Beyoğlu’nun üretim bölgesi olarak tanımlayabileceğimiz Şişhane, Galata ve Karaköy, tarihi boyunca konumu ve sosyo-ekonomik yapısıyla kendine özgü bir zanaat ve ticaret kültürü oluşturmuş; malzemenin temini, işlenmesi ve son ürünün dağılımının bölge bölge takip edilebildiği bir aks hâlini almıştır. Beyoğlu’nun üretimle ilişkisini ve kentsel dönüşüm nedeniyle geçirmekte olduğu değişimleri Aslı Kıyak İngin’in yürüttüğü Made in Şişhane projesi üzerinden ele aldık.

Şişhane-Galata-Karaköy aksına genel bakış 

Beyoğlu’nun Şişhane-Galata-Karaköy aksı uzun yıllardır kent içinde küçük ölçekli üretimin gerçekleşmekte olduğu bir yer. Bu üç bölgenin üretimle olan ilişkileri, tarih boyunca organik olarak birbirinden ayrışmış ve birer karakter edinmiş hâlde. Örneğin Karaköy’de sıklıkla görülen malzemeciler ve hırdavatçılar, Galata ve Şişhane’ye doğru yerini enstrüman üreticileri, elektronikçiler ve aydınlatma aksamı satan dükkânlara bırakır. Şişhane’yi Galata’ya bağlayan sokaklarda metal, sıvama, tel, akrilik, ahşap torna ve oyma gibi çeşitli zanaat atölyeleri görülürken, Şişhane’de neredeyse sadece aydınlatma ve avize üzerine yoğunlaşan atölye ve dükkânların olduğu söylenebilir. Bahsettiğimiz bu üç bölgenin farklı karakterleri bir yandan da üretim açısından birbirini besler. Şişhane-Galata arasında konumlanan atölyeler, Karaköy’den alınan yarı mamullerle Şişhane’deki aydınlatma dükkânları arasında üretimin gerçekleştiği ara noktalar olarak görülebilir.

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Son yıllarda bölgenin bu üretim odaklı yapısı, temelinde turizm ve inşaatı destekleyen kent politikalarıyla, sanat ve tasarımla ilgilenen kesim için popüler hâle gelmesiyle hızlı bir değişim sürecine girdi. Bölgede inşa edilen otellerle başlayan bu değişimin bugün en görünür hâli kafe ve restoranların yaratmakta olduğu yeni kimlik. Örneğin SALT Galata’nın bulunduğu Bankalar Caddesi ve çevresinde açılan yeni kafelerin, ekonomik açıdan ve mekân tasarımı olarak, sokağın Galata tarafındaki elektronikçilere değil, Karaköy sahil tarafındaki ofislerin ve otellerin kullanıcılarına hitap ettiği söylenebilir. Kafe ve restoranların artmasına paralel olarak Galata-Karaköy hattında kültür-sanat odaklı mekânların artması, üretim bölgesine sadece turistleri değil, sanatçı, tasarımcı ve akademisyen gruptan yerelleri de çekmekte. “İKSV ve SALT Galata gibi mekânların Şişhane Bölgesi ve çevresine yerleşmesi ve düzenledikleri kültür-sanat etkinlikleri, bölgeye alım gücü görece yüksek olan kitleyi çekerek soylulaştırmayı artırıcı bir etki yapmaktadır.”1

Şişhane özelinde bakıldığında, 100 yıldan uzun süredir merkezinde aydınlatmacı ve avizecilerin, çevresinde metal atölyeleri ve elektrik aksam satan dükkânların bulunduğu bir alan görülüyor. Şişhane ve komşu hatlarındaki malzemeci ve üreticilerin sosyal ve mekânsal bağlantıları bölgenin kimliğini oluşturmuş; Şişhane’nin zanaatkârlarının, Karaköy ve Perşembe Pazarı’nın tedarikçileriyle oluşturduğu güçlü üretim ağı yıllar içerisinde bölgeyi aydınlatma ürünleri için hem üretim, hem sergileme, hem de satış merkezi hâline getirmiştir. Çevredeki dönüşümle beraber zamanla üretim atölyelerinin görünürlüğünü kaybedip vitrinlerin ön plana çıkmasının, mekânın kimliğinin değişiminde ve tektipleşmesinde rolü olduğu söylenebilir. Kentiçi üretimin göz önünden kaldırılması ise zamanla dinamik ve kendine has olan üretim kültürünün unutulmasına yol açıyor. 

Kaybolmakta olan bu kültürün farkına varılması, özellikle üretimin sanayileştiği ve küreselleştiği, tasarımın bilgisayar üzerinden standartlaşmış ve yerellikten uzak ürünler geliştirmek olduğu şu dönemde, tasarımcılara ve tasarım öğrencilerine yeni bakış açıları kazandıracak fırsatların da doğması anlamını taşıyor.

Made in Şişhane

Şişhane’nin kopya ve tekrara dayalı üretim yapan, kendini geliştirmeyen bir bölge olarak anıldığı bir dönemde, bölgeyi içeriden tanıyan tasarımcı-akademisyen Aslı Kıyak İngin, Made in Şişhane projesi ile zanaat üretimi ve kültürünün sürdürülebilirliğine katkıda bulunmak için 2006’dan beri yaratıcı eylemler ve etkinlikler organize ediyor. Proje, Şişhane ve çevresindeki üretim mahallelerine odaklanarak zanaat ağlarını görünür kılmayı umuyor; bölgede var olan yerel bilgiyi ve yaratıcı potansiyeli ortaya çıkarmak ve zanaat kültürünü tasarımcıların, mimarların, sanatçıların ve akademinin katılımıyla zenginleştirmek için çalışıyor.2

“Bu tür üretim bölgelerinin güncel sistemlerle ilişkilendirilerek yeniden ele alınmasının hem kendi sürdürülebilirlikleri açısından hem de tasarımcılar için taşıdıkları potansiyeller açısından”3 değerli olduğunun farkında olan İngin, Made in Şişhane kapsamındaki çalışmalarını tasarım eğitimiyle de birleştiriyor. Aslı Kıyak İngin ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı Can Altay, tasarım öğrencilerinin bunun gibi alternatif bir tasarım ve eğitim sürecini deneyimlemesinin, sonrasında bu bölgelerle sürekli bir ilişkinin kurulmasına katkı sağlayabileceğini düşünüyor.4 Bir yandan da önceden tasarlayıp üretmekten farklı olarak, üretim ve tasarımın birlikte yürüdüğü, hatta ustanın da tasarım aşamasına dahil olduğu bir sürecin mümkünatını sorguluyor.

Bu kapsamda biz de, İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı ikinci sınıf öğrencisi olduğumuz 2014 yılında, Aslı Kıyak İngin, Ulaş Erdoğan, Ayşenaz Toker ve Görkem Özdemir’in yürütücülüğünü yaptığı tasarım stüdyosu altındaki Craftsman’s Diary (Zanaatkârın Günlüğü) projesinde yer aldık. İngin’in deyimiyle bu riskli ve yapılandırması pek de kolay olmayan proje boyunca haftanın belirli günlerinde Şişhane-Galata aksında bulunan küçük ölçekli üretim atölyelerinde iki kişilik gruplar hâlinde çıraklık yaptık; biz iki ay kadar Şişhane’de bulunan Üreyen Aydınlatma’nın çırakları olduk. Projenin temel amaçları Beyoğlu bölgesindeki üretim ağını tanımak, tasarımcı-usta ilişkisine dair bir fikir kazanmak, malzeme ve üretim tekniklerini öğrenmekti.

Tasarımcının Şişhane’den öğrenecekleri

Projenin arka yüzüne baktığımızda ustaların tabiriyle “iki genç kız” olarak bir metal atölyesinde çalışmanın, projenin gereğince her ânı gözlemlemenin, belgelemenin ve analiz etmenin, bir yandan da ustaların günlük rutinlerini paylaşmanın beklemediğimiz öğretileri oldu. Onların deneyimlerinden öğrenmek, onlarla birlikte çay içip hikâyelerini dinlemek başka üretim süreçlerinden alamayacağımız kadar özel ve değerli tecrübelerdi. İlk kez, hayali durumlara kâğıt üzerinde çözümler bulmamız istenen tasarım ödevlerinin aksine, gerçek bir üretim ortamının içindeydik. Tasarımın sadece güzel formlar ve kullanışlı nesneler üretmekle ilgili değil; toplum, kent, kültür ve geleneklerle ilgili olabileceğini anlıyor, tasarım disiplininin sosyal ve etik konularla ilişkisi üzerine düşünüyorduk. 

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Ustalarla kurduğumuz ilişkinin dışında, Şişhane ve çevresinde bulunarak bölgenin kendisinden de öğreniyorduk. Tarih boyunca farklı din, kültür ve değerlerden tüccar ve zanaatkârlarla biriken bilginin zenginliği ve çeşitliliğinin mekân üzerinde bir etkisi olduğunu gözlemleyebildik. Bölgenin değerli bulduğumuz bir başka yanı ise uzun yıllar nasıl kendi kendine yetebildiğiydi. Tasarımcılar olmadan da burada büyük ölçüde bir tasarım-üretim bilgisi ve faaliyeti vardı. Üstelik hem ustaların hem de bölgedeki esnafın bu faaliyetleri bizim tasarım eğitiminde alışık olduğumuz metotlarının ve süreçlerin dışına çıkan, kendine has pratik ve sezgisel düşünme ve problem çözme yöntemlerini bize gösteriyordu. Şişhane’de geçirdiğimiz sürede tasarımcılar olarak kurumsal ya da profesyonel öğretilerin aksine, kentten ve çevremizden nasıl öğrenebileceğimizi fark ediyorduk. Bu süreç bize bir yandan küçük ölçekli üretimlerin bugünün endüstri dünyasında bir seçenek olabileceğini; bir yandan da tasarımcının rolü üzerine alternatif bir yön gösterdi. Çıraklığımızın üzerinden geçen beş yılın ardından -zamanında bizi nasıl etkilediğini fark etmemiş olsak da- zanaat kültürü, kent ve toplum ile ilgili konular çalışma ve araştırma pratiğimizde yer edindi.

Bölgedeki dönüşüm ve tasarımcının soylulaştırmaya etkisi

Şişhane’deki çıraklığımız boyunca Beyoğlu’nun bir değişim sürecinde olduğuyla ilgili ilk izlenimlerimiz oluşmaya başlamıştı. Örneğin, ustalar sık sık bize bu gibi küçük üretimlere eskisi kadar talep olmadığından ve Beyoğlu’ndaki zanaat atölyelerinin ileride ayakta kalamayacağından bahsediyorlardı. Hem imar politikaları, hem kentsel dönüşüm nedeniyle hızla yükselen kiralar, hem de markaların seri üretimi tercih etmesi aydınlatma atölyelerinin de çalışma biçimini etkiliyordu. Çıraklığımız boyunca atölyeye sadece tamir için gelen kısa işler, üretim taleplerinin iki-üç katı kadardı. Ustanın aslında yapmayı kabul bile etmek istemediği bu tamir / toplama işleri, ekonomik anlamda günü geçirebilmesi için kabul ettiği, hatta neredeyse yaptığı tek iş hâline gelmişti.

Şişhane-Galata-Karaköy aksının tasarımcılar için görünür hâle gelmesi bölge için yeni fırsatların oluşması demek olabilir. Bu birliktelik sonucu yere dair söylem ve üretimin etkinliği artırılabilir ve dönüşüm süreçlerine karşı direnç oluşturabilir.5 Öte yandan, zaanatkârlar değişime açık olduğunda dönüşüm sürecinde bölgeye gelmeye başlamış yeni aktörlerden faydalanabilir. Bu durumun belki de en iyi örneği tasarımcılar ve sanatçıların iyi tanıdığı, Bienaller için işler üreten metal ustası Artin Aharon. Aslı Kıyak İngin’le gerçekleştirdiğimiz söyleşide bahsettiği üzere, değişime birçok ustadan daha açık olan Artin Usta, bölgeye gelen yeni aktörlerle olan birlikteliklerinden etkileniyor ve öğreniyor; bu doğrultuda yaptığı işler/ürünler de dönüşüyor.

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Ancak, tasarımcıları bölgeye çekerken oluşturulmaya çalışılan bu birliktelik ile üretim kültürünün sürdürülebilirliğine katkıda bulunmayı hedeflerken bölgenin kendine has yapısının değişmemesinin -en azından mümkün olduğunca az değişmesinin- nasıl sağlanacağı üzerine düşünmek önemli. Çünkü tasarımcılar olarak bir yandan kentsel dokunun ve kentte var olan küçük ölçekli üretimin korunmasının önemli olduğundan bahsediyor, bir yandan da soylulaştırmanın hızlanmasına sebep olabiliyoruz. Bölgedeki dönüşümü başlatmış otel, restoran gibi mekânların yanı sıra bölgeyle görece daha iyi ilişkiler kuran yaratıcı sektörlerin atölye, ofis ve satış mekânlarının özellikle Galata çevresine taşınmasının ardından bu kesime hitap edecek mekânlarının açılmasının soylulaştırmayı hızlandırdığı görülebiliyor. Bölgeyle tamamen ilişkisiz ve bölgede süregelen kültürü yok sayan yeni mekânların yayılarak artması ise bu dönüşümün en tehlikeli kısmını oluşturuyor. Beyoğlu’ndaki bu üretim bölgesinin geçirmekte olduğu dönüşümü ve tasarımcının bu dönüşümdeki rolü üzerine düşünmek adına Aslı Kıyak İngin ile konuştuk.

Şişhane ile olan ilişkiniz ve Made in Şişhane projesi nasıl başladı? 

Aslı Kıyak İngin: Benim bölgeyle ilişkim aydınlatma tasarımcısı olarak başlıyor. Eşimin ailesinin firması 80’lerden beri Şişhane’de aydınlatma üretimi yapıyor. Ben 90’ların sonunda firma için çalışmaya başladığımda üretim büyüdüğü için Şişhane’den İkitelli’ye taşınma süreci başlamıştı. Üç-dört yıl boyunca bölgede ilişkileri ve işleyişi görme ve deneyimleme şansım oldu. Sonrasında İkitelli’ye geçsek de bölgeyle ilişkilerimi koparmadım.

Küçük üretimin bölgeden çıkarılmasıyla ilgili dönüşüm süreçleri de beni etkiliyordu ve bu konuda ne yapabilirim diye düşünüyordum. Tasarım disiplini 2000’lerde küçük üreticiyle bire bir ilişkiden çok sanayiyle olan ilişkiye odaklanıyordu. İstanbul’daki küçük ölçekli üretim bölgelerinin tasarımcılar için bir fırsat olduğunu, tasarımcıların da bu bölgenin sürdürülebilirliğine katkıları olabileceğini gündeme getirmek için bir makale yazdım ve ulusal tasarım kongresinde sundum. Fakat konunun akademik bir platformda gündeme getirilmesinin yeterli olmayacağını düşünerek eyleme geçirmeye karar verdim. Made in Şişhane bu süreçte ortaya çıktı. 

Türkiye’de, o güne kadarki tasarım kültüründe ve sergilerinde süreç pek öne çıkarılmıyordu. Made in Şişhane’nin ilk sergisinde ürünler kadar ürünlerin arkasındaki üretim rotaları da yer aldı ve bu anlamda bir ilki oluşturdu. Özellikle bu tür zanaat mahallelerinde bir ürün bir atölyeden çıkmıyor; birçok başka atölyeye ve tedarikçiye uğrayarak tamamlanıyor. Aslında birlikte çalışmaya ve üretmeye dayalı bu ağ yapısı bölgeyi güçlü tutan en temel araçlardan biri. Dünyada çok fazla şehirde olmayan bu türden zanaat mahalleleri İstanbul’a has bir tasarım sisteminin de en önemli ve eşsiz bileşeni.

Tasarımcı, mimar ve yaratıcı kesime ek olarak öğrencilerin böyle bir sürece katılmasının nasıl bir farkı oldu? Şişhane’yi tasarım eğitimine dahil etme fikri nasıl gelişti?

Öncelikle bu tür bölgelerin formal tasarım eğitimine dahil edilmesi gerektiğininin farklı ortamlarda altını çizerek başladım. Yabancı ve yerel üniversitelerden öğrenciler ve zanaatkârlar arasında ortak çalışmalar yürütmüştüm, fakat bunlar çoğunlukla kısa süreli çalışmalardı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne Can Altay bir atölye gerçekleştirmek üzere davet ettiğinde, “öğrenciler atölyelerde çırak olsunlar, hem bölgeyi, atölyeleri, zanaatı gözlemlesinler hem sürecin günlüğünü tutsunlar” fikrini önerdim. Can da benzer bir bakış açısında olduğu için bu fikri kabul etti. Belki her üniversitede kabul edilmeyecek bir şeydir bu. Bu stüdyo dersinin, öncesinde ve devamında birçok hazırlık gerektiren, kampüs dışında kentteki atölyelere taşıyarak konfor alanı dışına çıkan bir yapısı var. 

Benim böyle bir tasarım stüdyosu önermemin sebebi yeni nesille bölgenin ve zanaatkârların ilişkisinin kurulmasını önemsememdi. Bölgedeki atölyelerin de en büyük şikâyetlerinden biri yeni neslin zanaatle ilişkisinin olmaması. Birçok öğrenci ilk defa bir zanaatkâr ve atölyesi ile bu stüdyo vesilesiyle bir araya geliyor. Sizler, bu stüdyoyu alanlar, gerçek birer çırak olmuyorsunuz, ama bu tür atölyelerle bir tasarımcı olarak belki mesafeli ve geç kuracağınız bir ilişkiye kıyasla daha içerden ve erken bir dönemde bu ilişkileri kurabildiniz. Eğitim açısından bakarsak da öğrencilerin alanda, hayatın içinde olması çok önemli. Sizin bu atölyelerde çalışmanız salt teknik ve malzemeyi öğrenmenizi sağlamadı, bu zaten okul ortamında da -aynı çeşitlilikte olmasa da- gerçekleşebilirdi.

Atölyelerini öğrencilere açacak usta ağını nasıl oluşturdunuz? Öğrencileri çırak olarak yollamak istediğinizde ustalardan nasıl tepkiler aldınız?

Ben bu durumun üç-dört noktadan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem ustalar, hem de üniversite, öğrenciler, aileler ve biz eğitimciler açısından yeni bir durum. Öğrenciler olarak sizlerin açısından basitçe Şişhane’ye gidip orada çalışmak gibi görünen şey aslında eğitim sistemini zorlayan bir durumdu. Normalde okulun güvenli sınırları içinde olması beklenen bir stüdyoyu zanaat atölyelerine taşıyorsunuz ve kendi içinde riskleri ve sorumlulukları artıran bir süreci yönetmeniz gerekiyor.

Şişhane-Galata zanaat mahalleleriyle olan farklı şekillerdeki ilişkilerimin ve yıllara dayanan bu tanışıklığımın birlikte çalışma pratiğini kolaylaştırıcı ve bu süreci mümkün kılan bir tarafı oldu. Dışarıdan biri gelse kolay kabul etmeyecekleri bir şey belki, ama ustalar bir şekilde açıktı, büyük bir özveriyle bizleri kabul ettiklerini düşünüyorum. Akademiyle, üniversiteyle ilişkide olmak onları da mutlu etti. zanaatkârların atölyelerini bizlere açmalarını, bilgi ve becerilerini bizlerle paylaşmalarını, öğrencilerin sorumluluğunu üstlenmelerini çok değerli ve önemli buluyorum. 

Bölgedeki dönüşüm hakkında neler düşünüyorsunuz?

2006’da bölgede çalışırken dönüşüm başlamıştı. Örneğin bugünden farklı olarak, Serdar-ı Ekrem Caddesi tamamen bir üretim bölgesiydi; sıvamacılar, metal atölyeleri, avizecilerin olduğu bir cadde iken bugün hiçbir iz kalmadı bu atölyelerden. Bir yandan belediye de üreticilere hep “Siz buradan gidicisiniz, kalmayacaksınız” mesajı verdi. Ruhsatların yenilenememesi de bu sürecin bir devamıydı. Bölgenin belediyenin desteklediği bu dönüşümü üst ölçekli kararlar ve vizyonlar ile zaten hedeflenen bir şeydi. Koruma Amaçlı İmar Planı’nda resmi olarak atölyelerin bölgeden çıkacağı ve yerine servis, hizmet, turizm fonksiyonlarının getirileceği söyleniyordu.

… belediye de üreticilere hep “Siz buradan gidicisiniz, kalmayacaksınız” mesajı verdi. Ruhsatların yenilenememesi de bu sürecin bir devamıydı.

Buna ek olarak bu süreci etkileyen başka gelişmeler de var: ekonomik krizler, mutenalaşma süreçleri, yükselen mülk ve kira fiyatları… En büyük zorluk bölgenin yükselen değeri ve artan fiyatlarla mücadele edebilmek. Bölgedeki arsa ve konutların değerinin zaman içinde artması karşısında mülk sahipleri -buradaki üreticilerin birçoğu mülk sahibi olmuyor- ya kiraları artırıyor, ya üreticilerin binadan çıkmasını istiyor. Bu noktada zanaatkârların da çok fazla seçeneği kalmıyor. Fakat bir yandan da bölgeden ve bölgedeki ilişkilerinden kopmak istemiyorlar. Örneğin Küçükköy Avizeciler Sitesi var; burası belediyenin gösterdiği bir yer değil, Şişhane esnafının kendi girişimleriyle oluşturduğu bir yer. Şişhane’den taşınma imkânı olan, daha orta ve büyük ölçekli üreticilerin gittiği bir sanayi bölgesi olarak işliyor. Çoğu zanaatkârın imkânı ve ölçeği buna pek uygun değil. Esnafın yerini değiştirelim, gitsin demek sonuçta basit bir şey değil; gitmek çoğu zaman aslında zanaatkârın bulunduğu üretim ağından ve pazar ortamından kopması ve atölyesini kapatması anlamına geliyor. 

Fotoğraflar: Nur Horsanalı
Örneğin Şişhane’de soylulaşan mekânları Galata’ya oranla daha az görüyoruz. Galata’nın geçirdiği gibi bir değişimin yakında Şişhane’de de yaşanacağını söyleyebilir miyiz?

Biliyorsunuz, Şişhane’nin dönüşüm sürecinden önce bir de Perşembe Pazarı-Perpa süreci var. Okmeydanı’ndaki Perpa, Perşembe Pazarı’ndaki malzemecilerin, ticaret yapanların, üreticilerin taşınması amacıyla yapılan bir bina. Fakat Perşembe Pazarı’nda esnaf gitmek istemedi, karşı çıktı. Çünkü pazarı, müşterisi Karaköy’de. Gösterilen büyük direnç karşısında Perşembe Pazarı yerinde kaldı. Perpa ise kendi çevresinin ihtiyaçlarına göre şekillenen, bilişim ve başka farklı birçok fonksiyonun eklenmesiyle bambaşka bir binaya dönüştü.

Perşembe Pazarı gibi daha güçlü ve dirençli esnaf kültürünün olduğu noktalarda bu tür dönüşümler çok etkili olamıyor. Galata’nın turizm ve soylulaşma etkileriyle daha erken karşılaştığını, bu bölgedeki atölyeler ve üretim kümelenmelerinin daha erken dönemlerde parçalanmaya başladığını görüyoruz. Şişhane bu tür etkilerden bir nebze uzak kaldı ve aynı zamanda yoğun aydınlatma üretim ve satış ağını hâlâ sürdürmekte. Mevcut sayıya göre azalmalar, değişimler olsa da bu ağ hâlâ güçlü diyebiliriz. Tabii Şişhane için de bu durum giderek değişiyor; üretimin olduğu ara sokaklarda alakasız bir otel çıkabiliyor karşınıza. 

Üreticilerin yer değiştirmek zorunda olmalarına rağmen Beyoğlu’ndan kopmak istemediklerinden bahsettik. Atölyelerinin Beyoğlu’nda olmasının onlar için faydaları neler? Bu bölgeden-ağdan taşınmalarının ardından yaşayabilecekleri değişiklikler onları nasıl etkiler?

Atölyelerin burada konumlanmış olmaları ve sektörün burada gelişmiş olması zaman içinde oluşmuş bir durum. Atölyelerin yer değiştirmek istememesinde Beyoğlu’ndaki yaşam pratikleri, ihtiyaçlar, alışmışlık, arkadaşlıklar ve geçmiş etkili oluyor. Esnaf onlarca yıldır burada, bir pazar ortamı var, atölyeler birbirini tanıyor, müşterileri birbirlerine yönlendiriyorlar. Zanaatkârın başka bir bölgede atölye açması, sahip olduğu ve yıllara dayanan üretim ve müşteri ağından kopması; üretimdeki gündelik, hızlı özel sipariş kültürünü    -hemen yürüyerek ya da el arabalarıyla gidip komşudan yarı mamül alma ve yapma- kaybetmesi demek oluyor. Başka bir açıdan bakacak olursak, örneğin Artin Usta 49 yıldır aynı atölyede, onun hep dediği bir şey var: “Ben şu karşıdaki binaya bakarak öğreniyorum.” Zanaatın sanatla ilişkili bir tarafı da olduğunu düşünürsek, bazı ustalar bölgenin mimarisinden, kültüründen de etkileniyorlar.

Şişhane-Galata-Karaköy aksındaki soylulaştırma hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce tasarımcıların / sanatçıların bu bölgelerde daha aktif bulunması soylulaştırmayı hızlandırır mı? 

Ben bahsettiğimiz bölgeyi bir ağ olarak, ilişkiler bütünü olarak görüyorum. Eğer bölgeye giren bir kurum ya da aktör, bölgeyle  ilişki kuruyorsa, bu hem bölgeyi hem zanaatkârları güçlendirir. Örneğin Serdar-ı Ekrem’deki Lunapark mağazası bölgedeki atölyeleri devreye sokarak üretim yapıyor diye biliyorum. Aktörler ne kadar birbirleriyle ilişkide olursa, o ağ güçlü kalır. Ama yeni gelen aktörler bölgeden kopuk şeyler yaparsa, bölgeden bağımsız olan kendi ağını getirirse, o zaman bölgeyi bambaşka bir noktaya taşıyan kanserli bir hücre gibi olur.

Doğru ilişkiler kurulunca tasarımcılar bence bölge için kilit bir rol oynamaya başlıyor. Tasarımcıların bu tür üretim bölgelerinin farkında olması, anlaması, ilişkide olması, oraya üretim amaçlı gidiyor olması bence bölgeyi yeniler ve güçlendirir. Bu tür üretim şekli ve bölgedeki zanaatkârlar, tasarımcılar ve diğer ilgili aktörler ile çalışmaya alışık ve ortak çalışma pratikleri var. Yeni işleri ve projeleri anlama ve üretme becerisi var, buna açık bir tarafları var. Önemli olan karşılıklı olarak bu ilişkileri anlamlı kurabilmek. Bu ilişkileri ne kadar iyi örebilirsek, doku o kadar güçlü olur ve varlığını sürdürebilir.


1- Yeğenağa, H.O. ve Özer, Y.S. (2017). Kentsel Kimliğin Dönüşümünde Kentsel Politikaların Etkisi: Şişhane Bölgesi. İdealkent Kent Araştırmaları Dergisi, 22(8), 451-482, s.470,

2-  Kıyak İngin, A. (2013). Made in Şişhane Project as an Alternative Design Practice for Safeguarding the Craft Neighbourhoods in Istanbul. Making Futures Journal, (3), 1-11, s.7.

3- Kıyak İngin, A. ve Altay, C. (2014). Zanaat Atölyelerinin Ürün Tasarımı Müfredatına Eklemlenmesi: ID 202 ve Şişhane. P. Kaygan ve H. Kaygan (Ed.), Eğitim, Araştırma, Meslek ve Sosyal Sorumluluk: UTAK 2014 Bildiri Kitabı içinde (s. 185-202). Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, s.188.

4- A.g.y.

5- Yeğenağa, H. O. ve Özer, Y. S. (2017). A.g.y., s.476.

Beyoğlu’nun üretim bölgesi olarak tanımlayabileceğimiz Şişhane, Galata ve Karaköy, tarihi boyunca konumu ve sosyo-ekonomik yapısıyla kendine özgü bir zanaat ve ticaret kültürü oluşturmuş; malzemenin temini, işlenmesi ve son ürünün dağılımının bölge bölge takip edilebildiği bir aks hâlini almıştır. Beyoğlu’nun üretimle ilişkisini ve kentsel dönüşüm nedeniyle geçirmekte olduğu değişimleri Aslı Kıyak İngin’in yürüttüğü Made in Şişhane projesi üzerinden ele aldık.

Şişhane-Galata-Karaköy aksına genel bakış 

Beyoğlu’nun Şişhane-Galata-Karaköy aksı uzun yıllardır kent içinde küçük ölçekli üretimin gerçekleşmekte olduğu bir yer. Bu üç bölgenin üretimle olan ilişkileri, tarih boyunca organik olarak birbirinden ayrışmış ve birer karakter edinmiş hâlde. Örneğin Karaköy’de sıklıkla görülen malzemeciler ve hırdavatçılar, Galata ve Şişhane’ye doğru yerini enstrüman üreticileri, elektronikçiler ve aydınlatma aksamı satan dükkânlara bırakır. Şişhane’yi Galata’ya bağlayan sokaklarda metal, sıvama, tel, akrilik, ahşap torna ve oyma gibi çeşitli zanaat atölyeleri görülürken, Şişhane’de neredeyse sadece aydınlatma ve avize üzerine yoğunlaşan atölye ve dükkânların olduğu söylenebilir. Bahsettiğimiz bu üç bölgenin farklı karakterleri bir yandan da üretim açısından birbirini besler. Şişhane-Galata arasında konumlanan atölyeler, Karaköy’den alınan yarı mamullerle Şişhane’deki aydınlatma dükkânları arasında üretimin gerçekleştiği ara noktalar olarak görülebilir.

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Son yıllarda bölgenin bu üretim odaklı yapısı, temelinde turizm ve inşaatı destekleyen kent politikalarıyla, sanat ve tasarımla ilgilenen kesim için popüler hâle gelmesiyle hızlı bir değişim sürecine girdi. Bölgede inşa edilen otellerle başlayan bu değişimin bugün en görünür hâli kafe ve restoranların yaratmakta olduğu yeni kimlik. Örneğin SALT Galata’nın bulunduğu Bankalar Caddesi ve çevresinde açılan yeni kafelerin, ekonomik açıdan ve mekân tasarımı olarak, sokağın Galata tarafındaki elektronikçilere değil, Karaköy sahil tarafındaki ofislerin ve otellerin kullanıcılarına hitap ettiği söylenebilir. Kafe ve restoranların artmasına paralel olarak Galata-Karaköy hattında kültür-sanat odaklı mekânların artması, üretim bölgesine sadece turistleri değil, sanatçı, tasarımcı ve akademisyen gruptan yerelleri de çekmekte. “İKSV ve SALT Galata gibi mekânların Şişhane Bölgesi ve çevresine yerleşmesi ve düzenledikleri kültür-sanat etkinlikleri, bölgeye alım gücü görece yüksek olan kitleyi çekerek soylulaştırmayı artırıcı bir etki yapmaktadır.”1

Şişhane özelinde bakıldığında, 100 yıldan uzun süredir merkezinde aydınlatmacı ve avizecilerin, çevresinde metal atölyeleri ve elektrik aksam satan dükkânların bulunduğu bir alan görülüyor. Şişhane ve komşu hatlarındaki malzemeci ve üreticilerin sosyal ve mekânsal bağlantıları bölgenin kimliğini oluşturmuş; Şişhane’nin zanaatkârlarının, Karaköy ve Perşembe Pazarı’nın tedarikçileriyle oluşturduğu güçlü üretim ağı yıllar içerisinde bölgeyi aydınlatma ürünleri için hem üretim, hem sergileme, hem de satış merkezi hâline getirmiştir. Çevredeki dönüşümle beraber zamanla üretim atölyelerinin görünürlüğünü kaybedip vitrinlerin ön plana çıkmasının, mekânın kimliğinin değişiminde ve tektipleşmesinde rolü olduğu söylenebilir. Kentiçi üretimin göz önünden kaldırılması ise zamanla dinamik ve kendine has olan üretim kültürünün unutulmasına yol açıyor. 

Kaybolmakta olan bu kültürün farkına varılması, özellikle üretimin sanayileştiği ve küreselleştiği, tasarımın bilgisayar üzerinden standartlaşmış ve yerellikten uzak ürünler geliştirmek olduğu şu dönemde, tasarımcılara ve tasarım öğrencilerine yeni bakış açıları kazandıracak fırsatların da doğması anlamını taşıyor.

Made in Şişhane

Şişhane’nin kopya ve tekrara dayalı üretim yapan, kendini geliştirmeyen bir bölge olarak anıldığı bir dönemde, bölgeyi içeriden tanıyan tasarımcı-akademisyen Aslı Kıyak İngin, Made in Şişhane projesi ile zanaat üretimi ve kültürünün sürdürülebilirliğine katkıda bulunmak için 2006’dan beri yaratıcı eylemler ve etkinlikler organize ediyor. Proje, Şişhane ve çevresindeki üretim mahallelerine odaklanarak zanaat ağlarını görünür kılmayı umuyor; bölgede var olan yerel bilgiyi ve yaratıcı potansiyeli ortaya çıkarmak ve zanaat kültürünü tasarımcıların, mimarların, sanatçıların ve akademinin katılımıyla zenginleştirmek için çalışıyor.2

“Bu tür üretim bölgelerinin güncel sistemlerle ilişkilendirilerek yeniden ele alınmasının hem kendi sürdürülebilirlikleri açısından hem de tasarımcılar için taşıdıkları potansiyeller açısından”3 değerli olduğunun farkında olan İngin, Made in Şişhane kapsamındaki çalışmalarını tasarım eğitimiyle de birleştiriyor. Aslı Kıyak İngin ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı Can Altay, tasarım öğrencilerinin bunun gibi alternatif bir tasarım ve eğitim sürecini deneyimlemesinin, sonrasında bu bölgelerle sürekli bir ilişkinin kurulmasına katkı sağlayabileceğini düşünüyor.4 Bir yandan da önceden tasarlayıp üretmekten farklı olarak, üretim ve tasarımın birlikte yürüdüğü, hatta ustanın da tasarım aşamasına dahil olduğu bir sürecin mümkünatını sorguluyor.

Bu kapsamda biz de, İstanbul Bilgi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı ikinci sınıf öğrencisi olduğumuz 2014 yılında, Aslı Kıyak İngin, Ulaş Erdoğan, Ayşenaz Toker ve Görkem Özdemir’in yürütücülüğünü yaptığı tasarım stüdyosu altındaki Craftsman’s Diary (Zanaatkârın Günlüğü) projesinde yer aldık. İngin’in deyimiyle bu riskli ve yapılandırması pek de kolay olmayan proje boyunca haftanın belirli günlerinde Şişhane-Galata aksında bulunan küçük ölçekli üretim atölyelerinde iki kişilik gruplar hâlinde çıraklık yaptık; biz iki ay kadar Şişhane’de bulunan Üreyen Aydınlatma’nın çırakları olduk. Projenin temel amaçları Beyoğlu bölgesindeki üretim ağını tanımak, tasarımcı-usta ilişkisine dair bir fikir kazanmak, malzeme ve üretim tekniklerini öğrenmekti.

Tasarımcının Şişhane’den öğrenecekleri

Projenin arka yüzüne baktığımızda ustaların tabiriyle “iki genç kız” olarak bir metal atölyesinde çalışmanın, projenin gereğince her ânı gözlemlemenin, belgelemenin ve analiz etmenin, bir yandan da ustaların günlük rutinlerini paylaşmanın beklemediğimiz öğretileri oldu. Onların deneyimlerinden öğrenmek, onlarla birlikte çay içip hikâyelerini dinlemek başka üretim süreçlerinden alamayacağımız kadar özel ve değerli tecrübelerdi. İlk kez, hayali durumlara kâğıt üzerinde çözümler bulmamız istenen tasarım ödevlerinin aksine, gerçek bir üretim ortamının içindeydik. Tasarımın sadece güzel formlar ve kullanışlı nesneler üretmekle ilgili değil; toplum, kent, kültür ve geleneklerle ilgili olabileceğini anlıyor, tasarım disiplininin sosyal ve etik konularla ilişkisi üzerine düşünüyorduk. 

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Ustalarla kurduğumuz ilişkinin dışında, Şişhane ve çevresinde bulunarak bölgenin kendisinden de öğreniyorduk. Tarih boyunca farklı din, kültür ve değerlerden tüccar ve zanaatkârlarla biriken bilginin zenginliği ve çeşitliliğinin mekân üzerinde bir etkisi olduğunu gözlemleyebildik. Bölgenin değerli bulduğumuz bir başka yanı ise uzun yıllar nasıl kendi kendine yetebildiğiydi. Tasarımcılar olmadan da burada büyük ölçüde bir tasarım-üretim bilgisi ve faaliyeti vardı. Üstelik hem ustaların hem de bölgedeki esnafın bu faaliyetleri bizim tasarım eğitiminde alışık olduğumuz metotlarının ve süreçlerin dışına çıkan, kendine has pratik ve sezgisel düşünme ve problem çözme yöntemlerini bize gösteriyordu. Şişhane’de geçirdiğimiz sürede tasarımcılar olarak kurumsal ya da profesyonel öğretilerin aksine, kentten ve çevremizden nasıl öğrenebileceğimizi fark ediyorduk. Bu süreç bize bir yandan küçük ölçekli üretimlerin bugünün endüstri dünyasında bir seçenek olabileceğini; bir yandan da tasarımcının rolü üzerine alternatif bir yön gösterdi. Çıraklığımızın üzerinden geçen beş yılın ardından -zamanında bizi nasıl etkilediğini fark etmemiş olsak da- zanaat kültürü, kent ve toplum ile ilgili konular çalışma ve araştırma pratiğimizde yer edindi.

Bölgedeki dönüşüm ve tasarımcının soylulaştırmaya etkisi

Şişhane’deki çıraklığımız boyunca Beyoğlu’nun bir değişim sürecinde olduğuyla ilgili ilk izlenimlerimiz oluşmaya başlamıştı. Örneğin, ustalar sık sık bize bu gibi küçük üretimlere eskisi kadar talep olmadığından ve Beyoğlu’ndaki zanaat atölyelerinin ileride ayakta kalamayacağından bahsediyorlardı. Hem imar politikaları, hem kentsel dönüşüm nedeniyle hızla yükselen kiralar, hem de markaların seri üretimi tercih etmesi aydınlatma atölyelerinin de çalışma biçimini etkiliyordu. Çıraklığımız boyunca atölyeye sadece tamir için gelen kısa işler, üretim taleplerinin iki-üç katı kadardı. Ustanın aslında yapmayı kabul bile etmek istemediği bu tamir / toplama işleri, ekonomik anlamda günü geçirebilmesi için kabul ettiği, hatta neredeyse yaptığı tek iş hâline gelmişti.

Şişhane-Galata-Karaköy aksının tasarımcılar için görünür hâle gelmesi bölge için yeni fırsatların oluşması demek olabilir. Bu birliktelik sonucu yere dair söylem ve üretimin etkinliği artırılabilir ve dönüşüm süreçlerine karşı direnç oluşturabilir.5 Öte yandan, zaanatkârlar değişime açık olduğunda dönüşüm sürecinde bölgeye gelmeye başlamış yeni aktörlerden faydalanabilir. Bu durumun belki de en iyi örneği tasarımcılar ve sanatçıların iyi tanıdığı, Bienaller için işler üreten metal ustası Artin Aharon. Aslı Kıyak İngin’le gerçekleştirdiğimiz söyleşide bahsettiği üzere, değişime birçok ustadan daha açık olan Artin Usta, bölgeye gelen yeni aktörlerle olan birlikteliklerinden etkileniyor ve öğreniyor; bu doğrultuda yaptığı işler/ürünler de dönüşüyor.

Fotoğraflar: Nur Horsanalı

Ancak, tasarımcıları bölgeye çekerken oluşturulmaya çalışılan bu birliktelik ile üretim kültürünün sürdürülebilirliğine katkıda bulunmayı hedeflerken bölgenin kendine has yapısının değişmemesinin -en azından mümkün olduğunca az değişmesinin- nasıl sağlanacağı üzerine düşünmek önemli. Çünkü tasarımcılar olarak bir yandan kentsel dokunun ve kentte var olan küçük ölçekli üretimin korunmasının önemli olduğundan bahsediyor, bir yandan da soylulaştırmanın hızlanmasına sebep olabiliyoruz. Bölgedeki dönüşümü başlatmış otel, restoran gibi mekânların yanı sıra bölgeyle görece daha iyi ilişkiler kuran yaratıcı sektörlerin atölye, ofis ve satış mekânlarının özellikle Galata çevresine taşınmasının ardından bu kesime hitap edecek mekânlarının açılmasının soylulaştırmayı hızlandırdığı görülebiliyor. Bölgeyle tamamen ilişkisiz ve bölgede süregelen kültürü yok sayan yeni mekânların yayılarak artması ise bu dönüşümün en tehlikeli kısmını oluşturuyor. Beyoğlu’ndaki bu üretim bölgesinin geçirmekte olduğu dönüşümü ve tasarımcının bu dönüşümdeki rolü üzerine düşünmek adına Aslı Kıyak İngin ile konuştuk.

Şişhane ile olan ilişkiniz ve Made in Şişhane projesi nasıl başladı? 

Aslı Kıyak İngin: Benim bölgeyle ilişkim aydınlatma tasarımcısı olarak başlıyor. Eşimin ailesinin firması 80’lerden beri Şişhane’de aydınlatma üretimi yapıyor. Ben 90’ların sonunda firma için çalışmaya başladığımda üretim büyüdüğü için Şişhane’den İkitelli’ye taşınma süreci başlamıştı. Üç-dört yıl boyunca bölgede ilişkileri ve işleyişi görme ve deneyimleme şansım oldu. Sonrasında İkitelli’ye geçsek de bölgeyle ilişkilerimi koparmadım.

Küçük üretimin bölgeden çıkarılmasıyla ilgili dönüşüm süreçleri de beni etkiliyordu ve bu konuda ne yapabilirim diye düşünüyordum. Tasarım disiplini 2000’lerde küçük üreticiyle bire bir ilişkiden çok sanayiyle olan ilişkiye odaklanıyordu. İstanbul’daki küçük ölçekli üretim bölgelerinin tasarımcılar için bir fırsat olduğunu, tasarımcıların da bu bölgenin sürdürülebilirliğine katkıları olabileceğini gündeme getirmek için bir makale yazdım ve ulusal tasarım kongresinde sundum. Fakat konunun akademik bir platformda gündeme getirilmesinin yeterli olmayacağını düşünerek eyleme geçirmeye karar verdim. Made in Şişhane bu süreçte ortaya çıktı. 

Türkiye’de, o güne kadarki tasarım kültüründe ve sergilerinde süreç pek öne çıkarılmıyordu. Made in Şişhane’nin ilk sergisinde ürünler kadar ürünlerin arkasındaki üretim rotaları da yer aldı ve bu anlamda bir ilki oluşturdu. Özellikle bu tür zanaat mahallelerinde bir ürün bir atölyeden çıkmıyor; birçok başka atölyeye ve tedarikçiye uğrayarak tamamlanıyor. Aslında birlikte çalışmaya ve üretmeye dayalı bu ağ yapısı bölgeyi güçlü tutan en temel araçlardan biri. Dünyada çok fazla şehirde olmayan bu türden zanaat mahalleleri İstanbul’a has bir tasarım sisteminin de en önemli ve eşsiz bileşeni.

Tasarımcı, mimar ve yaratıcı kesime ek olarak öğrencilerin böyle bir sürece katılmasının nasıl bir farkı oldu? Şişhane’yi tasarım eğitimine dahil etme fikri nasıl gelişti?

Öncelikle bu tür bölgelerin formal tasarım eğitimine dahil edilmesi gerektiğininin farklı ortamlarda altını çizerek başladım. Yabancı ve yerel üniversitelerden öğrenciler ve zanaatkârlar arasında ortak çalışmalar yürütmüştüm, fakat bunlar çoğunlukla kısa süreli çalışmalardı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne Can Altay bir atölye gerçekleştirmek üzere davet ettiğinde, “öğrenciler atölyelerde çırak olsunlar, hem bölgeyi, atölyeleri, zanaatı gözlemlesinler hem sürecin günlüğünü tutsunlar” fikrini önerdim. Can da benzer bir bakış açısında olduğu için bu fikri kabul etti. Belki her üniversitede kabul edilmeyecek bir şeydir bu. Bu stüdyo dersinin, öncesinde ve devamında birçok hazırlık gerektiren, kampüs dışında kentteki atölyelere taşıyarak konfor alanı dışına çıkan bir yapısı var. 

Benim böyle bir tasarım stüdyosu önermemin sebebi yeni nesille bölgenin ve zanaatkârların ilişkisinin kurulmasını önemsememdi. Bölgedeki atölyelerin de en büyük şikâyetlerinden biri yeni neslin zanaatle ilişkisinin olmaması. Birçok öğrenci ilk defa bir zanaatkâr ve atölyesi ile bu stüdyo vesilesiyle bir araya geliyor. Sizler, bu stüdyoyu alanlar, gerçek birer çırak olmuyorsunuz, ama bu tür atölyelerle bir tasarımcı olarak belki mesafeli ve geç kuracağınız bir ilişkiye kıyasla daha içerden ve erken bir dönemde bu ilişkileri kurabildiniz. Eğitim açısından bakarsak da öğrencilerin alanda, hayatın içinde olması çok önemli. Sizin bu atölyelerde çalışmanız salt teknik ve malzemeyi öğrenmenizi sağlamadı, bu zaten okul ortamında da -aynı çeşitlilikte olmasa da- gerçekleşebilirdi.

Atölyelerini öğrencilere açacak usta ağını nasıl oluşturdunuz? Öğrencileri çırak olarak yollamak istediğinizde ustalardan nasıl tepkiler aldınız?

Ben bu durumun üç-dört noktadan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem ustalar, hem de üniversite, öğrenciler, aileler ve biz eğitimciler açısından yeni bir durum. Öğrenciler olarak sizlerin açısından basitçe Şişhane’ye gidip orada çalışmak gibi görünen şey aslında eğitim sistemini zorlayan bir durumdu. Normalde okulun güvenli sınırları içinde olması beklenen bir stüdyoyu zanaat atölyelerine taşıyorsunuz ve kendi içinde riskleri ve sorumlulukları artıran bir süreci yönetmeniz gerekiyor.

Şişhane-Galata zanaat mahalleleriyle olan farklı şekillerdeki ilişkilerimin ve yıllara dayanan bu tanışıklığımın birlikte çalışma pratiğini kolaylaştırıcı ve bu süreci mümkün kılan bir tarafı oldu. Dışarıdan biri gelse kolay kabul etmeyecekleri bir şey belki, ama ustalar bir şekilde açıktı, büyük bir özveriyle bizleri kabul ettiklerini düşünüyorum. Akademiyle, üniversiteyle ilişkide olmak onları da mutlu etti. zanaatkârların atölyelerini bizlere açmalarını, bilgi ve becerilerini bizlerle paylaşmalarını, öğrencilerin sorumluluğunu üstlenmelerini çok değerli ve önemli buluyorum. 

Bölgedeki dönüşüm hakkında neler düşünüyorsunuz?

2006’da bölgede çalışırken dönüşüm başlamıştı. Örneğin bugünden farklı olarak, Serdar-ı Ekrem Caddesi tamamen bir üretim bölgesiydi; sıvamacılar, metal atölyeleri, avizecilerin olduğu bir cadde iken bugün hiçbir iz kalmadı bu atölyelerden. Bir yandan belediye de üreticilere hep “Siz buradan gidicisiniz, kalmayacaksınız” mesajı verdi. Ruhsatların yenilenememesi de bu sürecin bir devamıydı. Bölgenin belediyenin desteklediği bu dönüşümü üst ölçekli kararlar ve vizyonlar ile zaten hedeflenen bir şeydi. Koruma Amaçlı İmar Planı’nda resmi olarak atölyelerin bölgeden çıkacağı ve yerine servis, hizmet, turizm fonksiyonlarının getirileceği söyleniyordu.

… belediye de üreticilere hep “Siz buradan gidicisiniz, kalmayacaksınız” mesajı verdi. Ruhsatların yenilenememesi de bu sürecin bir devamıydı.

Buna ek olarak bu süreci etkileyen başka gelişmeler de var: ekonomik krizler, mutenalaşma süreçleri, yükselen mülk ve kira fiyatları… En büyük zorluk bölgenin yükselen değeri ve artan fiyatlarla mücadele edebilmek. Bölgedeki arsa ve konutların değerinin zaman içinde artması karşısında mülk sahipleri -buradaki üreticilerin birçoğu mülk sahibi olmuyor- ya kiraları artırıyor, ya üreticilerin binadan çıkmasını istiyor. Bu noktada zanaatkârların da çok fazla seçeneği kalmıyor. Fakat bir yandan da bölgeden ve bölgedeki ilişkilerinden kopmak istemiyorlar. Örneğin Küçükköy Avizeciler Sitesi var; burası belediyenin gösterdiği bir yer değil, Şişhane esnafının kendi girişimleriyle oluşturduğu bir yer. Şişhane’den taşınma imkânı olan, daha orta ve büyük ölçekli üreticilerin gittiği bir sanayi bölgesi olarak işliyor. Çoğu zanaatkârın imkânı ve ölçeği buna pek uygun değil. Esnafın yerini değiştirelim, gitsin demek sonuçta basit bir şey değil; gitmek çoğu zaman aslında zanaatkârın bulunduğu üretim ağından ve pazar ortamından kopması ve atölyesini kapatması anlamına geliyor. 

Fotoğraflar: Nur Horsanalı
Örneğin Şişhane’de soylulaşan mekânları Galata’ya oranla daha az görüyoruz. Galata’nın geçirdiği gibi bir değişimin yakında Şişhane’de de yaşanacağını söyleyebilir miyiz?

Biliyorsunuz, Şişhane’nin dönüşüm sürecinden önce bir de Perşembe Pazarı-Perpa süreci var. Okmeydanı’ndaki Perpa, Perşembe Pazarı’ndaki malzemecilerin, ticaret yapanların, üreticilerin taşınması amacıyla yapılan bir bina. Fakat Perşembe Pazarı’nda esnaf gitmek istemedi, karşı çıktı. Çünkü pazarı, müşterisi Karaköy’de. Gösterilen büyük direnç karşısında Perşembe Pazarı yerinde kaldı. Perpa ise kendi çevresinin ihtiyaçlarına göre şekillenen, bilişim ve başka farklı birçok fonksiyonun eklenmesiyle bambaşka bir binaya dönüştü.

Perşembe Pazarı gibi daha güçlü ve dirençli esnaf kültürünün olduğu noktalarda bu tür dönüşümler çok etkili olamıyor. Galata’nın turizm ve soylulaşma etkileriyle daha erken karşılaştığını, bu bölgedeki atölyeler ve üretim kümelenmelerinin daha erken dönemlerde parçalanmaya başladığını görüyoruz. Şişhane bu tür etkilerden bir nebze uzak kaldı ve aynı zamanda yoğun aydınlatma üretim ve satış ağını hâlâ sürdürmekte. Mevcut sayıya göre azalmalar, değişimler olsa da bu ağ hâlâ güçlü diyebiliriz. Tabii Şişhane için de bu durum giderek değişiyor; üretimin olduğu ara sokaklarda alakasız bir otel çıkabiliyor karşınıza. 

Üreticilerin yer değiştirmek zorunda olmalarına rağmen Beyoğlu’ndan kopmak istemediklerinden bahsettik. Atölyelerinin Beyoğlu’nda olmasının onlar için faydaları neler? Bu bölgeden-ağdan taşınmalarının ardından yaşayabilecekleri değişiklikler onları nasıl etkiler?

Atölyelerin burada konumlanmış olmaları ve sektörün burada gelişmiş olması zaman içinde oluşmuş bir durum. Atölyelerin yer değiştirmek istememesinde Beyoğlu’ndaki yaşam pratikleri, ihtiyaçlar, alışmışlık, arkadaşlıklar ve geçmiş etkili oluyor. Esnaf onlarca yıldır burada, bir pazar ortamı var, atölyeler birbirini tanıyor, müşterileri birbirlerine yönlendiriyorlar. Zanaatkârın başka bir bölgede atölye açması, sahip olduğu ve yıllara dayanan üretim ve müşteri ağından kopması; üretimdeki gündelik, hızlı özel sipariş kültürünü    -hemen yürüyerek ya da el arabalarıyla gidip komşudan yarı mamül alma ve yapma- kaybetmesi demek oluyor. Başka bir açıdan bakacak olursak, örneğin Artin Usta 49 yıldır aynı atölyede, onun hep dediği bir şey var: “Ben şu karşıdaki binaya bakarak öğreniyorum.” Zanaatın sanatla ilişkili bir tarafı da olduğunu düşünürsek, bazı ustalar bölgenin mimarisinden, kültüründen de etkileniyorlar.

Şişhane-Galata-Karaköy aksındaki soylulaştırma hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce tasarımcıların / sanatçıların bu bölgelerde daha aktif bulunması soylulaştırmayı hızlandırır mı? 

Ben bahsettiğimiz bölgeyi bir ağ olarak, ilişkiler bütünü olarak görüyorum. Eğer bölgeye giren bir kurum ya da aktör, bölgeyle  ilişki kuruyorsa, bu hem bölgeyi hem zanaatkârları güçlendirir. Örneğin Serdar-ı Ekrem’deki Lunapark mağazası bölgedeki atölyeleri devreye sokarak üretim yapıyor diye biliyorum. Aktörler ne kadar birbirleriyle ilişkide olursa, o ağ güçlü kalır. Ama yeni gelen aktörler bölgeden kopuk şeyler yaparsa, bölgeden bağımsız olan kendi ağını getirirse, o zaman bölgeyi bambaşka bir noktaya taşıyan kanserli bir hücre gibi olur.

Doğru ilişkiler kurulunca tasarımcılar bence bölge için kilit bir rol oynamaya başlıyor. Tasarımcıların bu tür üretim bölgelerinin farkında olması, anlaması, ilişkide olması, oraya üretim amaçlı gidiyor olması bence bölgeyi yeniler ve güçlendirir. Bu tür üretim şekli ve bölgedeki zanaatkârlar, tasarımcılar ve diğer ilgili aktörler ile çalışmaya alışık ve ortak çalışma pratikleri var. Yeni işleri ve projeleri anlama ve üretme becerisi var, buna açık bir tarafları var. Önemli olan karşılıklı olarak bu ilişkileri anlamlı kurabilmek. Bu ilişkileri ne kadar iyi örebilirsek, doku o kadar güçlü olur ve varlığını sürdürebilir.


1- Yeğenağa, H.O. ve Özer, Y.S. (2017). Kentsel Kimliğin Dönüşümünde Kentsel Politikaların Etkisi: Şişhane Bölgesi. İdealkent Kent Araştırmaları Dergisi, 22(8), 451-482, s.470,

2-  Kıyak İngin, A. (2013). Made in Şişhane Project as an Alternative Design Practice for Safeguarding the Craft Neighbourhoods in Istanbul. Making Futures Journal, (3), 1-11, s.7.

3- Kıyak İngin, A. ve Altay, C. (2014). Zanaat Atölyelerinin Ürün Tasarımı Müfredatına Eklemlenmesi: ID 202 ve Şişhane. P. Kaygan ve H. Kaygan (Ed.), Eğitim, Araştırma, Meslek ve Sosyal Sorumluluk: UTAK 2014 Bildiri Kitabı içinde (s. 185-202). Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, s.188.

4- A.g.y.

5- Yeğenağa, H. O. ve Özer, Y. S. (2017). A.g.y., s.476.

DÖN