Fotoğraf: Arife Karakum

Beyoğlu’nun hiç tükenmeyen bir derdi var: Sürekli bitiyor. 

Bu yeni bir muhabbet değil. Kökenleri şehrin Osmanlı dönemine kadar gidebilen bozulma, yok olma ve bitme söylemlerini Beyoğlu tarihinin sokaklarında bulabiliriz. Bu kısa yazıda o kadar geri gitmeye de gerek yok. Ulus-devletin inşasıyla Ankara başkent olduğunda İstanbul ülkenin ötekisi, Beyoğlu ise ötekinin de ötekisi olmuş ve kendi hâline terk edilmişti. Böylece bizim daha aşina olduğumuz “bitme” -yani materyal ve duygulanımsal hafızanın silinmesi- hikâyesi başladı.

İlk ayrılanlar arasındaydık. Kitlesel olarak ayrılışlar daha sonra oldu. Bu şekilde şehir boşaldı. Böylece gururumuz, ufak Avrupa şehri Pera öldü ve Türkiye’nin en kötü yeri oldu.1

1955’te şehrini bırakmak zorunda kalarak Atina’ya göç eden Lilika Konstantinides

Travmatik bir kaybın yarattığı kaygının melankolik yansıması bu tartışma aslında. Bir yanımız materyal hafızaya tutunmaya çalışıyor, oysa Beyoğlu her dönemde kendini yeniye, en yeniye teslim ediyor. Arzulu, hoyrat ve biraz da bilinmeyene teşne. Beyoğlu, içinden hep can çıkan bir yer, sürekli taşıyor (ya da kusuyor). İster ulusalcı politikalarla yok olan tarihi, ister göçü istersek de neoliberal tüketim politikalarını “suçlayalım” fark etmez. Beyoğlu değişiyor, bitmiyor. Değişim Beyoğlu’nda o kadar içselleşmiş bir deneyim ki, her tarihsel dönemece iliştirdiğimiz “bitti artık” feryadı belki de direnen hafızamızın bir yerlere çaresizce tutunma çabasıdır.

– Beyoğlu bana “Çok acı çektim. Sonumun gelmesini bekliyorum. Yaşamak istemiyorum artık” diyor gibi geliyor. Bu bana acı veriyor. Orada şimdi Kürtler var.

– Ama birçok sahibi var.

– Evet çok sahibi var. Ama gerçek sahipleri kimdi? Bu da var. Gerçek sahipleri nerede şimdi?

– Peki o zaman gerçek sahibi olması ne demek?

– Evet, o da var.

– Orada doğmuş olmak? Oraya göç etmiş olmak falan?

– Fakat birçok farklı yerden bakabilirsin. Bu açıdan da kötü. Tarihini bilmiyor ya da okumuyorsan bile. Baktığın zaman binanın bir Ermeni mimar tarafından yapıldığını ya da Ermeni bir ailenin orada yaşadığını görebilirsin. Bir tarihi olduğunu fark ediyorsun.

Yasemin ve Senem2 (2005)

2000’li yıllarda doktora tezimi yazarken konuştuğum kadınlar sıklıkla Beyoğlu’nda aidiyet duygusunu tartışıyordu.3 Kime ait Beyoğlu? Sahibi ya da sahipleri var mı? Kurtarılmış bir bölge mi? Tam hiç kimseye ait değil derken devlet, polis, erkeklik ve ondan beslenen tüm tahakküm ilişkileri hop diye tartışmaların merkezine oturuyordu. Kadınlar şehrin tarihi sürecine paralel bir şekilde Beyoğlu deneyimlerini ânın koşullarına göre değişen bir gerilim hattı ve daimi bir müzakere ve uzlaşma ilişkisi olarak tanımlıyordu.

Beyoğlu değişen nüfusun kendini ilk gösterdiği yerlerden biri İstanbul’da. Göçmenlerin ilk geldiği yerlerden biri. Her yerden insan geliyor. 

Renan (Ekim 2019)

Beyoğlu her zaman şehrin en kalabalık “gezme tozma” merkezlerinden biri oldu ve bu aralar tarihinin en kalabalık günlerini yaşıyor olabilir. Ama geçmişte birlikte çalıştığım kadınların çoğu ayaklarını buradan çekmeye başladı. “Peki kim gidiyor artık, bu kalabalık kim?” diye şimdi başka kadınlara sorduğumda ise cevapları açık değil. Kadınlar on yıl kadar önce neredeyse hayatlarının merkezi olarak gördükleri Beyoğlu’nun bir şekilde değiştiğini anlatıyor, hatta bazıları hâlâ gidiyor olmalarına rağmen “Bizim için Beyoğlu bitti” diyor.

Beyoğlu bizim için bitti. Bu kalabalık benim kalabalığım değil. Biz yokuz. Başkaları var ve gayet de kalabalıklar.

Esen (Ekim 2019)

Eskiden de “bize ait bir kalabalık” var mıydı emin değilim, çünkü geçmişte de kadınlar “ipini koparan Beyoğlu’na geliyor” diye anlatıyor ve hiç tanımadığı insanlarla oluşan o anonim alanı farklı deneyimlerin var olabilmesinin olasılığı olarak görüyordu. Şimdi sohbet ettiğim kadınlarsa yabancı ve göçmen düşmanı bir söylemi tekrar etmemeye ve neden eskisi kadar sık Beyoğlu’na gitmediklerini buna bağlamamaya özen gösterse de ağza yapışmış Beyoğlu’nu turistler ya da “Araplar”ın daha yoğun olarak kullandığı söylemini tanıyor ve kendini “yeni gelenlerin” tüketim pratiklerinden bir şekilde ayrıştırıyor.

Eskiden zevkle ucuza eğlenebildiğimiz Beyoğlu yok. Eskiden ucuz bira içebildiğimiz mekânlar olurdu. Biraya su karıştırıyorlardı biliyorduk, ama iki liraya bira alabiliyordun.

Renan (Ekim 2019)

2010’da sokaklardaki masaların kalkması ve kamusal alanda takılıp içki içilemiyor olması, sokaklardaki mekânların değişmesi, kapanması ya da taşınması ile birlikte nargileci, baklavacı gibi “başka” zevklere hizmet eden mekânların çoğalması, yaş aldıkça farklı şeylerden keyif almaya başlamak, gece hayatının çok pahalı olması ya da Gezi eylemlerinden sonra Beyoğlu ile olan ilişkinin değişmesi daha az Beyoğlu’na çıkma sebepleri arasında sayılıyor.

Değişmeyen tek şey kadın olarak Beyoğlu sokaklarında, özellikle akşam saatlerinde yürümenin yarattığı kaotik duygu. Cadde üstünde yürürken hızla ilerlemek istersen insanları itelemen gerekiyor. İnsanlar genelde oyalanıyor, salına salına yürüyor. Kalabalık bazen üstüne doğru geliyor gibi hissediyorsun. Kadın olarak sürekli zikzak çizerek, manevra yaparak ilerlemek zorundasın. Oysa erkekler düz çizgide yürüyor. Devamlı koluna sırtına bir şeyler değiyor. Eller çarpıp gidiyor dönüp bakmadan. Canın acıyor hatta bazen. Dönüp bir söz etmek istiyorsun, ama çoktan gitmiş, arkandaki onca kişiden kimin itelediğini kestirmen mümkün değil, kendine söylenip devam ediyorsun.

Kadın olarak sürekli zikzak çizerek, manevra yaparak ilerlemek zorundasın. Oysa erkekler düz çizgide yürüyor.

Gezi eylemlerinden sonra bir de tabii yürüyüş yolunu belirlerken polisin konumunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Galatasaray ve Taksim meydanlarına yakın konuşlanmış TOMA’lar ve gözaltı araçları, çoktandır tıpkı tramvay gibi ortamın “doğal” sakinleri hâline gelse de polisler görece daha hareketli. Günün herhangi bir saatinde onlarca polisin bir ileri bir geri yanından koşarak geçmesi pusetlerle dolaşan ya da toka seçen kadınların ilgisini çekmiyor.

Neresi bu Beyoğlu dediğimiz yer?

Beyoğlu, 45 mahalleden oluşan ve birbirinden çok farklı yaşam alanlarını içeren büyük bir belediye, ama “Beyoğlu neresi?” diye sorduğumda kadınlar toplumsal algıya ve kullanımlarına göre çok dar bir alandan bahsediyor.

O zaman şöyle bir şey diyebilir miyiz, Beyoğlu bizim için İstiklâl Caddesi. İstiklâl Caddesi’nde hiç kimse birbirini tanımadığı için, yani çok kalabalık olduğu için, daha mı kolay kendimizi ifade ediyoruz o kalabalık, akış içinde? Çünkü ara sokaklar benim için farklı. Sıraselviler daha farklı, doğrusu Sıraselviler’den yürürken daha farklı bir histe yürüyorsun. Ama İstiklâl Caddesi, o kalabalıkta kaybolmak bir anlamda. Yani lezbiyenlerin ya da başka bütün kadınların kendini ara sokaklarda ifade ettiği gibi, Beyoğlu’nda ifade edişleri farklı. Beyoğlu, İstiklâl Caddesi ise, ki öyle, şu an kafamızdan geçen de o, ara sokaklar biraz daha ayrıştırıyor her şeyi, daha farklı netleştiriyor. Biz de netleşmek istemiyoruz doğrusu. Netleşince korkuyorum.

Zeynep (2005)

İstanbul’un diğer mahalleleri de gündeme geliyor, ama Beyoğlu en çok Cihangir ve Tarlabaşı ile karşılaştırılıyordu. O zamanlar Tophane ve Karaköy gibi soylulaştırma ve çatışma aksları sohbete dahil olmamıştı. 

Tarlabaşı’nda emniyetten meydana kadar yürümüştük. Gerçekten orada çok korkunç bir şey var.  Beyoğlu’nun İstiklâl Caddesi farklı, arka sokaklar arka caddeler daha farklı. Özellikle gece, yani görmenizi isterim.

Esma (2005)

O zamanlar kadınların çoğu Tarlabaşı’nı günün herhangi bir saati yürümek için tehlikeli buluyordu. Fakat çelişen hikâyeler de vardı. Melek’in Tarlabaşı’nı tarif edişi farklı etnik, dini ve cinsel yönelim gruplarının birlikte yaşadığı bölgenin karmaşıklığını inkâr etmiyordu elbette. Kapıların önünde bayılan uyuşturucu bağımlısı çocuklar ve sokaklarda insanları taciz eden tinerciler, katılımcılarca sıklıkla sokaklarda korkunun temel sebeplerinden sayılmıştı. Melek’in anlatımında ise bunlar basitçe kentsel çeşitliliği oluşturan öğeler olarak ortaya çıkıyordu. Mahalle ilişkilerinin nasıl oluşturulduğunu görmek Melek’in endişelerini azaltmıştı. Ona göre İstiklâl’de taciz edilen trans bir kadın burada mahallenin kızı olabilmişti. Kendisinin ve arkadaşlarının kimliklerini ifade edebileceği özgür bir alandı Tarlabaşı.

Ancak bu da genellenebilir bir deneyim değildi. Tünel’e doğru bir ara sokakta yaşayan İdil, “dışarıda” bir lezbiyenken ve İstiklâl’de kız arkadaşıyla güvenle el ele tutuşurken, sokağın köşesini döndüğü anda, başka eşcinsel ya da translar ile arkadaşlık ederken bile kendi cinsel kimliğini kontrol ettiğinden bahsetmişti. Komşularının inanç ve alışkanlıklarına uyum sağlayarak, “düzgün ve bekâr kadın” statüsünü korumak için arkadaşlarının sokağı kullanımını da sert bir şekilde kontrol ediyordu.

Şimdi konuştuğum kadınların Beyoğlu kullanım kılavuzları biraz daha farklı, daha çok nokta atışı yapıyorlar. Özellikle akşamları bildikleri, sevdikleri, güvendikleri, hatta tanıdıkları yerlere gidiyorlar. Bu mekânların bir kısmı sokak seviyesinde, ama birçoğu da üst katlarda. Nihayetinde bu mekânların geneli bilenlerin gittiği yerler. Beyoğlu bir rota ve noktalar. Hatta belki de her kadın için sabitleyebileceğimiz bireysel haritalar var. Kadınların yürüme rotaları var ve bunlar kendi anlamlandırmaları ve ilişkileri ile değişiyor.

Beyoğlu’nda gezersin, sen kimsin?

Beyoğlu her zaman toplumsal algıda ve hafızada ötekinin mekânı olarak yazılır ve konuşulurdu. Bu “tespit” aslında hiçbir zaman tam doğru olmadı. Her dönemde, zamanın iktidarının sahip olmaya çalıştığı, ama bunu sadece kısmen becerebildiği bir yer Beyoğlu. Muktedir sarıyor ama kavrayamıyor. Ve bu alanları kullananlar da sözkonusu çekişmenin yarattığı iktidar boşluklarında taktiksel oyunlarla varlıklarını sürdürme mücadelesi veriyorlar. Beyoğlu “farklılıkların merkezi” olarak kimsenin kimseyi umursamadığı, ötekinin ötekiliğinden ötürü öteki olabildiği, ama asla heteronormatif duvarların silinmediği, bununla birlikte tahakkümün ansızın yan sokaktan elinde biber gazıyla çıkıp dünyayı herkese dar ettiği sokaklar olarak anlatılıyordu.

Beyoğlu’nda trans bir kadın kendini ifade etmeye çalışıyor, mafya kendini ifade etmeye çalışıyor, eroin bağımlısı kendini ifade etmeye çalışıyor, hırsız kendini ifade etmeye çalışıyor, yani kim takar birkaç lezbiyeni? Her neyse. Herkes bir şekilde kendi bireysel alanını yaratmaya çalışıyor. O kalabalıkta herkesle beraber ben de var oluyorum. Birbirini ötekileştirme olasılıklarını sınırlayan bir varoluş çabası. Beni ötekileştiremiyor, çünkü o da ötekilerin bir parçası. O da kendi ötekiliğini burada gerçekleştirebiliyor.larının sokağı kullanımını da sert bir şekilde kontrol ediyordu. Bu nedenle de benim öteki olmam umurunda değil… Beyoğlu ötekiliğimizi koruyabildiğimiz bir yer. Türbanlı kızlar görüyorum erkek arkadaşlarıyla kol kola geziyor. Kendi mahallesinde öyle yürüyemez. Erkek arkadaşına “Şu kadınlara baksana” diyebilir, ama bizi rahatsız etmez. Çünkü burada hepimiz sistemin dışındayız… Beyoğlu’nda her şey gider. Akış, geçicilik, kimsenin kimseye karşı sorumlu olmaması burayı kurtarılmış yapıyor. Ama kimden kurtardık onu bilmiyorum.

Fakat Zeynep deneyimlerini paylaşırken sanki bugüne de işaret ediyordu ve kendini sorgulayarak şunları ekledi:

Kendimizi ifade edebildiğimiz ve hiçbir yerde olmadığı kadar rahat olduğumuz için bize verilmiş gibi burası. Mücadele ederek almadık. Ne vardıysa onu sürdürdük. Ama eğer kadınlar, lezbiyenler ve ötekiler olarak alanımızı genişletmek istersek yan sokaklar seslerini çıkarmaya başlar. Vatan, millet ve bayrak diye konuşmaya başlarlar. Bu fikirler hâlâ yanı başımızda. Bunun farkındayız.

Zeynep (2005)

2005’te odak grup tartışmalarına katılan kadınlar Beyoğlu’nu, bedenlerini ve gündelik yaşamlarını düzenleyen ataerkil, dinsel ve milliyetçi normlardan göreli olarak serbest kaldıkları bir olanaklar merkezi olarak tanımlamışlardı. Beyoğlu’nda kadınlar, toplumsal ve kültürel normlarca daha az regüle ediliyor, arzularını ifade etmekte kendilerini özgür hissediyorlar, çeşitli hazların peşinden gidiyor ve bunun tadını çıkarıyorlardı. Yine de sahip oldukları kontrol ve kamusal mekân üzerindeki hak iddiaları geçici ve kırılgandı. Beyoğlu’nda kadınların keyfini sürdükleri özgürlükler, artan cinsel taciz ve şiddet deneyimleri pahasına var oluyordu. Cinsel kimliklerini ve arzularını daha özgür ifade edebilme hisleri, oraya gelen diğer insanların kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve heteroseksizm gibi konularda daha bilinçli olmalarından kaynaklanmıyordu. Kadınların değişen Beyoğlu hikâyelerinin de gösterdiği gibi, burayı düzenli olarak kullanan kadınlar için, semtteki hareketlilikleri otonomi ve kısıtlanma arasında gidip geliyordu. Beyoğlu çelişkili, kafa karıştıran bir yer olarak tanımlanıyordu aslında ve bu yönüyle normlardan sapma ve özgürlük ile gözetleme ve düzenlemenin birlikte var oldukları bir gerilim alanıydı.4

Beyoğlu, bir arada olmak, gece sokakta içki içmek ya da lezbiyen olarak sokakta kız arkadaşının elini tutmak gibi özgürlüklerin bir şekilde korunabildiği tek alan olarak tanımlanıyordu.

Taksim’de gece geç vakit çıkıp bira alabilirsiniz. Özgürlüğün ölçüsü bu değil, ama Beyoğlu’nda bir şekilde öyle. Beyoğlu’nda bir kadın olarak özgürlüğünüzün ölçüsü bu. Başka yerlerde görülür olursunuz… Her zaman yaptığımız bir şey değil, gidip gecenin üçünde bira almak. Ama yine de böyle bir şansımın olmadığı Beyoğlu’ndan başka bir yerde yaşarsam, bir şeylerin eksik olduğunu hissederim. Bu anlamda, gerçekten rahat hissediyorum. Ya da gecenin bir yarısı, merdivenlerde mehtap seyretmeye gidebiliriz. Bunu başka yerde yapamam.

Tuna (2005)

Tuna’nın sözlerinden neredeyse 15 yıl sonra, Renan şimdi karşıt bir söylem sunuyor.

Beyoğlu’nda kamusal alanda içki içebileceğin bir yer yok. Öyle bir community (topluluk) yok. Artık Beyoğlu’na çok da muhtaç hissetmiyorum.

Renan (Ekim 2019)

Tam da burada takılıyorum. Acaba bugünlerde Beyoğlu sokaklarını dolduranlar artık farklılıkların var olmasına izin vermiyor mu? Beyoğlu hâlâ LGBTİ+’ların çarka çıktıkları, bar ve kulüplerde geceleri eğlendikleri yer. Onur Haftası etkinlikleri ve seneye yayılan geniş katılımlı partiler de buralarda düzenlenmeye devam ediyor. Fakat yine de Beyoğlu anlatımında çok derin bir kırılma var. Kadınların anlatımlarını ben de şimdi şöyle okuyorum: Beyoğlu’na gelen kalabalık -belki de kısmen eskiye benzer insanlar olmasına rağmen- konuştuğum kadınlarca artık başka türlü algılanıyor ve tanımlanıyor. Kadınların bazıları ihanet etmeye korkar gibi, sormamama rağmen ısrarla “hayır Beyoğlu kesinlikle tekinsiz değil” diyor, ama eskiden politik bir ortaklık olmamasına rağmen herkesin bir şekilde Beyoğlu’na geldiği an toplumun bir yerinde ötekileştiği vurgusu yapılırken şimdi kadınlar bu kalabalığı devlet, iktidar ve ataerkil düzene bağlılık, hatta bağımlılık üzerinden tanımlıyor. Baklavacı ya da nargile kafe müşterilerini hor görmeden “başka” tüketim türü olarak tanımlarken aslında bu mekânları devlet, devlet arzusu ve devlete bağlılık ile özdeşleştiriyor, böylece Beyoğlu’na duyduğu aidiyet duygusunda da kopuş gerçekleşiyor. Gezi eylemleri bu süreçte öncelikli bir kırılma yaratıyor.

“Dağılıyoruz” 

B: Beyoğlu ortak buluşma noktası oldu. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla konuşsak telefonda, “Nerede buluşalım?” sorusuna direkt cevap Taksim oluyor. Başka bir alternatif yok artık gibi hissediyorum.

M: Evet, ilk aklına gelen yer Beyoğlu.

B: Nereye gidelim? İstiklâl’e.

Z: Beyoğlu herkesin buluştuğu yer.

Burcu, Mine ve Zeynep (2005)

2000’li yılların başında kadınlar Beyoğlu’na alternatif düşünmezken, bugün Anadolu yakasındaki Kadıköy çarşı, Yeldeğirmeni, Moda mekânları popülerleşip ve bazı Beyoğlu mekânları bu tarafa taşınırken, Beşiktaş ve Kurtuluş gibi yerler de Beyoğlu yakınlarına hizmet etmeye başladı. Kadınlar artık Beyoğlu’na daha az gidiyor, başka yerlerde takılıyor, içiyor ve sevişiyor. Çok kişi de “para yok” diyerek sokakta içki içebileceği alanları tercih ediyor ya da evlerde partiliyor. Eskiye göre artık şehrin her yerine daha yaygın 24 saat toplu taşıma araçlarıyla ulaşılabiliyor olması da buna kolaylık sağlıyor.

İstanbul’a geldiğimde Beyoğlu benim vazgeçilmezimdi. Son iki yıldır Kadıköy aşkı var bende. Kendi yaşımda kendi kafamda insanlar. Güvende hissediyorum. Benzer hissediyorum orada. Ama Beyoğlu olmadan bir gece hayatı yok. Beyoğlu’na hâlâ gidiyorum. Asıl fark artık başka yerlere de gidiyorum..

Renan (Ekim 2019)

Masaların kalkmasıyla başlayan süreçte birçok kadın için Gezi eylemleri bir milat gibi tekrar ediliyor. Kamusal alanda iktidarın “öteki” olarak bellediği muhalif bedenlerin özgürlüklerinin kısıtlanması ve engellemeler ile patlayan bombalar tedirginlik, yılgınlık ve biraz da kırgınlık yaratarak ayakların eksilmesine sebep olmuş. Kadınlar, “sokakta üç-beş kişi sosyalleşmek için bile bir araya gelmek mümkün değil, hemen müdahale ediyorlar” diyor.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Özellikle Gezi ile beraber Taksim civarında hiçbir muhalif eyleme izin verilmezken 2013 ve 2014 Onur Yürüyüşleri sadece LGBTİ+ hak mücadelesi yürütenlerin değil sokakta var olmak isteyen on binlerin alanı olmuştu. Bu uzun sürmedi ve 2015’te son anda yürüyüş yasaklanarak TOMA, biber gazı, gözaltı ve şiddet ile baskılandı. 2016 yürüyüşü ise artık Beyoğlu ile araya konan mesafenin son noktası oldu ve “dağılıyoruz” dendi.

Yıllardır “eşcinsel gettolar değil, kentin tamamını istiyoruz” diyen LGBTİ+ hareketi için kent hakları zaten temel bir mücadele alanıydı. Bu nedenle de “dağılıyoruz” bu arzuyu aktif bir şekilde eyleme geçirmişti. 2016 Onur Yürüyüşü günü hakkıma düşen biber gazı ve plastik mermilerden sonra Mis Sokak’ta bir binanın üst katından İstiklâl’e çıkarak yürümek isteyen gruba karşı uygulanan polis müdahalesini gözlemledim. Bir grup hâlâ Beyoğlu’nda var olma mücadelesi verirken aynı zamanda vapurda, Kadıköy’de, Ataşehir’de insanlar başka sokaklarda ya da mekânlarda aynı basın açıklamasını okuyordu. Bu Beyoğlu’ndan bugüne dek vazgeçmeyenler için de dönüm noktası oldu ve “Seni hâlâ seviyoruz Beyoğlu ama başka yerleri de işgal etmenin zamanı geldi. Dağılıyoruz,” dedi müdavimler. Beyoğlu’nda yetişmiş ve serpilmiş pratikler artık şehrin diğer mekânlarında da boy göstermeye başladı. Belki de şehre dağılan sadece insanlar değil, aynı zamanda Beyoğlu ve onun parçacıkları oldu. 

Fotoğraf: Damla Atak
Beyoğlu sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun

Nasıl bir “dostluk” bu diyeceksiniz haklı olarak. Sanırım “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur” tadında bir dostluk. Beyoğlu’na imanımızı kaybetmiş değiliz. Hâlâ Taksim’de ve İstiklâl’de hak iddia etme kaygısı var. Bazı rotalar ya da mekânlar -artık yerlerinde durmasa bile- hafızamızda acı tatlı yerini bir “ah!” olarak tutuyor ve aslında bitmeyen de o. Mesela lezbiyenler ya da translar için çoğu zaman burası her türlü ilklerin yaşandığı yer. Sevdiğimizle ilk göz göze geldiğimiz ya da plastik mermiden ilk defa kaçamadığımız, her yanımızın morardığı yer. Beyoğlu’nun her dem hafızamıza ve tarihsel hayalimize hâkim olma gücü var.

Beyoğlu heteroseksüel olmayan kadınların kendilerini en iyi ifade edebildikleri yer. İlk eşcinsel arkadaşlarımla burada tanıştım. İlk eşcinsel kafeye burada gittim. Kız arkadaşımın elini Beyoğlu’nda tuttum. Başka yerde de tutardım belki, çünkü Türkiye’de iki kadının el ele tutuşması çok açık bir şekilde lezbiyen olduğunu göstermiyor. Ama rahat olmazdım. Beyoğlu’nda endişe duymuyorum.

Zeynep (2005)

Beyoğlu’nun gece hayatı, kadınların sokak deneyimlerinden ve mücadelelerinden ayrı düşünülemez, hele lezbiyenler, biseksüel kadınlar ve translar için. Bedenlerin sokağa dökülerek meyhaneden kulübe akmasıyla örülen basit bir kent kullanma haritası değil; bedenlerin ve kimliklerin inşası / bozumu ile Beyoğlu tarihyazımının bir parçası. Şu anda verili olan kentsel tahakküm denklemi, rızaya dayalı olmayan sert bir ilişkilenme yoluyla kadınları bir şekilde Beyoğlu’ndan çıkarmaya uğraşsa da onlar hâlâ bir ayaklarını burada tutmayı ihmal etmiyor. Hatta ara, arka ve dar sokaklar eskisinden çok ev sahipliği yapıyor bu kaçamaklara.

Beyoğlu’na gelmeye devam etmenin sebepleri aslında çok kişisel. Benim için belki de olgunlaştıkça gençliğime ait olan şeyleri kaybetmemek için oralarda dolaşıyoruz. Eskiden sevdiğin bir şarkıyı dinlemek gibi. Beyoğlu yorucu ama hayallerimizi bırakmıyoruz.

Gülen ( Ekim 2019)

Yıllar önce kadınlar olarak “Gece yürüyüşleri için alan yine Beyoğlu mu olmalı?” diye saatlerce boşuna tartışırdık. Çünkü asla vazgeçilmeyen bir alandı Beyoğlu. Vazgeçecek gibi olsak devlet bir şey yapar ve bizi âdeta geri gelmeye teşvik ederdi. Burada kurduğumuz aidiyet ilişkisinden vazgeçmek mümkün olmuyordu. Çünkü Beyoğlu’nun hem direniş alanı olarak kendine ait tarihi hem de kadınlar, eşcinseller, translar olarak üstüne inşa ettiğimiz hareket, hâlâ buraya dair bir mücadelemiz, arzumuz ve hasretimiz olduğunu gösteriyor. Bu nedenle kadınların hâlâ ısrarla İstiklâl’de “Geceleri de sokakları da terk etmiyoruz” demesi gözümüzü parlatıyor.

Renan’ın da dediği gibi, “O kadar da kolay değil Beyoğlu’ndan çıkmak.”


1- Yazarın çevirisi. Vryonis, S. (2005). The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom Of September 6 – 7, 1955, And The Destruction Of The Greek Community Of Istanbul. greekworks.com.

2- Metindeki alıntılar 2005 yılında doktora tez çalışmam sürecinde yaptığım odak grup tartışmaları ile Ekim 2019’da telefon aracılığıyla yaptığım görüşmelere dayanmaktadır. Görüşme yaptığım kadınların isimleri değiştirilmiştir.

3- Başdaş, B. (2007). Cosmopolitanism in the City: Contested Claims to Bodies and Sexualities in Beyoğlu, Istanbul (Yayımlanmamış doktora tezi). Los Angeles: Kaliforniya Üniversitesi.

4- Başdaş, B. (2010). Kadınların Haritası: Toplumsal cinsiyet, kamusal alan ve farklılıkların merkezi Beyoğlu. Dosya, (19), 75-80.

Fotoğraf: Arife Karakum

Beyoğlu’nun hiç tükenmeyen bir derdi var: Sürekli bitiyor. 

Bu yeni bir muhabbet değil. Kökenleri şehrin Osmanlı dönemine kadar gidebilen bozulma, yok olma ve bitme söylemlerini Beyoğlu tarihinin sokaklarında bulabiliriz. Bu kısa yazıda o kadar geri gitmeye de gerek yok. Ulus-devletin inşasıyla Ankara başkent olduğunda İstanbul ülkenin ötekisi, Beyoğlu ise ötekinin de ötekisi olmuş ve kendi hâline terk edilmişti. Böylece bizim daha aşina olduğumuz “bitme” -yani materyal ve duygulanımsal hafızanın silinmesi- hikâyesi başladı.

İlk ayrılanlar arasındaydık. Kitlesel olarak ayrılışlar daha sonra oldu. Bu şekilde şehir boşaldı. Böylece gururumuz, ufak Avrupa şehri Pera öldü ve Türkiye’nin en kötü yeri oldu.1

1955’te şehrini bırakmak zorunda kalarak Atina’ya göç eden Lilika Konstantinides

Travmatik bir kaybın yarattığı kaygının melankolik yansıması bu tartışma aslında. Bir yanımız materyal hafızaya tutunmaya çalışıyor, oysa Beyoğlu her dönemde kendini yeniye, en yeniye teslim ediyor. Arzulu, hoyrat ve biraz da bilinmeyene teşne. Beyoğlu, içinden hep can çıkan bir yer, sürekli taşıyor (ya da kusuyor). İster ulusalcı politikalarla yok olan tarihi, ister göçü istersek de neoliberal tüketim politikalarını “suçlayalım” fark etmez. Beyoğlu değişiyor, bitmiyor. Değişim Beyoğlu’nda o kadar içselleşmiş bir deneyim ki, her tarihsel dönemece iliştirdiğimiz “bitti artık” feryadı belki de direnen hafızamızın bir yerlere çaresizce tutunma çabasıdır.

– Beyoğlu bana “Çok acı çektim. Sonumun gelmesini bekliyorum. Yaşamak istemiyorum artık” diyor gibi geliyor. Bu bana acı veriyor. Orada şimdi Kürtler var.

– Ama birçok sahibi var.

– Evet çok sahibi var. Ama gerçek sahipleri kimdi? Bu da var. Gerçek sahipleri nerede şimdi?

– Peki o zaman gerçek sahibi olması ne demek?

– Evet, o da var.

– Orada doğmuş olmak? Oraya göç etmiş olmak falan?

– Fakat birçok farklı yerden bakabilirsin. Bu açıdan da kötü. Tarihini bilmiyor ya da okumuyorsan bile. Baktığın zaman binanın bir Ermeni mimar tarafından yapıldığını ya da Ermeni bir ailenin orada yaşadığını görebilirsin. Bir tarihi olduğunu fark ediyorsun.

Yasemin ve Senem2 (2005)

2000’li yıllarda doktora tezimi yazarken konuştuğum kadınlar sıklıkla Beyoğlu’nda aidiyet duygusunu tartışıyordu.3 Kime ait Beyoğlu? Sahibi ya da sahipleri var mı? Kurtarılmış bir bölge mi? Tam hiç kimseye ait değil derken devlet, polis, erkeklik ve ondan beslenen tüm tahakküm ilişkileri hop diye tartışmaların merkezine oturuyordu. Kadınlar şehrin tarihi sürecine paralel bir şekilde Beyoğlu deneyimlerini ânın koşullarına göre değişen bir gerilim hattı ve daimi bir müzakere ve uzlaşma ilişkisi olarak tanımlıyordu.

Beyoğlu değişen nüfusun kendini ilk gösterdiği yerlerden biri İstanbul’da. Göçmenlerin ilk geldiği yerlerden biri. Her yerden insan geliyor. 

Renan (Ekim 2019)

Beyoğlu her zaman şehrin en kalabalık “gezme tozma” merkezlerinden biri oldu ve bu aralar tarihinin en kalabalık günlerini yaşıyor olabilir. Ama geçmişte birlikte çalıştığım kadınların çoğu ayaklarını buradan çekmeye başladı. “Peki kim gidiyor artık, bu kalabalık kim?” diye şimdi başka kadınlara sorduğumda ise cevapları açık değil. Kadınlar on yıl kadar önce neredeyse hayatlarının merkezi olarak gördükleri Beyoğlu’nun bir şekilde değiştiğini anlatıyor, hatta bazıları hâlâ gidiyor olmalarına rağmen “Bizim için Beyoğlu bitti” diyor.

Beyoğlu bizim için bitti. Bu kalabalık benim kalabalığım değil. Biz yokuz. Başkaları var ve gayet de kalabalıklar.

Esen (Ekim 2019)

Eskiden de “bize ait bir kalabalık” var mıydı emin değilim, çünkü geçmişte de kadınlar “ipini koparan Beyoğlu’na geliyor” diye anlatıyor ve hiç tanımadığı insanlarla oluşan o anonim alanı farklı deneyimlerin var olabilmesinin olasılığı olarak görüyordu. Şimdi sohbet ettiğim kadınlarsa yabancı ve göçmen düşmanı bir söylemi tekrar etmemeye ve neden eskisi kadar sık Beyoğlu’na gitmediklerini buna bağlamamaya özen gösterse de ağza yapışmış Beyoğlu’nu turistler ya da “Araplar”ın daha yoğun olarak kullandığı söylemini tanıyor ve kendini “yeni gelenlerin” tüketim pratiklerinden bir şekilde ayrıştırıyor.

Eskiden zevkle ucuza eğlenebildiğimiz Beyoğlu yok. Eskiden ucuz bira içebildiğimiz mekânlar olurdu. Biraya su karıştırıyorlardı biliyorduk, ama iki liraya bira alabiliyordun.

Renan (Ekim 2019)

2010’da sokaklardaki masaların kalkması ve kamusal alanda takılıp içki içilemiyor olması, sokaklardaki mekânların değişmesi, kapanması ya da taşınması ile birlikte nargileci, baklavacı gibi “başka” zevklere hizmet eden mekânların çoğalması, yaş aldıkça farklı şeylerden keyif almaya başlamak, gece hayatının çok pahalı olması ya da Gezi eylemlerinden sonra Beyoğlu ile olan ilişkinin değişmesi daha az Beyoğlu’na çıkma sebepleri arasında sayılıyor.

Değişmeyen tek şey kadın olarak Beyoğlu sokaklarında, özellikle akşam saatlerinde yürümenin yarattığı kaotik duygu. Cadde üstünde yürürken hızla ilerlemek istersen insanları itelemen gerekiyor. İnsanlar genelde oyalanıyor, salına salına yürüyor. Kalabalık bazen üstüne doğru geliyor gibi hissediyorsun. Kadın olarak sürekli zikzak çizerek, manevra yaparak ilerlemek zorundasın. Oysa erkekler düz çizgide yürüyor. Devamlı koluna sırtına bir şeyler değiyor. Eller çarpıp gidiyor dönüp bakmadan. Canın acıyor hatta bazen. Dönüp bir söz etmek istiyorsun, ama çoktan gitmiş, arkandaki onca kişiden kimin itelediğini kestirmen mümkün değil, kendine söylenip devam ediyorsun.

Kadın olarak sürekli zikzak çizerek, manevra yaparak ilerlemek zorundasın. Oysa erkekler düz çizgide yürüyor.

Gezi eylemlerinden sonra bir de tabii yürüyüş yolunu belirlerken polisin konumunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Galatasaray ve Taksim meydanlarına yakın konuşlanmış TOMA’lar ve gözaltı araçları, çoktandır tıpkı tramvay gibi ortamın “doğal” sakinleri hâline gelse de polisler görece daha hareketli. Günün herhangi bir saatinde onlarca polisin bir ileri bir geri yanından koşarak geçmesi pusetlerle dolaşan ya da toka seçen kadınların ilgisini çekmiyor.

Neresi bu Beyoğlu dediğimiz yer?

Beyoğlu, 45 mahalleden oluşan ve birbirinden çok farklı yaşam alanlarını içeren büyük bir belediye, ama “Beyoğlu neresi?” diye sorduğumda kadınlar toplumsal algıya ve kullanımlarına göre çok dar bir alandan bahsediyor.

O zaman şöyle bir şey diyebilir miyiz, Beyoğlu bizim için İstiklâl Caddesi. İstiklâl Caddesi’nde hiç kimse birbirini tanımadığı için, yani çok kalabalık olduğu için, daha mı kolay kendimizi ifade ediyoruz o kalabalık, akış içinde? Çünkü ara sokaklar benim için farklı. Sıraselviler daha farklı, doğrusu Sıraselviler’den yürürken daha farklı bir histe yürüyorsun. Ama İstiklâl Caddesi, o kalabalıkta kaybolmak bir anlamda. Yani lezbiyenlerin ya da başka bütün kadınların kendini ara sokaklarda ifade ettiği gibi, Beyoğlu’nda ifade edişleri farklı. Beyoğlu, İstiklâl Caddesi ise, ki öyle, şu an kafamızdan geçen de o, ara sokaklar biraz daha ayrıştırıyor her şeyi, daha farklı netleştiriyor. Biz de netleşmek istemiyoruz doğrusu. Netleşince korkuyorum.

Zeynep (2005)

İstanbul’un diğer mahalleleri de gündeme geliyor, ama Beyoğlu en çok Cihangir ve Tarlabaşı ile karşılaştırılıyordu. O zamanlar Tophane ve Karaköy gibi soylulaştırma ve çatışma aksları sohbete dahil olmamıştı. 

Tarlabaşı’nda emniyetten meydana kadar yürümüştük. Gerçekten orada çok korkunç bir şey var.  Beyoğlu’nun İstiklâl Caddesi farklı, arka sokaklar arka caddeler daha farklı. Özellikle gece, yani görmenizi isterim.

Esma (2005)

O zamanlar kadınların çoğu Tarlabaşı’nı günün herhangi bir saati yürümek için tehlikeli buluyordu. Fakat çelişen hikâyeler de vardı. Melek’in Tarlabaşı’nı tarif edişi farklı etnik, dini ve cinsel yönelim gruplarının birlikte yaşadığı bölgenin karmaşıklığını inkâr etmiyordu elbette. Kapıların önünde bayılan uyuşturucu bağımlısı çocuklar ve sokaklarda insanları taciz eden tinerciler, katılımcılarca sıklıkla sokaklarda korkunun temel sebeplerinden sayılmıştı. Melek’in anlatımında ise bunlar basitçe kentsel çeşitliliği oluşturan öğeler olarak ortaya çıkıyordu. Mahalle ilişkilerinin nasıl oluşturulduğunu görmek Melek’in endişelerini azaltmıştı. Ona göre İstiklâl’de taciz edilen trans bir kadın burada mahallenin kızı olabilmişti. Kendisinin ve arkadaşlarının kimliklerini ifade edebileceği özgür bir alandı Tarlabaşı.

Ancak bu da genellenebilir bir deneyim değildi. Tünel’e doğru bir ara sokakta yaşayan İdil, “dışarıda” bir lezbiyenken ve İstiklâl’de kız arkadaşıyla güvenle el ele tutuşurken, sokağın köşesini döndüğü anda, başka eşcinsel ya da translar ile arkadaşlık ederken bile kendi cinsel kimliğini kontrol ettiğinden bahsetmişti. Komşularının inanç ve alışkanlıklarına uyum sağlayarak, “düzgün ve bekâr kadın” statüsünü korumak için arkadaşlarının sokağı kullanımını da sert bir şekilde kontrol ediyordu.

Şimdi konuştuğum kadınların Beyoğlu kullanım kılavuzları biraz daha farklı, daha çok nokta atışı yapıyorlar. Özellikle akşamları bildikleri, sevdikleri, güvendikleri, hatta tanıdıkları yerlere gidiyorlar. Bu mekânların bir kısmı sokak seviyesinde, ama birçoğu da üst katlarda. Nihayetinde bu mekânların geneli bilenlerin gittiği yerler. Beyoğlu bir rota ve noktalar. Hatta belki de her kadın için sabitleyebileceğimiz bireysel haritalar var. Kadınların yürüme rotaları var ve bunlar kendi anlamlandırmaları ve ilişkileri ile değişiyor.

Beyoğlu’nda gezersin, sen kimsin?

Beyoğlu her zaman toplumsal algıda ve hafızada ötekinin mekânı olarak yazılır ve konuşulurdu. Bu “tespit” aslında hiçbir zaman tam doğru olmadı. Her dönemde, zamanın iktidarının sahip olmaya çalıştığı, ama bunu sadece kısmen becerebildiği bir yer Beyoğlu. Muktedir sarıyor ama kavrayamıyor. Ve bu alanları kullananlar da sözkonusu çekişmenin yarattığı iktidar boşluklarında taktiksel oyunlarla varlıklarını sürdürme mücadelesi veriyorlar. Beyoğlu “farklılıkların merkezi” olarak kimsenin kimseyi umursamadığı, ötekinin ötekiliğinden ötürü öteki olabildiği, ama asla heteronormatif duvarların silinmediği, bununla birlikte tahakkümün ansızın yan sokaktan elinde biber gazıyla çıkıp dünyayı herkese dar ettiği sokaklar olarak anlatılıyordu.

Beyoğlu’nda trans bir kadın kendini ifade etmeye çalışıyor, mafya kendini ifade etmeye çalışıyor, eroin bağımlısı kendini ifade etmeye çalışıyor, hırsız kendini ifade etmeye çalışıyor, yani kim takar birkaç lezbiyeni? Her neyse. Herkes bir şekilde kendi bireysel alanını yaratmaya çalışıyor. O kalabalıkta herkesle beraber ben de var oluyorum. Birbirini ötekileştirme olasılıklarını sınırlayan bir varoluş çabası. Beni ötekileştiremiyor, çünkü o da ötekilerin bir parçası. O da kendi ötekiliğini burada gerçekleştirebiliyor.larının sokağı kullanımını da sert bir şekilde kontrol ediyordu. Bu nedenle de benim öteki olmam umurunda değil… Beyoğlu ötekiliğimizi koruyabildiğimiz bir yer. Türbanlı kızlar görüyorum erkek arkadaşlarıyla kol kola geziyor. Kendi mahallesinde öyle yürüyemez. Erkek arkadaşına “Şu kadınlara baksana” diyebilir, ama bizi rahatsız etmez. Çünkü burada hepimiz sistemin dışındayız… Beyoğlu’nda her şey gider. Akış, geçicilik, kimsenin kimseye karşı sorumlu olmaması burayı kurtarılmış yapıyor. Ama kimden kurtardık onu bilmiyorum.

Fakat Zeynep deneyimlerini paylaşırken sanki bugüne de işaret ediyordu ve kendini sorgulayarak şunları ekledi:

Kendimizi ifade edebildiğimiz ve hiçbir yerde olmadığı kadar rahat olduğumuz için bize verilmiş gibi burası. Mücadele ederek almadık. Ne vardıysa onu sürdürdük. Ama eğer kadınlar, lezbiyenler ve ötekiler olarak alanımızı genişletmek istersek yan sokaklar seslerini çıkarmaya başlar. Vatan, millet ve bayrak diye konuşmaya başlarlar. Bu fikirler hâlâ yanı başımızda. Bunun farkındayız.

Zeynep (2005)

2005’te odak grup tartışmalarına katılan kadınlar Beyoğlu’nu, bedenlerini ve gündelik yaşamlarını düzenleyen ataerkil, dinsel ve milliyetçi normlardan göreli olarak serbest kaldıkları bir olanaklar merkezi olarak tanımlamışlardı. Beyoğlu’nda kadınlar, toplumsal ve kültürel normlarca daha az regüle ediliyor, arzularını ifade etmekte kendilerini özgür hissediyorlar, çeşitli hazların peşinden gidiyor ve bunun tadını çıkarıyorlardı. Yine de sahip oldukları kontrol ve kamusal mekân üzerindeki hak iddiaları geçici ve kırılgandı. Beyoğlu’nda kadınların keyfini sürdükleri özgürlükler, artan cinsel taciz ve şiddet deneyimleri pahasına var oluyordu. Cinsel kimliklerini ve arzularını daha özgür ifade edebilme hisleri, oraya gelen diğer insanların kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve heteroseksizm gibi konularda daha bilinçli olmalarından kaynaklanmıyordu. Kadınların değişen Beyoğlu hikâyelerinin de gösterdiği gibi, burayı düzenli olarak kullanan kadınlar için, semtteki hareketlilikleri otonomi ve kısıtlanma arasında gidip geliyordu. Beyoğlu çelişkili, kafa karıştıran bir yer olarak tanımlanıyordu aslında ve bu yönüyle normlardan sapma ve özgürlük ile gözetleme ve düzenlemenin birlikte var oldukları bir gerilim alanıydı.4

Beyoğlu, bir arada olmak, gece sokakta içki içmek ya da lezbiyen olarak sokakta kız arkadaşının elini tutmak gibi özgürlüklerin bir şekilde korunabildiği tek alan olarak tanımlanıyordu.

Taksim’de gece geç vakit çıkıp bira alabilirsiniz. Özgürlüğün ölçüsü bu değil, ama Beyoğlu’nda bir şekilde öyle. Beyoğlu’nda bir kadın olarak özgürlüğünüzün ölçüsü bu. Başka yerlerde görülür olursunuz… Her zaman yaptığımız bir şey değil, gidip gecenin üçünde bira almak. Ama yine de böyle bir şansımın olmadığı Beyoğlu’ndan başka bir yerde yaşarsam, bir şeylerin eksik olduğunu hissederim. Bu anlamda, gerçekten rahat hissediyorum. Ya da gecenin bir yarısı, merdivenlerde mehtap seyretmeye gidebiliriz. Bunu başka yerde yapamam.

Tuna (2005)

Tuna’nın sözlerinden neredeyse 15 yıl sonra, Renan şimdi karşıt bir söylem sunuyor.

Beyoğlu’nda kamusal alanda içki içebileceğin bir yer yok. Öyle bir community (topluluk) yok. Artık Beyoğlu’na çok da muhtaç hissetmiyorum.

Renan (Ekim 2019)

Tam da burada takılıyorum. Acaba bugünlerde Beyoğlu sokaklarını dolduranlar artık farklılıkların var olmasına izin vermiyor mu? Beyoğlu hâlâ LGBTİ+’ların çarka çıktıkları, bar ve kulüplerde geceleri eğlendikleri yer. Onur Haftası etkinlikleri ve seneye yayılan geniş katılımlı partiler de buralarda düzenlenmeye devam ediyor. Fakat yine de Beyoğlu anlatımında çok derin bir kırılma var. Kadınların anlatımlarını ben de şimdi şöyle okuyorum: Beyoğlu’na gelen kalabalık -belki de kısmen eskiye benzer insanlar olmasına rağmen- konuştuğum kadınlarca artık başka türlü algılanıyor ve tanımlanıyor. Kadınların bazıları ihanet etmeye korkar gibi, sormamama rağmen ısrarla “hayır Beyoğlu kesinlikle tekinsiz değil” diyor, ama eskiden politik bir ortaklık olmamasına rağmen herkesin bir şekilde Beyoğlu’na geldiği an toplumun bir yerinde ötekileştiği vurgusu yapılırken şimdi kadınlar bu kalabalığı devlet, iktidar ve ataerkil düzene bağlılık, hatta bağımlılık üzerinden tanımlıyor. Baklavacı ya da nargile kafe müşterilerini hor görmeden “başka” tüketim türü olarak tanımlarken aslında bu mekânları devlet, devlet arzusu ve devlete bağlılık ile özdeşleştiriyor, böylece Beyoğlu’na duyduğu aidiyet duygusunda da kopuş gerçekleşiyor. Gezi eylemleri bu süreçte öncelikli bir kırılma yaratıyor.

“Dağılıyoruz” 

B: Beyoğlu ortak buluşma noktası oldu. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla konuşsak telefonda, “Nerede buluşalım?” sorusuna direkt cevap Taksim oluyor. Başka bir alternatif yok artık gibi hissediyorum.

M: Evet, ilk aklına gelen yer Beyoğlu.

B: Nereye gidelim? İstiklâl’e.

Z: Beyoğlu herkesin buluştuğu yer.

Burcu, Mine ve Zeynep (2005)

2000’li yılların başında kadınlar Beyoğlu’na alternatif düşünmezken, bugün Anadolu yakasındaki Kadıköy çarşı, Yeldeğirmeni, Moda mekânları popülerleşip ve bazı Beyoğlu mekânları bu tarafa taşınırken, Beşiktaş ve Kurtuluş gibi yerler de Beyoğlu yakınlarına hizmet etmeye başladı. Kadınlar artık Beyoğlu’na daha az gidiyor, başka yerlerde takılıyor, içiyor ve sevişiyor. Çok kişi de “para yok” diyerek sokakta içki içebileceği alanları tercih ediyor ya da evlerde partiliyor. Eskiye göre artık şehrin her yerine daha yaygın 24 saat toplu taşıma araçlarıyla ulaşılabiliyor olması da buna kolaylık sağlıyor.

İstanbul’a geldiğimde Beyoğlu benim vazgeçilmezimdi. Son iki yıldır Kadıköy aşkı var bende. Kendi yaşımda kendi kafamda insanlar. Güvende hissediyorum. Benzer hissediyorum orada. Ama Beyoğlu olmadan bir gece hayatı yok. Beyoğlu’na hâlâ gidiyorum. Asıl fark artık başka yerlere de gidiyorum..

Renan (Ekim 2019)

Masaların kalkmasıyla başlayan süreçte birçok kadın için Gezi eylemleri bir milat gibi tekrar ediliyor. Kamusal alanda iktidarın “öteki” olarak bellediği muhalif bedenlerin özgürlüklerinin kısıtlanması ve engellemeler ile patlayan bombalar tedirginlik, yılgınlık ve biraz da kırgınlık yaratarak ayakların eksilmesine sebep olmuş. Kadınlar, “sokakta üç-beş kişi sosyalleşmek için bile bir araya gelmek mümkün değil, hemen müdahale ediyorlar” diyor.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Özellikle Gezi ile beraber Taksim civarında hiçbir muhalif eyleme izin verilmezken 2013 ve 2014 Onur Yürüyüşleri sadece LGBTİ+ hak mücadelesi yürütenlerin değil sokakta var olmak isteyen on binlerin alanı olmuştu. Bu uzun sürmedi ve 2015’te son anda yürüyüş yasaklanarak TOMA, biber gazı, gözaltı ve şiddet ile baskılandı. 2016 yürüyüşü ise artık Beyoğlu ile araya konan mesafenin son noktası oldu ve “dağılıyoruz” dendi.

Yıllardır “eşcinsel gettolar değil, kentin tamamını istiyoruz” diyen LGBTİ+ hareketi için kent hakları zaten temel bir mücadele alanıydı. Bu nedenle de “dağılıyoruz” bu arzuyu aktif bir şekilde eyleme geçirmişti. 2016 Onur Yürüyüşü günü hakkıma düşen biber gazı ve plastik mermilerden sonra Mis Sokak’ta bir binanın üst katından İstiklâl’e çıkarak yürümek isteyen gruba karşı uygulanan polis müdahalesini gözlemledim. Bir grup hâlâ Beyoğlu’nda var olma mücadelesi verirken aynı zamanda vapurda, Kadıköy’de, Ataşehir’de insanlar başka sokaklarda ya da mekânlarda aynı basın açıklamasını okuyordu. Bu Beyoğlu’ndan bugüne dek vazgeçmeyenler için de dönüm noktası oldu ve “Seni hâlâ seviyoruz Beyoğlu ama başka yerleri de işgal etmenin zamanı geldi. Dağılıyoruz,” dedi müdavimler. Beyoğlu’nda yetişmiş ve serpilmiş pratikler artık şehrin diğer mekânlarında da boy göstermeye başladı. Belki de şehre dağılan sadece insanlar değil, aynı zamanda Beyoğlu ve onun parçacıkları oldu. 

Fotoğraf: Damla Atak
Beyoğlu sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun

Nasıl bir “dostluk” bu diyeceksiniz haklı olarak. Sanırım “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur” tadında bir dostluk. Beyoğlu’na imanımızı kaybetmiş değiliz. Hâlâ Taksim’de ve İstiklâl’de hak iddia etme kaygısı var. Bazı rotalar ya da mekânlar -artık yerlerinde durmasa bile- hafızamızda acı tatlı yerini bir “ah!” olarak tutuyor ve aslında bitmeyen de o. Mesela lezbiyenler ya da translar için çoğu zaman burası her türlü ilklerin yaşandığı yer. Sevdiğimizle ilk göz göze geldiğimiz ya da plastik mermiden ilk defa kaçamadığımız, her yanımızın morardığı yer. Beyoğlu’nun her dem hafızamıza ve tarihsel hayalimize hâkim olma gücü var.

Beyoğlu heteroseksüel olmayan kadınların kendilerini en iyi ifade edebildikleri yer. İlk eşcinsel arkadaşlarımla burada tanıştım. İlk eşcinsel kafeye burada gittim. Kız arkadaşımın elini Beyoğlu’nda tuttum. Başka yerde de tutardım belki, çünkü Türkiye’de iki kadının el ele tutuşması çok açık bir şekilde lezbiyen olduğunu göstermiyor. Ama rahat olmazdım. Beyoğlu’nda endişe duymuyorum.

Zeynep (2005)

Beyoğlu’nun gece hayatı, kadınların sokak deneyimlerinden ve mücadelelerinden ayrı düşünülemez, hele lezbiyenler, biseksüel kadınlar ve translar için. Bedenlerin sokağa dökülerek meyhaneden kulübe akmasıyla örülen basit bir kent kullanma haritası değil; bedenlerin ve kimliklerin inşası / bozumu ile Beyoğlu tarihyazımının bir parçası. Şu anda verili olan kentsel tahakküm denklemi, rızaya dayalı olmayan sert bir ilişkilenme yoluyla kadınları bir şekilde Beyoğlu’ndan çıkarmaya uğraşsa da onlar hâlâ bir ayaklarını burada tutmayı ihmal etmiyor. Hatta ara, arka ve dar sokaklar eskisinden çok ev sahipliği yapıyor bu kaçamaklara.

Beyoğlu’na gelmeye devam etmenin sebepleri aslında çok kişisel. Benim için belki de olgunlaştıkça gençliğime ait olan şeyleri kaybetmemek için oralarda dolaşıyoruz. Eskiden sevdiğin bir şarkıyı dinlemek gibi. Beyoğlu yorucu ama hayallerimizi bırakmıyoruz.

Gülen ( Ekim 2019)

Yıllar önce kadınlar olarak “Gece yürüyüşleri için alan yine Beyoğlu mu olmalı?” diye saatlerce boşuna tartışırdık. Çünkü asla vazgeçilmeyen bir alandı Beyoğlu. Vazgeçecek gibi olsak devlet bir şey yapar ve bizi âdeta geri gelmeye teşvik ederdi. Burada kurduğumuz aidiyet ilişkisinden vazgeçmek mümkün olmuyordu. Çünkü Beyoğlu’nun hem direniş alanı olarak kendine ait tarihi hem de kadınlar, eşcinseller, translar olarak üstüne inşa ettiğimiz hareket, hâlâ buraya dair bir mücadelemiz, arzumuz ve hasretimiz olduğunu gösteriyor. Bu nedenle kadınların hâlâ ısrarla İstiklâl’de “Geceleri de sokakları da terk etmiyoruz” demesi gözümüzü parlatıyor.

Renan’ın da dediği gibi, “O kadar da kolay değil Beyoğlu’ndan çıkmak.”


1- Yazarın çevirisi. Vryonis, S. (2005). The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom Of September 6 – 7, 1955, And The Destruction Of The Greek Community Of Istanbul. greekworks.com.

2- Metindeki alıntılar 2005 yılında doktora tez çalışmam sürecinde yaptığım odak grup tartışmaları ile Ekim 2019’da telefon aracılığıyla yaptığım görüşmelere dayanmaktadır. Görüşme yaptığım kadınların isimleri değiştirilmiştir.

3- Başdaş, B. (2007). Cosmopolitanism in the City: Contested Claims to Bodies and Sexualities in Beyoğlu, Istanbul (Yayımlanmamış doktora tezi). Los Angeles: Kaliforniya Üniversitesi.

4- Başdaş, B. (2010). Kadınların Haritası: Toplumsal cinsiyet, kamusal alan ve farklılıkların merkezi Beyoğlu. Dosya, (19), 75-80.

DÖN