyoğlu’nun ana aksının birincil yakınları olarak dönüşümün ekonomik çalkantılarından kira, daire ve bina bazında etkileniyor. Kolay el değişiyor ve güven örüntüsünün kurulacağı dayanışma pratikleri gelişmiyor. Bu okuma, yaşam biçimi farklılıkları, ebeveyn-çocuk ilişkisine yüklenen anlam değişikliği gibi birçok parametreyle çoğaltılabilir, çoğaltılmalıdır da. Ancak şunu biliyoruz, bu mahallelerde çocukların refakatsiz dolaşımı desteklenmiyor. Üstelik Beyoğlu genelinde oyun alanı oldukça az. Çocuklar okul ve cami bahçelerinde oynamak istediklerinde bu alanlardan kovuluyorlar.

Beyoğlu’nun ara sokaklarına, hanlarına bazen gezinti için, ancak çoğunlukla işçi olarak sızan çocuklar, bu mekânsal çerçevenin hafıza üretiminde yer almazlar.

Beyoğlu’nun genelinde sokakların kokusu, inşaat ve araç sesleri çocukları rahatsız ediyor. Böyle bir ortamda romantize edip ilişkilenmesini istediğimiz Beyoğlu kültürel mirası ise çoğunlukla türlü güvenlik tedbirleri nedeniyle, TOMA ve akrep gibi araçlarla kuşatılmış durumda. Denetim mekanizmaları sıkılaştıkça şiddet örüntüsü artarken, çocukların vakit geçirebilecekleri alanlar daralıyor. Güvenlikli alanlar yukarıda bahsettiğim gibi kapalı tüketim mekânlarıyla eşleştiriliyor. Seçici denetim şiddetli bir biçimde artarken çocuklar için ihmal ve istismarın kapısı açılıyor.

“Çocuk dostu” sınırlar: Narmanlı Han

Bütün bu anlatının kristalleştiği yer, restorasyonu yeni tamamlanan Narmanlı Han. Küresel tüketim mekânlarının işgal ettiği, kedileri kovulan ve yerine kedi heykelleri yapılan yeni Narmanlı, içindeki müze ve şekerci dükkânıyla çok fazla çocuk ziyaretçi ağırlıyor. Hatta güneşli tatil günlerinde, çocuklar İllüzyon Müzesi’ne girmek için kapısında, uzun sıralarda bekliyorlar. Narmanlı Han, hak temelli olmayan ve sermaye dilinde kullanılan hâliyle “çocuk dostu” bir mekân. Ancak içine her çocuk giremiyor. Orada duran çocuklar da dışarısıyla çok fazla ilişki kurmuyor. Tüketimin inşasından, güvenlik tehdidinden, kedileri hedef alan hijyen önlemlerinden görünmez bir duvar, bir kısım çocukluğu Beyoğlu’nun karmaşasından ve hafızasından uzaklaştırıyor. Bu denetim ve ayrışma, Narmanlı Han’ın yeni yüzü o çocuklar için Beyoğlu’nun ta kendisi oluyor.

Fotoğraf: Arife Karakum

Han’ın arka çıkışındaki sokağa çizili bir seksek vardır. Benim gördüğüm Han’ın içinde vakit geçiren hiçbir çocuk, açık olan o kapının eşiğinden geçip o seksekte zıplamıyor.

Sonuç yerine: Hayal kurma hakkı, herkes için…

Çocuk ne içine doğduğu tarihten, ne kimliklerden, ne de sınıftan bağımsız. Ancak kim olursa olsun ortak olan şu: Çocuk hak sahibidir. Tarihine ve hafızasına sahip çıkmaya niyetlenen Beyoğlu’nun önce bölündüğü coğrafi sınırların her köşesindeki çocukların onurlu bir şekilde yaşama hakkını tesis etmesi gerekiyor. Şüphesiz bu çok çetrefilli ve uzun bir yol. O nedenle hemen başlanmalı. 

Fotoğraf: Arife Karakum

Yaşamak, çocukça yaşayabilmek bugün çocuk haklarının temelini oluşturuyor. Bir yere sevgi duymak, nostaljiyi masallaştırmak, bu masalların geçtiği mekânların büyüsüne kapılmak, o büyüden yeni masallar yaratmak, o masalların kahramanı olmak, yani hayal kurmak da çocukça yaşayabilmeye dair. Bunu besleyecek her kültürel üretim, her mekâna erişim, her karşılaşma, her heyecan ayrım olmaksızın tüm çocukların hakkı. Meselemiz derin sevgi ve özlem duyulacak bir yaşantı ise bu insani olandır ve insani olan haktır, ayrımsız, herkes için…


1- Çalışmamızın yayınlaştırdığımız kısımları sitemizden takip edilebilir: medium.com/sehir-dedektifi/tagged/beyo%C4%9Flu 

2- Video-röportajlar aralıklarla Youtube kanalımızda yayınlanıyor. İncelemek için bkz. youtube.com/channel/UCoGfAKMz8I7_ZyqbA918lxA 

3- Aries P. (1965) Centuries of Childhood: A Social History of Family Life. Vintage.  

4-Tan, M. (1989). Çağlar Boyunca Çocukluk. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 22(1), 71-88.

5- Tan, M. (1994). Çocukluk: Dün ve Bugün. B. Onur (Ed.), Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyumu içinde. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

6- Küçük, E. (2020, 20 Haziran). Beyoğlu’nda Çocuk Olmanın Tarihi. Şehir Dedektifi. medium.com/sehir-dedektifi/beyoğlunda-çocuk-olmanın-tarihi-40ce5d831bd1

Yaklaşık 20 yıllık döngülerle ölüp ölüp dirilmeyi kendine huy edinmiş “ünlü” şehir merkezimiz Beyoğlu… Yalnız muktedirin iş yapma dürtüsü ve sermayedarın iştahı ile değil, yalnız tazyikli su ve biber gazıyla değil, yalnız kanla ve uygun adım marşla değil, yalnız zelzele ve yangınla değil, yalnız vebadan akan irin ve koleradan yayılan kokuyla değil, hepsiyle art arda, aynı anda, bir anda defalarca sınanmıştır. Öyle sınanmıştır ki, tek bir ânını milyonlarca âna bölen bu felâketler silsilesiyle çoğaldıkça çoğalan, patlayan, sıçrayan zamanı, dünyanın güneşle kurduğu maddi ilişkiye değil, ancak “evvel zaman”a sığdırabilmiştir.

Anka kuşu her yandığında, küllerine biraz hüzün ve biraz umutla bakan faniler, zihinlerinde kalan anı parçalarıyla onu yeniden canlandırmaya çalışacaklar, zamanın sıkışıp patladığı o ânlarda kendi hikâyelerini damıtacaklar, kendi hayallerinde kalanı birbiriyle yarıştıracak, en güzelini, en parlağını, en ihtişamlısını kendilerinin gördüğünü iddia edecek ve masalda efsanevi kuşa eşlik eden bir kahramana dönüşeceklerdir. Ancak sorumuz şudur: Anlatılan kimin hikâyesidir?

Her anlatıda Beyoğlu daha da efsaneleşirken, sözde savrulan uçuculuk “şimdi”de, o “yerde” çarpışan gerçeklikleri tasnif eder ve bu tasnifte her hikâye diğerlerini dışarıda bırakarak kurulur. İnsan ömründe kurgunun gerçekle, masalın hayatla karışmayı en çok sevdiği zaman dilimi, nostaljinin parladığı “çocukluk”, hikâyenin beşiği olmaktan insaniyet eşiğine bir türlü atlayamaz. Beyoğlu’nun nostaljisi kökünü masalların daha inanılası, karakterlerin daha çekici olduğu, bir kere yetişkin olduktan sonra asla dönülemeyen o parlak çocukluğa uzatır. Öte yandan, Beyoğlu’nun efsaneleştiği hâli de, bildiğimiz tarihi de çocukları içermekten çok uzaktır. Beyoğlu efsaneleşirken tasnif edilenlerin başında çocuklar gelir ve bu tasnif oldukça sınıfsal bir çerçevede gerçekleşir. Yine sorumuz şudur: Anlatılan hangi çocukluğun nostaljisidir?

Bir an, birkaç çocukluk

Büyük buluşma noktası Taksim Meydanı’ndayız. Bir yanda AKM’nin yıkımı başlamış, diğer yanda ise cami inşaatı sürüyor. Açıklıkta esen hafif rüzgâr, minderde zilin sesini bekleyen güreşçiler gibi birbirine bakan iki heybetli binanın tozlarını birbirine karıştırmakla, inşaat makinelerinden taşan homurtularını göğe yükseltip ortalığı kızıştırmakla meşgul. Çocukluğunda AKM’de temsillere gitmiş, kapısının önünde arkadaş beklemiş kişiler, ellerinde fotoğraf makinesiyle kişisel tarihlerinde önemi olan bir yapının gövdesi yere düşmeden anı kırıntısı toplamak niyetinde. Kepçenin darbesiyle Türkiye’nin politik tarihine dair bir fay kırılıyor.

Fotoğraf: Serpil Gedik

Tam o anda, zannediyorum iki yaşında, göçmen bir çocuk kendisine farklı dilden seslenen annesine doğru, elinde Türk bayraklı bir balon ve meydana sığmayan bir mutlulukla koşturuyor. Koşmasıyla meydanın güvercinleri havalanıyor. Dikkati güvercinlere dönüyor ve coşkuyla gülmeye başlıyor. İnşaat seslerini dinliyor sonra. Bir o yandan bir bu yandan gelen ses, sanki aynı ses, girip çıkan makineler, araçlar sanki aynı araçlar… Çocuk meydanı ele geçirmeye çalışanlardan, üzerine bastığı zeminde kırılan faydan, konuştuğu dille elinde tuttuğu bayrağın çatışan anlamlarından habersiz. O an meydan onun ve güvercinlerle gökyüzüne yükselen coşkusunun.

Biraz ilerde su satan bir çocuk, sordum, sekiz yaşında, Gezi Parkı’nın meydana açılan yamacında dinleniyor. Her durumda kendini koruyabilmek için, her köşesini biliyor meydanın. Hangi saatte kimin gelip gittiğini, su satanlarla havaya fırlatılan oyuncak satanların nereden geldiğini, hangi “enformel” ağa bağlı olduğunu, kimin sivil polis olduğunu biliyor. O an ve her an meydan aslında onun.

Meydandan içeri İstiklâl’e doğru girdikçe okullu çocuklar giriyor âna; çırak çocuklar, varsıl çocuklar, derin yoksulluğun içindeki çocuklar mekânlarını bıçak gibi kesen büyük arterlerden sızarak aynı anda aynı yerde buluşmayı başarıyorlar, birbirini görerek, farkında olarak, ancak hiç ilişki kurmadan. Beyoğlu’nun çehresindeki değişim ve içinden geçtiği dönüşüm kimisi için ilginç inşaat sesleri, kimisi için sevdiği bir esnafın taşınması, kimisi için tekinsizlik, kimisi için artan kira baskısı, yerinden edilme tehdidi, kimisi için bağlı olduğu enformel ağlardaki güç dengelerinin değişimi demek. Bir çocukluğun deneyimi diğer çocukluğun deneyimini tutmuyor.

Çocuklar için Beyoğlu

Bu farklı deneyimlerin Beyoğlu’nu nasıl yaşadığını daha derinden anlayabilmek için Eylül 2019’da Şehir Dedektifi olarak “Türkiye’nin en simgesel şehir merkezinde çocuklara yer var mı?” sorusu çerçevesinde bir çalışma başlattık. Çalışma derinleştikçe hedef grupları farklı olan birkaç amaç birleşti. Bunlardan ilki ve mekânsal kullanım pratiğine dönük olanı, Beyoğlu’nda farklı çocukluk deneyimlerinin varlığına ve çocukların ihtiyaçlarına dikkat çekmekti. Nitekim Beyoğlu’nun içinden geçtiği dönüşüm yalnızca inşaat ve proje faaliyetini kapsamıyor, gündelik hayatta mekânsal hareketlilik reflekslerimizin belirleyicileri genellikle güvenlik tedbirlerine, belki daha yerinde tabiriyle kuşatmasına dayanıyor. Konu çocuklarla birlikte bir mekânda var olmaya gelince bu kuşatmanın ördüğü mekânsal görünümün kendisi bir tehdit hâline geliyor. Çoğu kimse Beyoğlu’nu çocuklarla vakit geçirmek için çok da “güvenli” bulmuyor.

Fotoğraf: Damla Atak

İkinci amacımız “çocuk dostu şehir” ve özellikle “çocuk dostu mekân” kavramlarının farklı çocukluk deneyimleriyle kurduğu ilişkiyi sorgulamak, kavrama hafıza katmanını dahil etmekti. Özetle “‘çocuk dostu’, hangi çocuğun dostu?” sorusunu sorduk. Bu sorunsallaştırmaya yazının ilerleyen bölümünde Narmanlı Han özelinde yeniden değineceğim.

Bu çerçevede dört temel hatta Beyoğlu’nda farklı zamanlarda farklı çocukluk deneyimlerinin izlerini toplamaya çalıştık. Cihangir, Tophane, Tarlabaşı, Kasımpaşa ve İstiklâl olmak üzere beş farklı bölgede okuyan 8-12 yaş aralığındaki çocuklarla gerçekleştirdiğimiz atölye çalışmaları araştırmamızın omurgasını oluşturdu.1 Atölyelerle ulaşamadığımız çocukların mekân kullanımını anlayabilmek için ilçe genelinde çocuk gözlemine dayanan Gönüllü Maratonu düzenledik. Maratonda yaklaşık yirmi gönüllü, güneşli bir cumartesi gününde kamusal mekândaki çocuk hareketliliklerini gözlemleyerek dijital bir haritaya işledi. Kimin için neyin değiştiğini anlamak adına çocukluğu Beyoğlu’nda geçen ve Beyoğlu’nda çocuk büyüten kişilerle video-röportajlar yaptık.2 Son olarak Beyoğlu’nda öne çıkan mekânları farklı tarihsel dönemlerde çocukların nasıl kullandığını araştırarak bir çocukluk hafızası rotası oluşturduk ve bu rotada yürüyüş düzenledik. Bu araştırmanın tüm çıktıları bu yazının sınırlarını bir hayli aşıyor. Yine de farklılıkları içermek yerine çocukluğu kutuplaştıran üç ilişkili dinamiğin Beyoğlu dönüşümüyle nasıl kurulduğunu bu yazıda tartışmaya açmak istiyorum.

Tüketen “çocukluğun icadı”

Fransız sosyal tarihçi Philippe Aries 1960 yılında yayımlanan Centuries of Childhood: A Social History of Family Life (Çocukluğun Çağları: Aile Yaşamının Sosyal Tarihi) çalışmasında çocukluğun yalnızca biyolojik bir olgu değil, toplumsal bir kategori olduğunu, dolayısıyla tarihsel sürece dahil olduğunu belirtir.3 Çocukluğu toplumsal tarih çerçevesinde inceleyen Mine Göğüş Tan ise çocukluğun geçmişini incelemenin yalnız çocukların değil, tüm toplumsal, ekonomik, kültürel gerçekliğin göz önüne alınması gerektiğini vurgular.4 Çocukluğun yetişkinlikten farklı olduğu ve çocukları yetişkinliğe yetişkinlerin hazırlaması gerektiği anlayışı üzerine kurulu modernist çocuk paradigması, 19. ve 20. yüzyılda Batılı ülkeler dışındaki toplumlarda, kendilerine özgü toplumsal dinamikler, geleneğin eleştirisi ve modernleşme sancıları içinde melez formlar gösteren bir çocukluk kavrayışıyla kurulmuştur.5

Böyle bir tarihsel arka planın mekânsal izlerine baktığımızda, Osmanlı Devleti’nin içeriden kurmaya çalıştığı modernitenin “yüzü” olan 19. yüzyıl Beyoğlusu’nun aynı zamanda modern eğitim mekânlarının kurumsallaştığı, dolayısıyla türlü çelişkileriyle dönemin çocukluğunun icat edildiği coğrafya olduğunu görürüz.6 Bu izlek Cumhuriyet döneminde, ulus ilkelerinin taşıyıcısı ve bizatihi istikbali olan çocuklukla devam eder. Modern eğitim kurumlarının ve bu kurumlar çerçevesinde gelişen cemiyetler ile ulus-devletin kamusal mekânlarında -meydanlarında, parklarında- varlık gösteren “makbul”, “icat edilmiş” çocukluk aynı zamanda bu yayının sorunsallaştırdığı “Beyoğlu nostaljisi”nin ana kaynaklarından birini oluşturuyor.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Bugün Beyoğlu dediğimizde, hem tarihyazımı içerisinde, hem gündelik yaşamda aklımıza gelen coğrafya -Taksim Meydanı’ndan başlayarak İstiklâl Caddesi ve birkaç paralelini içine alan hat- kademeli dönüşümlerle daralarak bugünkü hâlini almış, çeperine yoksulluk ile birlikte dönüşümün tetikleyicisi hâkim paradigmanın tanımladığı çocukluk dışında kalan çocukları da itmiştir. Beyoğlu’nun ara sokaklarına, hanlarına bazen gezinti için, ancak çoğunlukla işçi olarak sızan çocuklar, bu mekânsal çerçevenin hafıza üretiminde yer almazlar. Bu noktada bir örnekle parantez açmak isterim. Toplumsal hafızada çok büyük bir kırılma yaratan Gezi Parkı eylemleri sırasında, direnişçiler parkta yaşayan sokak çocuklarıyla karşılaşmış, dayanışma köprüsü kurmuş ve ortak bir direniş pratiği oluşturmuştu. Yine de Gezi Parkı eylemlerine dair anlatılarda bu karşılaşmaya dair anekdotlar çok az.

Bugün Beyoğlu’nun dönüşümünü tetikleyen toplumsal dinamiklerin çerçevesini ise tüketim oluşturuyor. Beyoğlu tüketim mekânlarını çoğaltacak şekilde dönüştükçe mekânın toplumsal dinamikleri bu defa “makbul” çocukluğu “tüketen çocuk” olarak icat ediyor. Kentsel açıklıklar ve pasaj gibi yarı kamusal mekânlar özelleştirilerek AVM’leştiriliyor ve çocuklar için tüketim içerecek şekilde işlevlendiriliyor. Bu makbul çocukluğun kapsamadığı göçmen, yoksul ve işçi çocukluk ise yalnızca bu mekânların dışında kalmıyor; bizatihi bu mekânların kendini üzerine kurduğu güvensizlik / güvenlik hattının meşruiyetinin imgelerinden biri hâline geliyor.

Denetim ve ihmal arasındaki uçurum

Beyoğlu’nda çocuklarla yaptığımız atölye çalışmalarında ve saha gözlemlerinde, çocukların semti aynı esneklikte kullanmadığını gördük. Tarlabaşı, Kasımpaşa, Tophane, Dolapdere mahallelerindeki çocuklar sokaklarda daha serbest dolaşırken, Cihangir ve Gümüşsuyu tarafında oturan çocuklar sokakları daha az kullanıyor. Bu farklılık, Cihangir ve Gümüşsuyu diğer mahallelere nazaran “güvensiz” olduğu için ortaya çıkmıyor. Nitekim algıdaki “tehlike” diğer semtleri seçiyor. Bu, sahanın bize sorduğu zor ve cevabını hemen veremeyeceğimiz bir soru. Bir yanda, kendi içinde dayanışma ve gözetim örüntülerini kurmuş mahalle dinamikleri var. Bu dinamikler içerisinde akranıyla, mahallenin yaşlı ve esnafıyla ilişkilenen çocuklar, ilişkilendikleri kişilerin dolaşımı oranında yavaş yavaş kendi dolaşım çemberini genişletiyorlar. Bu mahallelere gelen dönüşüm baskısı sakinlerini topluluklar hâlinde etkiliyor. Mahalle ekonomisini içeren bir direnç mekanizması daha kolay kuruluyor. Ancak bu, sorunları yok sayan bir bakışa yol açmamalı. Çocuklar yoksulluk baskısı içinde. Üstelik akran zorbalığına, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine, etraflarında tezahür eden şiddet örüntülerine karşı korumasız kalabiliyorlar.

Cihangir, Gümüşsuyu ve kısmen Tophane, Beyoğlu’nun ana aksının birincil yakınları olarak dönüşümün ekonomik çalkantılarından kira, daire ve bina bazında etkileniyor. Kolay el değişiyor ve güven örüntüsünün kurulacağı dayanışma pratikleri gelişmiyor. Bu okuma, yaşam biçimi farklılıkları, ebeveyn-çocuk ilişkisine yüklenen anlam değişikliği gibi birçok parametreyle çoğaltılabilir, çoğaltılmalıdır da. Ancak şunu biliyoruz, bu mahallelerde çocukların refakatsiz dolaşımı desteklenmiyor. Üstelik Beyoğlu genelinde oyun alanı oldukça az. Çocuklar okul ve cami bahçelerinde oynamak istediklerinde bu alanlardan kovuluyorlar.

Beyoğlu’nun ara sokaklarına, hanlarına bazen gezinti için, ancak çoğunlukla işçi olarak sızan çocuklar, bu mekânsal çerçevenin hafıza üretiminde yer almazlar.

Beyoğlu’nun genelinde sokakların kokusu, inşaat ve araç sesleri çocukları rahatsız ediyor. Böyle bir ortamda romantize edip ilişkilenmesini istediğimiz Beyoğlu kültürel mirası ise çoğunlukla türlü güvenlik tedbirleri nedeniyle, TOMA ve akrep gibi araçlarla kuşatılmış durumda. Denetim mekanizmaları sıkılaştıkça şiddet örüntüsü artarken, çocukların vakit geçirebilecekleri alanlar daralıyor. Güvenlikli alanlar yukarıda bahsettiğim gibi kapalı tüketim mekânlarıyla eşleştiriliyor. Seçici denetim şiddetli bir biçimde artarken çocuklar için ihmal ve istismarın kapısı açılıyor.

“Çocuk dostu” sınırlar: Narmanlı Han

Bütün bu anlatının kristalleştiği yer, restorasyonu yeni tamamlanan Narmanlı Han. Küresel tüketim mekânlarının işgal ettiği, kedileri kovulan ve yerine kedi heykelleri yapılan yeni Narmanlı, içindeki müze ve şekerci dükkânıyla çok fazla çocuk ziyaretçi ağırlıyor. Hatta güneşli tatil günlerinde, çocuklar İllüzyon Müzesi’ne girmek için kapısında, uzun sıralarda bekliyorlar. Narmanlı Han, hak temelli olmayan ve sermaye dilinde kullanılan hâliyle “çocuk dostu” bir mekân. Ancak içine her çocuk giremiyor. Orada duran çocuklar da dışarısıyla çok fazla ilişki kurmuyor. Tüketimin inşasından, güvenlik tehdidinden, kedileri hedef alan hijyen önlemlerinden görünmez bir duvar, bir kısım çocukluğu Beyoğlu’nun karmaşasından ve hafızasından uzaklaştırıyor. Bu denetim ve ayrışma, Narmanlı Han’ın yeni yüzü o çocuklar için Beyoğlu’nun ta kendisi oluyor.

Fotoğraf: Arife Karakum

Han’ın arka çıkışındaki sokağa çizili bir seksek vardır. Benim gördüğüm Han’ın içinde vakit geçiren hiçbir çocuk, açık olan o kapının eşiğinden geçip o seksekte zıplamıyor.

Sonuç yerine: Hayal kurma hakkı, herkes için…

Çocuk ne içine doğduğu tarihten, ne kimliklerden, ne de sınıftan bağımsız. Ancak kim olursa olsun ortak olan şu: Çocuk hak sahibidir. Tarihine ve hafızasına sahip çıkmaya niyetlenen Beyoğlu’nun önce bölündüğü coğrafi sınırların her köşesindeki çocukların onurlu bir şekilde yaşama hakkını tesis etmesi gerekiyor. Şüphesiz bu çok çetrefilli ve uzun bir yol. O nedenle hemen başlanmalı. 

Fotoğraf: Arife Karakum

Yaşamak, çocukça yaşayabilmek bugün çocuk haklarının temelini oluşturuyor. Bir yere sevgi duymak, nostaljiyi masallaştırmak, bu masalların geçtiği mekânların büyüsüne kapılmak, o büyüden yeni masallar yaratmak, o masalların kahramanı olmak, yani hayal kurmak da çocukça yaşayabilmeye dair. Bunu besleyecek her kültürel üretim, her mekâna erişim, her karşılaşma, her heyecan ayrım olmaksızın tüm çocukların hakkı. Meselemiz derin sevgi ve özlem duyulacak bir yaşantı ise bu insani olandır ve insani olan haktır, ayrımsız, herkes için…


1- Çalışmamızın yayınlaştırdığımız kısımları sitemizden takip edilebilir: medium.com/sehir-dedektifi/tagged/beyo%C4%9Flu 

2- Video-röportajlar aralıklarla Youtube kanalımızda yayınlanıyor. İncelemek için bkz. youtube.com/channel/UCoGfAKMz8I7_ZyqbA918lxA 

3- Aries P. (1965) Centuries of Childhood: A Social History of Family Life. Vintage.  

4-Tan, M. (1989). Çağlar Boyunca Çocukluk. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 22(1), 71-88.

5- Tan, M. (1994). Çocukluk: Dün ve Bugün. B. Onur (Ed.), Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyumu içinde. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

6- Küçük, E. (2020, 20 Haziran). Beyoğlu’nda Çocuk Olmanın Tarihi. Şehir Dedektifi. medium.com/sehir-dedektifi/beyoğlunda-çocuk-olmanın-tarihi-40ce5d831bd1

DÖN