“Foto safariye gelmişler yine,” dedi Mehmet Abi, elinde kaliteli, büyücek lensli bir kamera taşıyan kadını işaret ederek. “Çekin bacım çekin, bizim çamaşırlar Çin’e kadar gitti. Dünyanın dört bir yanında ünlü oldu bizim çamaşırlar!” diye seslendi. Kadın, cumbalı binasının önünde bir taburede oturan Mehmet Abi’ye gülümseyerek yaklaştı. Mehmet Abi’nin eşi Fatma Abla camdaydı o sırada. Kadın, Fatma Abla’yı gördü, ona çocuklarından birini pencereye doğru kaldırıp poz verebilir mi diye sordu. İstediği pozu yakaladıktan sonra müsaade istedi. Fatma Abla ne kadar “Gelin, çayımızı için, dertleşelim” dediyse de fotoğrafçı kadını ikna edemedi. “İşte görüyorsun, bir poz isterler, sonra kesin giderler. ‘Tarlabaşı şöyle bir yer’ diye anlatırlar, ama oturup burası gerçekten nasıl bir yer konuşalım dedin mi bağlasan durduramazsın,” dedi Fatma Abla kadının arkasından.

Tarlabaşı’nda fotoğraf çekmeye gelmiş bir kadın – ya da Tarlabaşılı deyimiyle, “foto safarici”.
Fotoğraf: Alize Arıcan

2017 ve 2018 senelerinde, hâlâ süren Taksim 360 kentsel dönüşüm projesinin başlamasından yaklaşık 15 sene sonra, Tarlabaşı’nda bu ve buna benzer sahneler çok yaygındı. Mahalledeki dayanışma gruplarıyla çalıştığım süre boyunca birçok fotoğrafçı, gazeteci, sanatçı ve araştırmacı, Tarlabaşı’na gelir, fotoğraf çeker, sorular sorar, çalışmalarına katılımcı bulmak için bizimle iletişime geçerlerdi. Bu yazıda, bu karşılaşmaları ve Tarlabaşılıların bu karşılaşmalar hakkında geliştirdikleri eleştirileri merkeze alarak Tarlabaşı’nın uğraklık hâllerini değerlendiriyorum.

Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşümü halihazırda bitmiş bir durum olarak değil, uzun soluklu bir süreç olarak ele alıyor, bu bağlamda dönüşen Tarlabaşı’na duyulan ilginin altında nelerin yattığını “biraz daha geriden, içeriden ve aşağıdan”1 inceliyorum. Böylelikle, uğraklık hâllerinin dönüştüğünü, hatta birçok Tarlabaşılının her hafta ziyaret ettiği ve hatta çalıştığı Dolapdere Bit Pazarı gibi Tarlabaşı’na coğrafi ve günlük anlamda yakın olan mekânlara yayıldığını görüyoruz.

Bunun adına varoş ya da gecekondu turizmi mi demeli? Kentsel dönüşümü uzun soluklu düşünmek, bu kavramların ötesinde nelere işaret ediyor? Bu ilgi, gösterenler ve gösterilenlerce nasıl değerlendiriliyor, neleri mümkün kılıp nelerin önünü kapatıyor? Temsil etme ve temsil edilme hâlleri, dönüşüm hâlinde olan Tarlabaşı ve Dolapdere’yi nasıl etkiliyor, ya da teğet geçiyor?

Heyecanlar, iyilikler ve yıkıntılar

İstanbul’u ziyaret ettiğim her defasında mutlaka uğradığım semt. Benim gibi aksiyon ve gerilim arayanlar için, hava karardıktan sonrası buranın arka sokaklarını gezmek apayrı bir heyecan.

Harlem, Medellin, favela, dünyadan birçok örnek sayılabilecek benzerlikte, İstanbul’un hem en şanslı hem en şanssız semti… ‘Tarlabaşı fotoğraf turu’ etkinliğinde gezip görme imkânım oldu, hem de hayırlı bir iş için destek vermiş oldum. 

Ekşisözlük’te Tarlabaşı’na dair yorumlar (2010-2013)

O güzelim evler, güzelim tarih yok olmadan çekim yapmalıydık.

Instagram’da Tarlabaşı’na dair yorum (2010)

2006’da Tarlabaşı, 5366 sayılı meşum Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ile kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. Bu yasa çerçevesinde yüzlerce insan yerlerinden edilirken vurgulanan yıpranma ve terk edilmişlik olgusu, Taksim 360 projesinin ve daha önemlisi, projenin üreteceği rantın başka bir şekilde çerçevelenmesine ön ayak oldu. Tarlabaşı, haberlerde ve sosyal medyada sık sık unutulmuş, boşaltılmış, bitmiş, içinde harap binalardan başka bir şeyin kalmadığı bir yer olarak tanımlanmaya başladı.

Bu tanımlar, birtakım kurtarıcı2 çaba ve etkinlikleri beraberinde getirdi, özellikle yıkımlara sahne olan 2010 yılı civarında. Terk edilmiş addedilen insanların hikâyelerini kaydetmek ve çarpıcı yıkım anlarını arşivlemek isteyen birçok gazeteci, yazar, araştırmacı ve blogger soluğu Tarlabaşı’​nda aldı. Öte yandan, Taksim 360 projesi tamamlandığında tarihi yapıların “yaşatılarak kullanılması” konusunda şüpheleri olan sanatçılar, amatör ve profesyonel fotoğrafçılar, mimari değerleri ve günlük hayatı belgelemek için Tarlabaşı’na geldiler. Kentsel dönüşümden önce uzun bir süredir tehlike ya da yoksulluk imgeleri (çamaşır ipi, sokakta oynayan çocuklar vb…) ile eşdeğer hâle gelen mahalle, bir de tarihi yıkıntılarla anılmaya başladı. İnsanların evlerinden çıkarılmasından hemen sonra ve binaların tamamen yıkılmasından önce yıkıntı hâline getirilmiş olan binalar, görsel ve yazınsal Tarlabaşı temsillerinin odak noktası hâline geldi. 

Bir yandan yıkıntıların Tarlabaşı’nda her zamankinden daha fazla fuhuş ve suça sebebiyet verdiği, zaten yoksul olan bir mahallenin iyice mağdur edildiği yazıldı. Yazının başında bahsi geçen Mehmet Abi ve Fatma Abla gibi birçok Tarlabaşılı bu yargılara katılsa da, mahallelilerin kendileri için yaptıkları gündelik ve örgütlü direnişlerinin bu temsillere kıyasla çok daha az ilgi çektiğini, temsil edenlerin ise “Biz ne yapabiliriz?”den ziyade “Biz ne yazabiliriz?” kaygısıyla hareket ettiğini ifade etti.

Diğer yandan, nostaljik bir şekilde kurgulanan, “yok olan” Tarlabaşı’nı belgeleme çabası, yıkıntıları sanat mekânı ve tur zemini hâline getirdi. Yıkım arifesindeki binalar, enstalasyonların, sanat festivallerinin, performansların arka planı oldu.3 “Çöplük hâlindeki” binaları sanatla dönüştürerek Tarlabaşılılarla iletişim kurmayı amaçlayan4 bu çalışmaları hem muhalif sanat örgütleri, hem de mahalleliler eleştirdi. Amacın iletişim değil, “havalı” yıkıntı manzaralarını görsel çalışmalara malzeme ederek kültürel kapital kazanmak olduğu ifade edildi. Bazı mahalle örgütleri,5 ve Tarlabaşılı bireyler, iletişim kurmak isteniyorsa bu iletişimin nasıl olacağının kendilerine de sorulması gerektiğinin altını çizdiler. Beraber örgütlenmek, beraber çalışmak gibi çok da havalı olmayan yollardan geçmeliydi.6 Tarlabaşı’nın görsel hafızasını (dışarıdan) belgeleme çabalarının bir ayağı da sıklaşan fotoğraf turları oldu. “Beyaz Türklerle Tarlabaşı arasında köprü oluşturan”7 fotoğrafçılar, görece güvenli bir ortamda tarihi değer taşıyan ve harabeleştirilen binaları rahat rahat fotoğraflamak isteyenleri mahallede turlara çıkarmaya başladı. Hem İstanbulluları, hem de yabancı turistleri çeken turların kimilerinin mahalle yararına olduğu lanse edildi,8 kimileriyse fotoğrafçılar için gelir kaynağı oldu. Kimi turlar, katılımcılarına (yukarıdaki alıntı gibi) “hayırlı bir iş” yaptığı hissi verdi, bazıları ise sosyal medyada ilgi çeken paylaşımlara gebe oldu. Belki de bu turlar sonrasında paylaşılan fotoğraflar, 2010’ların ortalarında Tarlabaşı’nı İstanbul’un Instagram’da en çok fotoğraf paylaşılan ikinci mahallesi hâline getirdi.

Benzer (ama farklı) hikâyeler, dünyanın birçok kentinde görülüyor. Örneğin, Johannesburg’da göçmenlerin mesken ettiği mahallelere ya da ırksal ayrışma tarihi olan kasabalara rehberler eşliğinde birçok tur düzenleniyor. Afrika’da ve Latin Amerika’da shantytown ve favela temalı lüks oteller kuruluyor. Varoş turizmi9 olarak kavramsallaştırılan bu çerçevede, varlıklı gezginler güvenli bir ortamda (ve kurgulanmış bir biçimde) yoksulluğu tecrübe edebiliyor, “insanlığın öbür yüzü”nü anlayabiliyor ve belgeleyebiliyorlar. Tur şirketleri, mahallelere ekonomik olarak katkı sağladıklarını ifade etseler de, birçok çalışma bunun aksini iddia ediyor ve şirketlerin yoksulluk üzerinden rant sağladığının altını çiziyor.10

Tarlabaşı’nda bu ölçekte kurumsallaşmış bir “rant üzerinden rant elde etme” durumunun olduğunu söylemek güç. Fakat, özellikle 2010’ların başında, rantın yarattığı bir güvenli tecrübe ve belgeleme dalgasının arttığı söylenebilir. Begüm Özden Fırat, bu dalgayı “yıkıntı pornosu” kavramı üzerinden düşünüyor.11 Zira Tarlabaşı’nın tahliyeler sonrası / yıkımlar öncesi dönemi, (üstten kaygılarla) kurtarılmak istenen bir terk edilmişlik ve harabeleşen tarih12 olarak algılanıyordu. Turların, haberlerin, sanat çalışmalarının altında yıkıntılarla kurulan pornografik bir ilişki yatıyor; bu ilişki estetik kaygıların ve Tarlabaşı ile örgütlü olarak ilişkilenmemenin altyapısını oluşturuyordu. Oto-endüstriyel sermayenin Detroit’ten çekilmesi ile terk edilen fabrika binalarının rant nesnelerine dönüşmesi üzerine ortaya atılan bu kavram,13 Tarlabaşı’nda aksine, sermayenin mahalleye yoğunlaştığı sırada, farklı çehrelerle yaşam buldu. Özden Fırat, eğer “yıkıntı” mekânlarına verilen bir değer varsa, bunun mahallelilerle beraber çalışarak, çaba verilerek, direnerek ortaya konması gerektiğini; aksi takdirde iyi niyetlerin çok önemli olmadığını söylüyor.14 Bu ifadeler, saha çalışmam süresince birçok Tarlabaşılı’dan duyduğum eleştiri ve taleplerle neredeyse bire bir örtüşüyor.

Kentsel dönüşüm sürüncemesinde gerçeklik avları

Birkaç arkadaşımla beraber geçen gün yine Tarlabaşı’na gittik. Ara ara giderim zaten ama bu sefer de arkadaşlarımla gittim. İnanılmaz gerçekten. Girdiğiniz bakkaldan, selam verdiğiniz teyzeye, top oynadığınız çocuklardan, fotoğrafını çektiğiniz köpeğe kadar her şey gerçek.

Ekşi Sözlük’te Tarlabaşı hakkında bir yorum (2018)

Madalyonun her zaman diğer yüzünün de olduğunu unutmayın. Yüzleşin, gerçekler çirkindir.

Instagram’da, Tarlabaşı’nda çekilmiş cumbalı ev ve çamaşır  ipi fotoğraflarının altındaki açıklamalar (2017)

Peki ya yıkımlardan sonra? Yıkımlar tamamlanıp inşaatlar başladıktan sonra bir kentsel dönüşüm mekânı olarak Tarlabaşı’na ilgi azaldı. Zira, kentsel dönüşüme süreç değil, yıkımlarla mühürlenen bir an olarak bakıldığında Tarlabaşı bitmişti. Taksim 360’ın etrafında kalan mahallenin çoğunluk kısmı, nihayetinde kentsel dönüşüm içine alınacağı farz edilerek akademide bugünü, hatta geleceği olmayan yerler olarak -daha doğrusu geçmiş zaman kullanılarak- anılmaya başladı. Mahallelilerinin yerinden edilecekleri varsayılan, dolayısıyla yok olmuş sayılan bir yer hâline gelse de, özellikle 2016 sonrasında Tarlabaşı, çeşitli araştırmacıların uğrak mekânı olmaya devam etti. Bu kez de Tarlabaşı’ndan ziyade yeni göç hareketlerini incelemek üzere uğraklık hâli oluştu.

Tarlabaşı’nda olduğum dönemde dayanışma gruplarının sıkça kapısını çalan, göçmenlerle beraber dayanışmak ve mahallenin geleceğini şekillendirmektense “Afrikalı göçmen bulma” konusunda taleplerde bulunan araştırmacıların ve gazetecilerin varlığına bizzat şahit oldum. Mahalleliler, bu durumu Afrikalıların değişik ve popüler hâle gelmiş olmasına bağlıyor, bu popülaritenin ise genelde gerçek mağduriyet hikâyeleri arayışından kaynakladığını düşünüyorlardı. Örneğin Fatma Abla Afrikalılarla konuşmak için ısrar eden, ama özellikle işsiz ya da çalışma izni olmayan iki Afrikalı bulmasını muhakkak rica eden gazeteci bir ekibin arkasından “Zaten belli şeyler duymaya koşullanarak geliyorlar, onları duymazlarsa da yok sayıyorlar. Bu arada da sanki Tarlabaşı’nda yaşamıyorlarmış gibi, bu mahallenin durumu onları ilgilendirmiyormuş gibi burada ne olduğuyla hiç ilgilenmiyorlar. Kentsel dönüşüm meselesi revaçta değil ya artık, başka konular revaçta, ama yaklaşımlar aynı,” demişti. 

Gerçeklik peşinde gazeteciler.
Fotoğraf: Alize Arıcan

Kısacası, Tarlabaşılıların sıklıkla karşılaştığı, çoğunlukla üst-orta sınıf kesimler, Tarlabaşı’nı artık halihazırda kurgulamış oldukları bir gerçekliği olumlamak için mesken ediniyordu. Aranan temsiller, sınırları çok net çizilmiş profillere uymalıydı. Belli göçmenlik hâlleri, belli duygu ve anlatılar, belli dünya hâllerine uygun hikâyeler ve kişiler bulmak için çıkılmış bir arayıştı bu “gerçeklik arayışı”. Sunulan başka gerçeklikleri dışlayan, Tarlabaşı’nda olup bitendense ilgi çekecek konularla şekillenen bir anlayıştı. Bu kurgulanmış gerçeklik arayışları, şimdilerde Tarlabaşılıların “foto safariciler” addettikleri, genelde yoksulluk ve dışlanmışlık durumları üzerine yoğunlaşan ve planlanmış pozlamalardan oluşan görsel temsillere de yansımıştı, tıpkı Fatma Abla’nın çay içmeye ikna edemediği fotoğrafçı kadın gibi.

Nesneleştirilerek gerçeklik kalıplarına oturtma olgusu, tematik olarak dönüştüğü gibi (kentsel dönüşümden göçe) coğrafi olarak da dönüştü. Birçok Tarlabaşılı’nın cuma geceyarısından pazar akşamına kadar alışveriş yaptığı, tezgâh açtığı, mesken tuttuğu Dolapdere Bit Pazarı, geçtiğimiz birkaç senede yavaş yavaş görsel ilgi odağı hâline geldi. Arter gibi galerilerin büyük kompleksler kurduğu Dolapdere, Bilgi Üniversitesi ve Santral İstanbul’dan sonra emlakçıların yatırım yaptığı bir alana dönüşmüştü. Fakat özellikle Arter, Dolapdere Bit Pazarı’nın başladığı sokağa bitişik konumda açıldı. Bu yüzden, birçok göçmen ve azınlığın geçimini sağladığı Pazar, Arter’in inşaatı süresince sıkça sekteye uğrayarak, tezgâhın hangi haftalar kurulup hangi haftalar kurulmayacağı, inşaatı kimin ziyaret ettiğine ve Beyoğlu Belediyesi’nin inisiyatifine bağlı hâle gelmişti. Bu durum, hem pazar satıcılarını, hem de alım gücü sınırlı alıcılarını zorlamış, kamuoyu yaratılmak istense de mesele yankı bulmamıştı. Bu süreçte, özellikle geceleri çeşitli toplumsal grupların uğradığı, çeşitli eşyanın satıldığı mekân, değişim sürecinde fotoğrafçılar için görsel olarak çekici duruma geldi. Neredeyse her hafta kameralı yerli ya da yabancı turistleri gören tezgâhtarlar, “Madem beğeniyorlar, neden bir işin ucundan tutmuyor, yardım etmiyorlar?” diyerek fotoğraf çekmek isteyenlerle anlaşmazlığa düşmeye başladılar. Örneğin yirmi senedir Dolapdere’de tezgâh açan Tarlabaşılı Enver Abi “’Burası çok gerçek bir yer, bitiremesinler diye çekmek istiyoruz’, diyorlar, ama şikâyet edelim, bir şeyler yapalım deyince yok… ‘Öyle şey olmaz!’ diyor”. Ona göre en duru gerçeklik, yaşadıkları bu belirsizlik durumu hakkında bir şey yapmaktan geçiyordu; Dolapdere Bit Pazarı’nın yok olacağını varsayıp onu temsil etmekten değil.

Peki, gerçeklik arayışı nereden kaynaklanıyor? Bütün bu örnekler, kötü niyetli bireylere mi işaret ediyor? Gerçeklik arayışı yalnızca niyet okumaları üzerinden değil, hem epistemolojik hem de estetik sistemler üzerinden anlaşılmalı. Özellikle akademide araştırmacılar iş bulmanın zorluğu, revaçta olan, yeni addedilen, iş ilanlarında sık sık yer alan konulara yöneltiliyorlar. Angaje olmak ya da bir araştırmanın nasıl yapıldığını önemsemektense popüler çerçevelere uyma baskısı yaratılıyor. Gazeteciler, “Hikâye anlatmam, hikâyeyi bulmam gerekiyor!” kaygısı güderken sanatçılar, hitap ettikleri (ya da hitap ettiklerini varsaydıkları) kesimlerin algılarını kestirmeye, bu algılara uymaya çalışıyor. Sistematik bağlamlar kişisel tercihlerle birleşiyor; nihayetinde Tarlabaşı’nın dönüşümünü bir süreçtense, süreçlenmiş bir nostalji olarak, Dolapdere ise bitmeye çok yakın bir çeşitlilik mekânı olarak sunuluyor. Buna da gerçeklik deniyor.

Sonuç

Yıkıntı pornosundan gerçeklik peşinde koşmaya, Tarlabaşı ve Dolapdere belirli perspektiflerden anlaşıldı, anlatıldı, yansıtıldı. Bu durumun sistematik arka planını göz önünde bulundurarak bilgi, haber, estetik obje üretiminin nasıl yapıldığının ciddi bir şekilde düşünülmesi gerekiyor. Düşünmekle kalmayıp gerçeklik arayışını kabul etmek, hatta özellikle istenen bir olgu olmaktan —hem kişisel hem kurumsal düzlemlerde— çıkarmaya dair hareket etmenin önemi, Tarlabaşı ve Dolapdere gibi örnekler göz önüne alındığında iyice ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki senelerde bu mahallelerin önceden kurgulanmış anlatılarla, nostaljik bir şekilde temsil edilmemesi, ancak tabandan, sahadan, yatay ilişkilerle temellenen biçimlerde algılanması çok önemli. Bunun için ise mekânlar, insanlar, topluluklar “üzerine” değil, topluluklar “ile” çalışmak; temsilleri kimin, ne için yaptığını ciddi bir biçimde düşünmek gerekiyor. Mehmet Abi’nin de dediği gibi, “Bize geri dönmedikten sonra, sürekli onu, bunu, şunu çalışmanın, resmini çekmenin ne anlamı var?”

Dolapdere Bit Pazarı’nda, vinçler eşliğinde “Pazar yasak” yazısı.
Fotoğraf: Alize Arıcan

1- Adanalı, Y. A. (2017, 30 Nisan). Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu. beyond.istanbul. beyond.istanbul/ah-beyoğlu-vah-beyoğlu-70558e4a5e3e. Aynı yazıyı bu sayıda okumak için bkz. s.7.

2- Bu terimi, “yok olmakta” addedilen kültürleri kurtarmayı amaçlayan kurtarıcı etnografi (salvage ethnography) teriminden yola çıkarak kullandım. Bu terimin kökenleri, üstten bakan, sömürgeci bir bakış açısına uzanıyor. Bkz. Gruber, J. W. (1837). Londra: The Society; Hester, J. (1968). Primary Methods in Salvage Anthropology. Anthropological Quarterly, 41(3), 132-146.

3- Bunları ortaya koymaktaki amacım, bir mahalleye sanatçıların girdiği anda o mahalleyi olumsuz şekilde dönüştürdüklerini ifade etmek değil, sanatçıların (ve başka meslek gruplarının) kent mekânlarıyla nasıl ilişkilendiği üzerine düşünmek. Örneğin, SALT’ın süreçlendirdiği Manastır Projesi, Tarlabaşı’yla bu anlatıdan daha farklı şekilde ilişkilenen bir grup sanatçıyı tarihselleştiriyor. Bkz. saltonline.org/projects/manastir/

4- Evrensel. (2012, 12 Haziran). Kapısız penceresiz binada kentsel dönüşüm sergisi. evrensel.net/haber/30717/kapisiz-penceresiz-binada-kentsel-donusum-sergisi

5- Sanatatak. (2014, 28 Ekim). Tarlabaşı’nda Sanatsal Müdahale. sanatatak.com/view/tarlabasinda-sanatsal-mudahale

6-  Fırat, B. Ö. (2012, 17 Eylül). Tarlabaşı’nda sanat: Yıkıma dek görülebilir! e-skop. e-skop.com/skopbulten/tarlabasinda-sanat-yikima-kadar-gorulebilir/888

7- Kazaz, G. (2012, 2 Haziran). Fotoğraf Çekmelere Doymadınız – Ali Beyler Hariç. Bianet. m.bianet.org/bianet/toplum/138792-fotograf-cekmelere-doymadiniz-ali-beyler-haric

8- Bu şekilde lanse edilen turlardan elde edilen gelirlerin mahalleliye dönüp dönmediğini teyit etmeye çalışsam da, bu bilgiye ulaşamadım.

9- Yıldız, S. ve Yıldız, Z. (2018). Gecekondu Turizmi: Bir Çözüm mü Yoksa Bir Problem mi? Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 6(4), 974-992.

10- Frenzel, F. (2014). Slum Tourism and Urban Regeneration: Touring Inner Johannesburg. Urban Forum, (25), 431-447.

11-  Fırat, B. Ö. A.g.y.

12- Stoler, A. L. (2016). Duress: Imperial durabilities in our times. Durham: Duke University Press.

13- Strangleman, T. (2013). ’Smokestack Nostalgia,’ ‘Ruin Porn’ or Working-Class Obituary: The Role and Meaning of Deindustrial Representation. International Labor and Working-Class History, (84), 23-37.

14- Fırat, B. Ö. A.g.y.

“Foto safariye gelmişler yine,” dedi Mehmet Abi, elinde kaliteli, büyücek lensli bir kamera taşıyan kadını işaret ederek. “Çekin bacım çekin, bizim çamaşırlar Çin’e kadar gitti. Dünyanın dört bir yanında ünlü oldu bizim çamaşırlar!” diye seslendi. Kadın, cumbalı binasının önünde bir taburede oturan Mehmet Abi’ye gülümseyerek yaklaştı. Mehmet Abi’nin eşi Fatma Abla camdaydı o sırada. Kadın, Fatma Abla’yı gördü, ona çocuklarından birini pencereye doğru kaldırıp poz verebilir mi diye sordu. İstediği pozu yakaladıktan sonra müsaade istedi. Fatma Abla ne kadar “Gelin, çayımızı için, dertleşelim” dediyse de fotoğrafçı kadını ikna edemedi. “İşte görüyorsun, bir poz isterler, sonra kesin giderler. ‘Tarlabaşı şöyle bir yer’ diye anlatırlar, ama oturup burası gerçekten nasıl bir yer konuşalım dedin mi bağlasan durduramazsın,” dedi Fatma Abla kadının arkasından.

Tarlabaşı’nda fotoğraf çekmeye gelmiş bir kadın – ya da Tarlabaşılı deyimiyle, “foto safarici”.
Fotoğraf: Alize Arıcan

2017 ve 2018 senelerinde, hâlâ süren Taksim 360 kentsel dönüşüm projesinin başlamasından yaklaşık 15 sene sonra, Tarlabaşı’nda bu ve buna benzer sahneler çok yaygındı. Mahalledeki dayanışma gruplarıyla çalıştığım süre boyunca birçok fotoğrafçı, gazeteci, sanatçı ve araştırmacı, Tarlabaşı’na gelir, fotoğraf çeker, sorular sorar, çalışmalarına katılımcı bulmak için bizimle iletişime geçerlerdi. Bu yazıda, bu karşılaşmaları ve Tarlabaşılıların bu karşılaşmalar hakkında geliştirdikleri eleştirileri merkeze alarak Tarlabaşı’nın uğraklık hâllerini değerlendiriyorum.

Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşümü halihazırda bitmiş bir durum olarak değil, uzun soluklu bir süreç olarak ele alıyor, bu bağlamda dönüşen Tarlabaşı’na duyulan ilginin altında nelerin yattığını “biraz daha geriden, içeriden ve aşağıdan”1 inceliyorum. Böylelikle, uğraklık hâllerinin dönüştüğünü, hatta birçok Tarlabaşılının her hafta ziyaret ettiği ve hatta çalıştığı Dolapdere Bit Pazarı gibi Tarlabaşı’na coğrafi ve günlük anlamda yakın olan mekânlara yayıldığını görüyoruz.

Bunun adına varoş ya da gecekondu turizmi mi demeli? Kentsel dönüşümü uzun soluklu düşünmek, bu kavramların ötesinde nelere işaret ediyor? Bu ilgi, gösterenler ve gösterilenlerce nasıl değerlendiriliyor, neleri mümkün kılıp nelerin önünü kapatıyor? Temsil etme ve temsil edilme hâlleri, dönüşüm hâlinde olan Tarlabaşı ve Dolapdere’yi nasıl etkiliyor, ya da teğet geçiyor?

Heyecanlar, iyilikler ve yıkıntılar

İstanbul’u ziyaret ettiğim her defasında mutlaka uğradığım semt. Benim gibi aksiyon ve gerilim arayanlar için, hava karardıktan sonrası buranın arka sokaklarını gezmek apayrı bir heyecan.

Harlem, Medellin, favela, dünyadan birçok örnek sayılabilecek benzerlikte, İstanbul’un hem en şanslı hem en şanssız semti… ‘Tarlabaşı fotoğraf turu’ etkinliğinde gezip görme imkânım oldu, hem de hayırlı bir iş için destek vermiş oldum. 

Ekşisözlük’te Tarlabaşı’na dair yorumlar (2010-2013)

O güzelim evler, güzelim tarih yok olmadan çekim yapmalıydık.

Instagram’da Tarlabaşı’na dair yorum (2010)

2006’da Tarlabaşı, 5366 sayılı meşum Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ile kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. Bu yasa çerçevesinde yüzlerce insan yerlerinden edilirken vurgulanan yıpranma ve terk edilmişlik olgusu, Taksim 360 projesinin ve daha önemlisi, projenin üreteceği rantın başka bir şekilde çerçevelenmesine ön ayak oldu. Tarlabaşı, haberlerde ve sosyal medyada sık sık unutulmuş, boşaltılmış, bitmiş, içinde harap binalardan başka bir şeyin kalmadığı bir yer olarak tanımlanmaya başladı.

Bu tanımlar, birtakım kurtarıcı2 çaba ve etkinlikleri beraberinde getirdi, özellikle yıkımlara sahne olan 2010 yılı civarında. Terk edilmiş addedilen insanların hikâyelerini kaydetmek ve çarpıcı yıkım anlarını arşivlemek isteyen birçok gazeteci, yazar, araştırmacı ve blogger soluğu Tarlabaşı’​nda aldı. Öte yandan, Taksim 360 projesi tamamlandığında tarihi yapıların “yaşatılarak kullanılması” konusunda şüpheleri olan sanatçılar, amatör ve profesyonel fotoğrafçılar, mimari değerleri ve günlük hayatı belgelemek için Tarlabaşı’na geldiler. Kentsel dönüşümden önce uzun bir süredir tehlike ya da yoksulluk imgeleri (çamaşır ipi, sokakta oynayan çocuklar vb…) ile eşdeğer hâle gelen mahalle, bir de tarihi yıkıntılarla anılmaya başladı. İnsanların evlerinden çıkarılmasından hemen sonra ve binaların tamamen yıkılmasından önce yıkıntı hâline getirilmiş olan binalar, görsel ve yazınsal Tarlabaşı temsillerinin odak noktası hâline geldi. 

Bir yandan yıkıntıların Tarlabaşı’nda her zamankinden daha fazla fuhuş ve suça sebebiyet verdiği, zaten yoksul olan bir mahallenin iyice mağdur edildiği yazıldı. Yazının başında bahsi geçen Mehmet Abi ve Fatma Abla gibi birçok Tarlabaşılı bu yargılara katılsa da, mahallelilerin kendileri için yaptıkları gündelik ve örgütlü direnişlerinin bu temsillere kıyasla çok daha az ilgi çektiğini, temsil edenlerin ise “Biz ne yapabiliriz?”den ziyade “Biz ne yazabiliriz?” kaygısıyla hareket ettiğini ifade etti.

Diğer yandan, nostaljik bir şekilde kurgulanan, “yok olan” Tarlabaşı’nı belgeleme çabası, yıkıntıları sanat mekânı ve tur zemini hâline getirdi. Yıkım arifesindeki binalar, enstalasyonların, sanat festivallerinin, performansların arka planı oldu.3 “Çöplük hâlindeki” binaları sanatla dönüştürerek Tarlabaşılılarla iletişim kurmayı amaçlayan4 bu çalışmaları hem muhalif sanat örgütleri, hem de mahalleliler eleştirdi. Amacın iletişim değil, “havalı” yıkıntı manzaralarını görsel çalışmalara malzeme ederek kültürel kapital kazanmak olduğu ifade edildi. Bazı mahalle örgütleri,5 ve Tarlabaşılı bireyler, iletişim kurmak isteniyorsa bu iletişimin nasıl olacağının kendilerine de sorulması gerektiğinin altını çizdiler. Beraber örgütlenmek, beraber çalışmak gibi çok da havalı olmayan yollardan geçmeliydi.6 Tarlabaşı’nın görsel hafızasını (dışarıdan) belgeleme çabalarının bir ayağı da sıklaşan fotoğraf turları oldu. “Beyaz Türklerle Tarlabaşı arasında köprü oluşturan”7 fotoğrafçılar, görece güvenli bir ortamda tarihi değer taşıyan ve harabeleştirilen binaları rahat rahat fotoğraflamak isteyenleri mahallede turlara çıkarmaya başladı. Hem İstanbulluları, hem de yabancı turistleri çeken turların kimilerinin mahalle yararına olduğu lanse edildi,8 kimileriyse fotoğrafçılar için gelir kaynağı oldu. Kimi turlar, katılımcılarına (yukarıdaki alıntı gibi) “hayırlı bir iş” yaptığı hissi verdi, bazıları ise sosyal medyada ilgi çeken paylaşımlara gebe oldu. Belki de bu turlar sonrasında paylaşılan fotoğraflar, 2010’ların ortalarında Tarlabaşı’nı İstanbul’un Instagram’da en çok fotoğraf paylaşılan ikinci mahallesi hâline getirdi.

Benzer (ama farklı) hikâyeler, dünyanın birçok kentinde görülüyor. Örneğin, Johannesburg’da göçmenlerin mesken ettiği mahallelere ya da ırksal ayrışma tarihi olan kasabalara rehberler eşliğinde birçok tur düzenleniyor. Afrika’da ve Latin Amerika’da shantytown ve favela temalı lüks oteller kuruluyor. Varoş turizmi9 olarak kavramsallaştırılan bu çerçevede, varlıklı gezginler güvenli bir ortamda (ve kurgulanmış bir biçimde) yoksulluğu tecrübe edebiliyor, “insanlığın öbür yüzü”nü anlayabiliyor ve belgeleyebiliyorlar. Tur şirketleri, mahallelere ekonomik olarak katkı sağladıklarını ifade etseler de, birçok çalışma bunun aksini iddia ediyor ve şirketlerin yoksulluk üzerinden rant sağladığının altını çiziyor.10

Tarlabaşı’nda bu ölçekte kurumsallaşmış bir “rant üzerinden rant elde etme” durumunun olduğunu söylemek güç. Fakat, özellikle 2010’ların başında, rantın yarattığı bir güvenli tecrübe ve belgeleme dalgasının arttığı söylenebilir. Begüm Özden Fırat, bu dalgayı “yıkıntı pornosu” kavramı üzerinden düşünüyor.11 Zira Tarlabaşı’nın tahliyeler sonrası / yıkımlar öncesi dönemi, (üstten kaygılarla) kurtarılmak istenen bir terk edilmişlik ve harabeleşen tarih12 olarak algılanıyordu. Turların, haberlerin, sanat çalışmalarının altında yıkıntılarla kurulan pornografik bir ilişki yatıyor; bu ilişki estetik kaygıların ve Tarlabaşı ile örgütlü olarak ilişkilenmemenin altyapısını oluşturuyordu. Oto-endüstriyel sermayenin Detroit’ten çekilmesi ile terk edilen fabrika binalarının rant nesnelerine dönüşmesi üzerine ortaya atılan bu kavram,13 Tarlabaşı’nda aksine, sermayenin mahalleye yoğunlaştığı sırada, farklı çehrelerle yaşam buldu. Özden Fırat, eğer “yıkıntı” mekânlarına verilen bir değer varsa, bunun mahallelilerle beraber çalışarak, çaba verilerek, direnerek ortaya konması gerektiğini; aksi takdirde iyi niyetlerin çok önemli olmadığını söylüyor.14 Bu ifadeler, saha çalışmam süresince birçok Tarlabaşılı’dan duyduğum eleştiri ve taleplerle neredeyse bire bir örtüşüyor.

Kentsel dönüşüm sürüncemesinde gerçeklik avları

Birkaç arkadaşımla beraber geçen gün yine Tarlabaşı’na gittik. Ara ara giderim zaten ama bu sefer de arkadaşlarımla gittim. İnanılmaz gerçekten. Girdiğiniz bakkaldan, selam verdiğiniz teyzeye, top oynadığınız çocuklardan, fotoğrafını çektiğiniz köpeğe kadar her şey gerçek.

Ekşi Sözlük’te Tarlabaşı hakkında bir yorum (2018)

Madalyonun her zaman diğer yüzünün de olduğunu unutmayın. Yüzleşin, gerçekler çirkindir.

Instagram’da, Tarlabaşı’nda çekilmiş cumbalı ev ve çamaşır  ipi fotoğraflarının altındaki açıklamalar (2017)

Peki ya yıkımlardan sonra? Yıkımlar tamamlanıp inşaatlar başladıktan sonra bir kentsel dönüşüm mekânı olarak Tarlabaşı’na ilgi azaldı. Zira, kentsel dönüşüme süreç değil, yıkımlarla mühürlenen bir an olarak bakıldığında Tarlabaşı bitmişti. Taksim 360’ın etrafında kalan mahallenin çoğunluk kısmı, nihayetinde kentsel dönüşüm içine alınacağı farz edilerek akademide bugünü, hatta geleceği olmayan yerler olarak -daha doğrusu geçmiş zaman kullanılarak- anılmaya başladı. Mahallelilerinin yerinden edilecekleri varsayılan, dolayısıyla yok olmuş sayılan bir yer hâline gelse de, özellikle 2016 sonrasında Tarlabaşı, çeşitli araştırmacıların uğrak mekânı olmaya devam etti. Bu kez de Tarlabaşı’ndan ziyade yeni göç hareketlerini incelemek üzere uğraklık hâli oluştu.

Tarlabaşı’nda olduğum dönemde dayanışma gruplarının sıkça kapısını çalan, göçmenlerle beraber dayanışmak ve mahallenin geleceğini şekillendirmektense “Afrikalı göçmen bulma” konusunda taleplerde bulunan araştırmacıların ve gazetecilerin varlığına bizzat şahit oldum. Mahalleliler, bu durumu Afrikalıların değişik ve popüler hâle gelmiş olmasına bağlıyor, bu popülaritenin ise genelde gerçek mağduriyet hikâyeleri arayışından kaynakladığını düşünüyorlardı. Örneğin Fatma Abla Afrikalılarla konuşmak için ısrar eden, ama özellikle işsiz ya da çalışma izni olmayan iki Afrikalı bulmasını muhakkak rica eden gazeteci bir ekibin arkasından “Zaten belli şeyler duymaya koşullanarak geliyorlar, onları duymazlarsa da yok sayıyorlar. Bu arada da sanki Tarlabaşı’nda yaşamıyorlarmış gibi, bu mahallenin durumu onları ilgilendirmiyormuş gibi burada ne olduğuyla hiç ilgilenmiyorlar. Kentsel dönüşüm meselesi revaçta değil ya artık, başka konular revaçta, ama yaklaşımlar aynı,” demişti. 

Gerçeklik peşinde gazeteciler.
Fotoğraf: Alize Arıcan

Kısacası, Tarlabaşılıların sıklıkla karşılaştığı, çoğunlukla üst-orta sınıf kesimler, Tarlabaşı’nı artık halihazırda kurgulamış oldukları bir gerçekliği olumlamak için mesken ediniyordu. Aranan temsiller, sınırları çok net çizilmiş profillere uymalıydı. Belli göçmenlik hâlleri, belli duygu ve anlatılar, belli dünya hâllerine uygun hikâyeler ve kişiler bulmak için çıkılmış bir arayıştı bu “gerçeklik arayışı”. Sunulan başka gerçeklikleri dışlayan, Tarlabaşı’nda olup bitendense ilgi çekecek konularla şekillenen bir anlayıştı. Bu kurgulanmış gerçeklik arayışları, şimdilerde Tarlabaşılıların “foto safariciler” addettikleri, genelde yoksulluk ve dışlanmışlık durumları üzerine yoğunlaşan ve planlanmış pozlamalardan oluşan görsel temsillere de yansımıştı, tıpkı Fatma Abla’nın çay içmeye ikna edemediği fotoğrafçı kadın gibi.

Nesneleştirilerek gerçeklik kalıplarına oturtma olgusu, tematik olarak dönüştüğü gibi (kentsel dönüşümden göçe) coğrafi olarak da dönüştü. Birçok Tarlabaşılı’nın cuma geceyarısından pazar akşamına kadar alışveriş yaptığı, tezgâh açtığı, mesken tuttuğu Dolapdere Bit Pazarı, geçtiğimiz birkaç senede yavaş yavaş görsel ilgi odağı hâline geldi. Arter gibi galerilerin büyük kompleksler kurduğu Dolapdere, Bilgi Üniversitesi ve Santral İstanbul’dan sonra emlakçıların yatırım yaptığı bir alana dönüşmüştü. Fakat özellikle Arter, Dolapdere Bit Pazarı’nın başladığı sokağa bitişik konumda açıldı. Bu yüzden, birçok göçmen ve azınlığın geçimini sağladığı Pazar, Arter’in inşaatı süresince sıkça sekteye uğrayarak, tezgâhın hangi haftalar kurulup hangi haftalar kurulmayacağı, inşaatı kimin ziyaret ettiğine ve Beyoğlu Belediyesi’nin inisiyatifine bağlı hâle gelmişti. Bu durum, hem pazar satıcılarını, hem de alım gücü sınırlı alıcılarını zorlamış, kamuoyu yaratılmak istense de mesele yankı bulmamıştı. Bu süreçte, özellikle geceleri çeşitli toplumsal grupların uğradığı, çeşitli eşyanın satıldığı mekân, değişim sürecinde fotoğrafçılar için görsel olarak çekici duruma geldi. Neredeyse her hafta kameralı yerli ya da yabancı turistleri gören tezgâhtarlar, “Madem beğeniyorlar, neden bir işin ucundan tutmuyor, yardım etmiyorlar?” diyerek fotoğraf çekmek isteyenlerle anlaşmazlığa düşmeye başladılar. Örneğin yirmi senedir Dolapdere’de tezgâh açan Tarlabaşılı Enver Abi “’Burası çok gerçek bir yer, bitiremesinler diye çekmek istiyoruz’, diyorlar, ama şikâyet edelim, bir şeyler yapalım deyince yok… ‘Öyle şey olmaz!’ diyor”. Ona göre en duru gerçeklik, yaşadıkları bu belirsizlik durumu hakkında bir şey yapmaktan geçiyordu; Dolapdere Bit Pazarı’nın yok olacağını varsayıp onu temsil etmekten değil.

Peki, gerçeklik arayışı nereden kaynaklanıyor? Bütün bu örnekler, kötü niyetli bireylere mi işaret ediyor? Gerçeklik arayışı yalnızca niyet okumaları üzerinden değil, hem epistemolojik hem de estetik sistemler üzerinden anlaşılmalı. Özellikle akademide araştırmacılar iş bulmanın zorluğu, revaçta olan, yeni addedilen, iş ilanlarında sık sık yer alan konulara yöneltiliyorlar. Angaje olmak ya da bir araştırmanın nasıl yapıldığını önemsemektense popüler çerçevelere uyma baskısı yaratılıyor. Gazeteciler, “Hikâye anlatmam, hikâyeyi bulmam gerekiyor!” kaygısı güderken sanatçılar, hitap ettikleri (ya da hitap ettiklerini varsaydıkları) kesimlerin algılarını kestirmeye, bu algılara uymaya çalışıyor. Sistematik bağlamlar kişisel tercihlerle birleşiyor; nihayetinde Tarlabaşı’nın dönüşümünü bir süreçtense, süreçlenmiş bir nostalji olarak, Dolapdere ise bitmeye çok yakın bir çeşitlilik mekânı olarak sunuluyor. Buna da gerçeklik deniyor.

Sonuç

Yıkıntı pornosundan gerçeklik peşinde koşmaya, Tarlabaşı ve Dolapdere belirli perspektiflerden anlaşıldı, anlatıldı, yansıtıldı. Bu durumun sistematik arka planını göz önünde bulundurarak bilgi, haber, estetik obje üretiminin nasıl yapıldığının ciddi bir şekilde düşünülmesi gerekiyor. Düşünmekle kalmayıp gerçeklik arayışını kabul etmek, hatta özellikle istenen bir olgu olmaktan —hem kişisel hem kurumsal düzlemlerde— çıkarmaya dair hareket etmenin önemi, Tarlabaşı ve Dolapdere gibi örnekler göz önüne alındığında iyice ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki senelerde bu mahallelerin önceden kurgulanmış anlatılarla, nostaljik bir şekilde temsil edilmemesi, ancak tabandan, sahadan, yatay ilişkilerle temellenen biçimlerde algılanması çok önemli. Bunun için ise mekânlar, insanlar, topluluklar “üzerine” değil, topluluklar “ile” çalışmak; temsilleri kimin, ne için yaptığını ciddi bir biçimde düşünmek gerekiyor. Mehmet Abi’nin de dediği gibi, “Bize geri dönmedikten sonra, sürekli onu, bunu, şunu çalışmanın, resmini çekmenin ne anlamı var?”

Dolapdere Bit Pazarı’nda, vinçler eşliğinde “Pazar yasak” yazısı.
Fotoğraf: Alize Arıcan

1- Adanalı, Y. A. (2017, 30 Nisan). Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu. beyond.istanbul. beyond.istanbul/ah-beyoğlu-vah-beyoğlu-70558e4a5e3e. Aynı yazıyı bu sayıda okumak için bkz. s.7.

2- Bu terimi, “yok olmakta” addedilen kültürleri kurtarmayı amaçlayan kurtarıcı etnografi (salvage ethnography) teriminden yola çıkarak kullandım. Bu terimin kökenleri, üstten bakan, sömürgeci bir bakış açısına uzanıyor. Bkz. Gruber, J. W. (1837). Londra: The Society; Hester, J. (1968). Primary Methods in Salvage Anthropology. Anthropological Quarterly, 41(3), 132-146.

3- Bunları ortaya koymaktaki amacım, bir mahalleye sanatçıların girdiği anda o mahalleyi olumsuz şekilde dönüştürdüklerini ifade etmek değil, sanatçıların (ve başka meslek gruplarının) kent mekânlarıyla nasıl ilişkilendiği üzerine düşünmek. Örneğin, SALT’ın süreçlendirdiği Manastır Projesi, Tarlabaşı’yla bu anlatıdan daha farklı şekilde ilişkilenen bir grup sanatçıyı tarihselleştiriyor. Bkz. saltonline.org/projects/manastir/

4- Evrensel. (2012, 12 Haziran). Kapısız penceresiz binada kentsel dönüşüm sergisi. evrensel.net/haber/30717/kapisiz-penceresiz-binada-kentsel-donusum-sergisi

5- Sanatatak. (2014, 28 Ekim). Tarlabaşı’nda Sanatsal Müdahale. sanatatak.com/view/tarlabasinda-sanatsal-mudahale

6-  Fırat, B. Ö. (2012, 17 Eylül). Tarlabaşı’nda sanat: Yıkıma dek görülebilir! e-skop. e-skop.com/skopbulten/tarlabasinda-sanat-yikima-kadar-gorulebilir/888

7- Kazaz, G. (2012, 2 Haziran). Fotoğraf Çekmelere Doymadınız – Ali Beyler Hariç. Bianet. m.bianet.org/bianet/toplum/138792-fotograf-cekmelere-doymadiniz-ali-beyler-haric

8- Bu şekilde lanse edilen turlardan elde edilen gelirlerin mahalleliye dönüp dönmediğini teyit etmeye çalışsam da, bu bilgiye ulaşamadım.

9- Yıldız, S. ve Yıldız, Z. (2018). Gecekondu Turizmi: Bir Çözüm mü Yoksa Bir Problem mi? Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 6(4), 974-992.

10- Frenzel, F. (2014). Slum Tourism and Urban Regeneration: Touring Inner Johannesburg. Urban Forum, (25), 431-447.

11-  Fırat, B. Ö. A.g.y.

12- Stoler, A. L. (2016). Duress: Imperial durabilities in our times. Durham: Duke University Press.

13- Strangleman, T. (2013). ’Smokestack Nostalgia,’ ‘Ruin Porn’ or Working-Class Obituary: The Role and Meaning of Deindustrial Representation. International Labor and Working-Class History, (84), 23-37.

14- Fırat, B. Ö. A.g.y.

DÖN