1948 yılında “İstanbul Boğazı Civarının Vadileri Hakkında”2  başlıklı makalesinde geleceğin Türk yerbilim efendisi İsmail Yalçınlar henüz genç bir araştırma görevlisiyken bu bölgedeki vadilerin zengin çeşitliliğini vurgular ve İstanbul bölgesini coğrafi ve yerbilim tarihi açısından değerli bir bilgi madeni olarak keşfetmeye davet eder. Bu davetten 60 yıl sonra, İstanbul’un su kaynaklarının bileşenleri geri dönüşü olmayan yoğun bir kentleşme şokuna maruz kaldı. Hâl böyle olunca, yapay kaynaklar hâline gelmeleri sebebiyle su kaynaklarının okunabilirliği ve çekiciliği de kayboluyor, tabii çoktan yok edilmedilerse… Ayakta kalmayı başarmış birkaç taş köprü, bugün içinde bulunduğu döneme aykırı olarak zamanının unutulmuş akış rejimlerini ve toplumsal kullanımlarını hatırlatan birer figür olarak durmaktalar. Eğer baskıcı asfalt şeritler altında gömülüp kaybolmazsa, bugün anakronik ve işlevsiz olarak hayatlarına devam ederler.

Yaptığımız geziler,3 iki afet olayının,4 Eylül 2009’da Ayamama Deresi’ndeki (22 ölü) ve Mayıs 2010’da Kurbağalıdere’deki (1 ölü) sel taşkınlarının meydana geldiği tarihler arasında gerçekleştirilmiştir. Bu gezilerin amacı, derelerin uzunluklarından ve genişliklerinden yola çıkarak, havzalar sistemik bir bütün olarak da göz önünde bulundurularak, bu bölgelerde hangi tip yapılaşmanın ya da müdahalenin nasıl gerçekleştirildiğini; eğer yapılmışsa çevreyle ve kent dokusuyla bütünleşmiş ve değer katan yöntemler de dahil olmak üzere derelerin mevcut metropolün nasıl bir parçası hâline geldiğini yerinde öğrenmekti.

Dereler aslında, kimi zaman peyzaj, kimi zaman topografik, kimi zaman hidrografik mirası kimi zaman da geçmiş zamanların mirasını köprü, değirmen, çiftlik, manastır gibi yapılar ile kayıt altına aldıkları için metropol alanın tarihsel öğeleri olarak ele alınmıştır.5 Aynı zamanda dereler, özellikle bu metropolde olduğu gibi çarpık topografyalarda ve karmaşık iklimlerde metropolün farklı dönemlerini ve özelliklerini gözler önüne seren, kalkınma biçimlerini açığa vuran ve kentsel büyümenin doğrusal aşamalarını muhafaza eden etmenlerdir. Örneğin, Göksu Deresi boyunca ilk Müslüman mezarlıklarını,6 19. yüzyılın sonundan 1930’lu yıllara kadar olan sanayileşmenin biçimlerini, farklı dönemlere (19. yüzyıl sonuna, 1950’li yıllara) ait barajları, kapalı konut kompleksleriyle birleştirilen marinaları, pek çok amaç için dönüştürülmüş otlakları görebiliriz.

Parçalanmış Dereler, Bölünmüş Havzalar

Yerel yönetimlerin ve özel aktörlerin derelere dair egemen yaklaşımı, karmaşık bir yapının bileşenleri olduğunu reddeden parçalı bir yaklaşımdır. Ayamama Deresi’nin Marmara Denizi ile Yeşilköy Dünya Ticaret Merkezi (CNR) arasındaki aşağı akış yönünü —müstakbel müşterileri gondollar ile ticaret merkezine taşıyabilmek için— öne çıkarma arzusu, dereye kısmi olarak bakılmasından ileri gelmektedir. Üst havzada pis su atıklarının kontrolü sağlanmadığı sürece alt havzadaki yatırımlar yüzeysel düzenleme olarak kalmaya mahkûmdur. Benzer bir şekilde, Kâğıthane Belediyesi ve İSKİ tarafından son birkaç yıldır Cendere Deresi’nin aşağı akım kısmında yürütülmekte olan güzelleştirme çalışmaları, nihayetinde, hesaba katılmayan ve üst akış yönünde meydana gelen kirliliğin ve ağır kokunun devam etmesiyle hızlı bir biçimde sona erdi.

Haziran 2010 başında Kurbağalıdere’de vuku bulan olayların ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı tarafından teşvik edilen sel baskınlarına karşı sözde çözüm olan, taşkınların olduğu yerlerde dere yatağını yüksek beton duvarlar arasında zaptetmeye çalışmak (ki buna ıslah çalışmaları deniyor) sadece noktasal bir acil durum çözümü7 olabilir. Bu çözüm, başlamak için artık gittikçe geç kalınan, yağmur sularının akışının veya yeraltı sularının sistemli yönetiminin yerini asla alamayacaktır. Söz konusu yaklaşım, havzaların ilgili ölçekleriyle ilişkilendirilmediği, İstanbul’un idari parçalanması ve sektörel, kurumsal mantık silsilesinin altında ezildiği için bütünsel değildir. Bakırköy, Bağcılar, Küçükçekmece ve Başakşehir belediyeleri, Ayamama havzası için bütünleşik bir idare amacıyla kendi aralarında bir işbirliği kurmadıkları gibi İSKİ de söz konusu belediyelerle bu konuda çalışmamıştır.

Israrla Su Geçirmez Hâle Getirilmiş Havzalar

Sonuç olarak, günümüz metropollerinde kalkınmanın ve yönetimin, isimleri belirsiz ve değişebilen dereleri açıkça görmezden gelmeye dayandığını kabul etmemiz gerekmektedir. Dereler genellikle kendilerine has özellikleri gözardı edilerek kurutulması ya da doldurulması gereken doğal engeller olarak algılanmaktadır. Vurgulanan yasaklara rağmen şantiye atıklarının talveglere8 atılması, özellikle müteahhitler tarafından giderek artan biçimde devam etmektedir. Şantiye atıkları baraj etkisi yaratarak üst akışta taşkınlara sebebiyet vermekte, vadileri tıkayarak akışı engellemektedir.9 Derelerin çöplük olarak kullanılmasından ötürü ağır kirliliğin sebebi özellikle sanayi atıklarıdır (tahmini olarak %75’i hiçbir işlemden geçirilmeden derelere bırakılmaktadır). Yalnızca belli kademelerde ve belirli zamanlarda bu atıklar küçük beton yataklarından akıp gidebilmiştir. Ancak su yolunun en çarpıcı şekilde inkar edilmesi, Çamaşır Deresi ve Kurbağalıdere örneklerinde de görüldüğü üzere karayolu yapmak için doldurularak üzerinin örtülmesi şeklinde olmuştur. Fakat bu politika, Bizans döneminden beri (Avrupa ya da Asya yakasında “tatlı sular” olarak da bildiğimiz) dere yatakları boyunca geliştirilmiş olan pratikleri de kapsayan kentsel tarihin tamamının silinmesidir. Coğrafi yer adları, artık nostalji kokulu gülünç bir önemsizleştirilmeye mahkûm edilen derelerin eskiden hoş vakit geçirmek amacıyla buluşulan bir kolektif kullanım alanı olmalarına dair izler taşımaktadır. Kurbağalıdere’nin aşağı akım kısmında konumlanan ve 20. yüzyılın başında cennetten bir köşe olan eski Kuşdili Çayırı bugün otopark alanları ve otoyol kesişimleri ile bölünmüştür.

Ayamama Deresi’nin üst akım bölümünde konumlanan Başakşehir ile Oyakkent veya Kurbağalıdere’nin üst akım yatağına kurulmuş olan uydukent Ataşehir’in (2008 yılında ilçe olmaya hak kazandı) ikinci etabı, son yıllarda üst havzalarda beliren yoğun kentleşme örneklerinde görüldüğü üzere, sözü edilen tüm havzalarda yağış suyuna bağlı dinamik taşkınlara yol açmaktadır. Dere havzalarının tamamında süregelen asfaltlama ve betonlaşma eğilimi, tahmin edebileceğimizin ötesinde bir zarar yaratmaktadır. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen taşkınlarla yoğun kentleşen bölgelerin arasında bir korelasyon olduğunu da belirtmemiz gerekir. Mayıs 2008’de ilçe olan Başakşehir ve Ataşehir gibi, yakın zamanda ilçe unvanını alan Çekmeköy10’de Haziran 2010’da taşkınlardan etkilenmiştir. Böylece altüst olan doğal dengeleriyle, İstanbul’un öncü kentsel cephelerinden birini teşkil eder. Benzer bir şekilde geçtiğimiz yıllarda Bayrampaşa otobüs garı çevresindeki, özellikle devasa ticari alanlarla ortaya çıkan yoğun yapaylaşmanın, Çırpıcı Deresi’nin üst akış bölgesinde tekrarlanan taşkınlarla yakından alakası olduğu görülmektedir. Bu nedenle, ticari bir istilaya uğramış olan Ayamama Deresi’nin orta kısmında yakın zamanda görülen fiziki değişim, Eylül 2009’da gerçekleşen afete ilişkin analizlerde hesaba katılmalıdır.

Böylece hızlandırılmış kentsel uzam, debi/akış dinamiklerini korkunç bir şekilde etkileyerek özellikle otopark ve araç erişim noktaları bulunan yüzeylerin kitlesel kapanmasına, yere düşen tüm yağmur suyunun yüzeyde kalarak hızlı bir biçimde akmasına yol açmıştır. Bir belediyenin etkinliği, yılda döktüğü asfalt miktarının tonuyla ölçüldükçe, dere havzalarının kaderine dair kaygılarımızın da olması doğaldır. Ayrıca emlak sektörü açısından uygun kentsel arazinin giderek daha zor bulunuyor olması, deprem ve toprak kaymasına ilişkin tüm risklerin yok sayılarak dere yataklarındaki vadilerin imarcıların dikkatini çekmesine neden olmaktadır.

Bir belediyenin etkinliği, yılda döktüğü asfalt miktarının tonuyla ölçüldükçe, dere havzalarının kaderine dair kaygılarımızın da olması doğaldır.

Eylül 2009’da vuku bulan ve ölümle sonuçlanan sel afetinden sonra Ayamama’nın her iki yakası arasında belirlenen yıkım şeridinin genişliği, göklere uzanan dikey birkaç konut kompleksinin başını yukarı kaldırabilmesi için daraltılmıştır. Benzer bir şekilde Çamaşır Deresi’nin Marmara Denizi ile Bostancı semt merkezi arasında kalan aşağı akış yatağı da gösterişli deniz manzarasına sahip benzer bir inşaat hırsı11 tarafından bloke edilmiştir.

Yağmacılık Dinamikleri ve Sürdürülebilirliğe Zor Erişim

Emlak piyasasının bu yoğun talepleri ve kısa sürede kolay rant elde etme amacı göz önünde bulundurulunca koruma ve iyileştirme politikalarının uygulanması neredeyse imkânsız bir hâl almaktadır. Bu durum, kısa vadede işbirliğine gereksinim duyan yönetimlerin elindeki mirasa ve kaynaklara mal olmaktadır. Kentsel riskler12 −sel riski ve diğerleri− ile oluşmakta olan risk haritası üzerine derinlemesine düşünme çabası, yerel ve ulusal yönetimler tarafından önerileri dikkate alınmayan bir derneğe (Su Vakfı’na) bırakılarak aslında rafa kaldırılmıştır.

Sonuç olarak derelere dair bir gözlem, kentsel gelişmenin yağmacı doğasının ölçülmesine imkân sağlamaktadır. Vadiler, Cendere’de de belirttiğimiz üzere, arazinin vahşice ele geçirildiği doğal alanlardır. Cendere Vadisi ya da Yukarı Çırpıcı’da olduğu gibi vadilerin genellikle sanayi koridorlarına dönüşmesi kadar dereler ve onların yeraltı suyu katmanları da aynı yağmacı sebeplerden rasgele yıkımlara maruz kalmaktadır. İSKİ (ıslah) planlamaları da sadece derelerin yapaylaştırılmasını tamamlamaktadır.

Güzellikle Uzlaşmaya Karşı Fetih/İntikam

Hâl böyle olunca, Anadolu yakasının kalbi Kadıköy’de bulunan Kurbağalıdere örneğinde de görüldüğü gibi geriye püskürtülen, şiddetli bir biçimde kendi varlığını geri getirebilir. Siyasetçilerin iddia ettiği gibi doğanın intikamı ya da takdiri ilahi mi? Hayır, kentsel gelişmenin yıkıcı biçiminin çarpıcı kanıtları. I. Theodosius Limanı’nın (MS 375-395) Marmara Denizi’ne dökülmeden önce Tarihi Yarımada’yı geçen Lycus Deresi tarafından yıllar boyunca doldurulduğunun keşfedildiği, Simistra kavuşumundaki (Haliç’i besleyen iki dere arasındaki) bölgenin öneminin tekrar vurgulandığı, kamu yönetiminin sismik risklere karşı duyarlı olduklarını gösterdikleri metropolün, Avrupa Kültür Başkenti olduğu ve bir sergisinin İstanbul’un “su şehri” olmasına ithaf edildiği bir dönemde kentsel organizmanın geleceği için tarihin ve mekansal alanın kurucuları olan derelere özgü bir çalışmanın ihmal edildiği görülmektedir. Daha bölgesel yönetim biçiminin de vektörü olabilecek nehir ve derelerin tüm bileşenlerinin kentsel planlama içinde ciddi bir şekilde ele alındığı bir uygulamanın acil olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 2010 açılış kampanyası tarafından, kentin dört bileşeninden biri olarak belirlenen su13 bu yüzden genel bir duyarsızlıkla mücadele etmektedir.

Kentin inkar edilen vadilerinde keşfe çıkmak bile birdenbire fark etmemizi sağlar. Yerel yönetimlerin sorumluluk almasını sağlamak ve sözde doğal afetlerden kader (kaçamak) söylemiyle kaçış (güncel düzeni sürdürmek üzere son derece faydalı söylemler), gerekli uyanışın koşullarıdır. Gelecekte İstanbullular için en önemli amaçlardan biri, yeniden keşfedilmiş/değerlendirilmiş çevresiyle barışmış bir metropol yaratmaktır.


1- Daha önce Urbanisme dergisinin 374. sayısında yayımlanmıştır: Fransızcadan Türkçeye çeviren: İlknur Kurşunlugil.

2- Yalçınlar, İ. (1948), “İstanbul Boğazı Civarının Vadileri Hakkında”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 6(1): 69-72. 

3- Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’ne (IFEA) bağlı İstanbul Gözlem Merkezi (OUI) 2009-2010 arasında gerçekleştirilen kent gezilerini, titizlikle ve olabildiğince somut bir biçimde hem Boğaziçi’nin (Göksu, Küçüksu, Büyükdere Dereleri) hem de Asya (Kurbağalıdere, Çamaşır Deresi) ve Avrupa (Ayamama, Çırpıcı, Cendere / Kâğıthane, Sazlıdere Dereleri) yakalarından Marmara Denizi’ne dökülen İstanbul derelerine adamıştır. 

4- “Yapay afetler” (yazar, doğal afet kavramını reddeder) kavramına daha bütünleşmiş bir yaklaşım için bkz. Yılmazer, İ. (2002), Sel Sorununa Kalıcı Çözüm, İstanbul: Kaynak. 

5- I. Dünya Savaşı sırasında Cendere Deresi boyunca Almanlar tarafından Karadeniz kıyısındaki taş ocaklarından çıkarılan kömürü şehre getirmek için inşa edilen dar tren yolunda olduğu gibi. 

6- İstanbul’un Anadolu yakası Avrupa yakasından yüz yıl önce Türkleştiği için 14. yüzyıldan kalmadır. 

7- İktidar ile ilişkili bir beton firmasının da ihaleyi almasına olanak sağlar. 

8- Bir kanal ya da havzadaki en derin noktaları birleştiren hat. −ç.n.

9- Haziran 2010’da Kurbağalıdere’de meydana gelen taşkın gibi.

10- Kaderin cilvesi olsa gerek, Çekmeköy’de Haziran 2009’da vuku bulan sel afetinden en sert şekilde etkilenen güvenlikli sitelerden birinin adı “Aqua Manor” (Su Malikâneleri) idi. Bu afetler aslında özelleştirilmiş mikro çevreler satan bu tip konutların (etraflarındaki kontrol edilemez çevre koşullarını yok sayan) üretim sürecinin parçalı yapısını ve dar ufkunu da teyit etmektedir. 

11- Kurbağalıdere’nin üst akım yatağında, bir zamanlar daha geniş olan (ve eskiden bahçeler ve meyve ağaçları ile kaplı) vadide fütürist tarzda (birbirine bitişik üç gökdelen şeklinde) inşa edilen rezidansların şantiyesinde gördüğümüz gibi. Bkz. İKON Projesi’nin web sitesi: www.dumankaya.com

12- Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, kırsal alanlar için sel afetiyle ilgilenen bir Afet Müdürlüğü oluşturmuştur. 

13- İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun tamamı “su, hava, ateş ve toprak” söylemi etrafında kullanılmıştır.

1948 yılında “İstanbul Boğazı Civarının Vadileri Hakkında”2  başlıklı makalesinde geleceğin Türk yerbilim efendisi İsmail Yalçınlar henüz genç bir araştırma görevlisiyken bu bölgedeki vadilerin zengin çeşitliliğini vurgular ve İstanbul bölgesini coğrafi ve yerbilim tarihi açısından değerli bir bilgi madeni olarak keşfetmeye davet eder. Bu davetten 60 yıl sonra, İstanbul’un su kaynaklarının bileşenleri geri dönüşü olmayan yoğun bir kentleşme şokuna maruz kaldı. Hâl böyle olunca, yapay kaynaklar hâline gelmeleri sebebiyle su kaynaklarının okunabilirliği ve çekiciliği de kayboluyor, tabii çoktan yok edilmedilerse… Ayakta kalmayı başarmış birkaç taş köprü, bugün içinde bulunduğu döneme aykırı olarak zamanının unutulmuş akış rejimlerini ve toplumsal kullanımlarını hatırlatan birer figür olarak durmaktalar. Eğer baskıcı asfalt şeritler altında gömülüp kaybolmazsa, bugün anakronik ve işlevsiz olarak hayatlarına devam ederler.

Yaptığımız geziler,3 iki afet olayının,4 Eylül 2009’da Ayamama Deresi’ndeki (22 ölü) ve Mayıs 2010’da Kurbağalıdere’deki (1 ölü) sel taşkınlarının meydana geldiği tarihler arasında gerçekleştirilmiştir. Bu gezilerin amacı, derelerin uzunluklarından ve genişliklerinden yola çıkarak, havzalar sistemik bir bütün olarak da göz önünde bulundurularak, bu bölgelerde hangi tip yapılaşmanın ya da müdahalenin nasıl gerçekleştirildiğini; eğer yapılmışsa çevreyle ve kent dokusuyla bütünleşmiş ve değer katan yöntemler de dahil olmak üzere derelerin mevcut metropolün nasıl bir parçası hâline geldiğini yerinde öğrenmekti.

Dereler aslında, kimi zaman peyzaj, kimi zaman topografik, kimi zaman hidrografik mirası kimi zaman da geçmiş zamanların mirasını köprü, değirmen, çiftlik, manastır gibi yapılar ile kayıt altına aldıkları için metropol alanın tarihsel öğeleri olarak ele alınmıştır.5 Aynı zamanda dereler, özellikle bu metropolde olduğu gibi çarpık topografyalarda ve karmaşık iklimlerde metropolün farklı dönemlerini ve özelliklerini gözler önüne seren, kalkınma biçimlerini açığa vuran ve kentsel büyümenin doğrusal aşamalarını muhafaza eden etmenlerdir. Örneğin, Göksu Deresi boyunca ilk Müslüman mezarlıklarını,6 19. yüzyılın sonundan 1930’lu yıllara kadar olan sanayileşmenin biçimlerini, farklı dönemlere (19. yüzyıl sonuna, 1950’li yıllara) ait barajları, kapalı konut kompleksleriyle birleştirilen marinaları, pek çok amaç için dönüştürülmüş otlakları görebiliriz.

Parçalanmış Dereler, Bölünmüş Havzalar

Yerel yönetimlerin ve özel aktörlerin derelere dair egemen yaklaşımı, karmaşık bir yapının bileşenleri olduğunu reddeden parçalı bir yaklaşımdır. Ayamama Deresi’nin Marmara Denizi ile Yeşilköy Dünya Ticaret Merkezi (CNR) arasındaki aşağı akış yönünü —müstakbel müşterileri gondollar ile ticaret merkezine taşıyabilmek için— öne çıkarma arzusu, dereye kısmi olarak bakılmasından ileri gelmektedir. Üst havzada pis su atıklarının kontrolü sağlanmadığı sürece alt havzadaki yatırımlar yüzeysel düzenleme olarak kalmaya mahkûmdur. Benzer bir şekilde, Kâğıthane Belediyesi ve İSKİ tarafından son birkaç yıldır Cendere Deresi’nin aşağı akım kısmında yürütülmekte olan güzelleştirme çalışmaları, nihayetinde, hesaba katılmayan ve üst akış yönünde meydana gelen kirliliğin ve ağır kokunun devam etmesiyle hızlı bir biçimde sona erdi.

Haziran 2010 başında Kurbağalıdere’de vuku bulan olayların ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı tarafından teşvik edilen sel baskınlarına karşı sözde çözüm olan, taşkınların olduğu yerlerde dere yatağını yüksek beton duvarlar arasında zaptetmeye çalışmak (ki buna ıslah çalışmaları deniyor) sadece noktasal bir acil durum çözümü7 olabilir. Bu çözüm, başlamak için artık gittikçe geç kalınan, yağmur sularının akışının veya yeraltı sularının sistemli yönetiminin yerini asla alamayacaktır. Söz konusu yaklaşım, havzaların ilgili ölçekleriyle ilişkilendirilmediği, İstanbul’un idari parçalanması ve sektörel, kurumsal mantık silsilesinin altında ezildiği için bütünsel değildir. Bakırköy, Bağcılar, Küçükçekmece ve Başakşehir belediyeleri, Ayamama havzası için bütünleşik bir idare amacıyla kendi aralarında bir işbirliği kurmadıkları gibi İSKİ de söz konusu belediyelerle bu konuda çalışmamıştır.

Israrla Su Geçirmez Hâle Getirilmiş Havzalar

Sonuç olarak, günümüz metropollerinde kalkınmanın ve yönetimin, isimleri belirsiz ve değişebilen dereleri açıkça görmezden gelmeye dayandığını kabul etmemiz gerekmektedir. Dereler genellikle kendilerine has özellikleri gözardı edilerek kurutulması ya da doldurulması gereken doğal engeller olarak algılanmaktadır. Vurgulanan yasaklara rağmen şantiye atıklarının talveglere8 atılması, özellikle müteahhitler tarafından giderek artan biçimde devam etmektedir. Şantiye atıkları baraj etkisi yaratarak üst akışta taşkınlara sebebiyet vermekte, vadileri tıkayarak akışı engellemektedir.9 Derelerin çöplük olarak kullanılmasından ötürü ağır kirliliğin sebebi özellikle sanayi atıklarıdır (tahmini olarak %75’i hiçbir işlemden geçirilmeden derelere bırakılmaktadır). Yalnızca belli kademelerde ve belirli zamanlarda bu atıklar küçük beton yataklarından akıp gidebilmiştir. Ancak su yolunun en çarpıcı şekilde inkar edilmesi, Çamaşır Deresi ve Kurbağalıdere örneklerinde de görüldüğü üzere karayolu yapmak için doldurularak üzerinin örtülmesi şeklinde olmuştur. Fakat bu politika, Bizans döneminden beri (Avrupa ya da Asya yakasında “tatlı sular” olarak da bildiğimiz) dere yatakları boyunca geliştirilmiş olan pratikleri de kapsayan kentsel tarihin tamamının silinmesidir. Coğrafi yer adları, artık nostalji kokulu gülünç bir önemsizleştirilmeye mahkûm edilen derelerin eskiden hoş vakit geçirmek amacıyla buluşulan bir kolektif kullanım alanı olmalarına dair izler taşımaktadır. Kurbağalıdere’nin aşağı akım kısmında konumlanan ve 20. yüzyılın başında cennetten bir köşe olan eski Kuşdili Çayırı bugün otopark alanları ve otoyol kesişimleri ile bölünmüştür.

Ayamama Deresi’nin üst akım bölümünde konumlanan Başakşehir ile Oyakkent veya Kurbağalıdere’nin üst akım yatağına kurulmuş olan uydukent Ataşehir’in (2008 yılında ilçe olmaya hak kazandı) ikinci etabı, son yıllarda üst havzalarda beliren yoğun kentleşme örneklerinde görüldüğü üzere, sözü edilen tüm havzalarda yağış suyuna bağlı dinamik taşkınlara yol açmaktadır. Dere havzalarının tamamında süregelen asfaltlama ve betonlaşma eğilimi, tahmin edebileceğimizin ötesinde bir zarar yaratmaktadır. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen taşkınlarla yoğun kentleşen bölgelerin arasında bir korelasyon olduğunu da belirtmemiz gerekir. Mayıs 2008’de ilçe olan Başakşehir ve Ataşehir gibi, yakın zamanda ilçe unvanını alan Çekmeköy10’de Haziran 2010’da taşkınlardan etkilenmiştir. Böylece altüst olan doğal dengeleriyle, İstanbul’un öncü kentsel cephelerinden birini teşkil eder. Benzer bir şekilde geçtiğimiz yıllarda Bayrampaşa otobüs garı çevresindeki, özellikle devasa ticari alanlarla ortaya çıkan yoğun yapaylaşmanın, Çırpıcı Deresi’nin üst akış bölgesinde tekrarlanan taşkınlarla yakından alakası olduğu görülmektedir. Bu nedenle, ticari bir istilaya uğramış olan Ayamama Deresi’nin orta kısmında yakın zamanda görülen fiziki değişim, Eylül 2009’da gerçekleşen afete ilişkin analizlerde hesaba katılmalıdır.

Böylece hızlandırılmış kentsel uzam, debi/akış dinamiklerini korkunç bir şekilde etkileyerek özellikle otopark ve araç erişim noktaları bulunan yüzeylerin kitlesel kapanmasına, yere düşen tüm yağmur suyunun yüzeyde kalarak hızlı bir biçimde akmasına yol açmıştır. Bir belediyenin etkinliği, yılda döktüğü asfalt miktarının tonuyla ölçüldükçe, dere havzalarının kaderine dair kaygılarımızın da olması doğaldır. Ayrıca emlak sektörü açısından uygun kentsel arazinin giderek daha zor bulunuyor olması, deprem ve toprak kaymasına ilişkin tüm risklerin yok sayılarak dere yataklarındaki vadilerin imarcıların dikkatini çekmesine neden olmaktadır.

Bir belediyenin etkinliği, yılda döktüğü asfalt miktarının tonuyla ölçüldükçe, dere havzalarının kaderine dair kaygılarımızın da olması doğaldır.

Eylül 2009’da vuku bulan ve ölümle sonuçlanan sel afetinden sonra Ayamama’nın her iki yakası arasında belirlenen yıkım şeridinin genişliği, göklere uzanan dikey birkaç konut kompleksinin başını yukarı kaldırabilmesi için daraltılmıştır. Benzer bir şekilde Çamaşır Deresi’nin Marmara Denizi ile Bostancı semt merkezi arasında kalan aşağı akış yatağı da gösterişli deniz manzarasına sahip benzer bir inşaat hırsı11 tarafından bloke edilmiştir.

Yağmacılık Dinamikleri ve Sürdürülebilirliğe Zor Erişim

Emlak piyasasının bu yoğun talepleri ve kısa sürede kolay rant elde etme amacı göz önünde bulundurulunca koruma ve iyileştirme politikalarının uygulanması neredeyse imkânsız bir hâl almaktadır. Bu durum, kısa vadede işbirliğine gereksinim duyan yönetimlerin elindeki mirasa ve kaynaklara mal olmaktadır. Kentsel riskler12 −sel riski ve diğerleri− ile oluşmakta olan risk haritası üzerine derinlemesine düşünme çabası, yerel ve ulusal yönetimler tarafından önerileri dikkate alınmayan bir derneğe (Su Vakfı’na) bırakılarak aslında rafa kaldırılmıştır.

Sonuç olarak derelere dair bir gözlem, kentsel gelişmenin yağmacı doğasının ölçülmesine imkân sağlamaktadır. Vadiler, Cendere’de de belirttiğimiz üzere, arazinin vahşice ele geçirildiği doğal alanlardır. Cendere Vadisi ya da Yukarı Çırpıcı’da olduğu gibi vadilerin genellikle sanayi koridorlarına dönüşmesi kadar dereler ve onların yeraltı suyu katmanları da aynı yağmacı sebeplerden rasgele yıkımlara maruz kalmaktadır. İSKİ (ıslah) planlamaları da sadece derelerin yapaylaştırılmasını tamamlamaktadır.

Güzellikle Uzlaşmaya Karşı Fetih/İntikam

Hâl böyle olunca, Anadolu yakasının kalbi Kadıköy’de bulunan Kurbağalıdere örneğinde de görüldüğü gibi geriye püskürtülen, şiddetli bir biçimde kendi varlığını geri getirebilir. Siyasetçilerin iddia ettiği gibi doğanın intikamı ya da takdiri ilahi mi? Hayır, kentsel gelişmenin yıkıcı biçiminin çarpıcı kanıtları. I. Theodosius Limanı’nın (MS 375-395) Marmara Denizi’ne dökülmeden önce Tarihi Yarımada’yı geçen Lycus Deresi tarafından yıllar boyunca doldurulduğunun keşfedildiği, Simistra kavuşumundaki (Haliç’i besleyen iki dere arasındaki) bölgenin öneminin tekrar vurgulandığı, kamu yönetiminin sismik risklere karşı duyarlı olduklarını gösterdikleri metropolün, Avrupa Kültür Başkenti olduğu ve bir sergisinin İstanbul’un “su şehri” olmasına ithaf edildiği bir dönemde kentsel organizmanın geleceği için tarihin ve mekansal alanın kurucuları olan derelere özgü bir çalışmanın ihmal edildiği görülmektedir. Daha bölgesel yönetim biçiminin de vektörü olabilecek nehir ve derelerin tüm bileşenlerinin kentsel planlama içinde ciddi bir şekilde ele alındığı bir uygulamanın acil olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 2010 açılış kampanyası tarafından, kentin dört bileşeninden biri olarak belirlenen su13 bu yüzden genel bir duyarsızlıkla mücadele etmektedir.

Kentin inkar edilen vadilerinde keşfe çıkmak bile birdenbire fark etmemizi sağlar. Yerel yönetimlerin sorumluluk almasını sağlamak ve sözde doğal afetlerden kader (kaçamak) söylemiyle kaçış (güncel düzeni sürdürmek üzere son derece faydalı söylemler), gerekli uyanışın koşullarıdır. Gelecekte İstanbullular için en önemli amaçlardan biri, yeniden keşfedilmiş/değerlendirilmiş çevresiyle barışmış bir metropol yaratmaktır.


1- Daha önce Urbanisme dergisinin 374. sayısında yayımlanmıştır: Fransızcadan Türkçeye çeviren: İlknur Kurşunlugil.

2- Yalçınlar, İ. (1948), “İstanbul Boğazı Civarının Vadileri Hakkında”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 6(1): 69-72. 

3- Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’ne (IFEA) bağlı İstanbul Gözlem Merkezi (OUI) 2009-2010 arasında gerçekleştirilen kent gezilerini, titizlikle ve olabildiğince somut bir biçimde hem Boğaziçi’nin (Göksu, Küçüksu, Büyükdere Dereleri) hem de Asya (Kurbağalıdere, Çamaşır Deresi) ve Avrupa (Ayamama, Çırpıcı, Cendere / Kâğıthane, Sazlıdere Dereleri) yakalarından Marmara Denizi’ne dökülen İstanbul derelerine adamıştır. 

4- “Yapay afetler” (yazar, doğal afet kavramını reddeder) kavramına daha bütünleşmiş bir yaklaşım için bkz. Yılmazer, İ. (2002), Sel Sorununa Kalıcı Çözüm, İstanbul: Kaynak. 

5- I. Dünya Savaşı sırasında Cendere Deresi boyunca Almanlar tarafından Karadeniz kıyısındaki taş ocaklarından çıkarılan kömürü şehre getirmek için inşa edilen dar tren yolunda olduğu gibi. 

6- İstanbul’un Anadolu yakası Avrupa yakasından yüz yıl önce Türkleştiği için 14. yüzyıldan kalmadır. 

7- İktidar ile ilişkili bir beton firmasının da ihaleyi almasına olanak sağlar. 

8- Bir kanal ya da havzadaki en derin noktaları birleştiren hat. −ç.n.

9- Haziran 2010’da Kurbağalıdere’de meydana gelen taşkın gibi.

10- Kaderin cilvesi olsa gerek, Çekmeköy’de Haziran 2009’da vuku bulan sel afetinden en sert şekilde etkilenen güvenlikli sitelerden birinin adı “Aqua Manor” (Su Malikâneleri) idi. Bu afetler aslında özelleştirilmiş mikro çevreler satan bu tip konutların (etraflarındaki kontrol edilemez çevre koşullarını yok sayan) üretim sürecinin parçalı yapısını ve dar ufkunu da teyit etmektedir. 

11- Kurbağalıdere’nin üst akım yatağında, bir zamanlar daha geniş olan (ve eskiden bahçeler ve meyve ağaçları ile kaplı) vadide fütürist tarzda (birbirine bitişik üç gökdelen şeklinde) inşa edilen rezidansların şantiyesinde gördüğümüz gibi. Bkz. İKON Projesi’nin web sitesi: www.dumankaya.com

12- Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, kırsal alanlar için sel afetiyle ilgilenen bir Afet Müdürlüğü oluşturmuştur. 

13- İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun tamamı “su, hava, ateş ve toprak” söylemi etrafında kullanılmıştır.

DÖN