Çocukluk mekanla birlikte düşünüldüğünde oldukça fiziksel, ölçekle ilintili; hiyerarşinin aynı anda hem kurulduğu hem de kırıldığı bir dönem. 

Son yıllarda, mekan disiplinlerinin ve sosyal bilimlerin derinleşen bağı, konuya ilgi duyanları yeni bir fenomeni tartışmaya yönlendirdi: “Mekan sadece fiziksel değil, sosyal bir olgudur”. Yani mekanın sosyal bağlamının yoğunlaştığı bir düşün sürecinde üretiyoruz. Oysa mekana çocukluk çerçevesinden yaklaşmak, fiziksel kavramının bildiğimiz anlamlarını sorgulatmayı, fiziksel olanı da disiplinlerarası yaklaşımlara açmayı öneriyor. 

Çocukluğu odak aldığımızda, edilgen yaşam kurgusunun ve dolayısıyla hak ihlallerinin fizikselleştiği ve ölçek kazandığı bir halden bahsediyoruz. Ancak fizikselleşen, vicdan manipülasyonuna maruz bırakılarak soyutlanıyor ve çoğunlukla uçup gidiyor. Çocuğun sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, erişim hakkı, katılım hakkı bu yaklaşım gerilimi içerisinde kayboluyor. 

Tıpkı haklar kategorisine dahi dahil edilmeyen ve toplumsal ayrışmaların insafına bırakılan mülteci “krizi”nin Bodrum kıyısında bulunan Aylan’ın bedeni üzerinden toplum vicdanında yükselmesi ve birkaç gün içerisinde unutulması gibi… 

Yaklaşım gerilimi “dezavantajlılık” tanımları içerisinde derinleşiyor. Öncelikle çocukluk, ayrımsız herkesin özdeşim kurabildiği bir hal: Herkes “bir zamanlar” çocuktu. Söylemsel olarak çocuk gelecekle ve umutla bitiştirilse de, çocukluk ya şimdiki zamanı ya da geride bırakılan ve edilgenlikten “sıyrılınan” geçmişi kapsıyor. “Dezavantaj” tanımını lineer zaman kavrayışı kuruyor. Öte yandan, çocuk sınıfsal, etnisite ve cinsiyete dayalı ayrışmalardan kurulan “dezavantaj” tanımlarının temsilinde araçsallaştırılıyor ve dolayısıyla yine vicdan manipülasyonuyla toplumsallaştırılıyor. 

Mekan disiplinlerinde yaklaşım geriliminin başka bir boyut kazandığını söylemek mümkün. Bu disiplinler içerisinde çocuğun mekandaki varlığı genellikle parklar ve eğitim yapılarının niteliğine sıkıştırılıyor; kent hakkı, mekanın yaşamı içeren bütünsel dokusundan soyutlanıyor. Pratikte, yerel yönetimler “çocuk dostu kent” etiketini bir prestij alanına dönüştürürken, sermaye çocuk temsilleriyle özel okul ve kapalı siteleri birleştiren yeni bir rekabet alanı yaratıyor. Buna karşılık çocuk, yürütülen hak mücadeleleri de dahil olmak üzere, mekan gündeminin oldukça kıyısında yer alıyor. Mesleki eğitim ise bu yeni alanlara cevap vermekten çok uzakta. Çocukların mekansal deneyimleri ve ihtiyaçları ancak seçmeli dersler çerçevesinde tartışılabiliyor. Sonuç yaklaşım gerilimini yeniden üretiyor. Örneğin, kırsalda yaşayan çocukların nitelikli eğitime ve hizmetlere erişimi sınıfsal bir bakışla sorunlu bir alan olarak tariflenirken, yaşamı kapalı site-AVM-özel okul üçgeniyle sınırlandırılan bir çocuğun mekansal dolaşımı sorun kategorisinde değerlendirilmiyor. Kırda ve kentte yaşanan majör dönüşümün ve değişen sınırların nasıl bir çocukluk deneyimlettiğini ve ürettiğini henüz hakkıyla bilmiyoruz. 

Gelecekte ve geçmişte, kentte ve kırda, formelde ve enformelde, merkezde ve çeperde, yerelde ve küreselde, yatayda ve dikeyde, ölçek; adaletsiz. Çocuk ve mekanı adaletle birleştirip tartışmak bu nedenle önemli. 

Türkiye’deki çocukluk ve mekan deneyimlerini içeren bu yayını, çocuğu yaşamın bütünselliğinden soyutlamayacak bir çerçeveyle hazırlamak istedik. Mekansal kararları düzenleyen imar hukukunun temelini oluşturan, kırsal ve kentsel hak mücadelelerinin meşruiyetinin en önemli dayanaklarından biri olan ve adaleti mekansallaştırma işlevine sahip Anayasa’nın 56. Maddesi, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” der.  İfadesi ve kurgusu gereği bu, aynı zamanda bir çocuk hakkı! 

Bu çerçevede, varolan yaklaşım geriliminin ötesinde çocukluğa odaklanan, konunun farklı boyutları hakkında araştırma yapmış akademisyenlerin, pratiğe değen meslek insanlarının, çocuk hakları alanında mücadele eden sivil toplum örgütlerinin ve inisiyatiflerin birikim ve deneyimlerini bir araya getirmeyi amaçladık. Çocuğu yaşamın bütünselliğinden koparmayan bir yaklaşım güderken, çocukluğun özgün deneyimini yok saymayan bir toplam oluşturmaya çalıştık. Bu yayının, içinde bulunduğumuz koşulları biraz olsun çocukların gözünden görmemizi sağlayacak, tartışmaları artıracak, umut veren örnekleri yaygınlaştıracak/çoğaltacak ve çocukları dert edenlere ilham verecek bir kaynak olmasını diliyoruz. 

Çocuğu mekan gündeminin merkezine çekmeyi deneyen ve konunun önemini, biriken deneyimi yayınlaştırarak vurgulayan Mekanda Adalet Derneği’ne, çağrımıza yanıt verip deneyimlerini paylaşan tüm kişi ve kurumlara, zaman kısıtından yayında yer alamasa da heyecanını paylaşanlara, tartışmalarımıza kulak misafiri olup konuya ilgisi kabaranlara ve yayını sabırsızlıkla bekleyen herkese sonsuz teşekkürler. 

Adalet ölçeksizdir. Ve bu bilgi en çok çocuklukta bilinir. Soyut bir geleceğe saplanmayan çocuklukta. İnşaat kumundan mekan, merdiven boşluğundan, kırık kaldırımdan dünya yaratan çocuklukta. Gölgede yaşam gören çocuklukta…

Çocukluk mekanla birlikte düşünüldüğünde oldukça fiziksel, ölçekle ilintili; hiyerarşinin aynı anda hem kurulduğu hem de kırıldığı bir dönem. 

Son yıllarda, mekan disiplinlerinin ve sosyal bilimlerin derinleşen bağı, konuya ilgi duyanları yeni bir fenomeni tartışmaya yönlendirdi: “Mekan sadece fiziksel değil, sosyal bir olgudur”. Yani mekanın sosyal bağlamının yoğunlaştığı bir düşün sürecinde üretiyoruz. Oysa mekana çocukluk çerçevesinden yaklaşmak, fiziksel kavramının bildiğimiz anlamlarını sorgulatmayı, fiziksel olanı da disiplinlerarası yaklaşımlara açmayı öneriyor. 

Çocukluğu odak aldığımızda, edilgen yaşam kurgusunun ve dolayısıyla hak ihlallerinin fizikselleştiği ve ölçek kazandığı bir halden bahsediyoruz. Ancak fizikselleşen, vicdan manipülasyonuna maruz bırakılarak soyutlanıyor ve çoğunlukla uçup gidiyor. Çocuğun sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, erişim hakkı, katılım hakkı bu yaklaşım gerilimi içerisinde kayboluyor. 

Tıpkı haklar kategorisine dahi dahil edilmeyen ve toplumsal ayrışmaların insafına bırakılan mülteci “krizi”nin Bodrum kıyısında bulunan Aylan’ın bedeni üzerinden toplum vicdanında yükselmesi ve birkaç gün içerisinde unutulması gibi… 

Yaklaşım gerilimi “dezavantajlılık” tanımları içerisinde derinleşiyor. Öncelikle çocukluk, ayrımsız herkesin özdeşim kurabildiği bir hal: Herkes “bir zamanlar” çocuktu. Söylemsel olarak çocuk gelecekle ve umutla bitiştirilse de, çocukluk ya şimdiki zamanı ya da geride bırakılan ve edilgenlikten “sıyrılınan” geçmişi kapsıyor. “Dezavantaj” tanımını lineer zaman kavrayışı kuruyor. Öte yandan, çocuk sınıfsal, etnisite ve cinsiyete dayalı ayrışmalardan kurulan “dezavantaj” tanımlarının temsilinde araçsallaştırılıyor ve dolayısıyla yine vicdan manipülasyonuyla toplumsallaştırılıyor. 

Mekan disiplinlerinde yaklaşım geriliminin başka bir boyut kazandığını söylemek mümkün. Bu disiplinler içerisinde çocuğun mekandaki varlığı genellikle parklar ve eğitim yapılarının niteliğine sıkıştırılıyor; kent hakkı, mekanın yaşamı içeren bütünsel dokusundan soyutlanıyor. Pratikte, yerel yönetimler “çocuk dostu kent” etiketini bir prestij alanına dönüştürürken, sermaye çocuk temsilleriyle özel okul ve kapalı siteleri birleştiren yeni bir rekabet alanı yaratıyor. Buna karşılık çocuk, yürütülen hak mücadeleleri de dahil olmak üzere, mekan gündeminin oldukça kıyısında yer alıyor. Mesleki eğitim ise bu yeni alanlara cevap vermekten çok uzakta. Çocukların mekansal deneyimleri ve ihtiyaçları ancak seçmeli dersler çerçevesinde tartışılabiliyor. Sonuç yaklaşım gerilimini yeniden üretiyor. Örneğin, kırsalda yaşayan çocukların nitelikli eğitime ve hizmetlere erişimi sınıfsal bir bakışla sorunlu bir alan olarak tariflenirken, yaşamı kapalı site-AVM-özel okul üçgeniyle sınırlandırılan bir çocuğun mekansal dolaşımı sorun kategorisinde değerlendirilmiyor. Kırda ve kentte yaşanan majör dönüşümün ve değişen sınırların nasıl bir çocukluk deneyimlettiğini ve ürettiğini henüz hakkıyla bilmiyoruz. 

Gelecekte ve geçmişte, kentte ve kırda, formelde ve enformelde, merkezde ve çeperde, yerelde ve küreselde, yatayda ve dikeyde, ölçek; adaletsiz. Çocuk ve mekanı adaletle birleştirip tartışmak bu nedenle önemli. 

Türkiye’deki çocukluk ve mekan deneyimlerini içeren bu yayını, çocuğu yaşamın bütünselliğinden soyutlamayacak bir çerçeveyle hazırlamak istedik. Mekansal kararları düzenleyen imar hukukunun temelini oluşturan, kırsal ve kentsel hak mücadelelerinin meşruiyetinin en önemli dayanaklarından biri olan ve adaleti mekansallaştırma işlevine sahip Anayasa’nın 56. Maddesi, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” der.  İfadesi ve kurgusu gereği bu, aynı zamanda bir çocuk hakkı! 

Bu çerçevede, varolan yaklaşım geriliminin ötesinde çocukluğa odaklanan, konunun farklı boyutları hakkında araştırma yapmış akademisyenlerin, pratiğe değen meslek insanlarının, çocuk hakları alanında mücadele eden sivil toplum örgütlerinin ve inisiyatiflerin birikim ve deneyimlerini bir araya getirmeyi amaçladık. Çocuğu yaşamın bütünselliğinden koparmayan bir yaklaşım güderken, çocukluğun özgün deneyimini yok saymayan bir toplam oluşturmaya çalıştık. Bu yayının, içinde bulunduğumuz koşulları biraz olsun çocukların gözünden görmemizi sağlayacak, tartışmaları artıracak, umut veren örnekleri yaygınlaştıracak/çoğaltacak ve çocukları dert edenlere ilham verecek bir kaynak olmasını diliyoruz. 

Çocuğu mekan gündeminin merkezine çekmeyi deneyen ve konunun önemini, biriken deneyimi yayınlaştırarak vurgulayan Mekanda Adalet Derneği’ne, çağrımıza yanıt verip deneyimlerini paylaşan tüm kişi ve kurumlara, zaman kısıtından yayında yer alamasa da heyecanını paylaşanlara, tartışmalarımıza kulak misafiri olup konuya ilgisi kabaranlara ve yayını sabırsızlıkla bekleyen herkese sonsuz teşekkürler. 

Adalet ölçeksizdir. Ve bu bilgi en çok çocuklukta bilinir. Soyut bir geleceğe saplanmayan çocuklukta. İnşaat kumundan mekan, merdiven boşluğundan, kırık kaldırımdan dünya yaratan çocuklukta. Gölgede yaşam gören çocuklukta…

DÖN