Pandemi sürecinde vaka sayısının yükselmeye başlamasıyla İstanbulluların ani bir şekilde evlere çekilmesi ve 20 milyonluk nüfusu olan kentin sokaklarının derin bir sessizliğe bürünmesi çok hızlı bir şekilde gerçekleşti. Bu süreci hepimiz deneyimlerken çeşitli refleksler geliştirerek gündelik hayatımızı yeni yaşam formuna göre düzenlememizin yanı sıra dışarıdaki hayatımızın büyük bir kısmını oluşturan mesleklerimiz de süreçte kendi formunu bulmaya çalıştı.
Yasaklı günlerin başlamasıyla birlikte, özellikle kent merkezlerinde paket servis yapan kuryeler, basın için çalışanlar haberciler ve yaşamın sekteye uğramamasını sağlayan çeşitli sektörlerden, birkaç meslek grubundan insanları görebiliyorduk.
Kendi alanım olan fotoğraf özelinde bakacak olursam, pandemi sürecinde tüm dünya basınından boşalmış şehirlerin fotoğrafları ve videoları ajanslar vasıtasıyla ekranlarımıza düşse de yaşadığımız kent İstanbul’un ürettiği bu yeni sessizlik, kişisel anılarla birleşince çok daha farklıydı. Başka türlü söylemem gerekirse, bu metropolden insan sirkülasyonunu çıkarınca yıllarca yaşadığım şehir bir nevi kabuk değiştirdi.
Bu süreçte İstanbul özelinde bitmeyen hareketliliğiyle özdeşleşmiş Beyoğlu’nu ıssız bir şekilde görmenin ve daha önce bu hâlini deneyimlememiş olmamızın, bir fotoğrafçı olarak bana heyecan kadar burukluk da hissettirdiğini söylemem yanlış olmaz. Beyoğlu’nda özellikle sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde vakit geçirirken kişisel hafızamda ve birçok kentlinin hafızasında yer eden lokasyonları ve mekânları sessizliğe bürünmüş bir hâlde görmek bir yandan biraz şaşkınlıkla “Oh be nefes aldı şehir!” cümlesini sarf ettirirken aynı mekânlarda belli bir süre geçirdikten sonra bu “normal olmayan” tenhalığın gerginliği de aynı anda hissettirmeye başladı.
Taksim Meydanı’ndan Karaköy’e heyecanla başlayıp tatsız biten yürüyüşün, sadece İstiklâl Caddesi özelinde değil, gerek Mis Sokak, Balık Pazarı ve Nevizade gibi insanlarla ve esnafıyla bütünleşmiş mekânların tabiri caizse tatsız hâllerini, birçok kamusal birlikteliğe ev sahipliği yapan Galatasaray Meydanı ve Tünel’in tenhalığını gördüğümüz ve Galata Kulesi’nin etrafındaki turist kalabalığını arar olduğumuz bir yolculuğa dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Çok heyecanla ve merakla başlayan bir yürüyüşün tarihe not düşmek için çekilmiş fotoğraflarla bitmesi için elimizden geleni yaptık. O günlerde çekilmiş fotoğraflara birkaç ay sonra bile bakıldığında herkeste aynı duyguyu hissettirmesi, sadece bana değil o mekânlarda yaşanmışlığı olanlara aynı garip duyguyu yaşatması şaşılacak bir durum değil.
O günlerde sadece “İstanbul bir daha böyle bir sessizliğe bürünecek mi?” sorusunu merak etsem de, şimdilerde bambaşka bir perspektifle, mekânların kendilerine özgü enerjilerindeki ve kültürlerindeki değişimi sekteye uğratan böyle durumların nasıl izler bırakacağı sorusu aklımdan geçiyor sanırım.