Bilinemeyenler Haritası’nın kolektif çizimi.
Fotoğraf: Aslıhan Şenel
Liana Kuyumcuyan: Bilinemeyenler Okulu fikri nasıl ortaya çıktı? Projede neden Beyoğlu’na odaklanmayı tercih ettiniz?

Aslıhan Şenel: Bilinemeyenler Okulu, bir yeri bilmenin ne demek olduğunu araştırmak, kişisel ya da kolektif, profesyonel ya da amatör, eğitimci ya da öğrenci olarak yere dair bilgimizi nasıl edindiğimizi anlamak, bilgi aracılığıyla kurulan mevcut güç ilişkilerini sorgulayarak bir yerdekiler arasında daha eşitlikçi ilişkiler kurulmasını teşvik etmek üzere oluşturduğumuz, geleneksel okul anlayışına alternatif bir öğrenme ve bilgi üretme biçimi.

Bir süredir sanatçı ve eğitimci Aylin Vartanyan, mimar, şehir plancısı ve tasarım eğitimcisi Susan Dunne ve lisansüstü öğrencilerim ve çalışma arkadaşlarım Elif Hant ve Buse Özçelik ile tartıştığımız ve farklı ortaklıklarla farklı yerlerde geliştirdiğimiz bu tür bir anlayışı 4. İstanbul Tasarım Bienali açık çağrısına cevap olarak oluşturduk. Daha sonra çalışma sürecinde yaklaşık otuz katılımcıyla iki hafta boyunca üretim yaptık. Sonrasında daha geniş katılımcı gruplarla üretimlerimizi paylaştık ve onlar da bizim haritamız üzerinden yeni üretimler yaptı.

“Bilinemeyen” kavramı bizim okulumuzun değerler sisteminin temeli. Günümüzde en son teknolojilerle uydudan dünyanın her köşesinin haritası çıkarılıyor, canlılar hücrelerine kadar görüntülenebiliyor. Bu teknolojik görme, tüm bilginin nesnel olarak toplanabilir olduğu gibi bir yanılgı yaratıyor ve en çok görebilen en çok bilen oluyor. Güç hiyerarşileri nesnel bilgiyle kuruluyor. Öznel bilgi değersizleştiriliyor. Otoritenin üretip dağıtıma soktuğu tepeden inme bilgi, yerinde üretilen öznel, çoklu ve değişken bilgiyi yok sayıyor. Oysa bilinmeyen, ama deneyimle üretilen öznel bilginin güç hiyerarşilerini altüst edebileceğini söyleyebiliriz. Bizim projemizdeki bilinemeyen de hâkim otoritenin bilme stratejilerine karşı taktikler yoluyla üretilen bir eleştiri olarak görülebilir. Her şeyi görebildiğini ve bilebildiğini, bu bilgiyi dolaysızca aktarabildiğini iddia eden bir duruş yerine yerinden öğrenen, deneyime duyarlı ve bir yerle çoklu ilişkiler kurmayı amaçlayan bir yaklaşımı benimsiyoruz.

Beyoğlu’nun ise çekirdek ekibin, genişletilmiş grubun ve katılımcıların hayatında önemli bir yeri var. Hepimizin eğitim gördüğü, çalıştığı, sık sık ziyaret ettiği ya da yaşamış olduğu, dolayısıyla buraya karşı bir aidiyet ve sorumluluk hissettiği bir semt. Beyoğlu’ndaki mekânsal değişimlere ve eşitsizliklere eleştirel bir duruş geliştirmek, buranın hâlâ yerel bir bilgisinin üretildiğini görmek / göstermek ve bu yerel bilginin direnişine yaratıcı bir katkı sağlamak için Bilinemeyenler Okulu’nun aracı olmasını istedik.

Projenin gerçekleştiği sırada öğrenciler Beyoğlu’nun hangi bölgelerinde çalıştılar? Bu bölgelerde belgelenmesine karar verilen unsurlar nelerdi?

Biz grubumuzu eğitimci ve öğrenci olarak ayırmadık aslında, projeyi başlatan ekip eğitimcilerden oluşuyor, fakat işin devamında hepimiz üretime katılmaya çalıştık, süreçte hepimiz öğrenen ve üreten olduk. Beyoğlu’nda özellikle bize üretim mekânı sağlayan İTÜ Mimarlık Fakültesi binasından başlayarak, Taksim Meydanı’nda, İstiklâl Caddesi ve çevresinde, Şişhane ve Galata’ya kadar olan bir alanda çalıştık.

Bilginin kendi öznel ve kolektif bakışımızdan ya da deneyimimizden bağımsız olmadığı kabulüyle belgelediğimiz şey, yerinde çalıştığımız bir hafta boyunca yaptığımız hatırlama, gezinme ve oyun oynama gibi eylemler ve bunların ortaya çıkardığı bilgiydi. Çalışmanın farklı zamanlarında alanda gezerek ortak, parçalı ve çoklu bir Beyoğlu anlatısı oluşturduk. Bu anlatıyı oluşturan gezilerden birinde farklı katılımcıların topladığı görsel ve işitsel malzemeyi eleştirel bir bakışla eşleştirdik. Bir başka gezi sırasında önceden hazırladığımız, “oyuna davet haritası”yla üç ana tema altında oyunlar oynadık. Bu temalar sınırlar, gözetim ve toplumsal hafıza idi. Önerilen oyunlar ise yeri keşfetmeye yönelik, açık uçlu, eğlenceli ve kışkırtıcı başlangıçlar olarak sunuluyordu.

Toplumsal hafıza teması içindeki “heykel olmak” oyununda bir İstanbullu’nun toplumsal hafızasında önemli bir iz bırakmış bir mekânı seçip o mekânda gelecekte var olabileceğini birlikte düşünebileceğimiz bir heykeli hayal etmemiz isteniyordu. Sınırlar teması içindeki “açık kapı” oyunu, İstiklâl Caddesi üzerindeki mekânlarda kapılara rastlamadan ne kadar ilerleyebildiğimizi, kaç kapıyı açabildiğimizi ya da açtırabildiğimizi sorgulatıyordu. Gözetim teması altındaki “yaman takip” oyunu, birinin fark edilmeden diğerini izlemeye çalışırken takip edilenin ne zaman ve nerede izlendiğini hissedeceğini araştırmaya teşvik ediyordu.

Çıkarılan harita, çizim ve hikâyelerin her birini ayrı gruplar hazırladı. Bu grupların odaklandığı hikâyelerden birkaç örnek anlatabilir misiniz?

Hazırladığımız harita bizim bir hafta boyunca ortak ürettiğimiz bir Beyoğlu’nu, başımızdan geçen pek çok hikâyeyi, paylaştığımız anıları ve gerçek Beyoğlu’ndan yola çıkarak birlikte hayal ettiğimiz kurgusal mekân ve olayları içeriyor. Haritalamayı oluştururken, süreci tesadüf ve bilinçdışına açan, aynı zamanda aramızdaki etkileşimi çeşitlendiren oyunlar oynamaya devam ettik. Oyunlardan biri “kim/kiminle/nerede/ne yapıyor” idi. Masa etrafında oturan oyuncular önce Beyoğlu’nda bir karakter çizdi ve kim olduğunu yazdı, kâğıdı katlayıp yanındakine verdi. İkinci oyuncu ilk çizimin dışarıda bıraktığı çizgi uçlarından başlayarak kiminle olduğunu çizdi, yazdı ve kâğıdın sonuna gelene kadar bu böyle devam etti. Sonunda kâğıtlar açılıp bakıldığında Beyoğlu’na dair eğlenceli cümleler, kolektif bilinçdışımızı yansıtan hikâyeler çıktı. Başka bir oyunda da Beyoğlu’ndaki deneyimlerimizden yola çıkarak hatırladıklarımızı birer kelime ile yazıp katlayıp bir torbada topladık. Herkes torbadan çektiği kelimelerin Beyoğlu’na dair onlara hatırlattığını çizdi. Kelimeler ortak belleğimizi topluyor ve hatırlama sürecimizi canlandırıyordu.

Bu sırada atölyeyle birlikte belleğimizde yer eden sıradan yerler de çizime ekleniyordu: “Tek beden” oyununu oynayarak geçtiğimiz sokaktaki zorla sığdığımız dar kaldırım ya da güler yüzlü bir adamın bize oturacak yer verip on kişi olduğumuz için kendisinin yersiz kaldığı dükkânın önündeki basamak gibi. Yerlerin boyutlarını, ışığını, sesini, ısısını, kaslarımızda bıraktığı sızıyı çizime aktarırken bedensel belleğimiz devreye giriyordu. Bunlar ve daha fazlası şu an Bilinemeyenler Haritası’na yerleşmiş ve iç içe geçmiş durumda.

İlginç olan, bu yere-kişilere-zamana özgü anılar ve hikâyeler haritayı oynayanlar tarafından rahatlıkla alınıp kendi hikâyelerini kurmak amacıyla dönüştürülebiliyor. Bilinemeyenler Haritası, farklılıklarımıza rağmen paylaştığımız ortak deneyimleri ve hayalleri, bunları olanaklı kılan kent mekânlarını bulmaya aracılık ediyor. Beyoğlu gibi hızla dönüşen ve ortak mekânlarımızın gittikçe daraldığı bir yerde yeni ortaklıklar keşfetmemizi sağlıyor. Oynayanların, Bilinemeyenler Haritası’ndan başlayarak ürettikleri hikâyelerden birinde (Ada Karadoğan, Buse Özyılmaz, Gizem Yağmur Gölbaşı ve Tuğçe Ebrar, “Kokoş”) kimse tarafından fark edilmeyen karakter İstiklâl Caddesi’nde endişeyle yürüyor, daha iyi günlerini hatırladığı Gezi Parkı’nda hüzünleniyor, artık yıkılmış olan AKM gibi hiçbir yerde kendisine yer bulamamaktan şikâyet ediyor. Hikâyenin sonunda anladığımız üzere bu bir hamamböceği, sterilleşen ve soylulaştırılan Beyoğlu’nda kendisine yer bulamayan diğer hamamböceklerini de örgütleyerek bir devrim peşinde olduğunu okuyoruz. Haritanın üzerine de çizilen bu hikâye oradaki mekânların dönüşümüne bir cevap niteliğinde, haritayı istila eden hamamböcekleri de hem Beyoğlu’nun sterilliğini hem de haritanın siyah-beyaz baskısını sekteye uğratıyor. Bir başka hikâyede (Nida Bilgen, Gamze Büşra Kaya ve Hilal Bozkurt, “Eyes that We Live in”) İstiklâl Caddesi’nde yürüyen birinin haritadaki belli karakter, nesne ve mekânlar aracılığıyla farklı gözlerden bu yere bakışına dair bir monolog okuyoruz. Yazılan hikâye haritayı kokular, sesler ve hisler ile canlandırıyor.

Tasarlanan tabureler bu süreçte nasıl rol oynadı?

Atölye sırasında “Tabureler Taburesi” (Bienal başlığı olan “school of schools”’a bir gönderme yaparak “stool of stools”) adını verdiğimiz, üzerinde Bilinemeyenler Haritası ve içinde gizli çekmeceleri olan 32 adet minik tabure ürettik. Bu tabureleri etkileşimli gösteri yoluyla sokaktan geçen insanlarla buluşmak için bir araç olarak kullandık. Tekil veya grup hâlinde sokak kenarlarında, parklarda veya avlularda bu taburelere oturarak gizli çekmecelerdeki oyunları, minik oyuncakları ve yararlı nesneleri de kullanarak yeni karşılaşmalar ve sürpriz olaylar yaşadık. Tabureler sokaktan geçenlerle etkileşimi kolaylaştırdı ve eğlenceli bir ortam yarattı. Kentsel gösteri ve performanslardan sonra “Tabureler Taburesi” ve “Bilinmeyenler Haritası” herkesin kendi alanlarını, hikâyelerini, oyuncu pratiklerini bulmaları için Akbank Sanat Galerisi’ne yerleştirildi. Harita ve tabureler yerin karmaşıklığı üzerine oyuncu bir etkileşim ve açık uçlu bir tepki üretmeye davet etti.

Beyoğlu çevresinde çalışıldığı sırada oranın esnafından, mahalleliden veya sokaktan geçenlerden nasıl tepkiler aldınız? Aklınızda kalan bir hikâye var mı?

Bir defasında Beyoğlu pasajlarından birinde körebe oynayarak oyun aracılığıyla kamusal mekânın sınırlarının genişleyebildiğini ve diğer insanların önyargılarını bırakarak bize katılabildiğini gördük. Pasajdaki güvenlik görevlisi ve garsonlar ebenin saklananları bulması ya da bulamaması için işaretler yaparak oyuna dahil oldular. Yüzlerindeki çocuksu gülümseyişi unutamam. Başka bir defa, grup olarak İstiklâl Caddesi üzerinde karşılıklı sıralandık ve alkışlayarak insanları bizim oluşturduğumuz tünelden geçmeye teşvik ettik. Bir süre sonra hem aramızdan geçen hem de bizimle durup alkış tutan katılımcıların arttığını ve aramızdaki psikolojik ve fiziksel sınırların muğlaklaştığını gördük. Bunlar dışında pek çok seyyar satıcı ve esnaf ile samimi sohbetlerimiz oldu. Haritada doğrudan temsillerini koymamaya ve onları nesneleştirmemeye gayret ederek kurgusal karakterlerde sevdiğimiz bazı özelliklerini yaşattık. Haritamız basıldıktan sonra onlara da kopyalarını götürdük.

Sizin kişisel olarak bu çalışmadan sonra Beyoğlu’na dair yeni bir gözleminiz oldu mu?

Her yaptığımız çalışma gibi bu çalışma sonrasında da bir yere dair yeni deneyimler kazanmanın yolları açılıyor. Çalıştığımız yerlere daha sonra tekrar gitmek bir zevk oluyor ve birlikte oynadığımız oyunların verdiği cesaretle kendimi kamusal mekânda daha özgürleşmiş hissediyorum. Gözlemlediğim şey, sadece Beyoğlu’na ait olmaktan çok benim ve atölyedeki diğerlerinin bu yerle kurduğu ilişkideki yenilikler olabilir. Burada daha çok bulunmak istediğimizi, mekâna karşı daha çok sorumluluk ve aidiyet hissettiğimizi söyleyebilirim.

Yazdığınız manifestoda “yerin bilgisinin üretiminde yeni yollar keşfetmeye adanmıştır” diye bir madde var. Bu yeni yollara örnek olarak neler verilebilir?

Daha önce de bahsettiğim gibi, bu yeni yollar hâkim otoritenin bilme stratejilerine karşı serbest keşifler ve beklenmedik karşılaşmalar için ürettiğimiz eleştirel taktiklere işaret ediyor. Haritalama, yerleştirme ve performans taktikleri, etkileşim ve temsilin çeşitli düzeylerini deneme ve keşfetme olanaklarını tanırken bunlar aracılığıyla gerçekleşen kentsel gösteriye, oyunlara ve oyun-haritaya daha fazla insanın katılımı, yeniden yorumlamaya açık bir süreç öneriyor. Bu açık süreç, mesafeli bir gözlemleyen ve belgeleyen rolü yerine Beyoğlu’ndakilerle karşılıklı sohbet etmeyi, kendimizi ve çalışmamızı açık etmeyi ve etrafımızdakileri oyuna davet etmeyi içeriyor.

Projenin üzerinden bir yıl geçti, bugünden baktığınızda aldığınız çıktılardan memnun musunuz? Beyoğlu özelinde yaptığınız çalışma İstanbul’un başka semtlerine de uyarlanabilir mi?

Şimdi projeyi tekrar değerlendirdiğimde projenin bir çıktısı olan haritanın yayılabilir, paylaşılabilir ve öznelliği nedeniyle katılıma açık olmasını çok olumlu buluyorum. Proje bizim için hâlâ olanaklar barındırıyor, haritadan üreteceğimiz bir masa oyunu var. Masa oyununun yapılı çevrenin nasıl üretildiğine dair soruları geliştireceğini ve meslekten olmayanlarla paylaşımı güçlendireceğini düşünüyorum. Bu süreçten öğrendiklerimizle yeni yerlerde benzer ve geliştirilmiş taktiklerle başka haritalar üretmeye devam ediyoruz ve daha sonra da devam edeceğiz gibi görünüyor.

Bilinemeyenler Haritası’nın kolektif çizimi.
Fotoğraf: Aslıhan Şenel
Liana Kuyumcuyan: Bilinemeyenler Okulu fikri nasıl ortaya çıktı? Projede neden Beyoğlu’na odaklanmayı tercih ettiniz?

Aslıhan Şenel: Bilinemeyenler Okulu, bir yeri bilmenin ne demek olduğunu araştırmak, kişisel ya da kolektif, profesyonel ya da amatör, eğitimci ya da öğrenci olarak yere dair bilgimizi nasıl edindiğimizi anlamak, bilgi aracılığıyla kurulan mevcut güç ilişkilerini sorgulayarak bir yerdekiler arasında daha eşitlikçi ilişkiler kurulmasını teşvik etmek üzere oluşturduğumuz, geleneksel okul anlayışına alternatif bir öğrenme ve bilgi üretme biçimi.

Bir süredir sanatçı ve eğitimci Aylin Vartanyan, mimar, şehir plancısı ve tasarım eğitimcisi Susan Dunne ve lisansüstü öğrencilerim ve çalışma arkadaşlarım Elif Hant ve Buse Özçelik ile tartıştığımız ve farklı ortaklıklarla farklı yerlerde geliştirdiğimiz bu tür bir anlayışı 4. İstanbul Tasarım Bienali açık çağrısına cevap olarak oluşturduk. Daha sonra çalışma sürecinde yaklaşık otuz katılımcıyla iki hafta boyunca üretim yaptık. Sonrasında daha geniş katılımcı gruplarla üretimlerimizi paylaştık ve onlar da bizim haritamız üzerinden yeni üretimler yaptı.

“Bilinemeyen” kavramı bizim okulumuzun değerler sisteminin temeli. Günümüzde en son teknolojilerle uydudan dünyanın her köşesinin haritası çıkarılıyor, canlılar hücrelerine kadar görüntülenebiliyor. Bu teknolojik görme, tüm bilginin nesnel olarak toplanabilir olduğu gibi bir yanılgı yaratıyor ve en çok görebilen en çok bilen oluyor. Güç hiyerarşileri nesnel bilgiyle kuruluyor. Öznel bilgi değersizleştiriliyor. Otoritenin üretip dağıtıma soktuğu tepeden inme bilgi, yerinde üretilen öznel, çoklu ve değişken bilgiyi yok sayıyor. Oysa bilinmeyen, ama deneyimle üretilen öznel bilginin güç hiyerarşilerini altüst edebileceğini söyleyebiliriz. Bizim projemizdeki bilinemeyen de hâkim otoritenin bilme stratejilerine karşı taktikler yoluyla üretilen bir eleştiri olarak görülebilir. Her şeyi görebildiğini ve bilebildiğini, bu bilgiyi dolaysızca aktarabildiğini iddia eden bir duruş yerine yerinden öğrenen, deneyime duyarlı ve bir yerle çoklu ilişkiler kurmayı amaçlayan bir yaklaşımı benimsiyoruz.

Beyoğlu’nun ise çekirdek ekibin, genişletilmiş grubun ve katılımcıların hayatında önemli bir yeri var. Hepimizin eğitim gördüğü, çalıştığı, sık sık ziyaret ettiği ya da yaşamış olduğu, dolayısıyla buraya karşı bir aidiyet ve sorumluluk hissettiği bir semt. Beyoğlu’ndaki mekânsal değişimlere ve eşitsizliklere eleştirel bir duruş geliştirmek, buranın hâlâ yerel bir bilgisinin üretildiğini görmek / göstermek ve bu yerel bilginin direnişine yaratıcı bir katkı sağlamak için Bilinemeyenler Okulu’nun aracı olmasını istedik.

Projenin gerçekleştiği sırada öğrenciler Beyoğlu’nun hangi bölgelerinde çalıştılar? Bu bölgelerde belgelenmesine karar verilen unsurlar nelerdi?

Biz grubumuzu eğitimci ve öğrenci olarak ayırmadık aslında, projeyi başlatan ekip eğitimcilerden oluşuyor, fakat işin devamında hepimiz üretime katılmaya çalıştık, süreçte hepimiz öğrenen ve üreten olduk. Beyoğlu’nda özellikle bize üretim mekânı sağlayan İTÜ Mimarlık Fakültesi binasından başlayarak, Taksim Meydanı’nda, İstiklâl Caddesi ve çevresinde, Şişhane ve Galata’ya kadar olan bir alanda çalıştık.

Bilginin kendi öznel ve kolektif bakışımızdan ya da deneyimimizden bağımsız olmadığı kabulüyle belgelediğimiz şey, yerinde çalıştığımız bir hafta boyunca yaptığımız hatırlama, gezinme ve oyun oynama gibi eylemler ve bunların ortaya çıkardığı bilgiydi. Çalışmanın farklı zamanlarında alanda gezerek ortak, parçalı ve çoklu bir Beyoğlu anlatısı oluşturduk. Bu anlatıyı oluşturan gezilerden birinde farklı katılımcıların topladığı görsel ve işitsel malzemeyi eleştirel bir bakışla eşleştirdik. Bir başka gezi sırasında önceden hazırladığımız, “oyuna davet haritası”yla üç ana tema altında oyunlar oynadık. Bu temalar sınırlar, gözetim ve toplumsal hafıza idi. Önerilen oyunlar ise yeri keşfetmeye yönelik, açık uçlu, eğlenceli ve kışkırtıcı başlangıçlar olarak sunuluyordu.

Toplumsal hafıza teması içindeki “heykel olmak” oyununda bir İstanbullu’nun toplumsal hafızasında önemli bir iz bırakmış bir mekânı seçip o mekânda gelecekte var olabileceğini birlikte düşünebileceğimiz bir heykeli hayal etmemiz isteniyordu. Sınırlar teması içindeki “açık kapı” oyunu, İstiklâl Caddesi üzerindeki mekânlarda kapılara rastlamadan ne kadar ilerleyebildiğimizi, kaç kapıyı açabildiğimizi ya da açtırabildiğimizi sorgulatıyordu. Gözetim teması altındaki “yaman takip” oyunu, birinin fark edilmeden diğerini izlemeye çalışırken takip edilenin ne zaman ve nerede izlendiğini hissedeceğini araştırmaya teşvik ediyordu.

Çıkarılan harita, çizim ve hikâyelerin her birini ayrı gruplar hazırladı. Bu grupların odaklandığı hikâyelerden birkaç örnek anlatabilir misiniz?

Hazırladığımız harita bizim bir hafta boyunca ortak ürettiğimiz bir Beyoğlu’nu, başımızdan geçen pek çok hikâyeyi, paylaştığımız anıları ve gerçek Beyoğlu’ndan yola çıkarak birlikte hayal ettiğimiz kurgusal mekân ve olayları içeriyor. Haritalamayı oluştururken, süreci tesadüf ve bilinçdışına açan, aynı zamanda aramızdaki etkileşimi çeşitlendiren oyunlar oynamaya devam ettik. Oyunlardan biri “kim/kiminle/nerede/ne yapıyor” idi. Masa etrafında oturan oyuncular önce Beyoğlu’nda bir karakter çizdi ve kim olduğunu yazdı, kâğıdı katlayıp yanındakine verdi. İkinci oyuncu ilk çizimin dışarıda bıraktığı çizgi uçlarından başlayarak kiminle olduğunu çizdi, yazdı ve kâğıdın sonuna gelene kadar bu böyle devam etti. Sonunda kâğıtlar açılıp bakıldığında Beyoğlu’na dair eğlenceli cümleler, kolektif bilinçdışımızı yansıtan hikâyeler çıktı. Başka bir oyunda da Beyoğlu’ndaki deneyimlerimizden yola çıkarak hatırladıklarımızı birer kelime ile yazıp katlayıp bir torbada topladık. Herkes torbadan çektiği kelimelerin Beyoğlu’na dair onlara hatırlattığını çizdi. Kelimeler ortak belleğimizi topluyor ve hatırlama sürecimizi canlandırıyordu.

Bu sırada atölyeyle birlikte belleğimizde yer eden sıradan yerler de çizime ekleniyordu: “Tek beden” oyununu oynayarak geçtiğimiz sokaktaki zorla sığdığımız dar kaldırım ya da güler yüzlü bir adamın bize oturacak yer verip on kişi olduğumuz için kendisinin yersiz kaldığı dükkânın önündeki basamak gibi. Yerlerin boyutlarını, ışığını, sesini, ısısını, kaslarımızda bıraktığı sızıyı çizime aktarırken bedensel belleğimiz devreye giriyordu. Bunlar ve daha fazlası şu an Bilinemeyenler Haritası’na yerleşmiş ve iç içe geçmiş durumda.

İlginç olan, bu yere-kişilere-zamana özgü anılar ve hikâyeler haritayı oynayanlar tarafından rahatlıkla alınıp kendi hikâyelerini kurmak amacıyla dönüştürülebiliyor. Bilinemeyenler Haritası, farklılıklarımıza rağmen paylaştığımız ortak deneyimleri ve hayalleri, bunları olanaklı kılan kent mekânlarını bulmaya aracılık ediyor. Beyoğlu gibi hızla dönüşen ve ortak mekânlarımızın gittikçe daraldığı bir yerde yeni ortaklıklar keşfetmemizi sağlıyor. Oynayanların, Bilinemeyenler Haritası’ndan başlayarak ürettikleri hikâyelerden birinde (Ada Karadoğan, Buse Özyılmaz, Gizem Yağmur Gölbaşı ve Tuğçe Ebrar, “Kokoş”) kimse tarafından fark edilmeyen karakter İstiklâl Caddesi’nde endişeyle yürüyor, daha iyi günlerini hatırladığı Gezi Parkı’nda hüzünleniyor, artık yıkılmış olan AKM gibi hiçbir yerde kendisine yer bulamamaktan şikâyet ediyor. Hikâyenin sonunda anladığımız üzere bu bir hamamböceği, sterilleşen ve soylulaştırılan Beyoğlu’nda kendisine yer bulamayan diğer hamamböceklerini de örgütleyerek bir devrim peşinde olduğunu okuyoruz. Haritanın üzerine de çizilen bu hikâye oradaki mekânların dönüşümüne bir cevap niteliğinde, haritayı istila eden hamamböcekleri de hem Beyoğlu’nun sterilliğini hem de haritanın siyah-beyaz baskısını sekteye uğratıyor. Bir başka hikâyede (Nida Bilgen, Gamze Büşra Kaya ve Hilal Bozkurt, “Eyes that We Live in”) İstiklâl Caddesi’nde yürüyen birinin haritadaki belli karakter, nesne ve mekânlar aracılığıyla farklı gözlerden bu yere bakışına dair bir monolog okuyoruz. Yazılan hikâye haritayı kokular, sesler ve hisler ile canlandırıyor.

Tasarlanan tabureler bu süreçte nasıl rol oynadı?

Atölye sırasında “Tabureler Taburesi” (Bienal başlığı olan “school of schools”’a bir gönderme yaparak “stool of stools”) adını verdiğimiz, üzerinde Bilinemeyenler Haritası ve içinde gizli çekmeceleri olan 32 adet minik tabure ürettik. Bu tabureleri etkileşimli gösteri yoluyla sokaktan geçen insanlarla buluşmak için bir araç olarak kullandık. Tekil veya grup hâlinde sokak kenarlarında, parklarda veya avlularda bu taburelere oturarak gizli çekmecelerdeki oyunları, minik oyuncakları ve yararlı nesneleri de kullanarak yeni karşılaşmalar ve sürpriz olaylar yaşadık. Tabureler sokaktan geçenlerle etkileşimi kolaylaştırdı ve eğlenceli bir ortam yarattı. Kentsel gösteri ve performanslardan sonra “Tabureler Taburesi” ve “Bilinmeyenler Haritası” herkesin kendi alanlarını, hikâyelerini, oyuncu pratiklerini bulmaları için Akbank Sanat Galerisi’ne yerleştirildi. Harita ve tabureler yerin karmaşıklığı üzerine oyuncu bir etkileşim ve açık uçlu bir tepki üretmeye davet etti.

Beyoğlu çevresinde çalışıldığı sırada oranın esnafından, mahalleliden veya sokaktan geçenlerden nasıl tepkiler aldınız? Aklınızda kalan bir hikâye var mı?

Bir defasında Beyoğlu pasajlarından birinde körebe oynayarak oyun aracılığıyla kamusal mekânın sınırlarının genişleyebildiğini ve diğer insanların önyargılarını bırakarak bize katılabildiğini gördük. Pasajdaki güvenlik görevlisi ve garsonlar ebenin saklananları bulması ya da bulamaması için işaretler yaparak oyuna dahil oldular. Yüzlerindeki çocuksu gülümseyişi unutamam. Başka bir defa, grup olarak İstiklâl Caddesi üzerinde karşılıklı sıralandık ve alkışlayarak insanları bizim oluşturduğumuz tünelden geçmeye teşvik ettik. Bir süre sonra hem aramızdan geçen hem de bizimle durup alkış tutan katılımcıların arttığını ve aramızdaki psikolojik ve fiziksel sınırların muğlaklaştığını gördük. Bunlar dışında pek çok seyyar satıcı ve esnaf ile samimi sohbetlerimiz oldu. Haritada doğrudan temsillerini koymamaya ve onları nesneleştirmemeye gayret ederek kurgusal karakterlerde sevdiğimiz bazı özelliklerini yaşattık. Haritamız basıldıktan sonra onlara da kopyalarını götürdük.

Sizin kişisel olarak bu çalışmadan sonra Beyoğlu’na dair yeni bir gözleminiz oldu mu?

Her yaptığımız çalışma gibi bu çalışma sonrasında da bir yere dair yeni deneyimler kazanmanın yolları açılıyor. Çalıştığımız yerlere daha sonra tekrar gitmek bir zevk oluyor ve birlikte oynadığımız oyunların verdiği cesaretle kendimi kamusal mekânda daha özgürleşmiş hissediyorum. Gözlemlediğim şey, sadece Beyoğlu’na ait olmaktan çok benim ve atölyedeki diğerlerinin bu yerle kurduğu ilişkideki yenilikler olabilir. Burada daha çok bulunmak istediğimizi, mekâna karşı daha çok sorumluluk ve aidiyet hissettiğimizi söyleyebilirim.

Yazdığınız manifestoda “yerin bilgisinin üretiminde yeni yollar keşfetmeye adanmıştır” diye bir madde var. Bu yeni yollara örnek olarak neler verilebilir?

Daha önce de bahsettiğim gibi, bu yeni yollar hâkim otoritenin bilme stratejilerine karşı serbest keşifler ve beklenmedik karşılaşmalar için ürettiğimiz eleştirel taktiklere işaret ediyor. Haritalama, yerleştirme ve performans taktikleri, etkileşim ve temsilin çeşitli düzeylerini deneme ve keşfetme olanaklarını tanırken bunlar aracılığıyla gerçekleşen kentsel gösteriye, oyunlara ve oyun-haritaya daha fazla insanın katılımı, yeniden yorumlamaya açık bir süreç öneriyor. Bu açık süreç, mesafeli bir gözlemleyen ve belgeleyen rolü yerine Beyoğlu’ndakilerle karşılıklı sohbet etmeyi, kendimizi ve çalışmamızı açık etmeyi ve etrafımızdakileri oyuna davet etmeyi içeriyor.

Projenin üzerinden bir yıl geçti, bugünden baktığınızda aldığınız çıktılardan memnun musunuz? Beyoğlu özelinde yaptığınız çalışma İstanbul’un başka semtlerine de uyarlanabilir mi?

Şimdi projeyi tekrar değerlendirdiğimde projenin bir çıktısı olan haritanın yayılabilir, paylaşılabilir ve öznelliği nedeniyle katılıma açık olmasını çok olumlu buluyorum. Proje bizim için hâlâ olanaklar barındırıyor, haritadan üreteceğimiz bir masa oyunu var. Masa oyununun yapılı çevrenin nasıl üretildiğine dair soruları geliştireceğini ve meslekten olmayanlarla paylaşımı güçlendireceğini düşünüyorum. Bu süreçten öğrendiklerimizle yeni yerlerde benzer ve geliştirilmiş taktiklerle başka haritalar üretmeye devam ediyoruz ve daha sonra da devam edeceğiz gibi görünüyor.

DÖN