Büyük kayıplar verdiğimiz 1999 yılındaki Marmara depremlerinin etkisi ile, özellikle 2011 Van Depremi’nden sonra kentsel dönüşüm bir zaruret olarak gündeme geldi. Güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir çevreler1 oluşturmak için başlayan uygulamalar bugün yaşam alanlarımızı güvensiz, sağlıksız ve yaşaması mümkün olmayan mekanlara dönüştürüyor. Öyle ki, iş cinayetlerinde başı çeken büyük sektör2 olan inşaat, canımızı almak için artık şantiyelere girmemizi de beklemiyor (bkz. “Hafriyat terorü: 1 yılda 24 can”, Hürriyet, 2017)

Sahi, öngörülebilir her türlü kaza için tedbirlerin tanımlanmış olduğu imar yönetmeliklerine rağmen inşaat sektörü nasıl bu kadar çok can alabiliyor?

Can ve iş güvenliğini tehdit edebilecek olaylara karşı alınması gereken önlemlerin birini bile yerine getirmeyen işletme suç işliyor demektir; meydana gelebilecek en ufak hasardan ve kayıptan sorumludur. Bugün, mahkemeye taşınabilmiş iş kazası ve iş cinayeti davalarını incelediğimizde göreceğimiz ortak nokta, meydana gelen hiçbir facianın sürpriz olmadığı olacaktır. Ya iş hızını düşürdüğü için işveren tarafından kasten bozulan güvenlik önlemi (bkz. “Çalışırken hayatını kaybeden çocuk işçilerin aileleri anlatıyor: ‘Oğlumun ölümüne kâr hırsı neden oldu’”, BBC, 2017) ya daha önce gündeme gelmiş olmasına rağmen maliyeti yüzünden işveren tarafından alınmayan önlem (bkz. “Marmara Park inşaatında katledilen işçiler için adalet!”, Birgün, 2017) ya da ölüm tehlikesi olduğu bilinmesine karşın ihmalkarlık ve basiretsizlik ile işveren tarafından tekrarlatılan işler (bkz. “Eren Eroğlu Davası Yeniden Bilirkişi’ye Gidecek”, Bianet, 2014), işçilerin çalışırken hayatını kaybetmesinin başlıca sebepleri. 

İnşaat Halinde Suç

Konu kar elde etme hırsı olunca sektör de, işverenlerin tutumu da, tutumun sonuçları da fark etmiyor. Ancak, söz konusu inşaat sektörü olduğunda bu tutumun etki alanının boyutları değişiyor. Çünkü herhangi bir üretim faaliyeti için (örneğin sanayi) mekansal bir ayrışmadan söz edilebilirken, inşaat faaliyetleri için bunu söylemek zor. Özellikle kentsel dönüşümün etkisi ile parsel bazında devam eden inşaat çalışmaları, doğrudan yaşam alanlarımızı şantiye alanı olarak kullanıyor. Kaldırımları hafriyat veya inşaat malzemesi ile işgal etmiş ve yayaları yoldan gitmeye mecbur bırakan şantiyeler, büyük kentte olsun olmasın, son zamanlarda en sık karşılaştığımız manzaralardan. 

İmar yönetmeliğinde, inşaatların kaldırıma taşması kaçınılmazsa yoldan bir bölümün gerekli uyarılar yapılarak ayrıştırılacağı belirtilmiş3 olmasına rağmen, bu koşul yerine getirilmeden kaldırımların işgal edilmesi en çok tekrarlanan inşaat suçlarından.4 En çok tekrarlanan ikinci inşaat suçu, inşaatlarda işçi sağlığı ve iş güvenliği önleminin olmayışı. Bu suçları sırasıyla inşaatların çevreye toz ve gürültü yayarak rahatsızlık vermesi, elektrik kesintilerine sebep olması, etrafı bariyerlerle çevrilmemiş ve açıkta devam eden inşaat çalışmaları, yola taşan inşaatlar, gece gürültü yaratan şantiyeler, trafiği aksatan veya terörize eden hafriyat kamyonları/TIR’ları/beton mikserleri, kaldırımlarda açık bırakılmış kazı çalışmaları ve son olarak bilgilendirme tabelası bulunmayan şantiyeler izliyor. 

Görüldüğü üzere, yönetmelikte yer alan zorunlulukların yerine getirilmediği durumlara inşaat suçu deniyor. Çünkü, inşaatlarda oluşan hafriyatın kamyona nasıl yükleneceğinden, şantiyelerin görüntüsünün de çevresiyle uyumlu olması gerektiğine kadar pek çok koşul yönetmeliklerde tanımlanıyor. 

İnşaat suçlarının meydana gelmesi ilk önce denetim eksikliğinden kaynaklanıyor diye düşünebiliriz. Ancak, denetim yapılması için baskı oluşturmanın da yurttaş olarak bizim elimizde olduğunu unutmamak gerek. Kendimizi tehdit altında hissetmemize neden olan her inşaat çalışmasını ilgili belediyelere şikayet edip, suçun giderilip giderilmediğini kontrol edebileceğimizi aklımızın bir köşesinde tutalım. Suçun giderilip giderilmediğini kontrol etmek de elzem. Çünkü yanından geçip gittiğimiz, belki de bir daha karşılaşmayacağımız bir şantiye bir başka kentlinin gündelik yaşam rutini içinde yer alıyor ve belki de bu şantiyeler güvenlik konusunda herkese aynı şekilde endişe vermiyor olabilir. 

Fotoğraf: www.m1konya.com.tr

Evden İnşaata, İnşaattan Eve

Çocukluğumda, inşaat için kazılan ve haftalarca etrafı şantiye duvarıyla çevrilmeyen bir temel çukurunda mahallenin tüm çocuklarıyla oyunlar oynadığımızı hatırlıyorum. Şiddetli yağışlardan sonra içinde su biriken temel çukurunda zaman zaman iribaş yakalar, zaman zaman kağıttan gemiler yüzdürürdük. Bir gece, bir arabanın aynı çukura uçmasıyla yataklarımızdan fırlamış, arabadakilerin dehşet içinde “Patlayacak! Patlayacak, çıkın!” diye bağrışarak çukurdan çıkmaya çalışmalarına tanık olmuş, mahallede günlerce bunu konuşmuş, her anlatışta üzerine yeni fantastik unsurlar katarak kendi kendimizi büyülemiştik. Bir gün ansızın temel çukuruna dönüşen o alan kazılmadan önce kaydırakları, salıncakları, tahterevallisi ve kumla kaplı zemini ile zaten bizim oyun parkımızdı. Mahallemizdeki tek oyun parkının biz çocuklara sorulmadan 10 katlı binaya dönmesini o zamanlar hiç dert etmediğimiz gibi, inşaatın her evresinde içine rahatlıkla girip çıkabildiğimiz o yeni yapıyı da oyun alanı olarak çabucak benimsemiştik. Yapıp bozmak, bozup yapmak çocukken en sevdiğimiz şeydi ve oyun parkından bozulup gün geçtikçe eve daha çok benzeyen beton kütlenin zaman geçirmek için sunduğu imkanlar sınırsızdı. Oyun parkındaki ince demir profilli oyuncaklar saklambaç oynamak için ne kadar elverişsizse, inşaat o kadar davetkardı. Oyun parkındaki en fazla 2 metre yüksekliğindeki kaydırak tırmanmak için ne kadar sıkıcıysa, inşaatın 3. katının sunduğu manzara o kadar heyecan vericiydi. Elbette erişime bu kadar açık olan inşaat için büyüklerimiz hiç önlem almıyor da değildi; her birimizin anne-babası sokağa çıkarken sıkıca tembihlerdi: “Bak, o inşaatın oralarda dolanmak yok ha!” 

Bir kent kullanıcısı olan çocuk için, yapım aşamasındaki bir binanın tüm tanımsızlığının ve etrafa saçılan çeşit çeşit malzemelerinin hayal gücünü gıdıklıyor olabileceğini düşünmek çok da zor değil. Belki de bu yüzden, çocuklar için son zamanlarda türeyen inşaat konseptli oyun parklarını bu noktada es geçmemek gerekir. AVM’ler içinde yer alan bu parklarda çocuklar kafalarına baret takarak top havuzunda oynayabiliyor, vinç ve kepçe operatörlüğü yapabiliyor, plastik alet edevat ile haşır neşir olabiliyor. Ancak, her şeyi ve her mekanı oyun alanına dönüştürme yeteneğine sahip çocuklar için kent mekanını kurgularken oyun alanlarını tanımlamak ve sınırlamak biraz abes kaçıyor. Bu, hem çocukların “dönüştürücü” özelliğinden, hem de çocuğun kentle kurduğu ilişkiyi bir refakatçi eşliğinde erişilen hizmetler ile sınırlı tutuyor olmamızdan kaynaklanıyor. 

Günümüzde, özellikle geleneksel mahalle yapısının yok olduğu yerleşim alanlarında, çocuğun tek başına bir kent kullanıcısı olarak sokağı kullanabilmesi güvenlik ve kişisel gelişim açılarından büyük bir ikilem. Çocukların, yanında bir yetişkinin varlığına ihtiyaç duymadan, sahip olduğu haklardan faydalanabildiğini söyleyebilir miyiz? Ya da çocukların hangi haklara sahip olduklarını söyleyebilir miyiz? Mesela, çocukların çalışma yaşının ve koşullarının belirlendiği işlerde ücretli çalışma haklarının yasal olarak tanımlanmış olduğunu biliyor muyuz?5 Çocuk işçiliğinin hassas bir konu olduğunu aklımızda tutarak, çalışma hayatında aktif rol almanın, sorumluluk almanın ve bunu yerine getirmenin çocuk gelişimine nasıl bir etkisinin olabileceğini düşünelim. Elbette, çalışma koşullarının çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimine zarar vermeyecek şekilde düzenlenmesi gerektiğinin altını çiziyoruz, nitekim 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. maddesi de bunu söyler. Ancak ne yazık ki Türkiye’de çocuğun çalışması, çocuğun kişisel yatkınlığının gözetildiği kişisel bir tercih olmak şöyle dursun, yoksulluğun dayattığı bir gerçeklik olarak hayatlarımıza giriyor. Yoksulluk, emeğin değersizleşmesi, denetimsizlik, yurttaş baskısının eksikliği gibi pek çok etmen, yetişkinleri olduğu kadar çocukları da sağlıksız ve güvencesiz çalışma ortamının kucağına itiyor. Hiçbir meselede bir yetişkin kadar sözü geçmeyen çocuğun konu işgücüne gelince sayılıyor oluşu büyük bir eşitsizlik, sömürü. Üstelik bu sayılma hali bile hukuksuz; her 10 çocuktan 8’i kayıtdışı çalışıyor (bkz. “Türkiye’de çocuk işçi sayısı 2 milyona yaklaştı: Her 10 çocuktan 8’i kayıt dışı çalıştırılıyor”, T24, 2017). Bu hukuksuzluk bazı çocukları, birbiriyle yarışa tutuşan hafriyat kamyonları (bkz. “Yarış yapan 6 hafriyat kamyonu kaza yaptı”, Evrensel, 2016) ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yok sayıldığı şantiyelerle dolu tehlikeli sokaklara çıkmaktan alıkoyarken, bazı çocukları ise tam da bu güvencesiz şantiyelere yerleştiriyor. 

Esenyurt Fi Yapı inşaatında düşen asansörde hayatını kaybeden 3 işçiden biri (bkz. “Torunlar Katliamı’nın kopyası: Asansör 23. kattan çakıldı, 3 işçi öldü”, Evrensel, 2016), Karaman’da asansörün bakımını yaparken asansör halatının kopması sonucu asansörün altında kalarak hayatını kaybeden işçi (bkz. “Karaman’da asansör kazasında 1 kişi öldü”, Habertürk, 2016) çocuktu. 2016 yılında çalışırken hayatını kaybeden 1970 işçiden 56’sı çocuktu.6  7 yaşındaki Mervan kaldırımda yürürken, sokağa girmek için manevra yapan kamyonun altında kalarak hayatını kaybetti (bkz. “Beton mikseri yine can aldı”, Evrensel, 2017). 5 yaşındaki Yaren sokakta yürürken hafriyat kamyonunun altında kalarak hayatını kaybetti (bkz. “Hafriyat kamyonunun altında kalan 5 yaşındaki Yaren Aluç toprağa verildi”, Timeturk, 2016). 12 yaşındaki Mustafa, arkadaşlarıyla birlikte bir inşaatın ikinci katında oynarken asansör boşluğundan düşerek ağır yaralandı (bkz. “Erciş’te yapımı devam eden bir inşaatın asansör boşluğuna düşen çocuk ağır yaralandı”, Habererciş, 2017). 

İnşaat sektörü, denetimsizlik ve kâr hırsıyla yetişkin/çocuk, şantiyenin içi/dışı demeden kentlerimizi kana buluyor. Belki de çocuk trajik bir şekilde ilk kez güvencesizlik ortamında işçi veya kurban olarak yetişkin bir bireyle eşit sayılıyor. Peki uğrunda hayatımızı kaybettiğimiz bu kentler, bu inşaatlar kimin için yükseliyor? Değişen/dönüşen mekanlarda, hiçbir nirengi noktasının uzun süre dayanamadığı bir mekansal düzende  büyüyen çocuk için yetişkinlikte normal olan ne olacak? Tehlikeli olduğu için sokaktan koparılıp ebeveynlerin karar verdiği, korunaklı ve kentin bütününde ayrıştırılmış mekanlarda vakit geçiren çocukların kentle kurduğu ilişki nasıl olacak? 

Çalışan çocuğun ve oyun oynayan çocuğun kesiştiği inşaatlar, hem mekansal olarak hem toplumsal olarak eşitsizlik üretmeye devam devam ediyor. Bu eşitsizliğin önüne geçmek için mekanın tüm kullanıcılarıyla birlikte, her şeye rağmen yaşam alanlarımıza sahip çıkmalı ve sorumluların bilinçli olarak, sistematik bir şekilde faaliyete sokmayı reddettiği denetim mekanizmalarının işlemesi için sorumlular üzerinde baskı oluşturmaya devam etmeliyiz. Yurttaş olarak bir inşaat suçu ile karşılaştığımızda ilgili belediyelerin zabıta birimlerini arayabilir ve derhal denetim yapılarak inşaat suçu hakkında önlem alınmasını sağlayabiliriz.


1- 6366 Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6306.pdf (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018) 

2- 2017 Eylül verileri itibariyle www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=19179:ohalkhk-rejimi-is-cinayetleri-demektir-2017-yilinda-en-az-2006-isci-yasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018) 

3- İstanbul İmar Yönetmeliği Madde 14.

4-“Ekim 2016 – Şubat 2017 arasında en sık işlenen inşaat suçu, yapı alanı dışına taşarak kaldırımı işgal eden inşaatlardan kaynaklanıyor.” twitter.com/insaatsuclari/status/837206874525155328 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018)

5- 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 3008 sayılı İş Kanunu, 1475 sayılı İş Kanunu, 4857 sayılı İş Kanunu.

6- “2016 yılında en az 1970 işçi yaşamını yitirdi” http://guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=18379:2016-yilinda-en-az-1970-isci-yasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018)

Büyük kayıplar verdiğimiz 1999 yılındaki Marmara depremlerinin etkisi ile, özellikle 2011 Van Depremi’nden sonra kentsel dönüşüm bir zaruret olarak gündeme geldi. Güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir çevreler1 oluşturmak için başlayan uygulamalar bugün yaşam alanlarımızı güvensiz, sağlıksız ve yaşaması mümkün olmayan mekanlara dönüştürüyor. Öyle ki, iş cinayetlerinde başı çeken büyük sektör2 olan inşaat, canımızı almak için artık şantiyelere girmemizi de beklemiyor (bkz. “Hafriyat terorü: 1 yılda 24 can”, Hürriyet, 2017)

Sahi, öngörülebilir her türlü kaza için tedbirlerin tanımlanmış olduğu imar yönetmeliklerine rağmen inşaat sektörü nasıl bu kadar çok can alabiliyor?

Can ve iş güvenliğini tehdit edebilecek olaylara karşı alınması gereken önlemlerin birini bile yerine getirmeyen işletme suç işliyor demektir; meydana gelebilecek en ufak hasardan ve kayıptan sorumludur. Bugün, mahkemeye taşınabilmiş iş kazası ve iş cinayeti davalarını incelediğimizde göreceğimiz ortak nokta, meydana gelen hiçbir facianın sürpriz olmadığı olacaktır. Ya iş hızını düşürdüğü için işveren tarafından kasten bozulan güvenlik önlemi (bkz. “Çalışırken hayatını kaybeden çocuk işçilerin aileleri anlatıyor: ‘Oğlumun ölümüne kâr hırsı neden oldu’”, BBC, 2017) ya daha önce gündeme gelmiş olmasına rağmen maliyeti yüzünden işveren tarafından alınmayan önlem (bkz. “Marmara Park inşaatında katledilen işçiler için adalet!”, Birgün, 2017) ya da ölüm tehlikesi olduğu bilinmesine karşın ihmalkarlık ve basiretsizlik ile işveren tarafından tekrarlatılan işler (bkz. “Eren Eroğlu Davası Yeniden Bilirkişi’ye Gidecek”, Bianet, 2014), işçilerin çalışırken hayatını kaybetmesinin başlıca sebepleri. 

İnşaat Halinde Suç

Konu kar elde etme hırsı olunca sektör de, işverenlerin tutumu da, tutumun sonuçları da fark etmiyor. Ancak, söz konusu inşaat sektörü olduğunda bu tutumun etki alanının boyutları değişiyor. Çünkü herhangi bir üretim faaliyeti için (örneğin sanayi) mekansal bir ayrışmadan söz edilebilirken, inşaat faaliyetleri için bunu söylemek zor. Özellikle kentsel dönüşümün etkisi ile parsel bazında devam eden inşaat çalışmaları, doğrudan yaşam alanlarımızı şantiye alanı olarak kullanıyor. Kaldırımları hafriyat veya inşaat malzemesi ile işgal etmiş ve yayaları yoldan gitmeye mecbur bırakan şantiyeler, büyük kentte olsun olmasın, son zamanlarda en sık karşılaştığımız manzaralardan. 

İmar yönetmeliğinde, inşaatların kaldırıma taşması kaçınılmazsa yoldan bir bölümün gerekli uyarılar yapılarak ayrıştırılacağı belirtilmiş3 olmasına rağmen, bu koşul yerine getirilmeden kaldırımların işgal edilmesi en çok tekrarlanan inşaat suçlarından.4 En çok tekrarlanan ikinci inşaat suçu, inşaatlarda işçi sağlığı ve iş güvenliği önleminin olmayışı. Bu suçları sırasıyla inşaatların çevreye toz ve gürültü yayarak rahatsızlık vermesi, elektrik kesintilerine sebep olması, etrafı bariyerlerle çevrilmemiş ve açıkta devam eden inşaat çalışmaları, yola taşan inşaatlar, gece gürültü yaratan şantiyeler, trafiği aksatan veya terörize eden hafriyat kamyonları/TIR’ları/beton mikserleri, kaldırımlarda açık bırakılmış kazı çalışmaları ve son olarak bilgilendirme tabelası bulunmayan şantiyeler izliyor. 

Görüldüğü üzere, yönetmelikte yer alan zorunlulukların yerine getirilmediği durumlara inşaat suçu deniyor. Çünkü, inşaatlarda oluşan hafriyatın kamyona nasıl yükleneceğinden, şantiyelerin görüntüsünün de çevresiyle uyumlu olması gerektiğine kadar pek çok koşul yönetmeliklerde tanımlanıyor. 

İnşaat suçlarının meydana gelmesi ilk önce denetim eksikliğinden kaynaklanıyor diye düşünebiliriz. Ancak, denetim yapılması için baskı oluşturmanın da yurttaş olarak bizim elimizde olduğunu unutmamak gerek. Kendimizi tehdit altında hissetmemize neden olan her inşaat çalışmasını ilgili belediyelere şikayet edip, suçun giderilip giderilmediğini kontrol edebileceğimizi aklımızın bir köşesinde tutalım. Suçun giderilip giderilmediğini kontrol etmek de elzem. Çünkü yanından geçip gittiğimiz, belki de bir daha karşılaşmayacağımız bir şantiye bir başka kentlinin gündelik yaşam rutini içinde yer alıyor ve belki de bu şantiyeler güvenlik konusunda herkese aynı şekilde endişe vermiyor olabilir. 

Fotoğraf: www.m1konya.com.tr

Evden İnşaata, İnşaattan Eve

Çocukluğumda, inşaat için kazılan ve haftalarca etrafı şantiye duvarıyla çevrilmeyen bir temel çukurunda mahallenin tüm çocuklarıyla oyunlar oynadığımızı hatırlıyorum. Şiddetli yağışlardan sonra içinde su biriken temel çukurunda zaman zaman iribaş yakalar, zaman zaman kağıttan gemiler yüzdürürdük. Bir gece, bir arabanın aynı çukura uçmasıyla yataklarımızdan fırlamış, arabadakilerin dehşet içinde “Patlayacak! Patlayacak, çıkın!” diye bağrışarak çukurdan çıkmaya çalışmalarına tanık olmuş, mahallede günlerce bunu konuşmuş, her anlatışta üzerine yeni fantastik unsurlar katarak kendi kendimizi büyülemiştik. Bir gün ansızın temel çukuruna dönüşen o alan kazılmadan önce kaydırakları, salıncakları, tahterevallisi ve kumla kaplı zemini ile zaten bizim oyun parkımızdı. Mahallemizdeki tek oyun parkının biz çocuklara sorulmadan 10 katlı binaya dönmesini o zamanlar hiç dert etmediğimiz gibi, inşaatın her evresinde içine rahatlıkla girip çıkabildiğimiz o yeni yapıyı da oyun alanı olarak çabucak benimsemiştik. Yapıp bozmak, bozup yapmak çocukken en sevdiğimiz şeydi ve oyun parkından bozulup gün geçtikçe eve daha çok benzeyen beton kütlenin zaman geçirmek için sunduğu imkanlar sınırsızdı. Oyun parkındaki ince demir profilli oyuncaklar saklambaç oynamak için ne kadar elverişsizse, inşaat o kadar davetkardı. Oyun parkındaki en fazla 2 metre yüksekliğindeki kaydırak tırmanmak için ne kadar sıkıcıysa, inşaatın 3. katının sunduğu manzara o kadar heyecan vericiydi. Elbette erişime bu kadar açık olan inşaat için büyüklerimiz hiç önlem almıyor da değildi; her birimizin anne-babası sokağa çıkarken sıkıca tembihlerdi: “Bak, o inşaatın oralarda dolanmak yok ha!” 

Bir kent kullanıcısı olan çocuk için, yapım aşamasındaki bir binanın tüm tanımsızlığının ve etrafa saçılan çeşit çeşit malzemelerinin hayal gücünü gıdıklıyor olabileceğini düşünmek çok da zor değil. Belki de bu yüzden, çocuklar için son zamanlarda türeyen inşaat konseptli oyun parklarını bu noktada es geçmemek gerekir. AVM’ler içinde yer alan bu parklarda çocuklar kafalarına baret takarak top havuzunda oynayabiliyor, vinç ve kepçe operatörlüğü yapabiliyor, plastik alet edevat ile haşır neşir olabiliyor. Ancak, her şeyi ve her mekanı oyun alanına dönüştürme yeteneğine sahip çocuklar için kent mekanını kurgularken oyun alanlarını tanımlamak ve sınırlamak biraz abes kaçıyor. Bu, hem çocukların “dönüştürücü” özelliğinden, hem de çocuğun kentle kurduğu ilişkiyi bir refakatçi eşliğinde erişilen hizmetler ile sınırlı tutuyor olmamızdan kaynaklanıyor. 

Günümüzde, özellikle geleneksel mahalle yapısının yok olduğu yerleşim alanlarında, çocuğun tek başına bir kent kullanıcısı olarak sokağı kullanabilmesi güvenlik ve kişisel gelişim açılarından büyük bir ikilem. Çocukların, yanında bir yetişkinin varlığına ihtiyaç duymadan, sahip olduğu haklardan faydalanabildiğini söyleyebilir miyiz? Ya da çocukların hangi haklara sahip olduklarını söyleyebilir miyiz? Mesela, çocukların çalışma yaşının ve koşullarının belirlendiği işlerde ücretli çalışma haklarının yasal olarak tanımlanmış olduğunu biliyor muyuz?5 Çocuk işçiliğinin hassas bir konu olduğunu aklımızda tutarak, çalışma hayatında aktif rol almanın, sorumluluk almanın ve bunu yerine getirmenin çocuk gelişimine nasıl bir etkisinin olabileceğini düşünelim. Elbette, çalışma koşullarının çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimine zarar vermeyecek şekilde düzenlenmesi gerektiğinin altını çiziyoruz, nitekim 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. maddesi de bunu söyler. Ancak ne yazık ki Türkiye’de çocuğun çalışması, çocuğun kişisel yatkınlığının gözetildiği kişisel bir tercih olmak şöyle dursun, yoksulluğun dayattığı bir gerçeklik olarak hayatlarımıza giriyor. Yoksulluk, emeğin değersizleşmesi, denetimsizlik, yurttaş baskısının eksikliği gibi pek çok etmen, yetişkinleri olduğu kadar çocukları da sağlıksız ve güvencesiz çalışma ortamının kucağına itiyor. Hiçbir meselede bir yetişkin kadar sözü geçmeyen çocuğun konu işgücüne gelince sayılıyor oluşu büyük bir eşitsizlik, sömürü. Üstelik bu sayılma hali bile hukuksuz; her 10 çocuktan 8’i kayıtdışı çalışıyor (bkz. “Türkiye’de çocuk işçi sayısı 2 milyona yaklaştı: Her 10 çocuktan 8’i kayıt dışı çalıştırılıyor”, T24, 2017). Bu hukuksuzluk bazı çocukları, birbiriyle yarışa tutuşan hafriyat kamyonları (bkz. “Yarış yapan 6 hafriyat kamyonu kaza yaptı”, Evrensel, 2016) ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin yok sayıldığı şantiyelerle dolu tehlikeli sokaklara çıkmaktan alıkoyarken, bazı çocukları ise tam da bu güvencesiz şantiyelere yerleştiriyor. 

Esenyurt Fi Yapı inşaatında düşen asansörde hayatını kaybeden 3 işçiden biri (bkz. “Torunlar Katliamı’nın kopyası: Asansör 23. kattan çakıldı, 3 işçi öldü”, Evrensel, 2016), Karaman’da asansörün bakımını yaparken asansör halatının kopması sonucu asansörün altında kalarak hayatını kaybeden işçi (bkz. “Karaman’da asansör kazasında 1 kişi öldü”, Habertürk, 2016) çocuktu. 2016 yılında çalışırken hayatını kaybeden 1970 işçiden 56’sı çocuktu.6  7 yaşındaki Mervan kaldırımda yürürken, sokağa girmek için manevra yapan kamyonun altında kalarak hayatını kaybetti (bkz. “Beton mikseri yine can aldı”, Evrensel, 2017). 5 yaşındaki Yaren sokakta yürürken hafriyat kamyonunun altında kalarak hayatını kaybetti (bkz. “Hafriyat kamyonunun altında kalan 5 yaşındaki Yaren Aluç toprağa verildi”, Timeturk, 2016). 12 yaşındaki Mustafa, arkadaşlarıyla birlikte bir inşaatın ikinci katında oynarken asansör boşluğundan düşerek ağır yaralandı (bkz. “Erciş’te yapımı devam eden bir inşaatın asansör boşluğuna düşen çocuk ağır yaralandı”, Habererciş, 2017). 

İnşaat sektörü, denetimsizlik ve kâr hırsıyla yetişkin/çocuk, şantiyenin içi/dışı demeden kentlerimizi kana buluyor. Belki de çocuk trajik bir şekilde ilk kez güvencesizlik ortamında işçi veya kurban olarak yetişkin bir bireyle eşit sayılıyor. Peki uğrunda hayatımızı kaybettiğimiz bu kentler, bu inşaatlar kimin için yükseliyor? Değişen/dönüşen mekanlarda, hiçbir nirengi noktasının uzun süre dayanamadığı bir mekansal düzende  büyüyen çocuk için yetişkinlikte normal olan ne olacak? Tehlikeli olduğu için sokaktan koparılıp ebeveynlerin karar verdiği, korunaklı ve kentin bütününde ayrıştırılmış mekanlarda vakit geçiren çocukların kentle kurduğu ilişki nasıl olacak? 

Çalışan çocuğun ve oyun oynayan çocuğun kesiştiği inşaatlar, hem mekansal olarak hem toplumsal olarak eşitsizlik üretmeye devam devam ediyor. Bu eşitsizliğin önüne geçmek için mekanın tüm kullanıcılarıyla birlikte, her şeye rağmen yaşam alanlarımıza sahip çıkmalı ve sorumluların bilinçli olarak, sistematik bir şekilde faaliyete sokmayı reddettiği denetim mekanizmalarının işlemesi için sorumlular üzerinde baskı oluşturmaya devam etmeliyiz. Yurttaş olarak bir inşaat suçu ile karşılaştığımızda ilgili belediyelerin zabıta birimlerini arayabilir ve derhal denetim yapılarak inşaat suçu hakkında önlem alınmasını sağlayabiliriz.


1- 6366 Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6306.pdf (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018) 

2- 2017 Eylül verileri itibariyle www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=19179:ohalkhk-rejimi-is-cinayetleri-demektir-2017-yilinda-en-az-2006-isci-yasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018) 

3- İstanbul İmar Yönetmeliği Madde 14.

4-“Ekim 2016 – Şubat 2017 arasında en sık işlenen inşaat suçu, yapı alanı dışına taşarak kaldırımı işgal eden inşaatlardan kaynaklanıyor.” twitter.com/insaatsuclari/status/837206874525155328 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018)

5- 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 3008 sayılı İş Kanunu, 1475 sayılı İş Kanunu, 4857 sayılı İş Kanunu.

6- “2016 yılında en az 1970 işçi yaşamını yitirdi” http://guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=18379:2016-yilinda-en-az-1970-isci-yasamini-yitirdi&catid=149:is-cinayetleri-raporlari&Itemid=236 (Erişim tarihi: 17 Ocak 2018)

DÖN