“Biz binalarımızı şekillendiririz, sonra onlar bizi şekillendirir.”
Winston Churchill
Bu yazı ve kullanılan görseller, 2014 yılı bahar aylarında Studio-X İstanbul ve Enformel Eğitim-Çocukistanbul tarafından düzenlenen çalıştayların sonucunda ortaya çıkmıştır. Etkinlikler, farklı mahallelerden gelen, farklı sosyal çevrelere sahip 6-12 yaş aralığındaki çocuklara açık olarak düzenlendi. Üretilen malzemeler toplanarak Sinan Logie’nin küratörlüğünde Mayıs-Haziran 2014 tarihlerinde Studio-X İstanbul’da gösterilen Büyüyen Metropolde Büyümek başlıklı sergide sunuldu. Çocukların çalışmaları, Türkiye’deki çağdaş sanatçılar Ceren Oykut, Ali Taptık, Serkan Taycan ve Sıla Yalazan’ın kentsel meseleleri sorguladığı eserlerinin yanında gösterildi. Bu süreç, Avrupa’nın en kalabalık şehirlerinden birindeki çocukların durumunu anlamamız için bir fırsat verdi.
Babil’in Çocukları
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre 2008’den bu yana dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor. Bu tarih, 9000 yıl önce başlayan, insanlığın göçebeliği bırakıp yerleşik yaşama geçtiği uzun sürecin dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Çatalhöyük, Uruk ve Babylon bilinen ilk şehirleşmelerden. Bu kentlerin oluşumu teknolojinin gelişimiyle sıkı sıkıya bağlı olsa bile ortaya çıkışları doğanın bir mucizesine bağlıydı: Su.
O andan itibaren, etkileyici ve korkutucu güzelliklerinden dolayı kentler ve metropoller, insanlığın temel mirasları arasında yer alabileceği belirtilen sonsuz bir ilham kaynağı oldular. Bu metropoller arasında İstanbul özel bir konumda. Tarihiyle, doğasıyla ve metamorfozlarıyla, antik imparatorluğun başkenti kendini, okumak için en ilgi çekici şehirlerden biri ilan etti.
Son yüzyılda 15 katına çıkan nüfusuyla İstanbul, kentsel araştırmaların odak noktalarından biri oldu. Bununla beraber çocukluk konusu, sistematik olarak yerel ve uluslararası uzmanlar tarafından bir köşeye atılmış oldu.
İstanbul bugün, 17 milyonluk nüfusa sahip ve yılda %2’lik oranla büyümeye devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları %16’sı yapılaşmış alan olmak üzere 5343 km2’ye genişlemiş durumda.1 Bu rakamlar, kilometrekarede ortalama 2500 nüfusa ve Avrupa yakasındaki merkezi ilçelerde kilometrekarede ortalama 44205 nüfusa ulaşmaktadır.2 Kuzey Ormanları hesaba katıldığında İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan oranı 6,5 m2’dir.3 Dahası, ekonomik büyümenin etkisiyle, özel araç sahipliği de artmaktadır. 2007’de arabalar yolculuk başına ortalama 48,9 dakikalık bir süreyle gündelik trafiğin %26,3’ünü kapsıyordu.4
Bu devasa rakamlara paralel olacak şekilde 1990’dan beri İstanbul kendini, ekonomik gelişimi sürdürmek ve sermaye yatırımlarını çekmek amacıyla uluslararası ölçekte diğer metropollerle rekabet eden bir küresel kent olarak yeniden tanımladı. Bu politika, doğal ve toplumsal çevreler üzerindeki etkileri dikkate alınmadan alanların bir finansal fırsat olarak kullanılması kapılarını açtı. Şu anda, yeni otobanlar, köprüler veya yeni havalimanı gibi inşaat veya proje aşamasındaki bir dizi büyük altyapı projesi, İstanbul’un akciğerleri sayılan Kuzey Ormanları ve tarım arazileri üzerindeki baskıyı artırıyor.
Türkiye’nin oldukça genç yaş piramidine bakarsak, İstanbul nüfusunun %35’ini 20 yaşın altındaki genç insanların oluşturduğunu not etmeli. Bu rakam, “büyüyen metropollerde büyüyen” 4 ila 4,5 milyon civarında çocuğu temsil ediyor. Kentte uyumlu ve sürdürülebilir gelişme sağlamak için çözümler veya birliktelik için yeni fikirler muhtemelen gelecek neslin yetişkinlerinden çıkacaktır.
Aklımdaki Kent
“İster sert ister yavaş yavaş olsun, yalnızca eğitim, toplumları muhtemel çöküşten kurtarabilir.”
Jean Piaget
İnsanlığı, hayvanlar aleminden ayıran özelliklerden biri, soyut konseptler geliştirebilme becerisi. Beyinlerimizin bu bilişsel kabiliyeti, kentlerde yaşamanın çılgın projesini mümkün kılan kurallar veya kültürel olarak paylaşılan davranışlarla birlikte kompleks dillerin ve bilimin doğuşunu sağladı. Diğer taraftan, bu olgular, ekonominin gereksinimleriyle bağlantılı olarak insanların doğa üzerindeki hakimiyetini artırmak için de etkili oldu. Bu ekonomik sistem şimdilerde bizlerden bağımsız kendi varlığını oluşturmuş görünüyor. Kentler, onları içine doğulan ve yaşanılan ekosistemler olarak kabul etmemize imkan tanıyan geometriyle tanımlanan, temel ihtiyaçların ve soyut kalıpların çok katmanlı birikiminin bir sonucudur.
İsviçreli gelişim psikoloğu ve filozofu Jean Piaget (1896-1980) çocuklar üzerine olan çalışmalarından bilişsel gelişim teorilerini oluşturdu. Piaget bir organizmanın, çocuğun benmerkezcilikten toplummerkezciliğe evrildiği bir yaşam süresi boyunca, zihinsel organizasyonlarıyla çevresine nasıl uyum sağladığıyla ilgileniyordu. Piaget’ye göre bu adaptasyon, davranış şemaları ile çevre arasında bir denge bulmak için biyolojik dürtü tarafından harekete geçiriliyor. Bu sürecin farklı aşamaları, motor aktivite (duyumotor) ile başlıyor ve kompleks soyut öğrenme ile sona eriyor.
Temel araçlar, çevremizle birlikte bedenimiz ve dillerimiz. Jacques Mehler ve Emmanuel Dupoux’a göre dil, bireylerin zihinsel durumunu tanımlar:
“Bu zihinsel durumlar, iç bileşimde organize olan bir işaretler ve semboller sistemi ile karşılaştırılabilir, tıpkı matematikçilerin formülasyonları veya doğal dillerin ifadeleri gibi. Bu unsurlar, tüm bilgimiz ve onun içerisindeki mantıksal ilişkilerden oluşan insan ruhu tarafından düşünülebilir olanın kapsamını veya sınırını tanımlayan bir ruh dilini belirler.”
Bu görüşler, yapılı çevrenin kalitesinin, bireyler arasındaki uyumlu sosyal ilişkilerin önemini kabul ederek bize, çocukların kendilerini bedeni, mekanı ve aklı içeren bir üçgen ilişki çerçevesinde geliştirdiğini gösterir.5
İstanbul’un son yıllardaki evrimine bakarsak, kamusal mekan sorununun ve onun konumunun temel bir endişe kaynağı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Kıyıların ve yeşil alanların sistematik olarak özelleştirilmesi, kapalı sitelerin ve alışveriş merkezlerinin artışı, kenti, bir toplumsal ayrıştırma ve tekdüze kentsel deneyimler mekanı olarak yeniden kurguluyor. Bu yeni kentsel geometrilerin, 2014 kış-bahar aylarında Studio-X’te düzenlenen çalıştaylar kapsamında kendini ifade eden çocuklarda farklı tepkiler ortaya çıkardığı gözlendi. Çocukların kendi çizimlerinde veya yazılarında ortaya çıkanlar en çok, kalabalık, sıkışıklık, gürültü, kötü koku mefhumları oldu. Çalıştayların bir diğer aşamasında görüldü ki, onlara göre denizin varlığı kentin ana kalitesini oluştururken yeşil alan eksikliği hepsinin ortak olarak dile getirdiği bir konuydu.
Kıyıların ve yeşil alanların sistematik olarak özelleştirilmesi, kapalı sitelerin ve alışveriş merkezlerinin artışı, kenti, bir toplumsal ayrıştırma ve tekdüze kentsel deneyimler mekanı olarak yeniden kurguluyor.
Devasa bir kentsel alanda büyümenin zihnimizde nasıl etkileri olabilir sorusuna gelirsek. Son yıllarda, Londra’da ehliyetli taksi şoförleri üzerine yürütülen bir çalışma ilginç sonuçlar ortaya koydu. Londra da İstanbul gibi karmaşık düzeni olan bir kent; yayılma dinamiği altında kentsel dokuya yavaşça entegre olan saçılmış alanların birbirine bağlanmasıyla meydana gelmiş.
E. A. Maguire, K. Woollett, H. J. Spiers6 tarafından hazırlanan çalışma, Londra taksicilerinin ve otobüs şoförlerinin beyninde diğer insanlara göre daha gelişmiş bir hipokampus7 bulunduğunu ortaya koyuyor. Çalışmada, bu kişilerin, kentte dolaşımı sağlamak için geliştirdiği becerilerin beyinlerinin yapısını, düzenli yapılan egzersizle kasların değişmesi gibi değiştirdiği belirtiliyor. Beyindeki bu farklılaşmalar, mekansal simgelerin kullanılmasından ve güncellenmesinden kaynaklanabilir fakat ön hipokampusteki beyin hacmine ve yeni kütlesel belleklere de mal olabilir.
Bu hipotezi, karmaşık bir örüntüye, mahallelerin yapısını yeniden şekillendiren sürekli kentsel dönüşüm sürecine sahip olan İstanbul’da çocukların deneyimine uygularsak, bu yeni neslin ilginç haritalama becerileri geliştireceğine şüphe yok. Çalıştaylar süresince hazırlanan, çocuğun okuldan eve gidip geldiği günlük yolunu temsil eden rota haritaları oldukça etkileyiciydi. Bu çalışmada, bir grup çocuğun okuluna motorlu araçlarla gittiği diğer grup çocuğun ise yürüyerek gittiği ortaya çıktı.
Birinci grup, uzaklığı ve yol süresini ifade etmede oldukça başarılıyken mekanı daha düşük bir cesaretle, bazı kent simgelerinin tekrarlanması şeklinde ifade ediyordu. Yürüyen grup ise, insan ilişkilerine ve hayvanlara dikkat çekecek kadar mahallelerine dair oldukça detaylı bir mimari ve mekansal kavrayış geliştirseler de yol ve süre kavramları karışıktı. İki durumda da kentsel yenilemeyle bağlantılı inşaat alanlarının varlığı vurgulanıyordu. Bu haritalar, kentle ve kent morfolojisi ile olan bilinçsiz ilişkilerimizin anlaşılması adına benzersiz bir fırsat sunuyor; tıpkı 1960’larda Fransa’daki sürrealist sanatçı grubu “Internationale Situationniste”lerin “psikocoğrafya” terimini keşfetmesi gibi.
Ceren Oykut, Ali Taptık ve Serkan Taycan’ın işleri gibi “Internationale Situationniste” grubu da kenti bir sanatsal destek olarak kullandılar. Kenti, yeni durumları ve ortamları deneyimleyecek bir süreç ile yeniden eğlenceli bir alan olarak düşünmek amacıyla bir dizi harita ve kentsel eylem üretti. Bu süreç, kenti ve kent yaşamını, yeni sosyal dokular yaratmak için ortak yolları ve simgelerin dışına çıkartarak yeniden keşfetmek adına bir girişimdi; tıpkı 1968 Mayıs olayları sırasında Fransa gençliğinin iddia ettiği gibi. Enformel eğitim-Çocukistanbul Derneği ve Studio-X İstanbul çalıştayları süresince oluşturulan “İstanbul’un çocuk turist rehberi”ne dayalı olan İstanbul’un “situationniste” modeli çocuklara ve yetişkinlere, sürece fiziksel olarak katılarak kentlerine başka açılardan bakmaları için bir davetti.
Hayallerimdeki Kent
“Ütopya’yı barındırmayan bir dünya haritası, İnsanlık’ın yerleştiği ülkeye yer vermediği için bakmaya değmez bile. Ve daha iyi bir ülke arayan insanlık orayı görünce bir an önce ulaşmak için yelkenleri açar. İlerleme, Ütopyaların gerçekleşmesidir.”
Oscar Wilde – Sosyalizm ve İnsan Ruhu
19. yüzyıldan bu yana, tarımsal ve endüstriyel dönüşümlerin etkisiyle kentlerin gelişimi, teoriler ve ütopyalar için bir odak noktası oldu. 20. yüzyılın coşkulu kent ütopyalarının bugünlerde modası geçmiş görünüyor, doğal kaynaklar ve dengeler üzerinde insan aktivitelerinin artan baskısına cevap veremiyor. Politikacılar, geliştiriciler ve mimarlar el ele, tarihi, doğayı ve insan ilişkilerini hesaba katmayan şekilde aceleyle kenti yeniden şekillendiriyor. Hızlı fayda arayışı, kenti tasavvur etmek için tek yol olduğu düşünülen “megaprojeler”in ortaya çıkışını tetikliyor.
Ama yine de, çalıştaylar kapsamında çocukların daha fazla yeşil alan, daha az trafik ve daha eşitlikçi bir topluma dair talepleri net biçimde görülüyordu.
Çocukların bu talepleri, kent planlama ve mimarlık alanlarında çalışan profesyoneller tarafından dikkate alınıp değerlendirilmeli. Kentler bizim en değerli miraslarımızdan biriyse, gelecek nesillerin refahından bugün biz sorumluyuz. Bu bize, mimarlık ve planlamanın mesleki faaliyet olmalarının ötesinde, toplumsal sorumluluğun bir parçası olduğunu hatırlatmalıdır.
1- LSE Cities (2009) Istanbul: City of Intersections, s. 24.
2- Gerçek, H. ve Demir, O. (2008) Urban Mobility in Istanbul, s. 17.
3- İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
4- Gerçek, H. ve Demir, O. A.g.y. s. 41-44.
5- Mehler, J. ve Dupoux, E. (1987) “De la psychologie à la science cognitive”, Le débat, sayı: 47, s. 67.
6- Maguire E. A., Woollett K., Spiers H. J. (2006) “London Taxi Drivers and Bus Drivers: A Structural MRI and Neuropsychological Analysis”, Hippocampus, sayı: 16(12) www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17024677.
7- Beynin hafıza ve yön bulma ile ilgili bölümü.