“Çocuk hakları alanında çalışanların çocukları da dahil olmak üzere bu toplumdaki bütün çocukların hakları ihlal ediliyor.”

Çocuk hakları ve insan hakları alanlarında çalışmalar yürüten hukukçu Seda Akço, özelde çocuk hakkı ihlalleri ve istismarı konularına odaklanıyor. Çocuk hakkının ne demek olduğundan kent yaşamında çocuk algısı konusuna kadar çeşitlenen sohbetimizde Akço, çocuğun toplumsal yaşama söz sahibi bireyler olarak katılabilmesi ve bunun araçlarının üretilmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Keyifli okumalar dileriz.

Bahar Bayhan: Türkiye’de çocuk hakkı nerede duruyor?

Seda Akço: Çocuk hakkı genellikle, çocuklara yönelik suç sayılan eylemler yani istismar, silahlı çatışma ya da suça itilme gibi alanlar üzerinden tartışılıyor. Böyle olduğu zaman da insanlar çoğunlukla “bazı” çocukların haklarının ihlal edildiğini düşünüyorlar. Yoksullar ya da silahlı çatışma ortamında yaşayanlar gibi dezavantajlı durumdaki çocukların haklarının ihlali gibi görüyorlar. Ben Türkiye’de çocuk hakları konusunun önündeki engelin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar hep başkalarının çocukları için ilgilenilen bir alan olarak görüyorlar konuyu. Başkalarının çocuklarının hakları ihlal edildiği için ya hizmet sunarak alana giren insanlar var; koruyucu, eğitici, burs veren gibi ya da savunu yaparak alana girenler var; bizim gibi. Her iki grup da talep tarif ederken kendi hakkının ihlali üzerinden tarif etmiyor. Çocuk hakkı ihlalini, çocuğun eğitim hakkının kısıtlanması, istismara uğraması, ayrımcılığa maruz kalması ya da herhangi (duygusal, fiziksel, cinsel…) suç sayılan bir eylemin mağduru olması olarak algıladığımız için başkasının problemi gibi görüyoruz. Kendi çocuğumuzun bütün olanaklardan yararlanması için biz elimizden geleni yapıyoruz. O yüzden bizim çocuklarımızın böyle bir sorunu yok. Böyle bakıldığı sürece ben çocuk hakları konusunda bir ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünüyorum. Artık sadece bu alanlara odaklı çalışarak bu sorunları çözemediğimizi görmek lazım. Belki de haklarını yeterli şekilde kullanıyor sandığımız çocukların durumuna bakmamız gerek. Çocuk hakları alanında çalışanların çocukları da dahil olmak üzere bu toplumdaki bütün çocukların hakları ihlal ediliyor. 

Mesela çocuğun katılım hakkı. Savunu çalışması yapanların gündeminde olan bir konu. Ama bu, yarattığımız süreçlere katılmalarını sağlayacak araçlar üreterek çözülemez. Mesela gidelim bir lisedeki çocuklara kendi okullarıyla ilgili ne istediklerini soralım ya da bir grup çocukla meclis komisyonunun çalışmalarına katılım sağlamaları için bir çalışma gerçekleştirelim. Bunlar katılım hakkının kullanılmasını sağlayan araçlar değiller. Bunlar yapay araçlar. Çocuğun irade oluşturabildiği bir sürece ve toplumsal yaşama yetişkin gibi katılabilmesi lazım. Var mı böyle bir araç? Bu mekanla da ilişkili bir şey. Hangi yöntemle bir çocuk sosyal yaşama katılabilir? 

Deniz Öztürk: Yani sokağa çıkabildiği müddetçe aslında, sokakta kendi başına, beden bütünlüğüne zarar gelmeden var olabildiği sürece bir şeylere katılmaya başlıyor aslında. Şu anda yok öyle bir durum. 

S. A.: Evet sadece sokak var. Ya da sadece yarattığımız alanlar var. Futbol sahası, park gibi yerler. 

D. Ö.: AVM’ler… 

S. A.: Büyük çoğunluk için de tek tercih hatta AVM’ler. Top sahası gibi başka imkanlardan söz ediyoruz ama bunlar çok kısıtlı. Çocuğun kendi başına erişebileceği mesafede bunlar bile yok. Varsa da ücretli. Halbuki çocuk hakkı olarak bunların her gruptan çocuğa ücretsiz sunulması gerekir ki kendiliğinden kullanılabilir olsun. Kentler kuruluyor ama bir yetişkinin gözetiminde birtakım faaliyetleri yapabilecekleri yerler oluşturuluyor sadece çocuk için. Çocukların sosyal yaşama katılımı dediğim zaman kastettiğim bu değil. Yetişkinlerle beraber bir şey yapmaya, üretmeye katılmaktan söz ediyorum. Eski formuyla çocuğu kasabın yanına, bakkalın yanına çırak vermek gibi. Böyle olsun diye söylemiyorum ama orada yetişkinin yaptığı bir şeyi onunla beraber yapıyor, sorumluluk üstleniyordu. Tabii kötüye kullanılma ihtimali var. Onun için de zaten kurallar getirildi bu tip işlerde çalışmasınlar diye, ama onun yerine bir şey konmadı. Bu aslında mekandan soyutlanmalarına neden oluyor; bütün gelişim süreçlerini ayrılmış yerlerde yaşamalarına, kapatılarak zaman geçirmelerine neden oluyor. Çocuk hakları ihlaline duyarlı olan herkes önce kendi bulunduğu noktada, beraber yaşadığı çocuğun hakları üzerinden işe başlamalı. Ona iyi bir eğitim veriyor olmak, yaz tatilinde kampa gönderiyor olmak, birkaç yaz okuluna gönderiyor olmak çocuğun haklarının korunduğu anlamına gelmiyor. Bizatihi bu düzenin kendisi aslında haklarını ihlal ediyor çocukların.

Ona iyi bir eğitim veriyor olmak, yaz tatilinde kampa, birkaç yaz okuluna gönderiyor olmak çocuğun haklarının korunduğu anlamına gelmiyor. Bizatihi bu düzenin kendisi aslında haklarını ihlal ediyor çocukların.

D. Ö.: Yani hep yetişkinlerin tanımlayıp izin verdiği alanlarda çocuk olarak var olma mekanları var aslında. 

S. A.: Hem öyle hem de para ile satın alınan hizmetler veriyoruz. Bunların her çocuğun erişebileceği biçimde olması lazım. Yani spor yapmak, kültürel faaliyetlere katılmak, sosyal yaşam içerisinde yer almak, sorumluluk almak… Çocuğun bu imkanlara ebeveynin maddi, manevi olanaklarından bağımsız erişebiliyor olması lazım. Erişemiyor ise, ben o hizmeti satın alıyor isem çocuk, hakkını kullanamıyor demektir. Bunu dert etmediğimiz sürece sorunu çözemeyiz. Ancak bir olanak, bütün çocuklara eşit sunulduğunda dezavantajlı olduğunu düşündüğümüz çocuklar bakımından da koruyucu bir çevre sunuyor oluyoruz. Ama biz bunu talep etmeden sadece dezavantajlı olan çocuklar üzerinden sorun çözmeye kalktığımızda ilerlememiz mümkün değil. 

B. B.: Dezavantajlı meselesi önemli bence çünkü kent çalışmalarında, çocuğun kendisi yaşından ve sınıfından bağımsız olarak dezavantajlı birey olarak yer alıyor. Engelli, kadın ve çocuk, bunlar dezavantajlı gruplar olarak tanımlanıyor. Bu çocuk hakları çalışmalarında neye tekabül ediyor acaba? Neye dezavantajlı deniyor?

S. A.: Şu anlamda dezavantajları var; çocuklar kaynak kullanımında söz sahibi değiller. Söz sahibi haline getirmeye çalışmak lazım ama bir taraftan yaşa ve gelişim durumuna bağlı olarak ilerleyecek bir şey bu ve hiçbir zaman söz sahibi olamayacak bir yaş grubu var. O nedenle o ayrıma girmeden önce yapılması gereken şey, belli bir zamana kadar karar mekanizmasının dışında olan çocuklara ayrıcalık tanımak. Karar oluşturabilecek yaşa gelen çocuklar kararlara katılabilirler ama sırf katılıyorlar diye o sistemin zorluklarını üstlenmeleri beklenemez. 

Gizem Kıygı: Asıl olarak katılım üzerine çalışıyoruz ve katılım da bir şekilde içi boşaltılan bir kavram; bir noktada otobüs rengi sormakla sınırlandırılabiliyor. Ancak adaletle birleştirdiğimizde potansiyel taşıyan bir kavram. Çocuk katılımı konusunda da eleştirdiğiniz yöntemleri kullanıyoruz ve tam da bu nedenle bahsettiğiniz çerçeveyi genişletmeye çok ihtiyacımız var. Çünkü şu anda şehircilik açısından bakıldığında da yeni bir yaşam düzeninin kurulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bir yandan da çok avantajlı olarak görülen ama belirli bir yaşam biçimine, kapalı sitelere hapsedilen çocuklar var ve onlar kapsül mekan dediğimiz okul, ev, servis üçgeni ya da AVM gibi sınırlandırılmış mekanlara yerleştiriliyorlar. Öte yandan İstanbul’un geldiği noktada, kentte sürekli inşaat faaliyeti var ve bu inşaatların yapılması için kentin güvenliğini tehdit eden hafriyat kamyonları, inşaat makineleri gündelik yaşamın parçası haline geldi. Bu kapsamda ne kadar mekana adapte edilebiliyor çocuk hakları? 

S. A.: O değişimin engellenemeyecek olma ihtimalini göze alarak bir tasarım düşünülmesi lazım. “İdeal koşullar şunlardır, onlara benzetelim,” diye bir şey söz konusu olamaz. “Eski mahalle düzeninde çocukların sosyal yaşama katılımı daha kolaydı dolayısıyla biz eski mahalle düzenine benzer yapılar kuralım” da denilemez. “X metropolün tasarımı çocuklar açısından daha avantajlı, metropol olacaksak da öyle metropol olalım,” da denilemez. Şunu göz önüne alan bir yaklaşımla ancak çözülebilir diye düşünüyorum: Toplum neye evriliyorsa evrilsin, o evrilme sırasında çocukların ihtiyaçlarını dikkate alan bir planlama yapılmalı. Eğer bu evrilme, komşuluk ilişkilerini çok sınırlandıran bir fiziksel koşula gidiyor ise, İstanbul’un şu anki gidişi gibi, o koca bloklarda elbette çok iyi komşuluk ilişkileri de vardır. Ama koca blokların oluşturduğu mahalle, çocuğun üzerinde bütün mahallenin gözünün olduğu bir ortamı ortadan kaldırır. Dolayısıyla çocuğu kapının önüne oynamaya gönderemezsiniz. Ama bunu verili düzen olarak kabul edip bu blokları yığıyor isek, bu binalar kenti kaplayacak ise “Bu bloklar olmamalı çocuklar için” demek yerine, “Bu yapılar içerisinde bütün bu ihtiyaçların karşılandığı bir düzen nasıl olacak?” diye bir soru sorulması gerekir. O binalar dikiliyor ama bireysel olarak onun içinde insanlar kendi çözümlerini bulmaya çalışıyorlar çocukları için. Bireysel olarak ebeveyn o planlamayı yapmaya çalışıyor. Ebeveyn o siteyi sadece “Burada havuza girebilir, şurada basketbol sahası var, oynayabilir” diye seçiyor ise orada bir eksiklik var. Dönüştürülebilecek olan şey aslında bu talebin toplumda yaygın biçimde oluşması. Ben nasıl ki kendi ihtiyaçlarıma dikkat ederek alan seçiyor isem ya da oraları planlayanlar nasıl ki olası tüketicileri dikkate alarak planlıyor ise burada yaşayacak farklı gruplardan çocukların ihtiyaçlarını da dikkate alan bir planlama olmalı. Ama hangi ihtiyaçlarını? Yine orada ebeveynin bakış açısı dikkate alınıyor. Çocuğu bir birey olarak görmüyoruz sosyal yaşamın içerisinde. 

Fotoğraf: Kübra Ekmekci
G. K.: Bir çalıştayda Hollanda’dan gelen bir katılımcı Türkiye’de ebeveynlerin çocuklarına çok önem verdiğini, karar almada çocukların ihtiyaçlarının çok belirleyici olduğunu ancak bu önemi mekansal kurguda göremediğini söylemişti. Aslında bahsettiğiniz şekilde, mekan kurgumuz yetişkin mekansal ihtiyaçlarımızla o kadar kısıtlı ki onun içerisinde çocuğun ihtiyacını göremiyoruz.

S. A.: Ben esas kısıtlılığın çocuğa bakış açımızdan kaynaklandığını düşünüyorum. 

Çünkü bizim çocuklarımızdan beklediğimiz şey genellikle iyi bir eğitim alıp yetişkinlik yaşamına iyi hazırlanması; toplumda iyi bir sorumluluk üstlenmesi değil. Dolayısıyla tasarımdan da böyle bir şey beklemiyoruz. Tasarımdan beklediğimiz şey çocuğa iyi bir eğitim sunması, iyi bir beden gelişimi için spor alanı sunması, kreş sunması…

Orta sınıfın yarattığı bir modern çocukluk var, o da o bahsettiğiniz kapsüllerde geçen, herkesin öykündüğü bir biçim. Bunun kalitesi de değişiyor. Bazısı o kapsüllerde iyi imkanlara sahip olabiliyor, bazısı çok kısıtlı kapsüllerin içinde yaşıyor. Mesele o kapsülleri kaldırmak değil hiçbir zaman. Bunu değiştirebilecek olan, bu alanda çalışanlar başta olmak üzere, bu olanaklara erişebilenlerin de bunun bir hak ihlali olduğunu görmeleri. Onlar derse ki “Ne yapıyoruz biz, ben niye çocuğumu bu kapsüllere hapsediyorum? Bundan başka şeyler sunabiliyor olmam lazım”, işte bu noktada değişim başlar. Çünkü o gruplar talep edebilir ve o taleple bir baskı oluşturabilir.

Şimdi bunları çok soyut bir kentli şımarıklığı olmaktan çıkarabilmek için şuna bağlamak istiyorum: Çocuk hareket etmeye başladığında güvenli bir oyun, boş zaman geçirme, sosyalleşme alanı bulamadığı takdirde benzer ihlaller meydana gelecek. O nedenle her çocuğun eşit biçimde gelişmesini sağlayan, bütün hizmetlerin ulaşılabilir olduğu bir sistem kurmak gerekiyor. 

B. B.: Çocuğun birebir faydalanacağı alanlardan ziyade aslında çocuğun bulunduğu ve büyüyeceği mekanlar üzerine düşünmek de çok önemli bu noktada. Sadece iyi eğitim alması, çocuk oyun alanı koymak, birebir oraya gidip fiziksel olarak faydalanması değil ama aynen bu şekilde onun doğduğu ve büyüyeceği mekanların nasıl olacağına dair de kafa yormak gerekiyor.

S. A.: Evet. Çocuğa karşı sorumluluk sadece ebeveyne ait olan bir şey değil. Toplumun ve devletin de çocuğa karşı sorumluluğu var. Böyle yaklaşmak zorundayız. Bir yerin dezavantajlı koşullarına bakıp “Çocuğu varsa gidip orada oturmasın,” denilemez. Nüfusun bir grubu öyle bir yerde oturuyorsa orada doğacak çocuğun güvenliğinin ve ihtiyaçlarının sağlıklı bir şekilde karşılanmasını dert eden bir yapı olmalı. Toplum bunu talep ediyor olmalı ki devlet böyle bir hizmet sunsun. Sadece anne babanın sorumluluğu değil o çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması. Elbette birincil sorumluluk onlara ait fakat toplumun da onları desteklemesi gerekiyor. “Ben nasıl kendi yaşamımın içine katacağım çocukları?” diye düşünmesi gerek. Hem emek sömürüsü, istismar sayılmayacak şekilde, hem de sorumluluk alarak, bir hizmetin verilmesinden sorumlu olacak şekilde nasıl katılacak? Eskiden gazete dağıtmak, süt dağıtmak, bakkalda çalışmak gibi… Bir de asıl olarak, üretim biçimleri de değer ifade eden metanın kendisi de yapı değiştiriyor artık. Dolayısıyla çocuk emeğinin de bu bakımdan yeniden düzenlenmesi gerekiyor. 

G. K.: Üreten çocuklar içerisinde de, o mekanın çocuğun fiziksel güvenliğini etkilemeyecek şekilde, iş cinayetine neden olmayacak şekilde düzenlenmesi demek bir dert, çünkü o zaman çocuk işçiliğini meşrulaştırmış oluyoruz. Ama bir yandan da böyle bir gerçek var. Bu konuda nasıl bir tavır almak gerekiyor, onu aslında çok bilemiyoruz. Size soralım, çocukların belirli bir yaşa kadar çalışabilecekleri ortamlar, güvenlik seviyesi daha yüksek alanlar neler olabilir?

S. A.: Çocuğun hiç karışmaması gereken iş alanlarını belirlemek lazım. Bunlar çocuğun gelişimine her biçimde zarar verebilecek alanlar, mesela maden bunlardan biri. Ama her iş alanı da böyle değil. Diğer alanlar için de şöyle düşünmek gerekiyor: Burada çalışmak çocuğun ihtiyacı mı, yoksa çocuk burada kullanılıyor mu? 17 yaşında artık ailesinden de bağımsızlaşmakta olan bir çocuğun, bir büronun işlerini yaparak para kazanması kendi ihtiyacı olabilir. Ama aynı çocuk aslında okumak isterken ailesi tarafından bir büroda çalıştırılıyor ise, bu bir sorun olabilir. Buradan hareket ederek kısmen bir düzenleme de yapılıyor aslında, meslek eğitimi kapsamında çalışmaya izin verme tam da buna dair bir şey. İlerde böyle bir mesleği uygulayacak ise o mesleği öğrenebilmesi için bu yaştan itibaren atölye çalışmasına katılmasına olanak tanıyor zaten hukuk. Belli bir yaştan itibaren harçlığını kazanabiliyor olması, bir şey üretiyor, sorumluluk üstleniyor olması gelişimi açısından bir ihtiyaç. O zaman “Nerede karşılayacağız biz bu ihtiyacı?” diye düşünüp toplumda ona göre bir tasarım yapmak gerekiyor. Ergenlik çağına giren çocuğun kendi ayakları üzerinde duracak kadar sorumluluğu alacak alanları olması gerek. Maalesef şu anda gönüllü olarak çalışmaları bile çok zor. O yapının tamamını değiştiren bir şeye ihtiyaç var, o yüzden bulunduğumuz yerde çocuğun katılımını nasıl sağlayacağımız üzerine düşünerek bir başlangıç yapılabilir.

“Çocuk hakları alanında çalışanların çocukları da dahil olmak üzere bu toplumdaki bütün çocukların hakları ihlal ediliyor.”

Çocuk hakları ve insan hakları alanlarında çalışmalar yürüten hukukçu Seda Akço, özelde çocuk hakkı ihlalleri ve istismarı konularına odaklanıyor. Çocuk hakkının ne demek olduğundan kent yaşamında çocuk algısı konusuna kadar çeşitlenen sohbetimizde Akço, çocuğun toplumsal yaşama söz sahibi bireyler olarak katılabilmesi ve bunun araçlarının üretilmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Keyifli okumalar dileriz.

Bahar Bayhan: Türkiye’de çocuk hakkı nerede duruyor?

Seda Akço: Çocuk hakkı genellikle, çocuklara yönelik suç sayılan eylemler yani istismar, silahlı çatışma ya da suça itilme gibi alanlar üzerinden tartışılıyor. Böyle olduğu zaman da insanlar çoğunlukla “bazı” çocukların haklarının ihlal edildiğini düşünüyorlar. Yoksullar ya da silahlı çatışma ortamında yaşayanlar gibi dezavantajlı durumdaki çocukların haklarının ihlali gibi görüyorlar. Ben Türkiye’de çocuk hakları konusunun önündeki engelin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar hep başkalarının çocukları için ilgilenilen bir alan olarak görüyorlar konuyu. Başkalarının çocuklarının hakları ihlal edildiği için ya hizmet sunarak alana giren insanlar var; koruyucu, eğitici, burs veren gibi ya da savunu yaparak alana girenler var; bizim gibi. Her iki grup da talep tarif ederken kendi hakkının ihlali üzerinden tarif etmiyor. Çocuk hakkı ihlalini, çocuğun eğitim hakkının kısıtlanması, istismara uğraması, ayrımcılığa maruz kalması ya da herhangi (duygusal, fiziksel, cinsel…) suç sayılan bir eylemin mağduru olması olarak algıladığımız için başkasının problemi gibi görüyoruz. Kendi çocuğumuzun bütün olanaklardan yararlanması için biz elimizden geleni yapıyoruz. O yüzden bizim çocuklarımızın böyle bir sorunu yok. Böyle bakıldığı sürece ben çocuk hakları konusunda bir ilerleme kaydedilemeyeceğini düşünüyorum. Artık sadece bu alanlara odaklı çalışarak bu sorunları çözemediğimizi görmek lazım. Belki de haklarını yeterli şekilde kullanıyor sandığımız çocukların durumuna bakmamız gerek. Çocuk hakları alanında çalışanların çocukları da dahil olmak üzere bu toplumdaki bütün çocukların hakları ihlal ediliyor. 

Mesela çocuğun katılım hakkı. Savunu çalışması yapanların gündeminde olan bir konu. Ama bu, yarattığımız süreçlere katılmalarını sağlayacak araçlar üreterek çözülemez. Mesela gidelim bir lisedeki çocuklara kendi okullarıyla ilgili ne istediklerini soralım ya da bir grup çocukla meclis komisyonunun çalışmalarına katılım sağlamaları için bir çalışma gerçekleştirelim. Bunlar katılım hakkının kullanılmasını sağlayan araçlar değiller. Bunlar yapay araçlar. Çocuğun irade oluşturabildiği bir sürece ve toplumsal yaşama yetişkin gibi katılabilmesi lazım. Var mı böyle bir araç? Bu mekanla da ilişkili bir şey. Hangi yöntemle bir çocuk sosyal yaşama katılabilir? 

Deniz Öztürk: Yani sokağa çıkabildiği müddetçe aslında, sokakta kendi başına, beden bütünlüğüne zarar gelmeden var olabildiği sürece bir şeylere katılmaya başlıyor aslında. Şu anda yok öyle bir durum. 

S. A.: Evet sadece sokak var. Ya da sadece yarattığımız alanlar var. Futbol sahası, park gibi yerler. 

D. Ö.: AVM’ler… 

S. A.: Büyük çoğunluk için de tek tercih hatta AVM’ler. Top sahası gibi başka imkanlardan söz ediyoruz ama bunlar çok kısıtlı. Çocuğun kendi başına erişebileceği mesafede bunlar bile yok. Varsa da ücretli. Halbuki çocuk hakkı olarak bunların her gruptan çocuğa ücretsiz sunulması gerekir ki kendiliğinden kullanılabilir olsun. Kentler kuruluyor ama bir yetişkinin gözetiminde birtakım faaliyetleri yapabilecekleri yerler oluşturuluyor sadece çocuk için. Çocukların sosyal yaşama katılımı dediğim zaman kastettiğim bu değil. Yetişkinlerle beraber bir şey yapmaya, üretmeye katılmaktan söz ediyorum. Eski formuyla çocuğu kasabın yanına, bakkalın yanına çırak vermek gibi. Böyle olsun diye söylemiyorum ama orada yetişkinin yaptığı bir şeyi onunla beraber yapıyor, sorumluluk üstleniyordu. Tabii kötüye kullanılma ihtimali var. Onun için de zaten kurallar getirildi bu tip işlerde çalışmasınlar diye, ama onun yerine bir şey konmadı. Bu aslında mekandan soyutlanmalarına neden oluyor; bütün gelişim süreçlerini ayrılmış yerlerde yaşamalarına, kapatılarak zaman geçirmelerine neden oluyor. Çocuk hakları ihlaline duyarlı olan herkes önce kendi bulunduğu noktada, beraber yaşadığı çocuğun hakları üzerinden işe başlamalı. Ona iyi bir eğitim veriyor olmak, yaz tatilinde kampa gönderiyor olmak, birkaç yaz okuluna gönderiyor olmak çocuğun haklarının korunduğu anlamına gelmiyor. Bizatihi bu düzenin kendisi aslında haklarını ihlal ediyor çocukların.

Ona iyi bir eğitim veriyor olmak, yaz tatilinde kampa, birkaç yaz okuluna gönderiyor olmak çocuğun haklarının korunduğu anlamına gelmiyor. Bizatihi bu düzenin kendisi aslında haklarını ihlal ediyor çocukların.

D. Ö.: Yani hep yetişkinlerin tanımlayıp izin verdiği alanlarda çocuk olarak var olma mekanları var aslında. 

S. A.: Hem öyle hem de para ile satın alınan hizmetler veriyoruz. Bunların her çocuğun erişebileceği biçimde olması lazım. Yani spor yapmak, kültürel faaliyetlere katılmak, sosyal yaşam içerisinde yer almak, sorumluluk almak… Çocuğun bu imkanlara ebeveynin maddi, manevi olanaklarından bağımsız erişebiliyor olması lazım. Erişemiyor ise, ben o hizmeti satın alıyor isem çocuk, hakkını kullanamıyor demektir. Bunu dert etmediğimiz sürece sorunu çözemeyiz. Ancak bir olanak, bütün çocuklara eşit sunulduğunda dezavantajlı olduğunu düşündüğümüz çocuklar bakımından da koruyucu bir çevre sunuyor oluyoruz. Ama biz bunu talep etmeden sadece dezavantajlı olan çocuklar üzerinden sorun çözmeye kalktığımızda ilerlememiz mümkün değil. 

B. B.: Dezavantajlı meselesi önemli bence çünkü kent çalışmalarında, çocuğun kendisi yaşından ve sınıfından bağımsız olarak dezavantajlı birey olarak yer alıyor. Engelli, kadın ve çocuk, bunlar dezavantajlı gruplar olarak tanımlanıyor. Bu çocuk hakları çalışmalarında neye tekabül ediyor acaba? Neye dezavantajlı deniyor?

S. A.: Şu anlamda dezavantajları var; çocuklar kaynak kullanımında söz sahibi değiller. Söz sahibi haline getirmeye çalışmak lazım ama bir taraftan yaşa ve gelişim durumuna bağlı olarak ilerleyecek bir şey bu ve hiçbir zaman söz sahibi olamayacak bir yaş grubu var. O nedenle o ayrıma girmeden önce yapılması gereken şey, belli bir zamana kadar karar mekanizmasının dışında olan çocuklara ayrıcalık tanımak. Karar oluşturabilecek yaşa gelen çocuklar kararlara katılabilirler ama sırf katılıyorlar diye o sistemin zorluklarını üstlenmeleri beklenemez. 

Gizem Kıygı: Asıl olarak katılım üzerine çalışıyoruz ve katılım da bir şekilde içi boşaltılan bir kavram; bir noktada otobüs rengi sormakla sınırlandırılabiliyor. Ancak adaletle birleştirdiğimizde potansiyel taşıyan bir kavram. Çocuk katılımı konusunda da eleştirdiğiniz yöntemleri kullanıyoruz ve tam da bu nedenle bahsettiğiniz çerçeveyi genişletmeye çok ihtiyacımız var. Çünkü şu anda şehircilik açısından bakıldığında da yeni bir yaşam düzeninin kurulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bir yandan da çok avantajlı olarak görülen ama belirli bir yaşam biçimine, kapalı sitelere hapsedilen çocuklar var ve onlar kapsül mekan dediğimiz okul, ev, servis üçgeni ya da AVM gibi sınırlandırılmış mekanlara yerleştiriliyorlar. Öte yandan İstanbul’un geldiği noktada, kentte sürekli inşaat faaliyeti var ve bu inşaatların yapılması için kentin güvenliğini tehdit eden hafriyat kamyonları, inşaat makineleri gündelik yaşamın parçası haline geldi. Bu kapsamda ne kadar mekana adapte edilebiliyor çocuk hakları? 

S. A.: O değişimin engellenemeyecek olma ihtimalini göze alarak bir tasarım düşünülmesi lazım. “İdeal koşullar şunlardır, onlara benzetelim,” diye bir şey söz konusu olamaz. “Eski mahalle düzeninde çocukların sosyal yaşama katılımı daha kolaydı dolayısıyla biz eski mahalle düzenine benzer yapılar kuralım” da denilemez. “X metropolün tasarımı çocuklar açısından daha avantajlı, metropol olacaksak da öyle metropol olalım,” da denilemez. Şunu göz önüne alan bir yaklaşımla ancak çözülebilir diye düşünüyorum: Toplum neye evriliyorsa evrilsin, o evrilme sırasında çocukların ihtiyaçlarını dikkate alan bir planlama yapılmalı. Eğer bu evrilme, komşuluk ilişkilerini çok sınırlandıran bir fiziksel koşula gidiyor ise, İstanbul’un şu anki gidişi gibi, o koca bloklarda elbette çok iyi komşuluk ilişkileri de vardır. Ama koca blokların oluşturduğu mahalle, çocuğun üzerinde bütün mahallenin gözünün olduğu bir ortamı ortadan kaldırır. Dolayısıyla çocuğu kapının önüne oynamaya gönderemezsiniz. Ama bunu verili düzen olarak kabul edip bu blokları yığıyor isek, bu binalar kenti kaplayacak ise “Bu bloklar olmamalı çocuklar için” demek yerine, “Bu yapılar içerisinde bütün bu ihtiyaçların karşılandığı bir düzen nasıl olacak?” diye bir soru sorulması gerekir. O binalar dikiliyor ama bireysel olarak onun içinde insanlar kendi çözümlerini bulmaya çalışıyorlar çocukları için. Bireysel olarak ebeveyn o planlamayı yapmaya çalışıyor. Ebeveyn o siteyi sadece “Burada havuza girebilir, şurada basketbol sahası var, oynayabilir” diye seçiyor ise orada bir eksiklik var. Dönüştürülebilecek olan şey aslında bu talebin toplumda yaygın biçimde oluşması. Ben nasıl ki kendi ihtiyaçlarıma dikkat ederek alan seçiyor isem ya da oraları planlayanlar nasıl ki olası tüketicileri dikkate alarak planlıyor ise burada yaşayacak farklı gruplardan çocukların ihtiyaçlarını da dikkate alan bir planlama olmalı. Ama hangi ihtiyaçlarını? Yine orada ebeveynin bakış açısı dikkate alınıyor. Çocuğu bir birey olarak görmüyoruz sosyal yaşamın içerisinde. 

Fotoğraf: Kübra Ekmekci
G. K.: Bir çalıştayda Hollanda’dan gelen bir katılımcı Türkiye’de ebeveynlerin çocuklarına çok önem verdiğini, karar almada çocukların ihtiyaçlarının çok belirleyici olduğunu ancak bu önemi mekansal kurguda göremediğini söylemişti. Aslında bahsettiğiniz şekilde, mekan kurgumuz yetişkin mekansal ihtiyaçlarımızla o kadar kısıtlı ki onun içerisinde çocuğun ihtiyacını göremiyoruz.

S. A.: Ben esas kısıtlılığın çocuğa bakış açımızdan kaynaklandığını düşünüyorum. 

Çünkü bizim çocuklarımızdan beklediğimiz şey genellikle iyi bir eğitim alıp yetişkinlik yaşamına iyi hazırlanması; toplumda iyi bir sorumluluk üstlenmesi değil. Dolayısıyla tasarımdan da böyle bir şey beklemiyoruz. Tasarımdan beklediğimiz şey çocuğa iyi bir eğitim sunması, iyi bir beden gelişimi için spor alanı sunması, kreş sunması…

Orta sınıfın yarattığı bir modern çocukluk var, o da o bahsettiğiniz kapsüllerde geçen, herkesin öykündüğü bir biçim. Bunun kalitesi de değişiyor. Bazısı o kapsüllerde iyi imkanlara sahip olabiliyor, bazısı çok kısıtlı kapsüllerin içinde yaşıyor. Mesele o kapsülleri kaldırmak değil hiçbir zaman. Bunu değiştirebilecek olan, bu alanda çalışanlar başta olmak üzere, bu olanaklara erişebilenlerin de bunun bir hak ihlali olduğunu görmeleri. Onlar derse ki “Ne yapıyoruz biz, ben niye çocuğumu bu kapsüllere hapsediyorum? Bundan başka şeyler sunabiliyor olmam lazım”, işte bu noktada değişim başlar. Çünkü o gruplar talep edebilir ve o taleple bir baskı oluşturabilir.

Şimdi bunları çok soyut bir kentli şımarıklığı olmaktan çıkarabilmek için şuna bağlamak istiyorum: Çocuk hareket etmeye başladığında güvenli bir oyun, boş zaman geçirme, sosyalleşme alanı bulamadığı takdirde benzer ihlaller meydana gelecek. O nedenle her çocuğun eşit biçimde gelişmesini sağlayan, bütün hizmetlerin ulaşılabilir olduğu bir sistem kurmak gerekiyor. 

B. B.: Çocuğun birebir faydalanacağı alanlardan ziyade aslında çocuğun bulunduğu ve büyüyeceği mekanlar üzerine düşünmek de çok önemli bu noktada. Sadece iyi eğitim alması, çocuk oyun alanı koymak, birebir oraya gidip fiziksel olarak faydalanması değil ama aynen bu şekilde onun doğduğu ve büyüyeceği mekanların nasıl olacağına dair de kafa yormak gerekiyor.

S. A.: Evet. Çocuğa karşı sorumluluk sadece ebeveyne ait olan bir şey değil. Toplumun ve devletin de çocuğa karşı sorumluluğu var. Böyle yaklaşmak zorundayız. Bir yerin dezavantajlı koşullarına bakıp “Çocuğu varsa gidip orada oturmasın,” denilemez. Nüfusun bir grubu öyle bir yerde oturuyorsa orada doğacak çocuğun güvenliğinin ve ihtiyaçlarının sağlıklı bir şekilde karşılanmasını dert eden bir yapı olmalı. Toplum bunu talep ediyor olmalı ki devlet böyle bir hizmet sunsun. Sadece anne babanın sorumluluğu değil o çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması. Elbette birincil sorumluluk onlara ait fakat toplumun da onları desteklemesi gerekiyor. “Ben nasıl kendi yaşamımın içine katacağım çocukları?” diye düşünmesi gerek. Hem emek sömürüsü, istismar sayılmayacak şekilde, hem de sorumluluk alarak, bir hizmetin verilmesinden sorumlu olacak şekilde nasıl katılacak? Eskiden gazete dağıtmak, süt dağıtmak, bakkalda çalışmak gibi… Bir de asıl olarak, üretim biçimleri de değer ifade eden metanın kendisi de yapı değiştiriyor artık. Dolayısıyla çocuk emeğinin de bu bakımdan yeniden düzenlenmesi gerekiyor. 

G. K.: Üreten çocuklar içerisinde de, o mekanın çocuğun fiziksel güvenliğini etkilemeyecek şekilde, iş cinayetine neden olmayacak şekilde düzenlenmesi demek bir dert, çünkü o zaman çocuk işçiliğini meşrulaştırmış oluyoruz. Ama bir yandan da böyle bir gerçek var. Bu konuda nasıl bir tavır almak gerekiyor, onu aslında çok bilemiyoruz. Size soralım, çocukların belirli bir yaşa kadar çalışabilecekleri ortamlar, güvenlik seviyesi daha yüksek alanlar neler olabilir?

S. A.: Çocuğun hiç karışmaması gereken iş alanlarını belirlemek lazım. Bunlar çocuğun gelişimine her biçimde zarar verebilecek alanlar, mesela maden bunlardan biri. Ama her iş alanı da böyle değil. Diğer alanlar için de şöyle düşünmek gerekiyor: Burada çalışmak çocuğun ihtiyacı mı, yoksa çocuk burada kullanılıyor mu? 17 yaşında artık ailesinden de bağımsızlaşmakta olan bir çocuğun, bir büronun işlerini yaparak para kazanması kendi ihtiyacı olabilir. Ama aynı çocuk aslında okumak isterken ailesi tarafından bir büroda çalıştırılıyor ise, bu bir sorun olabilir. Buradan hareket ederek kısmen bir düzenleme de yapılıyor aslında, meslek eğitimi kapsamında çalışmaya izin verme tam da buna dair bir şey. İlerde böyle bir mesleği uygulayacak ise o mesleği öğrenebilmesi için bu yaştan itibaren atölye çalışmasına katılmasına olanak tanıyor zaten hukuk. Belli bir yaştan itibaren harçlığını kazanabiliyor olması, bir şey üretiyor, sorumluluk üstleniyor olması gelişimi açısından bir ihtiyaç. O zaman “Nerede karşılayacağız biz bu ihtiyacı?” diye düşünüp toplumda ona göre bir tasarım yapmak gerekiyor. Ergenlik çağına giren çocuğun kendi ayakları üzerinde duracak kadar sorumluluğu alacak alanları olması gerek. Maalesef şu anda gönüllü olarak çalışmaları bile çok zor. O yapının tamamını değiştiren bir şeye ihtiyaç var, o yüzden bulunduğumuz yerde çocuğun katılımını nasıl sağlayacağımız üzerine düşünerek bir başlangıç yapılabilir.

DÖN