İnşaat sektörünün merkezinde bir ekonomi, mega projeler, muazzam boyutta kentsel dönüşümler… Dönüşümün ve çelişkilerin şehri İstanbul yetişkinlerin planlayıp tasarladığı devasa bir şantiye alanı. Peki bu şantiyeye doğan mega kentin mini yurttaşları İstanbul’u nasıl görüyor?

Gecekondu mahallelerinde, hızla yıkılıp yeniden yapılan eski semtlerde, kentin sınırlarında çoğalan güvenlikli sitelerin ardında veya mülteci olarak aynı kentte farklı çocukluk deneyimleri yaşayan 95cm’lik 4 çocuk kamerayı kendi boylarına indirerek yetişkinlerin dünyasına ayna tutuyor.

Çünkü çocukların büyümek istediği bir kent, hepimizin yaşamak istediği kenttir.

95cm: Mega Kentin Mini Yurttaşları, başta İstanbul olmak üzere Türkiye kentlerini çocukların gözünden anlamayı ve anlatmayı amaçlayan bir belgesel film projesi. 95cm, ortalama üç yaşındaki sağlıklı bir çocuğun boyunu simgeliyor. Sorunları ve imkanlarıyla hep “büyüklerin” perspektifinden tartıştığımız İstanbul’u yine büyüklerin perspektifiyle yıkıp yeniden inşa ediyoruz. Haliyle kent yönetimi ve politikalarının da norm olarak aldığı gerçeklik, yetişkinler. Bu gerçeklik içinde dahi iyi bir iş çıkarttığımızı iddia etmek pek mümkün değilken, kentte “eşit yurttaş” olarak var olması ve sağlıklı ve güvenli bir çevrede büyümesi gereken çocuklar için sunduğumuz mekansal deneyim çok daha zorlu. İşte bu zorlu deneyimi daha görünür kılmak için kamerayı 95cm perspektifine indirip, İstanbul’a çocukların gözünden bakmaya çalışıyoruz. Bunu da kendi öznellikleri içinde ama aynı kentte büyüyen çocuklarla birlikte yapıyoruz.

Hollanda merkezli Bernard Van Leer Vakfı’nın açtığı, Urban95 isimli uluslararası fikir yarışmasına Mekanda Adalet Derneği olarak 95cm: Mega Kentin Mini Yurttaşları belgesel film projesi ile başvurduk ve yarışmanın kazananlarından biri olduk. Böyle bir yarışmaya başvurmamızı teşvik eden ise gündelik hayatın içinden çıkan anekdotlardı. Aslında çocukluk, büyüme imkanı bulan her insanı kapsayan bir durum. Dünya görüşümüz, siyasi pozisyonumuz, inancımız, sınıfsal durumumuz, etnisitemiz etrafımızdakilerden farklı olabilir. Ancak hepimiz bu kenti çocuk olarak tecrübe ettik/ediyoruz. Ancak bir kere büyüdük mü, o geçmiş ile bağımızı çok çabuk kopartıyoruz. Çevremizi, dertlerimizi, isteklerimizi sanki dünya sadece yetişkinlerden ibaretmiş gibi anlamlandırıyoruz. Küçük çocuklar için tasarlayıp inşa etsek, kentler herkes için çok daha yaşanabilir, adil yerler olmayacaklar mı? Mekanda Adalet Derneği’ni böylesi bir çalışmaya teşvik eden de bu ve benzeri sorulardı. 

Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle kamerayı 95cm perspektifine indirmemiz gerektiğine karar verdik. O yüzden filmi baştan sona 5 yaş ve altındaki çocukların bakış açısından ele almaya çalışıyoruz. Bunun için çocuklara verdiğimiz GoPro kameralar ile yapılan çekimlerden de faydalandık. 

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

“Mega Kent”, aslında 39 ilçeden, yani 39 kentten oluşuyor. Sadece bir noktasına odaklanarak, veya turist kataloglarında tekrar eden belli mekanlarını öne çıkartarak bu çok katmanlı, oldukça karmaşık kenti ne anlayabilir ne de anlatabiliriz. Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy gibi merkezi de; Küçükçekmece, Başakşehir, Arnavutköy gibi çeperi de; gecekondu mahallelerini de, yeni yapılan siteleri de kapsamak gerekiyor. Dolayısıyla İstanbul’da çocuk olma halinin evrensel anlamlarının yanında özgün deneyimlerini katmanlı ve tüm karmaşıklığı içinde anlatabilmek için 4 ana karakter belirledik. Karakterlerimizden biri, kentin yeni gelişen alanlarından birinde güvenlikli sitede büyüyen, okuluna özel vasıta ile otoyoldan gidip gelen bir çocuk. İkincisi, kentin daha merkezi bir semtinde, orta-üst sınıfların yaşadığı, kentsel rantın büyük olduğu bir bölgede, dolayısıyla kentsel dönüşümün içinde büyüyen bir çocuk. Üçüncüsü, bir gecekondu mahallesinde, yaşadığı kent çeperinde etrafındaki mega projeler, konut projeleri ve AVM’lerin baskısını hissederek büyüyen ama sokakların özgürlüğünü de tadan bir çocuk. Dördüncüsü de İstanbul’da oldukça zor koşullarda yaşayan 500 bin mülteciden biri.

İstanbul’da tüm yetişkinlerin, özel olarak da yerel yönetimlerin bakış açısını “çocuk odaklı” değiştirmek temennisi ile bu projeye kalkıştık. Bu proje ile birlikte tüm yetişkinlere, “çevrenizi küçük bir çocuğun perspektifi ile anlamaya çalışın”, çocuklara da “daha sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmek için yetişkinlere yol gösterin” çağrısı yapıyoruz. 

“Bu dönemin çocukları kentsel dönüşümün  içine doğuyor.“

Ayşe Adanalı (Gazeteci, 95cm yapımcısı)

Bu dönemin çocukları kentsel dönüşümün ve sürekli hale gelen inşaatların içine doğan çocuklar. Etraflarında sıkça gördükleri iş makineleriyle kurdukları ilişki de ilginç haliyle. Kimisi canavara benzetiyor, kimisi uykusunu bölen seslerin hangi makineye ait olduğunu iyi biliyor. Çok büyük ve gürültülü olmaları dikkatlerini çeken ilk özellikler olması sebebiyle, bu makineleri daha çok masalların kötü kahramanlarına benzetenler de var.

Ayrıca kentsel dönüşüm kaynaklı sıkıntılar, kırık dökük yollarıyla şantiye haline gelmiş bir kent, yetişkinler için konforu bozan bir durumken “şantiye kent”e doğan çocuklar için adapte olması daha kolay, engelleri zor da olsa aşıp devam etmesi belki de “eğlenceli” bir durum. Örneğin, bir şantiyenin kenarında etrafı düzgün çevrilmediği için açıkta duran inşaat kumu bizleri rahatsız ederken, çocuklar için eğlenceli bir oyun alanına dönüşebiliyor. Tabii o kumun içinden paslı çivilerin veya kırık camların çıkmayacağının garantisi yok.

“Çocukların şehirle kurduğu ilişki giderek zayıflıyor.”

Gizem Pilavcı (Mimar, 95cm yapımcısı)

Çalışma süresince görebildiğim kadarı ile, bir çocuk içinde bulunduğu her mekanı kendi oyun alanına dönüştürebiliyor. Çöpe atılan suntalar, kullanılmayan ayakkabılar, yollardaki molozlardan etrafa saçılan taş ve tuğla parçaları ile eğlenebiliyor. Steril koşullara sahip olan çocuklar ise kendilerine sunulan alanlarla sınırlı; güvenlik uğruna hayal gücünden yoksun mekanlarda yetişmek durumunda kalıyor. Bu noktada çocukların dünyasının şehirle kurduğu ilişki, sadece konfor, temizlik ve güvenlik gibi faktörler açısından değil; aynı zamanda yaratıcılık, hayal gücü ve üretim gibi çocukların içinde kendi varlıklarını gerçekleştirebilecekleri alanların niteliği açısından da değerlendirilmeli.

“Değişen çocukluk ile ailelerin de sosyal yaşantısı değişiyor.”

Didem Pekün (Sanatçı, 95cm proje danışmanı)

Eskiden daha fazla çocuk sokakta top oynardı, her ne kadar arabaların tehlikesi altında olsa da. Şimdi bu tehlikenin boyutu arttı. Artık daracık sokaklarımızdan kocaman hafriyat kamyonları geçiyor. Dolayısıyla çocuklar çok daha tanımlı, sınırlandırılmış alanlarda oynamak durumundalar. Örneğin Fikirtepe gibi çocuklarının nispeten güvenle sokaklarda oynayabildiği eski gecekondu mahallelerindeki anneler bile, artık kentsel dönüşüm sebebiyle çocuklarını AVM’lere götürmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla ailelerin de sosyal yaşantısı değişmiş oluyor.

Fotoğraf: Kübra Ekmekci

“Çocuk mekanları bir bütünlük içinde var olmalı.”

Sinem Boyacı (Mimar, 95cm belgesel ekibi)

Çocuk gelişimi için daha sağlıklı, çocukların kendilerini maksimum kapasitede geliştirmelerine imkan sağlayacak mekanların aslında bir bütünlük içinde var olması gerekir. Çok iyi bir çocuk parkı tasarlanmış olabilir. Ancak o parka erişiminiz sıkıntılı ise, o parkın iyi olmasının pek bir önemi de yok. Veya kaldırımlar çocukların ve çocuklu anne babaların rahat yürümeleri için uygun standartlarda olabilir. Ancak o kaldırımlar sürekli bir şekilde araçların işgali altında ise, yüksek standartlar hayatımızı kolaylaştırmaya yetmeyecektir.

llüstrasyon: Deniz Öztürk

İnşaat sektörünün merkezinde bir ekonomi, mega projeler, muazzam boyutta kentsel dönüşümler… Dönüşümün ve çelişkilerin şehri İstanbul yetişkinlerin planlayıp tasarladığı devasa bir şantiye alanı. Peki bu şantiyeye doğan mega kentin mini yurttaşları İstanbul’u nasıl görüyor?

Gecekondu mahallelerinde, hızla yıkılıp yeniden yapılan eski semtlerde, kentin sınırlarında çoğalan güvenlikli sitelerin ardında veya mülteci olarak aynı kentte farklı çocukluk deneyimleri yaşayan 95cm’lik 4 çocuk kamerayı kendi boylarına indirerek yetişkinlerin dünyasına ayna tutuyor.

Çünkü çocukların büyümek istediği bir kent, hepimizin yaşamak istediği kenttir.

95cm: Mega Kentin Mini Yurttaşları, başta İstanbul olmak üzere Türkiye kentlerini çocukların gözünden anlamayı ve anlatmayı amaçlayan bir belgesel film projesi. 95cm, ortalama üç yaşındaki sağlıklı bir çocuğun boyunu simgeliyor. Sorunları ve imkanlarıyla hep “büyüklerin” perspektifinden tartıştığımız İstanbul’u yine büyüklerin perspektifiyle yıkıp yeniden inşa ediyoruz. Haliyle kent yönetimi ve politikalarının da norm olarak aldığı gerçeklik, yetişkinler. Bu gerçeklik içinde dahi iyi bir iş çıkarttığımızı iddia etmek pek mümkün değilken, kentte “eşit yurttaş” olarak var olması ve sağlıklı ve güvenli bir çevrede büyümesi gereken çocuklar için sunduğumuz mekansal deneyim çok daha zorlu. İşte bu zorlu deneyimi daha görünür kılmak için kamerayı 95cm perspektifine indirip, İstanbul’a çocukların gözünden bakmaya çalışıyoruz. Bunu da kendi öznellikleri içinde ama aynı kentte büyüyen çocuklarla birlikte yapıyoruz.

Hollanda merkezli Bernard Van Leer Vakfı’nın açtığı, Urban95 isimli uluslararası fikir yarışmasına Mekanda Adalet Derneği olarak 95cm: Mega Kentin Mini Yurttaşları belgesel film projesi ile başvurduk ve yarışmanın kazananlarından biri olduk. Böyle bir yarışmaya başvurmamızı teşvik eden ise gündelik hayatın içinden çıkan anekdotlardı. Aslında çocukluk, büyüme imkanı bulan her insanı kapsayan bir durum. Dünya görüşümüz, siyasi pozisyonumuz, inancımız, sınıfsal durumumuz, etnisitemiz etrafımızdakilerden farklı olabilir. Ancak hepimiz bu kenti çocuk olarak tecrübe ettik/ediyoruz. Ancak bir kere büyüdük mü, o geçmiş ile bağımızı çok çabuk kopartıyoruz. Çevremizi, dertlerimizi, isteklerimizi sanki dünya sadece yetişkinlerden ibaretmiş gibi anlamlandırıyoruz. Küçük çocuklar için tasarlayıp inşa etsek, kentler herkes için çok daha yaşanabilir, adil yerler olmayacaklar mı? Mekanda Adalet Derneği’ni böylesi bir çalışmaya teşvik eden de bu ve benzeri sorulardı. 

Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle kamerayı 95cm perspektifine indirmemiz gerektiğine karar verdik. O yüzden filmi baştan sona 5 yaş ve altındaki çocukların bakış açısından ele almaya çalışıyoruz. Bunun için çocuklara verdiğimiz GoPro kameralar ile yapılan çekimlerden de faydalandık. 

Fotoğraf: Ayşe Adanalı

“Mega Kent”, aslında 39 ilçeden, yani 39 kentten oluşuyor. Sadece bir noktasına odaklanarak, veya turist kataloglarında tekrar eden belli mekanlarını öne çıkartarak bu çok katmanlı, oldukça karmaşık kenti ne anlayabilir ne de anlatabiliriz. Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy gibi merkezi de; Küçükçekmece, Başakşehir, Arnavutköy gibi çeperi de; gecekondu mahallelerini de, yeni yapılan siteleri de kapsamak gerekiyor. Dolayısıyla İstanbul’da çocuk olma halinin evrensel anlamlarının yanında özgün deneyimlerini katmanlı ve tüm karmaşıklığı içinde anlatabilmek için 4 ana karakter belirledik. Karakterlerimizden biri, kentin yeni gelişen alanlarından birinde güvenlikli sitede büyüyen, okuluna özel vasıta ile otoyoldan gidip gelen bir çocuk. İkincisi, kentin daha merkezi bir semtinde, orta-üst sınıfların yaşadığı, kentsel rantın büyük olduğu bir bölgede, dolayısıyla kentsel dönüşümün içinde büyüyen bir çocuk. Üçüncüsü, bir gecekondu mahallesinde, yaşadığı kent çeperinde etrafındaki mega projeler, konut projeleri ve AVM’lerin baskısını hissederek büyüyen ama sokakların özgürlüğünü de tadan bir çocuk. Dördüncüsü de İstanbul’da oldukça zor koşullarda yaşayan 500 bin mülteciden biri.

İstanbul’da tüm yetişkinlerin, özel olarak da yerel yönetimlerin bakış açısını “çocuk odaklı” değiştirmek temennisi ile bu projeye kalkıştık. Bu proje ile birlikte tüm yetişkinlere, “çevrenizi küçük bir çocuğun perspektifi ile anlamaya çalışın”, çocuklara da “daha sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmek için yetişkinlere yol gösterin” çağrısı yapıyoruz. 

“Bu dönemin çocukları kentsel dönüşümün  içine doğuyor.“

Ayşe Adanalı (Gazeteci, 95cm yapımcısı)

Bu dönemin çocukları kentsel dönüşümün ve sürekli hale gelen inşaatların içine doğan çocuklar. Etraflarında sıkça gördükleri iş makineleriyle kurdukları ilişki de ilginç haliyle. Kimisi canavara benzetiyor, kimisi uykusunu bölen seslerin hangi makineye ait olduğunu iyi biliyor. Çok büyük ve gürültülü olmaları dikkatlerini çeken ilk özellikler olması sebebiyle, bu makineleri daha çok masalların kötü kahramanlarına benzetenler de var.

Ayrıca kentsel dönüşüm kaynaklı sıkıntılar, kırık dökük yollarıyla şantiye haline gelmiş bir kent, yetişkinler için konforu bozan bir durumken “şantiye kent”e doğan çocuklar için adapte olması daha kolay, engelleri zor da olsa aşıp devam etmesi belki de “eğlenceli” bir durum. Örneğin, bir şantiyenin kenarında etrafı düzgün çevrilmediği için açıkta duran inşaat kumu bizleri rahatsız ederken, çocuklar için eğlenceli bir oyun alanına dönüşebiliyor. Tabii o kumun içinden paslı çivilerin veya kırık camların çıkmayacağının garantisi yok.

“Çocukların şehirle kurduğu ilişki giderek zayıflıyor.”

Gizem Pilavcı (Mimar, 95cm yapımcısı)

Çalışma süresince görebildiğim kadarı ile, bir çocuk içinde bulunduğu her mekanı kendi oyun alanına dönüştürebiliyor. Çöpe atılan suntalar, kullanılmayan ayakkabılar, yollardaki molozlardan etrafa saçılan taş ve tuğla parçaları ile eğlenebiliyor. Steril koşullara sahip olan çocuklar ise kendilerine sunulan alanlarla sınırlı; güvenlik uğruna hayal gücünden yoksun mekanlarda yetişmek durumunda kalıyor. Bu noktada çocukların dünyasının şehirle kurduğu ilişki, sadece konfor, temizlik ve güvenlik gibi faktörler açısından değil; aynı zamanda yaratıcılık, hayal gücü ve üretim gibi çocukların içinde kendi varlıklarını gerçekleştirebilecekleri alanların niteliği açısından da değerlendirilmeli.

“Değişen çocukluk ile ailelerin de sosyal yaşantısı değişiyor.”

Didem Pekün (Sanatçı, 95cm proje danışmanı)

Eskiden daha fazla çocuk sokakta top oynardı, her ne kadar arabaların tehlikesi altında olsa da. Şimdi bu tehlikenin boyutu arttı. Artık daracık sokaklarımızdan kocaman hafriyat kamyonları geçiyor. Dolayısıyla çocuklar çok daha tanımlı, sınırlandırılmış alanlarda oynamak durumundalar. Örneğin Fikirtepe gibi çocuklarının nispeten güvenle sokaklarda oynayabildiği eski gecekondu mahallelerindeki anneler bile, artık kentsel dönüşüm sebebiyle çocuklarını AVM’lere götürmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla ailelerin de sosyal yaşantısı değişmiş oluyor.

Fotoğraf: Kübra Ekmekci

“Çocuk mekanları bir bütünlük içinde var olmalı.”

Sinem Boyacı (Mimar, 95cm belgesel ekibi)

Çocuk gelişimi için daha sağlıklı, çocukların kendilerini maksimum kapasitede geliştirmelerine imkan sağlayacak mekanların aslında bir bütünlük içinde var olması gerekir. Çok iyi bir çocuk parkı tasarlanmış olabilir. Ancak o parka erişiminiz sıkıntılı ise, o parkın iyi olmasının pek bir önemi de yok. Veya kaldırımlar çocukların ve çocuklu anne babaların rahat yürümeleri için uygun standartlarda olabilir. Ancak o kaldırımlar sürekli bir şekilde araçların işgali altında ise, yüksek standartlar hayatımızı kolaylaştırmaya yetmeyecektir.

llüstrasyon: Deniz Öztürk
DÖN